Herhangi bir metni seçin ve dinlemek için simgeye tıklayın!

Tarihte 8 Şubatta ölenler

Ölümler

  • 1204 – Nikolaos, Bizans imparatoru (d. ?)
Nikolaos Kanabos
Νικόλαος Καναβός
Bizans imparatoru
Hüküm süresi 1204
Önce gelen II. İsaakios ve IV. Aleksios
Sonra gelen V. Aleksios
Ölüm 8 Şubat 1204
Konstantinopolis

Nikolaos Kanabos, 25 Ocak 1204 tarihinde Dördüncü Haçlı Seferi olarak denizden Konstantinopolis’e gelip bu şehri kuşatmış olan Latinler ve Venediklilerin isteklerine uygun olarak ortak imparator olarak göreve gelen II. İsaakios ve oğlu IV. Aleksios’un idaresinden hoşnut olmayan Bizans Senatosu mensupları, papazlar ve büyük bir grup halkın Ayasofya Kilisesi’nde yaptığı bir devlet konseyine benzer toplantıda Bizans İmparatoru olarak seçilmiştir.

Nikolaos bir genç asildi. Bu toplantıda birçok imparatorluk görevini kabul etmeye razı olmayan asillerin isimleri sırayla incelendik. Üç gün süren toplantının sonunda imparatorluğu çoğunluk kararı ile seçildi. Nikolaos da bu görevi üzerine almaya isteksizdi. Halk tarafından imparator olarak seçilmekle beraber, hiçbir imparatorluk yetkisini üzerine almadı ve hiçbir imparatorluk yetkisini kullanmadı. Ayasofya’da kalıp buradan ayrılmayı reddetti.

Aynı günlerde İmparatorluk Sarayı’nda büyük mevkide (protovestarius) olan, imparatorun özel odalarına girme yetkisi olan, gür ve alnının ortasında birleşen kaşları dolayısıyla Murzuphlus olarak anılan Aleksios Dukas kendi adına harekete geçmişti. Murzuphlus, 7 Ocak gecesi uykuda olan ortak imparator IV. Aleksios’un odasına girmiş; onu kendisini öldürmek için gelmekte olan isyancıların elinden kaçırma vaadi ile kandırmış ve bir pelerine sararak Saray’ın arka kapısından zindana götürüp zincire vurdurmuştu. Orada IV. Aleksios’u önce zehirlemek istemiş, sonunda boğdurarak öldürmüştü. Yaşlı ve gözleri kör edilmiş olan kıdemli imparator II. İsaakios ise de resmen bu haberi duyunca bir kriz geçirip ölmüştür; ama bu ölüm nedeninin çok şüpheli olduğu açıktır. Böylece rakiplerini elimine eden Murzuphlus kendini V. Aleksios olarak imparator ilan etmiştir.

Murzupholos, kendi imparatorluğu altında Nikolaos Kanabos’a yüksek bir devlet unvanı ve mevkii teklif etmiştir; fakat Nikolaos bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine 5 Şubat’ta Murzuphlus Nikolaos Kanabos’u Ayasofya’dan çıkararak hapise koydurmuştur. Kesin olarak Nikolaos Kanabos’un sonunun ne olduğu bilinmemektedir. Fakat hapiste, aynı zindanda IV. Aleksios boğulup idam edildiği gün, Nikolaos Kanabus’un da boğulup öldürüldüğü ve hatta başının kesildiği bazı tarihçilerce yazılmıştır.

Zamanın tarihçisi olan Nikitas Honiatis, Nikolaos Kanabos’u zeki ve nazik bir kişi olarak tanımlamıştır.

  • 1265 – Hülagû Han, İlhanlılar Devleti’nin kurucusu Moğol Hükümdar (d. 1217)
Hülâgû


هولاگو

İran İl Hanı
İlhanlı hükümdarı
Hüküm süresi 1256 – 8 Şubat 1265
Sonra gelen Abaka Han
Doğum 15 Ekim 1218
Ölüm 8 Şubat 1265 (46 yaşında)
Meraga
Defin Şahi Adası, Urmiye Gölü
Eş(ler)i Dokuz Hatun
Guyuk Hatun
Kutuy Hatun
Ölcey/Olcay Hatun
Yesuncin Hatun
Çocuk(lar)ı Abaka Han
Ahmet Teküder
Tandon Han
Hıyaksemet Han
Tarakay Han
Hanedan Börçigin
Babası Tuluy
Annesi Sorgaktani Hatun
Dini Budizm[1][2]
İmza

Hülâgû Han (1217 – 8 Şubat 1265, Moğolistan), Batı Asya’nın çoğunu ele geçiren Moğol hükümdar. İlhanlılar’ın kurucusudur. Cengiz Han’ın torunu olmakla birlikte Moğol İmparatorluğu’nun diğer büyük hanlarından Mengü Han, Arıkbuka Han ve Kubilay Han’ın da kardeşidir. Annesi Sorgaktani Hatun ve karısı Dokuz Hatun, tıpkı yakın arkadaşı ve komutanı olan Ketboğa gibi dinine bağlı birer Nasturi Hristiyanlardı. Moğol İmparatorluğu’nun dinlere karşı alışılmış hoşgörüsüne karşın Hülâgû’nün Müslümanlara olan düşmanlığında bu üçünün etkisi olduğu düşünülüyor.

Arka plan

Hülâgû, Cengiz Han’ın oğullarından biri olan Tuluy ile nüfuzlu bir Keraite prensesi ve Tuğrul Han’ın yeğeni olan Sorghaghtani Beki’nin çocuğu olarak 1217’de doğdu. Hülegu’nun çocukluğuna dair, Câmiu’t-Tevârîh’te verilen bir anekdot dışında pek bir şey bilinmemektedir ve o bir zamanlar büyükbabası Cengiz Han’la 1224‘te Kubilay ile tanışmıştı. Hülâgû’nun çağdaşı, yakından tanıdığı ve görüştüğü Vardan Arevelçi’ye göre Tatar ailesi; Cengiz, Ögeday, Hülâgû ve Abaka Han, Çin’in yanındaki Bulgar ülkesinden ortaya çıkmışlardı.

Hülâgû Han ve karısı Dokuz Hatun

Askeri seferler

1256’da Elemût kuşatması
Hülâgû’nün Elemût kuşatmasını gösteren Babür tablosu

Hülâgû’nun kardeşi Mengü Han 1251’de Büyük Han olarak atanmıştı. 1255 yılında ağabeyi Mengü, Hülâgû’yu güneybatı Asya’da kalan Müslüman devletleri fethetmek veya yok etmek için devasa bir Moğol ordusuna liderlik etmekle görevlendirdi. Hülâgû’nun seferi güney İran’daki Lurlara boyun eğdirmeyi, Nizari İsmaili devletinin (Haşhaşiler) yok edilmesini, Bağdat’taki Abbasi Halifeliğinin boyun eğdirilmesini veya yok edilmesini, Suriye’nin Şam’da yerleşik Eyyûbî devletlerinin boyun eğdirilmesini veya yok edilmesini ve son olarak Mısır’daki Bahrî Memlük Sultanlığı’nın teslim alınmasını veya yıkılmasını hedefliyordu.

Mengü Han, Hülâgû’ye teslim olanlara iyi davranmasını, karşı koyanları ise tamamen ortadan kaldırmasını emretti.

Hülâgû belki de o zamana kadar toplanmış en büyük Moğol ordusuyla yola çıktı. Mengü Han’ın emriyle her on Moğol erkeğinden ikisi 1253’te Hülâgû’nun ordusu için toplandı. Hülâgû o zamana kadarki en büyük Moğol ordusunun başında sefere çıktı.

Haşhaşiler

1255’te Mâverâünnehir’e vardı. Luristan Atabeyliği kolayca ele geçirildi. Lurs’u kolayca yok etti.

Haşhaşilerden alınmasının imkânsız olduğu düşünülen Alamut Kalesi’ni almak için sefere çıktı ancak kaleler çok sert bir şekilde direniyordu. Haşhaşilerin lideri olan Rükeneddin Hürşah Maymundiz Kalesi’nde bulunuyordu. Hülagu kaleyi 4 gün boyunca kuşattı. Hayatından endişe eden Rükneddin Hürşah Hülagu’ya elçi göndererek eğer kendisinin ve ailesinin canını bağışlarsa bütün kaleleri teslim edeceğini söyledi fakat kaledeki Mülhid suikastçiler Hürşah’ı rehin aldılar. Bunun üzerine Hülagü, Hürşah’ın canını bir şekilde kurtarmasını söyledi. Kaleye girildikten sonra Hürşah teslim oldu daha sonra diğer kalelerin önüne giderek teslim olmalarını emretti.

Haşhaşiler, 1256’nın başlarında halklarının hayatını bağışlayan bir anlaşmayı kabul ederek, zaptedilemez kaleleri Elemût’u savaşmadan teslim ettiler. Alamut kalesi komutanı Mukaddem el Din ilk önce tereddüt edip direnmeye devam etti ancak 4 gün sonra direnmekten vazgeçip kaleyi Moğollara teslim etti. Kaleye giren Moğollar kaleyi tahrip edip yağmaladı, meşhur kütüphanesini ele geçirip yaktılar.

Hülâgû, Baycu’ya Anadolu’ya çekilme emrini verirken güç üssü olarak Azerbaycan’ı seçti. En az 1257’den itibaren Avrupa, Orta Doğu ve Asya ana karasındaki her büyük dinsel çeşitlilikten Müslümanlar ve Hıristiyanlar Hülâgû’nün ordusunun parçasıydı.

Hülâgû’nun Alamut kuşatması

Lemeser kalesi 1 yıl sonra ele geçirildi ancak Girduh kalesi 1270 yılına kadar direndi Mönge Han’ın emriyle başta Nizarilerin imamı Rükneddin Hürşah olmak üzere 100.000’i aşkın Nizari İsmaili katledildi.

Daha sonra Bağdat’a yönelen Moğol ordusu, halifeye yapılan teslim ol çağrısına olumsuz cevap verilmesini, Büyük Han’ın da emrine uygun olarak istila bahanesi olarak kullandı.

Bağdat Kuşatması

Hülâgû’nün Moğol ordusu Kasım 1257’de Bağdat’a doğru yola çıktı. Bağdat’a yaklaştığında Hülâgû, Dicle’nin hem doğu hem de batı yakasındaki şehri tehdit etmek için orduyu bölümlere ayırdı. Böylece şehir her taraftan tehdit edilecekti.

Hülâgû halifeden teslim olmasını istediğinde, halife El-Muta’sim eğer kendisine saldırırsa Allah’ın gazabına uğrayacağını söyleyerek teslim olmayı reddetti. Birçok kaynak Halife’nin saldırıya karşı yeterli önlem almadığını yazmaktadır. Halife ne ordusunu güçlendirdi ne de Bağdat’ı çevreleyen surları. Aslında, en yapmaması gerekenleri yapmıştı; Hülâgû’yü kızdırmıştı, bu da Hülâgû’nün kuşatma için aradığı mazeretti.

El-Muta’sim’in danışmanlarından Ebu Alkuma’nın ihaneti nedeniyle Bağdat ordusunda ayaklanma çıktı ve Bağdat Kuşatması başladı.

Abbasi ordusu, batıdan saldıran Moğol kuvvetlerinin bir kısmını geri püskürtmeyi başardı fakat sonraki çarpışmalarda yenildiler.

Yapılan Düceyil Muharebesi’nde saldıran Moğollar, Düceyil Nehri’ndeki setleri yıkarak Abbasi halifesinin ordusunun arkasındaki toprağı sular altında bırakarak onları tuzağa düşürdüler. Ordunun neredeyse tamamı kılıçtan geçirildi ya da boğuldu.

Çinli general Guo Kan komutasındaki Moğollar, 29 Ocak 1258’de şehri kuşattı, bir çit ve hendek inşa etti ve kuşatma motorlarını ve mancınıklarını harekete geçirdi.

Savaş kuşatma standartlarına göre kısaydı. 5 Şubat’a gelindiğinde Moğollar şehri çevreleyen surların bir bölümünü kontrol ediyordu.

Halife Mustasım anlaşma teklif etti fakat kabul edilmedi. Birkaç gün içinde de şehri çevreleyen surların tamamı Moğol ordusunun kontrolüne girdi.10 Şubat’ta Bağdat teslim oldu. Moğollar 13 Şubat 1258’de şehre girdiler ve şehir bir hafta boyunca yağmalandı, halk katledildi.

Moğollar’ın Bağdat’ı istilasıyla karşılaştırıldığında Alaric’in Roma istilasının vahşeti daha hafif görünür. Kaçmaya çalışanlar yakalanıp öldürüldü.

