18 Ocak, Miladi takvime göre yılın 18. günüdür.
Aralık – Ocak – Şubat | ||||||
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 |
8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 |
15 | 16 | 17 | 18 | 19 | 20 | 21 |
22 | 23 | 24 | 25 | 26 | 27 | 28 |
29 | 30 | 31 |
Olaylar
- 532 – Konstantinopolis’te (günümüzde İstanbul) başlayan Nika ayaklanması tamamen bastırıldı. 30.000 kişinin öldüğü tarihin bu en kanlı ayaklanması 13 Ocak’ta başlamıştı.
Nika Ayaklanması (Yunanca: Στάσις τοῦ Νίκα), MS 532’de bir hafta boyunca Konstantinopolis’te Bizans İmparatoru I. Justinianus’a karşı gerçekleşmiştir. Konstantinopolis’in neredeyse yarısının yakılması veya yıkılması ve on binlerce insanın öldürülmesiyle genellikle şehir tarihindeki en şiddetli ayaklanma olarak kabul edilir.
Arka plan
Antik Roma ve Bizans imparatorluklarında, belirli spor etkinliklerinde, özellikle araba yarışında, yarışmacıların ait olduğu farklı grupları (veya takımları) destekleyen, demes olarak bilinen iyi gelişmiş dernekler vardı. Başlangıçta, araba yarışlarında yarıştıkları üniformanın rengine göre farklılaşan dört ana grup vardı; renkler de taraftarları tarafından giyildi. Bunlar Maviler (Veneti), Yeşiller (Prasini), Kırmızılar (Russati) ve Beyazlar (Albati), idi ancak Bizans döneminde herhangi bir etkiye sahip olan yalnızca Maviler ve Yeşiller idi. İmparator I. Justinianus, Maviler’in destekçisiydi.
Demes, genel Bizans nüfusunun başka çıkış biçimlerinden yoksun olduğu çeşitli sosyal ve politik meselelerin odak noktası haline gelmişti.[4] Sokak çetelerinin ve siyasi partilerin özelliklerini birleştirdiler, teolojik sorunlar ve taht iddia edenler de dahil olmak üzere güncel konularda pozisyon aldılar. Sık sık ırklar arasında siyasi talepleri haykırarak imparatorluk siyasetini etkilemeye çalıştılar. Şehirdeki imparatorluk güçleri ve muhafızları, sırayla şehrin aristokrat aileleri tarafından desteklenen hiziplerin işbirliği olmadan düzeni sağlayamazlardı.
531’de Maviler ve Yeşiller’in bazı üyeleri, bir araba yarışından sonra çıkan arbedeler sırasında ölümler ile bağlantılı olarak cinayetten tutuklandı. Modern zamanlarda futbol maçlarından sonra ara sıra patlak veren futbol holiganizmine benzer şekilde, araba yarışlarında nispeten sınırlı isyanlar bilinmiyor değildi. Katiller idam edilecekti ve çoğu idam edildi. Ancak, 10 Ocak 532’de, ikisi, bir Mavi ve bir Yeşil, kaçtı ve öfkeli bir kalabalıkla çevrili bir kiliseye sığındı.
İberya Savaşı’nın sonunda doğuda barış konusunda Sasani İmparatorluğu ile müzakerelerin ortasında olduğu için Justinianus gergindi ve şimdi şehrinde potansiyel bir krizle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle 13 Ocak’ta bir araba yarışı yapılacağını ilan etti ve cezaları hapis cezasına çevirdi.
Sebepleri
Justinianus ve önde gelen iki yetkilisi, Kapadokyalı İoannis ve Tribonianus, topladıkları yüksek vergiler, ikisinin yolsuzlukları ve İoannis’in borçlulara karşı zulmü nedeniyle son derece popüler değildiler. İoannis ve Justinianus ayrıca kamu hizmetine yapılan harcamaları azalttı ve kamu hizmetinin yolsuzluğuyla mücadele etti. Daha küçük, daha az yozlaşmış kamu hizmetinden çıkarıldıklarında güçlerini ve servetlerini kaybeden birçok soylu, Yeşiller saflarına katıldı. Justinianus ayrıca her iki takımın da gücünü azaltıyordu; Yeşiller bunu kamu hizmetindeki reformlara benzer bir imparatorluk baskısı olarak görürken, Mavililer ihanete uğradıklarını hissettiler. Roma hukuk yasası, medeni Romalıları “barbar” (Latince: barbari) halklardan ayıran popüler bir imaja