Tıptan astronomiye kadar pek çok konuda sayısız tarihi belge ve kitabın bulunduğu Bağdat Büyük Kütüphanesi yıkıldı. Vatandaşlar kaçmaya çalıştı ancak Moğol askerleri tarafından yakalandılar.

Hülâgû (solda), Halifeyi açlıktan öldürmek için hazinelerinin arasına hapseder. “Le livre des merveilles”den ortaçağ tasviri, 15. yüzyıl.

Ölü sayısı hakkında tahminde bulunmak epey güç olsa da, kaynaklarda değişik rakamlar söz konusudur. Bazıları yaklaşık 90,000 kadar olduğunu savunurken, daha yüksek ölü tahmini 200.000 ile bir milyon arasında değişir. Müslüman tarihçi Abdullah Wassaf birkaç yüz bin veya daha fazla Bağdatlının öldürüldüğünü tahmin etmektedir. Hülâgû Han, zamanın Fransa kralı IX. Louis’ye mektubunda ordusunun yaklaşık 200.000 kişiyi öldürdüğünü söylemektedir. Daha önceki örneklere baktığımızda Moğollar sadece dirençle karşılaştıkları şehirlerde, ele geçirdikten sonra halkıyla birlikte büyük bir yağma ve katliam yapıyorlardı. Eğer şehir savaşmadan teslim alınmışsa halkı bağışlanıyordu, Bağdat kuşatmasında da olduğu gibi kısa süren çarpışmalar sonucunda alınmışsa yağma yapılmakla birlikte bu kadar büyük bir vahşet olmuyordu. Bağdat’ın yağma edilirken sergilenen vahşet Moğol tarihinin de en acımasız olayıydı. Bazı Çin şehirlerinin de Bağdat ile aynı kaderi paylaştığı söylenir fakat bunlar belgelenmemiştir.

Yapımı nesiller boyu süren camiler, saraylar, kütüphaneler, hastaneler, büyük binalar yağmalandı, yakılarak yerle bir edildi. Bundan yüzyıllar sonra bile Bağdat nüfusu azalmış, terkedilmiş, harabe şehir görünümünden kurtulamadı.

Halife yakalandı ve öldürülmeden önce halkının katledilmesi, hazinesinin yağmalanması ve şehrinin talan edilmesini izlemeye zorlandı. Venedikli tüccar Marco Polo, seyahatlerini konu alan Il Milione adlı kitapta Hülâgû’nün halifeyi açlıktan öldürdüğü belirtilir ancak bunu doğrulayacak hiçbir kanıt yoktur. Moğolların Bozkır kültürüne göre asil kan yere akarsa tüm alem düşmanları olacağına inandıkları için, Moğol ve Müslüman kayıtlarında tarihçilerin çoğu Halifenin bir kilime sarılıp atlar tarafından çiğnetildiğini yazar. Halifenin oğullarından biri hariç hepsi öldürüldü.

Tüm bu anlatılanlar Hülâgû’nün Moğol hanları arasında niye en korkulan ve en büyük kan dökücülerden olduğunu açıklamaktadır.

Bölgedeki daha küçük devletler Hülâgû’ye sadakatleri konusunda güvence vermek için acele ettiler ve Moğollar 1259’da Suriye’ye dönerek Eyyubi hanedanını fethetti ve Gazze kadar ileri devriyeler gönderdi.

Orta Doğu’yu fethi sırasında Hülâgû’ye binlerce kuzeyli Çinli sapper müfrezesi eşlik etti.

Suriye’nin Fethi (1260)

Hülâgû ve Kraliçe Dokuz Hatun, Süryanice bir İncil’de yeni Konstantin ve Helena olarak tasvir ediliyor.

1260 yılında Moğol kuvvetleri, aralarında Ermenistan Kralı I. Hethum yönetimindeki Kilikya Ermeni Krallığı’nın ordusu ve Antakya Kralı VI. Boemondo’nun Frankları da dahil olmak üzere bölgedeki Hristiyan vasallarıyla birleşti. Bu güç, Eyyubi hanedanının bir bölgesi olan Müslüman Suriye’yi fethetti. Halep’i kuşatarak, ele geçirdiler ve Hristiyan general Ketboğa komutasında 1 Mart 1260’ta Şam’ı ele geçirdiler.  Emevî Camii’nde Hristiyan ayini kutlandı ve çok sayıda camiye hakaret edildi. Pek çok tarihi kayıt, üç Hristiyan hükümdar Hethum, Bohemond ve Ketboğa’nın Şam şehrine birlikte zaferle girdiğini anlatır, ancak David Morgan gibi bazı modern tarihçiler bu hikâyeyi uydurma olarak sorgulamıştır. 

İşgal, o zamana kadar Levant, Mısır ve Arap Yarımadası’nın büyük bir bölümünü yöneten güçlü bir hanedan olan Eyyubileri etkili bir şekilde yok etti. Son Eyyubi kralı An-Nasir Yusuf aynı yıl Hülâgû tarafından öldürülmüştü. Bağdat’ın harap olması ve Şam’ın zayıflamasıyla İslami gücün merkezi, Memluk sultanının başkenti Kahire’ye kaydı.

Hülâgû, Filistin üzerinden güneye, Kahire’ye doğru kuvvet göndermeyi amaçlıyordu. Bu yüzden Kahire’deki Memluk Sultanı Kutuz’a bir elçi tarafından Kutuz’un şehrini açmasını, aksi takdirde Bağdat gibi yıkılmasını talep eden bir tehdit mektubu gönderdi. Daha sonra, Suriye’deki yiyecek ve yem, tam kuvvet sağlamak için yetersiz hale geldiğinden ve yaz için birliklerini daha serin dağlık bölgelere taşımak Moğolların olağan bir uygulaması olduğundan,

Hülâgû, yeterli gördüğü Ermeni, Gürcü ve Frenk gönüllülerin eşlik ettiği Ketboğa komutasında bir tümeni arkasında (10.000 veya daha az adam) bırakarak ana kuvvetini Azerbaycan yakınlarındaki İran’a çekip orada kaldı. Hülâgû daha sonra, yaklaşık sekiz ay önce Büyük Han Möngke’nin ölümünün yol açtığı imparatorluk veraset çatışmasındaki rolünü oynamak için şahsen Moğolistan’a doğru yola çıktı. Ancak bölgede artık az Moğol kaldığı haberini alan Kutuz, iyi eğitimli ve teçhizatlı 20.000 kişilik ordusunu hızla Kahire’de topladı ve Filistin’i işgal etti. Daha sonra yalnızca kendi geleceğini Moğollardan korumakla kalmayıp, Moğolların Şam’ı ele geçirmesi, Bağdat’ı yağmalaması ve Suriye’yi fethinin İslam’ın intikamını almaya da hevesli Suriye’deki Memluk lideri Baybars‘la ittifak kurdu.

Moğollar ise, Akka merkezli olan Kudüs Haçlı Krallığı’nın kalıntılarıyla bir Frenk-Moğol ittifakı kurmaya çalıştılar (veya en azından onların teslimiyetini talep ettiler), ancak Papa IV. Alexander böyle bir ittifakı yasaklamıştı.

Franklar ve Moğollar arasındaki gerilim, Saydalı Julian’ın Ketboğa’nın torunlarından birinin ölümüyle sonuçlanan bir olaya neden olmasıyla da arttı. Öfkelenen Ketboğa, Sidon’u yağmaladı. Moğolların temas kurduğu Akka Baronlarına Memlükler de başvurarak Moğollara karşı askeri yardım istedi. Memluklar Frankların geleneksel düşmanları olmasına rağmen, Akka Baronları Moğolları daha acil bir tehdit olarak görüyorlardı. Haçlılar taraf tutmak yerine iki güç arasında ihtiyatlı bir tarafsızlık pozisyonunu tercih ettiler. Ancak alışılmadık bir hareketle Mısırlı Memlüklerin Haçlı topraklarında hiçbir engel olmadan kuzeye doğru ilerlemelerine ve hatta ikmal için Akka yakınında kamp kurmalarına izin verdiler.

Son dönem

Moğol ordularının Suriye ve Filistin’e ilerleyişi

Bağdat’ın alınmasından sonra çevredeki daha küçük şehirler Hülâgû Han’a bağlılıklarını bildirdiler. Moğol ordusu Suriye’ye Eyyubiler üzerine döndü ve Akdeniz kıyılarına kadar birlikler gönderildi. Mısır da bir sonraki hedef gibi görünüyordu fakat Büyük Han Mengü’nün ölümü Hülâgû Han ve ordusunun büyük kısmını bu seferlerden vazgeçmek zorunda bıraktı. Arkasından gelen taht kavgaları bir kardeşinin hapse girmesi ve diğerinin de Büyük Han seçilmesiyle sonuçlandı.

Altınordu ile İlhanlılar arasındaki çatışma

Mengü Han’ın ölümünden sonra Moğol birliğinden bahsetmek güçtür. İmparatorluk dört bölüme parçalanmıştır ve Hülâgû Han’ın kurduğu İlhanlı Devleti bunlardan biridir. Orta Doğu’da kalıp sefere devam eden Moğol ordusu Ayn Calut Muharebesi’nde Türk askerlerinden teşkil edilmiş Memluklere yenildi. Filistin ve Suriye toprakları kaybedilmişti. 1262’de Hülâgû hakimiyetindeki bölgeye döndü fakat yokluğundaki mağlubiyetlerin intikamını alma fırsatı bulamadı. Hülâgû Han ordusunu toplayıp Ayn Calut yenilgisinin intikamını almak üzere sefere çıktığı sırada Berke Han, Nogay Han komutasındaki ordusunu İlhanlılar üzerine göndermişti. Bunun üzerine Hülâgû Han seferden vazgeçip kuzeye döndü. Kafkaslar’ın kuzeyindeki bölgeyi alma girişimleri sonuç vermedi ve Nogay Han tarafından bozguna uğradı. Bu Moğol orduları arasındaki ilk savaştı ve imparatorluk birliğinin bozulmasının açık göstergesiydi.

Ölümü

Hülâgû Han 1265 yılında öldü. Atı ve cariyeleri kurban edilerek onlarla birlikte gömüldü. Cenazesi Şamanist geleneklerine göre yapılan son hükümdardır. Mezarı Urmiye Gölü’ndeki bir adadadır. En büyük oğlu Abaka Han yerine geçti ve babasının politikasını devam ettirdi.

  • 1296 – II. Przemysł, 1257-1279 yılları arasında Poznań dükü (d. 1257)
II. Przemysł
Polonya kralı
Hüküm süresi 1295–1296
Taç giymesi 26 Haziran 1295
Önce gelen II. Bolesław
Sonra gelen II. Václav
Polonya büyük dükü
Hüküm süresi 1290–1291
Önce gelen IV. Henryk
Sonra gelen II. Václav
Doğum 14 Ekim 1257
Poznań, Polonya Krallığı
Ölüm 8 Şubat 1296 (38 yaşında)
Rogoźno, Polonya Krallığı
Eş(ler)i
  • Ludgarda
  • Richeza
  • Margaret
Hanedan Piast Hanedanı
Babası I. Przemysł
Annesi Elisabeth (Wrocław)
Dini Roma Katolikliği

II. Przemysł (Lehçe: [ˈpʂɛmɨsw] (ayrıca İngilizce ve Latince’de Premyslas veya Premislaus olarak, Lehçe: Przemysław olarak bilinir; 14 Ekim 1257 – 8 Şubat 1296) 1257–1279 yılları arasında Poznań dükü, 1279’dan 1296’ya kadar Büyük Polonya kralı, 1290’dan 1291’e kadar Kraków, ve 1294’ten 1296’ya kadar Gdańsk Pomeranya ve 1295’ten ölümüne kadar Polonya kralı. Uzun süren Polonya büyük dükleri döneminden sonra, kral unvanını alan ve böylece Polonya’yı krallık derecesine geri döndüren ilk kişidir. Dük I. Przemysł ve Silezya prensesi Elisabeth’in tek oğlu olarak doğdu. Amcası Bolesław’ın sarayında büyüdü ve 1273’te kendi bölgesi olan Poznań Dükalığı’nı yöneterek göreve başladı. Altı yıl sonra amcasının ölümünden sonra Kalisz Dükalığı’nı da himayesi altına aldı.

İlk yılları

II. Przemysł, 14 Ekim 1257’de Poznań’da Büyük Polonya dükü I. Przemysł ile Silezya dükü II. Henry’nin kızı Elisabeth’in beşinci çocuğu ve tek oğul olarak doğdu . II. Przemysł’in sabah saatlerinde doğduğu bilinir, çünkü şehrin papazları ve kanonları onun doğumunun hemen ardından sabah duası okumuştur. Doğum haberi üzerine yerel din adamları Te Deum laudamus’u söylediler. Prens, doğumundan kısa bir süre sonra Poznań Piskoposu III. Bogufał tarafından vaftiz edildi.

Büyük Polonya dükü (1279–1290)

II. Przemysł’e ait 1278 tarihli bir belge.

Büyük Polonya’nın alınması

II. Przemysł, Büyük Polonya topraklarını karşı çıkan olmadan sorunsuz şekilde miras olarak devraldı. Toprakları arasındaki birlik ve beraberlik, hükümdarlığı boyunca devam etti. Ancak, Kalisz ve Gniezno arasındak bölünme 18. yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Ayrıca III. Casimir döneminde, Poznań ve Kalisz’in eski voyvodalıkları arasında da ayrılık söz konusu idi.

Soylularla ilişkileri

II. Przemysł, Büyük Polonya’yı yönettiği ilk dönemlerde soylularla yakın ilişkiler kurmayı başardı.

Ayrıca 1279-1281 yılları arasında, II. Przemysł’in yakın komşu devletlerle de oldukça dostane (veya en azından tarafsız) bir ilişkisi vardı.

Büyük Polonya, Pomerelia ve Batı Pomeranya İttifakı

Jan Długosz’a göre, 14 Haziran 1287’de bazı Büyük Polonya şövalyeleri hükümdarının bilgisi olmadan Ołobok’a sürpriz bir saldırı yaptı, kaleyi ele geçirdi ve bölgeyi Büyük Polonya toprağı yaptı. IV. Henryk Probus, herhangi bir silahlı çatışmayla karşılık vermeyerek yenilgiyi kabul etti; ayrıca bu sıralarda bilinmeyen koşullar altında II. Przemysł, Wieluń’u ele geçirdi (fakat 1281’de kaybetmiştir).

Saltanatı (1290–1295)

Krakov’un alınması

Wrocław ve Kraków dükü IV. Henry Probus, 23 Haziran 1290’da muhtemelen zehirlenerek öldü. Çocuksuz öldüğü için, vasiyetinde Wrocław Dükalığı’nı Głogów’lu III. Henry’e Buna ek olarak, Kłodzko’u da Bohemya kralı II. Václav’a bırakmıştı. Yine de vasiyetten herkesten önce haberdar oldu ve vasiyet edilen toprakları aldı.

24 Nisan 1290’da hala Gniezno’da olduğu için II. Przemysł’nin Kraków’un kontrolünü ele almak için ne zaman harekete geçtiği tam olarak bilinmemektedir.

Ölümü

II. Przemysł’in başarısız bir kaçırma girişimi sonucu ölümü tarihçiler arasında tartışma konusu olmuştur. Bu konu hakkında araştırma yapan tarihçiler Karol Górski, Kazimierz Jasiński, Kazimierz Jasiński, Zygmunt Boras, Bronisław Nowacki ve Edward Rymar’dır.

  • 1587 – Mary Stuart, İskoçya Kraliçesi (d. 1542)
  • 1640 – IV. Murat, Osmanlı’nın 17. Padişahı (d. 1612)
IV. Murad
Murad Gazi
مراد رابع
İslâm Halifesi
Emîrü’l-mü’minîn
İki Kutsal Caminin Hizmetkârı
Kayser-i Rûm
Sultan
Gazi
Han

Saltanat dönemini tasvir eden bir portresi.
17. Osmanlı Padişahı
Hüküm süresi 10 Eylül 1623 – 8 Şubat 1640
(16 yıl, 4 ay ve 29 gün)
Önce gelen I. Mustafa
Sonra gelen İbrahim
Vekil Kösem Sultan
(1623-1632)
96. İslâm Halifesi
Hüküm süresi 10 Eylül 1623 – 8 Şubat 1640
Önce gelen I. Mustafa
Sonra gelen İbrahim
Doğum 27 Temmuz 1612
Topkapı Sarayı, Konstantiniyye, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 8 Şubat 1640 (27 yaşında)
Konstantiniyye, Osmanlı İmparatorluğu
Defin Sultanahmet Camii, İstanbul, Türkiye
Eş(ler)i Ayşe Haseki Sultan
Çocuk(lar)ı aşağıya bakınız
Tam adı
Şah Murad bin Ahmed Han
Hanedan Osmanlı Hanedanı
Babası I. Ahmed
Annesi Kösem Sultan
Dini İslam
İmza

IV. Murad, dîvân edebiyatındaki mahlası Murâdî[1] (Osmanlı Türkçesi: مراد رابع, Murâd-ı râbi) (27 Temmuz 1612; İstanbul – 8 Şubat 1640; İstanbul), 17. Osmanlı padişahı ve 96. İslam halifesi. 1623 ile 1640 yılları arasında hüküm sürdü. Revan ve Bağdat fatihidir. IV. Murad İstanbul’da, Sultan I. Ahmed’in ve Kösem Sultan’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Ağabeyi II. Osman’ın Yedikule Zindanları’nda bir grup isyancı tarafından öldürülmesi üzerine amcası I. Mustafa tahta geçmişti. Aklî dengesi bozuk olan amcası I. Mustafa’nın yerine 11 yaşındaki IV. Murad padişah yapıldı.

Yaşamı

Saltanatının ilk yılları

IV. Murad ve tabaklar, Osmanlı Minyatürü

Osmanlı Padişahı II. Osman’ın tahttan indirilerek öldürülmesi üzerine yerine akli dengesi bozuk olan I. Mustafa tekrar tahta çıkarılmıştı. I. Mustafa akli dengesindeki bozukluktan ötürü devleti yönetemeyecek bir durumda olması nedeniyle alınan karar gereği tahttan indirildi. Yerine ise 10 Eylül 1623 tarihinde tahta oturtulan IV. Murad geçti. Eyüp Sultan Türbesi’nde Aziz Mahmud Hüdayi’nin elinden kılıç kuşanan IV. Murad, tahta çıktığında sünnetsiz olduğu için cülûsunun 5. günü sünnet edildi. Çeşitli olumsuz olaylar sebebiyle kargaşa dolu bir ortamın olduğu dönemde tahta çıktı. Osmanlı’da can ve mal güvenliği neredeyse kalmamış ve hazine tükenme noktasına gelmişti. Çözülmesi gereken en önemli iç ve dış meseleler arasında Abaza Paşa İsyanı ve Bağdat’ın Safeviler’den geri alınması konusu önde geliyordu. IV. Murad’ın henüz çocuk yaşta olması ve tecrübesizliğinden dolayı devlet yönetiminde Sadrazam Kemankeş Kara Ali Paşa kısa bir dönem öne çıktıysa da sorunları çözme noktasında yetersiz kaldı. IV. Murad’ın saltanatının ilk 9 yılı annesinin kontrolü altında geçti.

Abaza Paşa isyanı

II. Osman’ın öldürülmesi üzerine bulunduğu yerlerdeki yeniçerileri öldürterek cezalandırmaya başlayan Abaza Mehmed Paşa, IV. Murad devrinin de önemli bir sorunuydu. I. Mustafa’nın ikinci padişahlığı devrinde ayaklanan yeniçeri düşmanı Abaza Mehmed Paşa durdurulmak isteniyordu. Yeniçeriler diz kapağındaki yanık üzerinden tanınmaya çalışılınca ilgisiz halk da yeniçeri oldukları iddiasıyla Abaza Mehmed Paşa’nın adamlarınca öldürülüyordu. Ele geçirilen yeniçerilerin boyunlarını vurduran Abaza Mehmed Paşa, 1626’da Dişlenk Hüseyin Paşa’yı da öldürttü. Esir aldığı yayabaşı ve bölükbaşılarından ise dördünü dörder parça ettirip Erzurum Kalesi burçlarına astırdı. Abaza Mehmed Paşa sorunu ile meşgul olan Damat Halil Paşa bu hususta bir başarı elde edemeyince 1628 yılında IV. Murad tarafından görevden alındı. Bu sırada Abaza Mehmed Paşa’nın iki adamı İstanbul’da yakalanınca IV. Murad’ın emri üzerine oyulan omuz başlarına mumlar dikilip çarmıha gerilerek binek hayvanları üzerinde İstanbul sokaklarında teşhir edildiler. Sonrasında ise birinin başı kesildi, diğeri de çengele vurularak öldürüldü. Yeni sadrazam Hüsrev Paşa’nın 1628’de düzenlediği sefer neticesinde teslim olan Abaza Mehmed Paşa, IV. Murad tarafından yine de bağışlandı ve Bosna beylerbeyliğine atandı. Böylelikle Osmanlı için yıllardır sorun olan bir meseleye son verilmiş olundu.

Ölümü

IV. Murad’ın son zamanlarında Osmanlı sınırları
Sultan IV. Murad’ın I. Ahmed Türbesi içindeki kabri, Sultanahmet Meydanı, İstanbul

IV. Murad, Revan Seferi sırasında ortaya çıkan hastalığı (siroz veya nikris) nedeniyle ciddi sağlık problemleri yaşar. Her ne kadar kısa bir dönemliğine düzeldiyse de 1639 Kasım’ında durumu tekrar kötüleşir. Sağlık durumu git gide kötüleşen IV. Murad, kardeşi Şehzâde Kasım’ı boğdurduğu odada henüz 27 yaşında iken 1640 yılında öldü.

IV. Murad dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama döneminde toparlandığı bir dönem olarak kabul edilir. Bu toparlanma ölümü ile bozulmuş ve 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olmasına kadar da tekrar sağlanamamıştır. IV. Murad’a devlet idaresinde yol gösterici olması için Koçi Bey tarafından risaleler hazırlanmıştır. Bu risalelerde padişahın isteği üzerine devletin gücündeki zayıflamanın ve bozulmanın nedenleri ortaya konmuş ve çözüm için öneriler üretilmiştir. “Muradi” mahlasıyla hem divan hem aşık tarzı şiirler yazmıştır. Döneminde halk edebiyatı büyük gelişme göstermiş, manzumelerine şairler tarafından nazireler yazılmıştır. Yazdığı divan şiirlerini düzenlemesi için Vehbi Osman Çelebi’ye emanet etmiş fakat ölümüyle birlikte bu divan ortadan kaybolmuştur. Hattattır. talik yazıda kendi geliştirmiştir. İcazetini hat hocası Tulumcuzade Abdurrahman Efendi’den almıştır. Güzel yazıya ve musikiye ilgi duymuştur. Mehter müziğinin önde gelen bestekârları arasında sayılan IV. Murad’ın sözlü eserleri yanında saz eserleri de bestelediği bilinmektedir. Yılmaz Öztuna onun bestelediği 15 eserinin listesini vermiştir. Sözleri de kendine ait olan “Uyan Ey Gözlerim Gafletten Uyan” ilahisi de bu bestelerden birisi olarak kaydedilir. (Bazı araştırmacılar bu ilahinin IV. Murad’a değil III. Murad’a ait olduğunu ileri sürer.) Dönemin önemli simalarından Evliya Çelebi, onun huzurunda yapılan edebiyat ve musiki cemiyetlerinden genişçe söz etmektedir. Bunlar arasında Kör Hasanoğlu Mehmet Çelebi’nin haftada iki gece padişahın huzurunda hayal oyunu sergilemesi de vardır. İtalyan düşünürü Machiavelli’nin “Prens” adlı eserini Türkçeye çevirtmiştir. Okçuluğa ve topçuluğa ilgi duymuştur. Hobi olarak yay ve kiriş imal eder, seferlerde kendi top atışları yapardı. Cirit atardı. Matrak oyununa (eski bir savaş sporu) ilgi duyar ve iyi bir icracısı (matrakbaz) sayılırdı. Saray ahırında 300’den fazla seçme binek, 50’ye yakın da yarış atı bulundurmuştur. Kendi şahsına mahsus 9 atı vardı. Bu atlar öldüğü zaman gelenek icabınca cenazesinde ters bir şekilde eğerlenerek kortejde yürütülmüştür. Revan ve Bağdat seferleri boyunca gördüğü vakıf eserlerini tamir ettirmiştir. Fırat Nehri’nin Elazığ’ın kuzeyinde kalan bölümü bugün onun adını taşır. Topkapı Sarayı’na Revan ve Bağdat köşklerini yaptırmıştır. Bizzat kendinin komuta ettiği iki büyük sefer icra etmiştir. Bu seferlerine sorguçlu bir miğfer ve zırh giyerek gitmiş ve aynı kıyafetlerle geri dönmüştür. Bağdat Seferi’nden yine aynı kıyafetlere ek olarak bir pars postu giyerek dönmesi dikkat çekici bulunmuştur. Doğu’ya yaptığı iki büyük sefer ve İstanbul dışındaki gezileri IV. Murad’ın haremden uzak kalmasını gerektirmiştir. IV. Murad donanmaya da büyük yatırımlar yapmış ve Otuz Yıl Savaşları’ndan faydalanarak Venedik üzerine bir sefer hazırlığı yaptırmıştır. Hazırlanan donanma Girit’in fethinde büyük faydalar sağlamıştır. Başarıları ve askerliğe yatkınlığıyla ordu ve halk tarafından saygı duyulan bir padişah olmuştur. Özlenen karizmatik padişah figürünü fazlasıyla sergilemiş bu yüzden de hakkında birçok menkıbe üretilmiş ve Anadolu’da birçok yerel yapıya adı verilmiştir. İlber Ortaylı, IV. Murad’ı “Prens Eugen ile birlikte 17. yüzyılın en büyük iki mareşalinden biri” ölümünü de “büyük bir kayıp” olarak tarif eder.

  • 1696 – V. İvan, Rus Çarı (d. 1666)
V. İvan
Tüm Rusya’nın çarı
Hüküm süresi 7 Mayıs 1682 – 8 Şubat 1696
Taç giymesi 25 Haziran 1682
Önce gelen III. Fyodor
Sonra gelen I. Petro
Naibe (ablası) Sofya Alekseyevna (1682–1689)
Doğum 6 Eylül 1666
Moskova
Ölüm 8 Şubat 1696 (29 yaşında)
Moskova
Defin 1696
Mikâil Katedrali, Moskova Kremlini
Eş(ler)i Praskovya Saltıkova
Çocuk(lar)ı Prenses Mariya İvanovna
(1689–1692)
Prenses Feodosya İvanovna
(1690–1691)
Prenses Yekaterina İvanovna
(1691–1733)
Prenses Anna İvanovna
(1693–1740)

Prenses Praskovya İvanovna
(1694–1731)

Tam adı
İvan Alekseyeviç Romanov
Hanedan Romanov Hanedanı
Babası I. Aleksey
Annesi Mariya Miloslavskaya
Dini Doğu Ortodoks

V. İvan Alekseyeviç Romanov (Rusça: Иван V Алексеевич); 6 Eylül 1666 Moskova – 8 Şubat 1696 Moskova), 7 Mayıs 1682 ve 8 Şubat 1696 tarihleri arasında hüküm sürmüş, Romanov hanedanına mensup Rus çarıdır. Önemli fiziksel ve zihinsel sorunları vardı.

Hayatı

İki çocuk hükümdarın ortak hükümdarlıklarının resmi.(1685)
İvan’ın 17. yüzyıl gençlik portresi.
V. İvan ve i. Petro’nun taç töreni. (25 Haziran 1682)
İvan’ın 1896 yapımı bir tablosu.
1682 ile 1689 yılları arasında naibelik yapan V. İvan’ın ablası Sofya Alekseyevna.
Kızlarından Anna İvanovna, 1730 – 1740 yılları arasında İmparatoriçe olarak ülkeyi yönetirken düzenlenen bir bakanlar kurulu toplantısı sırasında. (Valery Jacobi)
V. İvan’ın eşi Praskovya Saltıkova. (1664 – 1723)
VI. İvan’ın 1764 yılında öldürülmesi. (İvan Tvoroznikov, 1884)

İlk yılları

Çar I. Aleksey ile eşi Maria İlyiniçna Miloslavskaya’nın oğlu olarak 1666 yılında Moskova’da doğdu.

Taht çekişmeleri

III. Fyodor’un ölümünün ardından 7 Mayıs 1682 tarihinden itibaren üvey kardeşi i. Petro (Büyük Petro) ile birlikte tahta geçti. Tek başına çar olamamasının görünürdeki resmî nedeni, kardeşi olan I. Petro’nun annesinin sağ, ancak kendi annesi çariçe Miloslavskaya’nın III. Fyodor’dan önce ölmüş olmasıdır. Ancak asıl neden farklıdır. Fyodor’un ölümü ile saray ileri gelenleri tahta kimin geçeceği konusunda bir anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bazıları İvan’ı, bazıları Petro’yu desteklemişlerdir. Patrik Yoakim ve yakın çevresindekiler Petro’nun tarafında yer almış ve Kızıl Meydan’da halk huzurunda çar ilan etmişlerdir. Temsilciler Meclisi Sobor’un onayı alınmaması ve tahta geçirilen Petro’nun yaşının İvan’dan küçük olması gerekçesiyle İvan’ın hakkının çiğnendiğini savunan İvan’ın akrabaları Miloslavskiler harekete geçip ittifaklar kurmaya başladılar. Petro’nun ablası Prenses Sofya Miloslavski de aralarında olan Miloslavskiler, Moskova’daki Rus Tüfekçiler (Streletsler) sınıfındaki kıtaları kışkırttılar ve bir darbe düzenlediler. 15 Mayıs 1682 günü çıkan ayaklanma sonucunda, öldürülmeleri gereken boyarların adlarının yazılı olduğu bir listeyi Kremlin’e ilettiler. Kremlin’e giren Rus Tüfekçiler, boyar Matveev ve Petro’nun annesi Natalya Narışkina’nın kardeşlerini öldürdüler. Rus Tüfekçiler, iki kardeş İvan ve Petro’nun birlikte hükümdar olmasını şart koştular. İsyancı askerlerin isteklerinin tamamı yerine getirildi. Hatta bu istekler arasındaki, Kızıl Meydan’da taştan bir anıtın dikilmesi bile gerçekleştirildi.

Ortak hükümdarlığa gelişi

25 Haziran 1682 tarihinde iki hükümdar için birlikte taç töreni yapıldı. V. İvan 16, kardeşi I. Petro ise henüz 10 yaşındaydılar. İki hükümdarın da çocuk yaşta olmalarından dolayı İvan Alekseyeviç’in 26 yaşındaki ablası Sofya Alekseyevna, hükümdarlıklarının ilk yıllarında naibelik görevine atanmıştır. Sofya’nın aşığı olan başdanışman Vasili Vasilyeviç Golitsin ülkenin yönetiminde söz sahibiydi. Yedi yıl boyunca ikisi yönetimde hemen hemen tamamen etkin oldular. İktidarlarının ilk yılında Streletsler yeniden isteklerde bulunmaya başlayıp, “saray hassa alayı” derecesine yükseltilmelerini de kabul ettirmişlerdi. Ancak Streletslerin çoğunun Hristiyan öncesi dinleri olan Raskolnik mensubu olduklarından Sofya’dan bir din münazarası düzenlemesini istemişlerdir. Bu münazarada Streletsler Sofya ve patriki tahrik ettiler, fakat münazara Raskolnik mensuplarından bazılarının idam edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu olay, Sofya ve Gorotsin ile Streletslerin arasını açar, hatta Streletsler bu kez de onlara karşı ayaklanırlar. Sofya onlara karşı Dvoryanları kullanarak bu isyanı bastırmayı başarır. Ardından Kızıl Meydan’daki Strelets anıtını da yıktırmıştır. Böylece Sofya duruma tamamen hâkim olmuştur.

Zaten zihinsel ve fiziksel engelleri olan İvan’ın eşi Praskovya Saltıkova da üzerinde çok baskındı. 1684 yılında evlendiği ve kendisinden iki yaş büyük olan eşinin Türk asıllı olduğu iddia edilir.

Siyasi gelişmeler

V. İvan ve Sofya döneminin en önemli olaylarından biri de, Rusya ile Lehistan arasında yeni bir ebedi barış üzerinde anlaşılmış olmasıdır. 1682 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı oluşturulan “Kutsal İttifak” içinde Rusya’nın da yer alması sağlanmıştır. Bu ittifak sonucunda Golitsin’in yönettiği Rusya Ordusu, 1687 ve 1689 yıllarında Kırım’a iki başarısız sefer düzenlemiş, ancak yenilgiye uğramıştır. Bu başarısızlıkların da etkisiyle Sofya ve Golitsin’in iibarı zayıflamışken, I. Petro yine 1689 yılında gerçekleştirdiği bir saray darbesiyle iktidarı Sofya ve Golitsin’in elinden tamamen almış ve Sofya’nın naibeliğini de sona erdirmiştir. Sonrasında İvan’ın hükümdar ortaklığı artık yalnızca kâğıt üzerinde kalmıştır.

1694 yılında Petro’nun annesi Natalya Narışkina’nın ölümü ile iktidar gücü tamamen Petro’nun elinde toplanacaktır.

Ölümü

1696 yılında henüz 30 yaşına gelmeden Moskova’da öldü.

Ardılları

İvan’ın beş kızı arasında Anna İvanovna, 13 Şubat 1730 ile 28 Ekim 1740 tarihleri arasında İmparatoriçe olmuş ve ülkeyi yönetmiştir.

Torunun oğlu VI. İvan ise henüz iki aylık bir bebek iken 28 Ekim 1740 tarihinde İmparator olmasına rağmen 6 Ekim 1741 tarihindeki darbe ile tahttan indirilerek 20 yılını hapiste geçirdi. 16 Temmuz 1764 tarihinde hapisten kaçırılma girişimi sırasında, gardiyanları tarafından öldürüldüğünde henüz 24 yaşına gelmemişti.

  • 1709 – Giuseppe Torelli, İtalyan besteci (d. 1658)
  • 1725 – I. Petro, Rus Çarı (d. 1672)
I. Petro
Büyük Petro

I. Petro (1717)
Rus çarı ve imparatoru
Hüküm süresi 7 Mayıs 1682 – 8 Şubat 1725
Taç giymesi 25 Haziran 1682
Önce gelen III. Fyodor
Sonra gelen I. Katerina
Ortak hükümdar V. İvan (1682–1696)
Naibe Sofya Alekseyevna (1682–1689)
Doğum 9 Haziran 1672
Moskova, Rusya Çarlığı
Ölüm 8 Şubat 1725 (52 yaşında)
Sankt-Peterburg, Rus İmparatorluğu
Defin Petrus ve Pavlus Katedrali
Eş(ler)i
  • Yevdokiya Fyodorovna Lopuhina
    (e. 1689; b. 1698)
  • Martha Skavronskaya (e. 1707)
Çocuk(lar)ı
  • Rusya Çareviçi Aleksey
  • Holstein-Gottorp Düşesi Anna
  • Rusya İmparatoriçesi Yelizaveta
  • Büyük Düşes Nataliya
Tam adı
Pyotr Alekseyeviç Romanov
Hanedan Romanov
Babası I. Aleksey Mihayloviç
Annesi Nataliya Kirillovna Narışkina
Dini Rus Ortodoksluğu
İmza

Büyük Petro (Rusça: Пётр Великий, Pyotr Velikiy), I. Petro (Rusça: Пётр Первый, Pyotr Pervıy) veya Pyotr Alekseyeviç (Rusça: Пётр Алексеевич; 9 Haziran 1672 — 8 Şubat 1725), Rusya Çarlığı’nı 7 Mayıs 1682’den 1696’ya kadar üvey ağabeyi V. İvan ile birlikte, daha sonra 1696’dan 1725’te ölümüne kadar Rus İmparatorluğu’nu yönetmiştir.

Bazı gelenekçi ve çağdışı sosyal ve politik sistemleri modern, bilimsel, Batılılaştırılmış ve Aydınlanma’ya dayalı sistemlerle değiştiren kültürel devrime öncülük etmiştir. Petro’nun reformları Rusya üzerinde kalıcı bir etki bıraktı ve Rus hükûmetinin birçok kurumunun kökenleri onun hükümdarlığına kadar uzanmaktadır. Ayrıca 1917’ye kadar Rusya’nın başkenti olarak kalan Sankt-Peterburg şehrini kurması ve geliştirmesiyle de tanınmaktadır.

Bununla birlikte yurt içinden yerel seçkin sınıfların oluşturulması onun asıl önceliği değildi ve ilk Rus üniversitesi ölümünden sadece bir yıl önce, 1724’te kuruldu. İkinci olanı ise ölümünden 30 yıl sonra kızı Elizabeth’in hükümdarlığı sırasında kuruldu.

Hayatı

Çar I. Aleksey’in ikinci eşi Natalya Narişkina’dan olan oğludur. 1682’de, zayıf ve hastalıklı üvey ağabeyi V. İvan’la birlikte tahta çıktı. Taht naipliğine üvey ablası Sofia Alekseyevna atandı; Sofia’nın aşığı başdanışman Vasili Vasilyeviç Golitsın; ülkenin yönetiminde etkindi.

Petro, bu dönemde annesiyle birlikte Moskova’nın dışındaki “Alman mahallesinde” yaşadı. Rusya’ya gelen Avrupalılar ile yakınlık kurarak uygarlıkları hakkında bilgi sahibi oldu. Burada Avrupalı askerlerden topçuluk ve istihkam eğitimi aldı. 14 yaşından itibaren gemilere büyük ilgi duydu. 1689’da annesinin zoruyla Eudoxia Lapoukine ile evlendi; ertesi yıl Alexis adında bir oğlu oldu. Son derece muhafazakâr bir aileden gelen eşi ile hiç uyuşamadı.

Petro 17 yaşında bir saray darbesiyle yönetimi ablasının ve Golitsın’in elinden aldı. 1694’te annesinin ölümü ile ülke yönetiminin tek hakimi oldu. Tahtı Ivan’la paylaşmayı sürdürüyordu ancak devlet işlerinde Ivan’ın hiçbir rolü yoktu. 1696’da Ivan’ın ölümü ile tahtın tek sahibi oldu.

Azak Kalesi’nin alınması

Devletini genişletmeyi, dünya hakimiyetini ele geçirmeyi düşleyen Petro, bu amaçlarına ulaşmak için ticareti geliştirmenin önemini kavramıştı. Ancak Rusya kuzeyinde buzlarla kaplı denizler, güneyinde Osmanlı Devleti denetimi altındaki Karadeniz arasında sıkışmış bir ülke konumunda idi, ticarete uygun limanları yoktu. Petro, ticaret için sıcak denizlere inme gereğini fark eden ilk kişi oldu.[3] Petro’nun sıcak denizlere inme planını gerçekleştirmek için ilk girişimi Azak Kalesi’nin kuşatılması idi. 1695 yılında ani bir baskınla Azak Kalesi’ni almayı denedi ancak deniz kuvvetlerinden yoksun Rus ordusu 96 günlük bir kuşatmadan sonra çekilmek zorunda kaldı. Bu başarısızlık üzerine Petro 1695-1696 kışında Don nehri kıyısındaki Voronej’de bir nehir donanması oluşturdu; kaleyi karadan ve denizden 31.000 asker ve 170 topla kuşatarak 6 Ağustos 1696 tarihinde teslim aldı. Asıl amacı Karadeniz’e ve ardından Boğazlara kadar gidebilmekti. Bu amacından hiç vazgeçmemiş ve bu politika kendisinden sonra da sürdürülmüştür.

Avrupa seyahati

Petro, Hollanda’da

Azak Kalesi kuşatması, Çar I. Petro’ya donanmaya ve düzenli bir orduya sahip olmanın önemini göstermişti. Bu amaçla ülkeye yabancı uzmanlar davet etmek yerine soylu ailelerden seçilen gençlerin eğitim için İngiltere, İtalya ve Hollanda’ya gönderilmesini emretti. Avrupa’nın başarısının hangi koşullar altında geliştiği ve mümkün hale geldiğini öğrenmek; Avrupa’daki ilerlemeyi Rusya’ya taşımak istiyordu. Kendisi de denizcilik eğitimi için 1697’de kimliğini gizleyerek yurtdışına çıktı. Sırasıyla Almanya, Hollanda ve İngiltere’ye gitti. Marangozluk, tıp, gemi yapımcılığı üzerinde çalıştı. Bir yandan da Osmanlılar’a karşı Avrupa’daki müttefik arayışı içindeydi ancak bu arayışı sonuçsuz kaldı.

Venedik’e gitmeyi planlarken Moskova’da çıkan Streltsy ayaklanması nedeniyle Rusya’ya döndü. Kendisini devirerek Sofiya’yı yeniden naibeliğe getirmek isteyen streltsıy’ı dağıttı. Yüzlerce askeri idam ya da sürgün ettirdi.

Avrupa seyahatinin sonunda kimi Avrupa adetlerinin Rus adetlerinden üstün olduğuna kanaat getiren Petro, tüm saraylıların ve memurların sakallarını kesmesini; batılı giysiler giymelerini istedi. Bu durum sakalını kesmeyen Rus aristokrasisi içinde büyük sıkıntı doğurunca boyarlara yıllık 100 ruble sakal vergisi karşılığında müsamaha gösterildi. Böylece sakal tıraşı Rus modernleşmesinin simgelerinden biri hâline geldi.[6] Yeni yıl kutlamalarını 1 Eylül’den 1 Ocak’a aldı. Geleneksel Rus takvimi yerine Protestan takvimini kabul etti.

Petro hiç anlaşamadığı eşi Eudoxia Lapoukine’den bu seyahatten döndükten sonra 1698’de boşandı ve onu bir manastıra kapanmaya zorladı.

İstanbul Anlaşması

Avrupa Devletleri ile 16 yıldır savaşmakta olan Osmanlı Devleti’nin gerek Azak Kalesi’ni kaybetmesi gerekse Venedik ve Avusturya karşısında aldığı yenilgiler nedeniyle barış istemesi üzerine savaşan taraflar arasında müzakereler başladığında Çar Petro ısrarla Kerç Kalesi’ni istedi. Bu istek kabul olmadığı için Karlofça’da Rusya, Osmanlı Devleti ile barış imzalamadı; iki yıllık bir ateşkes imzalandı. Barış Anlaşması 1700’de imzalandı. Ruslar, İstanbul’da sürekli elçiliğe sahip oldu. Azak Rus hakimiyetine girdi, Ortodoksların Kudüs haccı serbest bırakıldı.

İsveç ile savaş

Petro, Osmanlı İmparatorluğu ile ateşkes imzaladıktan sonra Baltık Denizi kıyılarına ulaşmak hedefine yöneldi. 1701’in şubat ayının sonuna doğru Biržai’de II. Augustus ile tanıştı. Prusya, Danimarka-Norveç ve Lehistan bir araya gelip Kuzey İttifakı’nı kurarak İsveç’e savaş açtı.

Rusya’nın ilk saldırısı 1700 yılında Narva Savaşı’nda eğitimsiz askerler dolayısıyla felaketle sonuçlandı. Savaş sırasında XII. Karl’ın orduları sisli kar fırtınasını kendi avantajlarına kullandılar.

Petro, Narva’daki yenilgiden sonra ordusunu yeniden organize etmekle ve Avrupa şehirlerine benzer yeni bir şehir (Sankt Petersburg) kurmakla uğraştı. İsveç ile savaşı Polonya ve Litvanyalılar sürdürüyordu.

1708’de İsveç gözünü yeniden Rusya’ya çevirdi ve saldırıya geçti. 28 Eylül 1708’de gerçekleşen Lesnaya Savaşı, Büyük Kuzey Savaşı’nın kaderini belirledi. Yenilen İsveç Kralı Demirbaş Karl, Moskova’ya saldırıdan vazgeçip güneye hareket etti; Ukrayna’da iaşe sorununu giderdikten sonra tekrar Moskova’ya yürüdü ve büyük stratejik öneme sahip Poltova Kalesi’ni 1709 Mayıs’ında kuşattı. Petro, İsveç kralını Poltova Muharebesi’nde yendi. İsveç kralı yaralı olarak maiyetiyle birlikte Osmanlı toprakları yakınındaki Bender Kalesi’ne sığındı.

Osmanlı Devleti ile savaş

İsveç Kralı’nı takip eden Rus ordusunun Osmanlı sınırını geçerek tahribatta bulunması ile başlayan gelişmeler, İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ın Bender Kalesi’nden İstanbul’a gönderdiği yardım dileyen mektuplarının da etkisi ile Osmanlılar’ın Rusya’ya savaş ilanına kadar vardı. Vezîriâzam Baltacı Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Petro’nun ordusunu 19 Temmuz 1711’de Prut Nehri kıyısında kuşattı. Rus ordugâhında büyük bir ümitsizlik hüküm sürmeye başladı. Teslim olunması fikrini onaylayan Petro, esir düşmesi hâlinde kendisini hükümdar olarak tanımamalarına dair senatoya hitaben bir emirnâme hazırladı.

Ruslar’ın görüşme talebi, saldırı hazırlığındaki Baltacı Mehmed Paşa’nın yeniçerilere güvenmemesi nedeniyle kabul edildi ve görüşmeler beklenmedik bir seyir takip ederek 24 saat içinde sonuçlandı. 21 Temmuz’da imzalanan Prut Antlaşması’nı Petro 22 Temmuz’da tasdik etti. Rus ordusu serbest bırakıldı. Anlaşma sonucunda Azak tekrar Osmanlılara geçmiş ve Çar Deli Petro’nun Karadeniz’e açılma emelleri bir süre ertelenmiştir.

Katerina ile evlilik

Petro, 1712’de Ekaterina Aleksiyevna ile evlendi. Asıl adı Marta Elena Skavronska olan yeni eşi, 1703’te Çardan bir çocuk dünyaya getirdikten sonra Ortodoks olup adını değiştirmişti. Petro’nun bu evlilikten on bir çocuğu dünyaya geldi ancak içlerinden sadece Anna ve Yelizaveta adlı iki kızı yaşadı.

St.Petersburg’un başkent oluşu

Çar Büyük Petro, Avrupa şehirlerine benzeyen yeni bir şehri sıfırdan başlayarak inşa etme çabasını 1703’ten beri sürdürüyordu. Şehri, 1703’te Büyük Kuzey Savaşı sırasında İsveç’ten aldığı Neva Nehri deltasında kurmaya karar vererek Aziz Petro ve Pavel Kalesi’nin temelini 16 Mayıs 1703 günü atmıştı. 10 yıl boyunca Neva Nehri deltasında büyük bir bataklık alan ıslah edildi. Yeni şehrin ilk yapısı olan Aziz Petro ve Pavel Kilisesi’nden sonra birçok bina Amsterdam’da olduğu gibi çamura gömülmüş direkler ve tahtalar ile kuvvetlendirilmiş temeller üstüne yapıldı. Rusya’nın ağaç mimarisinden farklı olarak Avrupa’dan getirttiği mimarlara şehrin planlarını, kanalizasyonunu ve binaların dağılımını çizdirdi. Fransa’daki Versailles Sarayı ile boy ölçüşecek derecede ihtişamlı bir kışlık saray (bugünkü Hermitage Müzesi) ile çizimlerini bizzat kendisinin yaptığı bir yazlık saray inşa ettirdi. Petersburg, 1712’de başkent ilan edildi.

Edirne Antlaşması

Petro, Prut Antlaşması’nı imzaladıktan sonra anlaşma hükümlerini yerine getirmemişti. Osmanlı Devleti, anlaşma hükümlerinin yerine getirilmesi için Rusya’ya iki defa daha savaş ilân etti. Osmanlı padişahı III. Ahmet’in sefer kararı alarak İstanbul’dan Edirne’ye hareket etmesi üzerine Petro kaygıya kapılarak bir özür mektubu gönderdi ve hemen görüşmelere başlanmasını diledi. Edirne’de yapılan görüşmelerin sonunda 24 Haziran 1713’te imzalanan Edirne Antlaşması ile iki taraf arasındaki anlaşmazlıklara geçici olarak ara verildi.

Kuzey Savaşı

Petro, Edirne Antlaşması’ndan sonra yeniden tüm çabasını Kuzey Savaşı üzerine yoğunlaştırdı. Türk topraklarında beş yıl kalan İsveç Kralı XII. Karl 1714’te memleketine dönmüştü. Petro, o yıl denizlerdeki ilk büyük zaferini (Gangut Savaşı) kazandı. Bu arada Avrupa’ya geziler yaparak çeşitli başarılar elde etti. Ünlü bilim insanı Herman Boerhaave’yi görmek için 1716-1717 yıllarında Hollanda’yı ziyaret etti. Sonra Fransa’yı ziyaret etti. Prusya Krallığı ve Brunswick-Lüneburg Seçmenleri’nin desteğini aldı. Demirbaş Karl hala savaşı sürdürüyor, pes etmeyi reddediyordu. Ancak 1718’de gerçekleşen ölümünün ardında barış mümkün olabildi. Nystad Barış Antlaşması imzalandı ama hâlen süren gerginlik yüzünden ancak 1720’de imzalanabildi. Bu anlaşmadan dolayı senato Petro’ya “Büyük” ve “İmparator” sanlarını verdi.

İran Seferi

Orta Asya, Hazar ve Sibirya bölgelerine araştırma grupları gönderen Petro, 1722’de İran’ın zayıflığından faydalanarak Hazar bölgesine işgale başladı. Hazar Denizi’nin batı ve güney kıyılarını askeri yardım karşılığı İran’dan aldı. Bu sefer sırasında sağlığı bozuldu.

Ölümü

Petro, 1723 kışında idrar yolu ve mesanesiyle ilgili sorunlar yaşamaya başladı. 1724 yılında ağır bir mesane ve böbrek ameliyatına girdi. Ocak 1725’te üremiye yakalandı. Anlatılanlara göre Petro bilinçsizliğe girmeden önce bir kağıt ve kalem istedi ve “Artık hepsini bırak …” yazan bitmemiş bir not karaladı. 8 Şubat 1725 sabahı öldü. Peter ve Paul Katedrali’ne defnedilmiştir. Otopsisinde mesanesine kangren bulaştığı açıklandı.

Kişiliği

‘Büyük Petro’ olarak bilinen Rus hükümdar, Rönesans ve Reform döneminde yaptığı incelemeler ve deneyler sayesinde Rusya’nın Avrupa’nın gerisinde kalmasını önlemiştir. Sıcak denizlere inme planlarından dolayı daha çok denizcilik ve gemicilikle ilgili incelemeler yapan Petro; şanından öte bir gemide en alt rütbede çalışarak ilginç kişiliğini ön plana çıkarmıştır. Osmanlılar bu yüzden I. Petro’ya ‘Deli Petro’ lakabını takmıştır fakat söz konusu Prut Savaşı’nda Osmanlı’nın karşısına büyük ve dayanıklı gemilerle gelince Deli Petro’nun adı Büyük Petro olarak anılmaya başlanmıştır.

Galeri

  • 1751 – Nicola Salvi, İtalyan mimar ve heykeltıraş (d. 1697)
  • 1804 – Joseph Priestley, İngiliz kimyacı ve filozof (d. 1733)
  • 1813 – Tadeusz Czacki, Polonyalı tarihçi, pedagog ve parabilimci (d. 1765)
  • 1829 – Cristóbal Mendoza, Venezuela’nın ilk başbakanı (d. 1772)
  • 1849 – France Prešeren, Sloven şair (d. 1800)
  • 1860 – Carl Edvard Rotwitt, Danimarkalı politikacı (d. 1812)
  • 1874 – David Strauss, Alman ilahiyatçısı ve filozofu (d. 1808)
  • 1885 – Nikolay Severtzov, Rus doğa tarihçisi (d. 1827)
  • 1886 – İvan Aksakov, Rus gazeteci ve politika yazarı (d. 1823)
  • 1894 – Robert Michael Ballantyne, İskoç yazar (d. 1825)
  • 1906 – Johanna Hiedler, Adolf Hitler’in anneannesi (d. 1830)
  • 1921 – Peter Alexeyevich Kropotkin, Rus yazar ve anarşizm kuramcısı (d. 1842)
  • 1935 – Max Liebermann, Alman ressam ve grafik sanatçısı (d. 1847)
  • 1936 – Charles Curtis, Amerikalı avukat ve politikacı (d. 1860)
  • 1945 – Robert Mallet-Stevens, Fransız mimar ve tasarımcı (d. 1886)
  • 1946 – Felix Hoffmann, Alman kimyager, mucit ve eczacı (d. 1868)
  • 1954 – Abidin Daver, Türk gazeteci ve yazar (d. 1886)
  • 1957 – Walther Bothe, Alman matematikçi, kimyacı, fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi (d. 1891)
  • 1963 – Ali Saim Ülgen, Türk yüksek mimar ve restoratör (d. 1913)
  • 1963 – Ernst Glaeser, Alman yazar (d. 1902)
  • 1974 – Fritz Zwicky, İsviçreli fizikçi ve astronom (d. 1898)
  • 1982 – Lauri Virtanen, Fin atlet (d. 1904)
  • 1998 – Halldor Laxness, İzlandalı yazar ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (d. 1902)
  • 1999 – Iris Murdoch, İrlandalı yazar ve filozof (d. 1919)
  • 2001 – Ahmet Kabaklı, Türk gazeteci ve yazar (d. 1924)
  • 2004 – Cem Karaca, Türk rock müziği sanatçısı, besteci, tiyatrocu ve sinema oyuncusu (d. 1945)
Cem Karaca
Genel bilgiler
Unvanı Cem Ağabey
Doğum Muhtar Cem Karaca
5 Nisan 1945
Bakırköy, İstanbul, Türkiye
Ölüm 8 Şubat 2004 (58 yaşında)
Bakırköy, İstanbul, Türkiye
Tarzlar Anadolu rock, progresif rock, senfonik rock, protest müzik, rock and roll (ilk yıllar)
Meslekler Şarkıcı, besteci, söz yazarı, oyuncu
Etkin yıllar 1961-2004
Semra Özgür
(e. 1965; b. 1966)
(e. 1993; b. 2000)
Meriç Başaran
(e. 1968; b. 1970)
Feride Balkan
(e. 1972; b. 1989)
İlkim Erkan
(e. 2001; ö. 2004)
Çocukları Emrah Karaca
İlişkiler Apaşlar (1967-1969)
Kardaşlar (1970-1972)
Moğollar (1972-1974)
Dervişan (1974-1977)
Edirdahan (1978-1979)
Die Kanaken (1983-1987)
Kadıköy Moda’da Cem Karaca Heykeli

Muhtar Cem Karaca (d. 5 Nisan 1945, İstanbul – ö. 8 Şubat 2004, İstanbul), Türk rock müziği sanatçısı, söz yazarı, besteci, tiyatrocu ve sinema oyuncusu. Anadolu rock türünün kurucularındandır. Birçok grupla (Apaşlar, Kardaşlar, Moğollar ve Dervişan) çalışmış, grupların kurucu ve yöneticisi olmuş, güçlü bir rock kültü yaratılmasının öncülerinden olmuştur.

Çocukluğu

Babası Azerbaycan asıllı Mehmet Karaca ve annesi Ermeni asıllı Toto Karaca (İrma Felekyan) olan Cem Karaca, sanatla iç içe büyüdü. Orta öğrenimini Robert Lisesi’nde yapan Cem Karaca, sanatçı bir çiftin çocuğuydu. Müzikle ilk tanışması annesinin teyzesi Rosa Felekyan’ın Cem Karaca’ya piyano notaları ve piyano nağmeleri öğretmesiyle oldu. Kolej yıllarındayken dünyadaki popülaritesini arttıran rock müziğine ilgi duydu. Kız arkadaşlarını etkilemek için ve arkadaşlarının istekleri doğrultusunda dönemin rock yıldızlarının şarkılarını söyledi. Karaca’nın ses yeteneğini ise annesi Toto Karaca keşfetti.

Müzik kariyeri

İlk yılları

1962’ye girerken Beyoğlu Spor Kulübü’nde arkadaşlarının isteği üzerine şarkı söyledi. Arkadaşları ile sahne alan Karaca, daha sonra grup kurmaya karar verdi. Gruba o dönemin ünlü sanatçılarından İlham Gencer destek oldu. Cem Karaca’nin ilk grubu 1963’te Dinamikler adıyla kuruldu. Seslendirme sanatçısı Fikri Çöze’nin jübile konserinde performans sergilediler. Babası hâlâ Karaca’nın müzik yapmasına karşıydı. Hatta babası konserlerde onu yuhalatmıştı ancak Karaca bunlara rağmen müziği bırakmadı. Sonrasında “Bu toprakların müziğini yap” diyerek oğlunu telkin etti. Grup olarak Elvis Presley gibi ünlü rock and roll sanatçılarının klasiklerini yorumluyorlardı. 1963’ün sonunda grup dağıldı. Kısa bir süre “Cem Karaca ve Bekledikleriniz” adlı bir grupta çaldı. Bu gruptan kısa bir süre sonra ise Gökçen Kaynatan’ın orkestrasında çaldı ancak bu beraberlik de uzun sürmedi. Aynı sene “Cem Karaca ve Jaguarlar” kuruldu. 1965’te Altın Mikrofon yarışmasına başvurdular ancak ön elemeyi geçemediler. Karaca, 1965’te ilk evliliğini tiyatro sanatçısı Semra Özgür ile yaptı. Evlendikten 3 gün sonra Karaca, askere gitti. Askerliğine 1965 Kasım’ında Antakya 121. Jandarma Er Eğitim Alayı’nda başladı. Bu dönemde Karaca, Anadolu kültürünü tanımaya başladı. Türk ozanlarından Aşık Mahzuni Şerif ile tanıştı.

Apaşlar dönemi

Cem Karaca, askerlik sonrası Şubat 1967’de gitarist Mehmet Soyarslan’ın kurduğu Apaşlar grubu ile tanıştı. Apaşlar daha önceleri batı tarzı müzik yapmaktaydı ancak Karaca ile tanıştıktan sonra müzik daha doğuya döndü. Karaca, grup ile birlikte Altın Mikrofon 1967’ye katıldı. Yarışmaya katıldıkları Emrah şarkısı Erzurumlu Emrah’ın şiirine yapılmış bir Karaca bestesiydi. Yarışmada Karaca’nın grubu ikinci oldu ancak birinci olan gruptan daha çok ilgi gördüler. Cem Karaca ve Apaşlar, 1968’de Almanya’ya gidip Ferdy Klein Orkestrası ile 45’likler kaydetti. Bu dönemde Soyarslan şarkısı “Resimdeki Gözyaşları”, Karaca’nın Emrah’tan sonraki ikinci hit parçası oldu. Bu plak sonrası büyük bir Türkiye turnesi oldu. Ayrıca Almanya’da konserler devam etti. Ayrıca yurtdışına açılmak için İngilizce bir 45’lik kaydedildi. Bunlar Resimdeki Gözyaşları ve Emrah’ın İngilizce versiyonlarıydı. Bu dönemde Cem Karaca, tiyatro sanatçısı Meriç Başaran ile evlendi. Sene sonunda Milliyet’in 1968’in “En Sevilen Erkek Şarkıcıları” anketinde 4. oldu. “Yılın Melodileri” anketinde ise Resimdeki Gözyaşları Türkçe şarkılar arasında 3. oldu. Türkçe ve yabancılar karışık listede ise Resimdeki Gözyaşları dokuzuncu, Cem Karaca bestesi “Ümit Tarlaları” ise 24. oldu.

1969’da grup içinde fikir farklılıkları olmaya başladı. Cem Karaca daha siyasi müziğe yönelmek isterken Soyarslan bu değişime karşıydı. “Bu Son Olsun / Felek Beni” plağından sonra grup dağıldı. Aynı yıl Cem Karaca, Bunalım grubunun prodüktörlüğünü ve menejerliğini yapmaya başladı. İlk 45’likleri “Taş Var Köpek Yok/Yeter Artık Kadın” şarkılarının ikisinin de söz ve bestesinde Cem Karaca’nın da adı geçmiştir. Bu 45’likten sonra bu işi bırakan Karaca, grubun bateristi Hüseyin Sultanoğlu’nu kendi grubu olan Kardaşlar’a almıştır.

Kardaşlar dönemi

Apaşlar dönemi bittikten sonra grup müziğine devam etmek isteyen Karaca, Apaşlar’ın bas gitaristi Seyhan Karabay ile Kardaşlar grubunu kurdu. 1970’in başında grup üyelerinde birçok değişiklikler oldu. Grup üyeleri sabitlendikten sonra, Almanya’da kayıt yapmaya karar verdiler ancak çıkan bir salgın yüzünden, Karaca ve Kardaşlar birlikte Almanya’ya gidemedi. Bu yüzden Cem Karaca, tek başına Köln’e gitti. Apaşlar sonrası yaşadığı müzikal aradan sonra burada kendi besteleri ve Anadolu türkülerini yine Ferdy Klein orkestrası ile kaydetti. 4 tane 45’lik yayınlandı. Amacı maddi sıkıntı yaşamadan çalışmalar yapmaktı.

1970 Kasım’ında ise Karaca ve Kardaşlar “Dadaloğlu/Kalender” 45’liğini yayınladı. “Dadaloğlu”, Karaca’nın bir başka hit şarkısı oldu. Bu türkü ayrıca Karaca’nın sola doğru kayışının da bir gösteresi olmuştu. Mart 1971’de Karaca’nın Trabzon’da verdiği bir konserde patlayan 3 bomba ile 30 kişi yaralandı. Aynı yıl Rum piskopos III. Makarios, Kıbrıs Fuarı’nda Türk pavyonunu gezerken, Dadaloğlu şarkısı çalınmıştı. 1971’de Cem Karaca ve Kardaşlar 4 tane 45’lik çıkardı.

Cem Karaca, aynı yıl tiyatro müziği çalışması da yaptı. Ben Jonson’un yazdığı Ülkü Tamer’in Türkçeleştirdiği Püsküllü Moruk oyununun müziklerini Cem Karaca besteledi ve Kardaşlar ile kaydetti. Grup, şarkıları kaydetti ve tiyatro oyuncularına örnek olsun diye Cem Karaca ve annesi Toto Karaca tarafından şarkıları okundu. Bu tiyatro oyunu çok tutmadı ve kısa süre sonra gösterimden kalktı. Cem Karaca ve Kardaşlar’ın kaydettiği şarkılar ise 2007’de yayınlandı.

1972’ye Cem Karaca ödülle başladı. Hey Dergisi tarafından “1971’in en iyi erkek şarkıcısı” seçildi ve Hey’in turnesine katıldı. Ancak Kardaşlar gitaristi Seyhan Karabay ile anlaşmazlıklar baş gösterdi ve Karaca, Kardaşlar ile yollarını ayırdı. Bu sırada eşi benzeri görülmemiş bir değiş-tokuş meydana geldi. Cem Karaca, Kardaşlar’dan ayrılıp Anadolu Rock’ın güçlü sesi Moğollar’la birleşirken Kardaşlar da Moğollar’la anlaşamayan Ersen Dinleten’i gruplarına dahil etti.

Moğollar dönemi

Cem Karaca ve Moğollar birleştikten bir ay sonra Kasım 1972’de Hey dergisi için verdikleri konserde ilk kez sahne aldılar. Yıl sonunda Milliyet’in anketinde Cem Karaca en iyi erkek şarkıcılar listesinde 2. oldu. Moğollar ise en iyi yerli topluluk seçildi. Hey Dergisi’nde ise ikisi de kendi dallarında 1. seçildiler.

1973’te “Obur Dünya / El Çek Tabip” 45’liği yayınlandı. Ancak grubun asıl başarısı 1974’ün başında kaydedilen “Namus Belası” şarkısı ile kazanıldı. Şarkı çok popüler oldu, öyküsü Hey dergisinde çizgi roman olarak yayınlandı. Ancak bu plak sonrası Cahit Berkay çalışmalarını Fransa’da devam ettirmeye karar verince Cem Karaca ve Moğollar yollarını ayırdı.

Dervişan dönemi

Moğollar’dan ayrılan Cem Karaca, önce Fransa’ya gitmeyen Moğollar elemanları Mithat Danışan ve Turhan Yükseler ile “Karasaban” grubunu kurdu ama uzun ömürlü olmadı. Mart 1974’te Dervişan grubunu kurdu. Grup ilk konserlerinden birini Kıbrıs harekâtından sonra Hava Kuvvetleri’ne yardım konserinde verdi.

Şubat 1975’te Cem Karaca’nın en önemli eserlerinden biri olan “Tamirci Çırağı” yayınlandı. Bu şarkıdaki “İşçisin sen, işçi kal” söylemi Cem Karaca’nın siyasi duruşunu da ilk kez bu kadar açık gösteriyordu. 1975’in sonunda “Mutlaka Yavrum/Kavga” 45’liği yayınlandı. 45’liğin ilk şarkısı Mutlaka Yavrum, Filistin Kurtuluş Örgütü için hazırlanmıştı ve 2 farklı Türkçe versiyonunun dışında piyasaya yayınlanmamış İngilizce ve Arapça versiyonları da vardı. 1976’nın başında TRT’de yayınlanacak olan “Kavga” şarkısı son anda nedeni açıklanmayan bir sebepten dolayı programdan çıkarıldı. Aynı yıl Cem Karaca, Hey dergisi tarafından bir kez daha en iyi erkek şarkıcı olarak seçildi.

1977’de Cem Karaca, artan siyasi gerginlikle birlikte, gitgide daha önemli bir figür oluyordu. Aydın’da verdikleri bir konserde CHP İl Başkanı aşırı solcular tarafından dövüldü. Urfa’da verilen bir konserden sonra Dervişan gitaristi Taner Öngür ve bateristi Sefa Ulaştır saldırıya uğradı. Öngür daha sonra bu nedenlerle gruptan ayrıldı. Cem Karaca bu sene tamamı yeni şarkılardan oluşan ilk uzunçaları Yoksulluk Kader Olamaz’ı yayınladı. Bu albümde Karaca besteleri dışında, ünlü şairlerin şiirleri de bulunmaktaydı. Cem Karaca ve Dervişan, 1978’in başında 1 Mayıs plağından sonra yollarını ayırdılar.

Edirdahan dönemi ve 12 Eylül Darbesi

Cem Karaca, Dervişan sonrası çoğu Kurtalan Ekspres’ten olmak üzere bir müzik grubu kurdu. Adını da Türkiye’nin iki ucu olan Edirne ve Ardahan’dan esinlenerek Edirdahan koydu. Ancak grup 20 gün sonra Kurtalan Ekspres elemanlarının eski gruplarına dönmesiyle eleman değişikliğine uğradı. 1978’de Cem Karaca, Edirdahan ile kaydettiği ilk ve son teklisi Safinaz’ı yayınladı. Bu plak Türkiye’de daha önce hiç görülmemiş olan 18 dakikalık bir rock operaydı. Safinaz adlı bir kızın kötü yola düşmesini anlatıyordu. Teklinin diğer şarkıları da Ahmed Arif ve Nazım Hikmet şiirlerinin besteleriydi. Cem Karaca, 1979’da Londra’daki dünyaca ünlü Rainbow Arena’da konser verme başarısı gösterdi.

1979’da grup dağıldı, Cem Karaca da uzun yıllar sonra ilk kez yanında bir grup olmadan solo olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde ayrıca Almanya’ya taşındı. Çoğu Nazım Hikmet şiirlerinin besteleri olan Hasret albümünü yayınladı. Mart 1980’de Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Karaca’nın “1 Mayıs” plağı “komünizm propagandası” nedeni ile yargılanmaya başladı. Bu davada şarkıcı Cem Karaca, şarkının bestekârı Sarper Özsan ve plak şirketi sahibi Ali Avaz da suçlanıyordu. Cem Karaca, bu dönemde Avrupa turnesine başlamıştı. Dava başladıktan kısa bir süre sonra da babası Mehmet Karaca’yı kaybetti. Cem Karaca, babasının cenaze törenine katılamadı.

Almanya yılları

12 Eylül darbesi sonrası Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından Melike Demirağ, Selda Bağcan, Şanar Yurdatapan ve Sema Poyraz ile birlikte Cem Karaca da yurda çağrıldı. 13 Mart 1981’e kadar süre tanındı. Bonn’da yaşayan Cem Karaca, yurda dönmek için ek süre istedi. 15 Temmuz 1982’ye kadar Cem Karaca’nın süresi uzatıldı ancak Karaca, Türkiye’ye dönmeyeceğini belirtti ve süresi dolduktan sonra ise 6 Ocak 1983’te Yılmaz Güney ile aynı gün Türk vatandaşlığından çıkarıldı.

Cem Karaca, bir yandan da müzik hayatına devam etti. Almanya’daki müzisyen arkadaşı Fehiman Uğurdemir ve Ralf Mähnhöfer ile birlikte 1982’de Bekle Beni albümünü yayınladı. Bu albümdeki “Oğluma”, “Alamanya Berbadı” ve “Bekle Beni” gibi şarkılar Karaca’nın ülkesine duyduğu özlemi göstermekteydi. Bu albüm Karaca’nın vatandaşlıktan çıkarıldığı için medyada yer alamamasından dolayı çok fazla bilinmedi. 1984’te ise bir şarkısı dışında tüm şarkıları Almanca olan Die Kanaken albümünü yayınladı. Bu albüm Alman oyun yazarları Henry Böseke ve Martin Burkert tarafından göçmen Türkler’in Almanya’da yaşadıkları zorlukları anlatmaktaydı. Ayrıca albüm bir tiyatro oyununa da çevrildi. Karaca, albüm yayınlandıktan sonra Alman televizyonlarında albümün adı olan Die Kanaken olarak sahne aldı ve albümü tanıttı.

Türkiye’ye dönüş

1985’te Karaca, arkadaşı Mehmet Barı aracılığıyla Başbakan Turgut Özal ile görüşerek, ülkeye geri dönme isteğini bildirdi ve Münih’e gelen Özal ile konuştu. Özal’ın olumlu yanıt vermesi ile hukuki işlemler başlatıldı. Yıl sonunda vatandaşlıktan çıkarılmasına sebep olan davadan beraat etti. 1987’de de hakkında verilen gıyabi tutuklama kararı kaldırıldı. 29 Haziran 1987’de Cem Karaca, Türkiye’ye döndü. Aynı yıl Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar albümünü çıkardı. Bu albüm o senenin en çok satan albümlerinden biri oldu. 1988’de bu albümü Töre takip etti. Bu albüm sonrası Cem Karaca, yasaklı olduğu TRT ekranlarına da çıkmaya başladı.

1990’lar

Cem Karaca, arkadaşı Uğur Dikmen ve Cahit Berkay ile müzikal ortaklık kurarak Yiyin Efendiler albümünü yayınladı. Bu albümdeki “Oh be” şarkısında, kendisini “dönek” diye adlandıranlara cevap olarak “Ben döneksem döndüm diye memleketime / Döndüm baba döndüm işte oh be” diyerek cevap verdi. 21 Temmuz 1990’da sözlerini kendi yazıp, bestesini Cahit Berkay’ın yaptığı Kahya Yahya şarkısı ile Altın Güvercin en iyi şarkı ödülünü kazandı. Bu dönemde Sosyaldemokrat Halkçı Parti için konserlere çıktı.

Karaca, 1992’de UNICEF için hazırlanan ve İbrahim Tatlıses, Ajda Pekkan, Muazzez Abacı, Leman Sam, Fatih Erkoç gibi ünlü isimler korosunun seslendirdiği “Sev Dünyayı” şarkısının sözlerini yazdı ve koroda da yer aldı. 22 Temmuz 1992’de annesi Toto Karaca öldü. Yılın sonlarına doğru Dikmen ve Berkay ile ikinci çalışması olan Nerde Kalmıştık? albümünü yayınladı. “Raptiye Rap Rap” ve “Islak Islak” besteleri ile büyük başarı yakaladı.

Bu albümden sonra Cem Karaca, bir süre müzikle aktif olarak ilgilenmedi. 1994’te TRT’de Raptiye adlı programı sundu. 1995’te ise Flash TV’de Cem Karaca Show’u, 1996’da aynı kanalda “Efendime Söyleyeyim” programını yaptı. 95’te bir sanatçı grubu ile Bosna-Hersek’e gidip, savaş sonrası zor durumda olan Bosnalılara destek verdi.

Sanatçının müziğe geri dönüşü 1997’nin sonunda vizyona giren Ağır Roman ile oldu. Filmin yapımcısı, eski Apaşlar gitaristi ve Karaca’nın dostu Mehmet Soyarslan’nın yazdığı, 1968’de Cem Karaca’ya ün getiren “Resimdeki Gözyaşları”nı, Karaca film için yeniden kaydetti. Filmin ana müziği olan parça, Karaca’yı tekrar müzik piyasasına soktu. Eski plak şirketi, izinsiz olarak “The Best of Cem Karaca” serisini piyasaya sürdü.

1999’da Türk rock müziğinin duayenleri olan Cahit Berkay, Engin Yörükoğlu, Ahmet Güvenç ve Uğur Dikmen’in desteğiyle “Bindik Bir Alamete…” isimli albümünü çıkardı. 2000’de Cem Karaca’nın da rol aldığı Kahpe Bizans’ın müziklerinin bazılarını seslendirdi. Bu filmin de yapımcısı olan Soyarslan’ın yazıp Apaşlar zamanında Dede Korkut’tan esinlenip Sadık Bütünay ile kaydettiği ama yayınlamadığı şarkıları Cem Karaca seslendirdi. Bu eserlerden sonra ölümüne dek birkaç şiir albümünde konuk sanatçı oldu.

Son çalışmaları

Şubat 2001’de Murat Töz, Barış Göker ve Cengiz Tuncer ile Cem Karaca Trio olarak sahne almaya başladı. Mayıs 2001’de ise Barış Manço’nun ölümü ile vokalistsiz kalan Kurtalan Ekspres ile beraber çalmaya başladı. Harbiye Açıkhava Tiyatrosu Konserleri’nde sahne aldılar. 2002’de Yol Arkadaşları adlı grubu kurup yine onlarla sahne aldı. Ölümünden önce kaydettiği son şarkılar ancak ölümünden kısa süre sonra yayınlandı. İlk önce “Hayvan Terli” teklisi yayınlandı. Mehmet Eryılmaz’ın bu şarkısına Karaca’nın bir bar programında bu şarkıyı söylerken ki görüntüleri ile klip çekildi. Mayıs 2005 tarihinde, ölümünden 10 gün önce (2004) Mahsun Kırmızıgül ile kaydettiği “Hayat Ne Garip?”, Kırmızıgül’ün Sarı Sarı albümünde yayınlandı. Karaca ve Kırmızıgül’ün stüdyodaki görüntülerinden oluşan bir klip yayınlandı. Haziran 2005’te ise Murathan Mungan’ın sözlerini yazdığı şarkıların yeni yorumlarından oluşan “Söz Vermiş Şarkılar” albümünde Yeni Türkü’nün “Göç Yolları” eserini yorumladı.

2005 yılında Yavuz Bingöl, Edip Akbayram, Manga, Teoman, Deniz Seki, Volkan Konak, Haluk Levent, Suavi, Ayhan Yener, Tuğrul Arseven tarafından yorumlanan Cem Karaca şarkılarından oluşan Mutlaka Yavrum albümü yayınlandı. Bu albüm daha önce yayınlanmamış İngilizce bir Cem Karaca şarkısı da içeriyordu. Ölümünün 6. yılında Beyaz Show’da daha önce kaydedip yayınlamadığı “Karagözlüm” adlı şarkı ilk kez gün yüzüne çıkmıştır.

Tiyatro ve sinema kariyeri

Kadıköy Caferağa mahallesindeki Cem Karaca sokağı

1961’de Hamlet’te oynayarak tiyatroya ilk adımını attı. 1964’te Münir Özkul’un oynadığı General Çöpçatan oyunu ilk büyük tiyatro çalışması oldu. 1965’te askerliği sırasında askeriyede Cahit Atay’ın Pusuda ve Aziz Nesin’in Toroslar Canavarı oyununu yönetti ve oynadı. Aynı dönem İstanbul Tiyatrosu’nda sergilenen “Anahtarı Bendedir” adlı oyunu Türkçeye çevirdi ve oynadı. Uzun bir süre tiyatroya ara veren ve Püsküllü Moruk oyununun müziklerini yapmak dışında tiyatroyla ilgilenmeyen Karaca, 1987’de Almanya’da çıkardığı Die Kanaken albümündeki şarkıların işlendiği Ab in den Orient-Express oyununun Kuzey Ren Westfalya Eyalet Tiyatrosu’nda oynanan “Die Kanaken” adlı versiyonunda annesi Toto Karaca ile beraber oynadı. Yine Almanya döneminde Münih Halk Tiyatrosu’nda Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı oyununu yönetti. Cem Karaca, 1970’te ilk ve tek başrol filmi olan Kralların Öfkesi’nde oynadı. Yücel Uçanoğlu’nun yazıp yönettiği yerli western tarzı bu filmde Murat Soydan ile başrolü oynayan Cem Karaca, Camgöz adlı bir kovboyu canlandırdı. Ancak bu film çok başarılı olmadı. Uzun süre beyaz perdeden uzak duran Karaca, 1999’da Kahpe Bizans da Karaca Abdal adlı bir ozan rolünde rol aldı ve filmin müziklerinden bazılarını seslendirdi. Karaca, 1990’da Bir Milyara Bir Çocuk adlı Müjdat Gezen dizisinde rol aldı. Bunun dışında 2001’de Yeni Hayat adlı dizide onur konuğu olarak yer aldı. Aynı sene Avcı adlı dizide Dem Baba rolünü oynadı.

Ölümü

8 Şubat 2004 sabahında, solunum ve kalp yetmezliğine bağlı olarak ağır bir kalp krizi geçirdi. Uygulanan tüm müdahalelere rağmen kaldırıldığı Bakırköy Acıbadem Hastanesi’nde 58 yaşındayken hayatını kaybeden Karaca’nın ölüm nedeni, hastane tarafından yapılan açıklamada kalp ve solunum durması olarak belirtildi. 9 Şubat 2004’te ikindi vaktinde Üsküdar Seyyit Ahmet Deresi Camii’nde (İranlılar Mezarlığı) kılınan cenaze namazın ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda babası ile aynı mezara defnedildi. Cenaze törenine ise Erol Büyükburç, Erkin Koray, Muhsin Yazıcıoğlu, Kayahan, Mustafa Sarıgül, Haluk Levent, Kenan Işık, Edip Akbayram, Ahmet Güvenç, Berkant, Sezen Cumhur Önal, Nejat Yavaşoğulları ve Necdet Mahfi Ayral gibi isimler katıldı.

Özel hayatı

Cem Karaca ilk evliliğini 22 Aralık 1965’te Semra Özgür ile yaptı. Özgür, Karaca’nın annesi gibi bir tiyatro sanatçısıydı. Bu evlilik fazla uzun sürmedi. Karaca, 1968’in sonunda yine bir tiyatro sanatçısı olan Meriç Başaran ile bir ilişki yaşamaya başladı. Ekim 1968’de Karaca ikinci evliliğini Başaran ile yaptı. Bu evlilik de 2 yıl sürdü. Üçüncü evliliğini Feride Balkan ile 21 Ağustos 1972’de yaptı. 1976’da çiftin oğulları Emrah Karaca dünyaya geldi. Çift, Cem Karaca’nın Almanya’da zorunlu yaşama döneminde ayrıldı. 5 Temmuz 1993’te Cem Karaca, dördüncü evliliğini ilk eşi Semra Özgür ile yaptı. Cem Karaca’nın son evliliği ise İlkim Erkan ile oldu.

Karaca’nın ölümünden sonra Karaca’nın çocuğunun annesi Feride Balkan ve son eşi İlkim Erkan arasında sorunlar yaşandı. İlkim Karaca, Karaca’nın çocukluğunda geçirdiği bir kaza sonucu kısır olduğunu, bu yüzden Emrah Karaca’nın onun oğlu olmadığını iddia etti. Mahkeme kararı ile Cem Karaca’nın mezarı açılıp DNA örnekleri alındı. DNA testi sonucu Emrah’ın Cem Karaca’nın oğlu olduğu tespit edildi. Bu olaydan sonra Balkan ve Emrah Karaca, İlkim Karaca’ya açtıkları hakaret davasını kazandı. İlkim Karaca daha sonra “Cem Karaca ve Barış Manço kardeştiler” iddiası ile medyada yer buldu.

2024 yılında Cem Karaca’nın Gözyaşları adında biyografik film vizyona girdi. Bu film doğumundan Türkiye’ye geri dönüşüne kadar olan hayatından kesitler içermektedir. Film son eşi İklim Karaca’nın telif iddiası üzerine vizyondan çekildi. Sonrasında kendisiyle evlenmeden önceki dönemi içerdiği için yasak kaldırılarak tekrar gösterime sokuldu. Ayrıca Amazon Prime platformunda yayınlanmaktadır.

Diskografi

Cem Karaca diskografisi

Filmografi

  • 1970: Kralların Öfkesi
  • 1999: Kahpe Bizans
  • 2001: Avcı – Dizi
  • 2001: Yeni Hayat

Ödülleri

100’ün üzerinde plaket ve ödüllerden bazıları;

  • 1967: Altın Mikrofon yarışması: Emrah adlı eserin bestesi ile ikincilik[7][7] ödülü. (Cem Karaca ve Apaşlar)
  • 1971: Hey dergisi: Dadaloğlu ile birincilik ödülü. (Cem Karaca ve Kardaşlar)
  • 1972: Hey Yılın Müzik Oskarları: “Yılın Erkek Sanatçısı”
  • 1974: Hey dergisi: “Yılın Bestesi” – Namus Belası
  • 1974: Demokrat İzmir: “Yılın Plağı” – Namus Belası (Cem Karaca ve Moğollar)
  • 1975: Hey Yılın Müzik Oskarları: “Yılın Erkek Sanatçısı”
  • 1975: Altın Kelebek: Türk Batı Müziğinde “Yılın Erkek Şarkıcısı” ödülü
  • 1975: Ses dergisi: “Yılın Batı Müziği Sanatçısı”
  • 1976: TGS İzmir Basın: “Yılın Erkek Sanatçısı”
  • 1976: TGS İzmir Basın: “Başarılı Plak” – Kavga (Cem Karaca ve Dervişan)
  • 1977: TGS İzmir Basın: “Yılın Topluluğu” – Dervişan
  • 1977: TGS İzmir Basın: “Yılın Erkek Sanatçısı”
  • 1990: 4. Altın Güvercin şarkı yarışması: “Yorumcu ödülü” – Kahya Yahya
  • 1990: 4. Altın Güvercin” şarkı yarışması: “Söz Yazarı Ödülü” – Kahya Yahya
  • 1993: Raks, Popsav ve Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği “Türk Pop Müziğinde 35 Yıl”: “Yılın bestesi ödülü” – Namus Belası
  • 1995: Bahçelievler Belediyesi: Basın ödülü
  • 1999: Avrupa Gençlik Festivali “Kuzey Yıldız”
  • 2000: Gazeteci ve Yazarlar Vakfı: Çeyrek asrı aşan gurur tablosu
  • 2001: Burç FM: Onur Ödülü
  • 2007 – Anna Nicole Smith, Amerikalı aktris (d. 1967)
  • 2007 – Haluk Cecan, Türk su altı belgeselcisi (d. 1946)
  • 2010 – John Murtha, Amerikalı politikacı (d. 1932)
  • 2014 – Eşref Aydın, Türk atlet (d. 1922)
  • 2014 – Maicon, Brezilyalı futbolcu (d. 1988)
  • 2015 – Rauni-Leena Luukanen-Kilde, Fin hekim, yazar ve ufolog (d. 1939)
  • 2015 – Müzeyyen Senar, Türk Sanat Müziği sanatçısı (d. 1918)
  • 2016 – Amelia Bence, Arjantinli aktris (d. 1914)
  • 2017 – Zeynep Işık, Türk keman sanatçısı (d. 1968)
  • 2017 – Peter Mansfield, Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü Paul Lauterbur ile birlikte kazananan İngiliz bilim insanı (d. 1933)
  • 2017 – Alan Simpson, İngiliz senarist (d. 1929)
  • 2018 – Ben Agajanian, Amerikalı Amerikan futbolu oyuncusu (d. 1919)
  • 2018 – Zernigar Ağakişiyeva, Azeri tiyatro ve sinema oyuncusu (d. 1945)
  • 2018 – Jarrod Bannister, Avustralyalı cirit atma sporcusu (d. 1984)
  • 2018 – Marie Gruber, Alman oyuncu (d. 1955)
  • 2018 – Lovebug Starski, Amerikalı rap müzisyeni (d. 1960)
  • 2019 – Dick Kempthorn, Eski Amerikan futbolu oyuncusu ve iş insanı (d. 1926)
  • 2019 – Walter Munk, Amerikalı-Avusturyalı denizbilimcisi, jeolog, akademisyen ve bilim insanı (d. 1917)
  • 2019 – Sergey Yurski, Sovyet-Rus oyuncu, film yönetmeni ve senarist (d. 1935)
  • 2020 – Robert Conrad, Amerikalı oyuncu, şarkıcı ve dublör (d. 1935)
  • 2020 – Paula Kelly, Amerikalı oyuncu, dansçı ve şarkıcı (d. 1942)
  • 2021 – Roza Akkuçukova, Rus-Sovyet pop şarkıcısı (d. 1950)
  • 2021 – Jean-Claude Carrière, Akademi Onur Ödülü sahibi Fransız romancı, senarist, aktör ve yönetmen (d. 1931)
  • 2021 – Carla Cimenti, İtalyan dağcı (d. 1975)
  • 2021 – Graham Day, İngiliz profesyonel futbolcu (d. 1953)
  • 2021 – Adam Kopczyński, Polonyalı buz hokeyi oyuncusu (d. 1948)
  • 2021 – Cyril Mango, Bizans İmparatorluğu’nun tarih, sanat ve mimarisi hakkında İngiliz uzman (d. 1928)
  • 2021 – Rynagh O’Grady, İrlandalı oyuncu (d. 1951)
  • 2021 – Mary Wilson, Amerikalı vokalist (d. 1944)
  • 2021 – Beatriz Yamamoto Cázarez, Meksikalı siyasetçi (d. 1957)
  • 2022 – Luc Montagnier, Fransız virolog ve Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü sahibi (d. 1932)
  • 2022 – Götz Werner, Alman iş adamı ve yönetici (d. 1944)
  • 2023 – Burt Bacharach, Amerikalı piyanist, besteci, yapımcı ve En İyi Özgün Müzik Akademi Ödülü sahibi (d. 1928)
  • 2023 – Miroslav Blažević, Bosna-Hersek asıllı Hırvat teknik direktör (d. 1935)
  • 2023 – Elena Fanchini, İtalyan alp disiplini kayakçısı (d. 1985)
  • 2023 – Ignatius Paul Pinto, Hint Roma Katolik piskopos (d. 1935)
  • 2023 – İvan Silayev, Sovyet Rus siyasetçi (d. 1930)
  • 2023 – Branka Veselinović, Sırp aktris (d. 1918)

 

wikipedia.org

Ayrıca Kontrol Edin

14 Martta ölenler

Ölümler Karl Marx’ın mezar taşı (Highgate Mezarlığı, Londra) 1457 – İmparator Jingtai, Çin’in Ming Hanedanı’nın yedinci imparatoru (d. 1428) …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Seç ve dinle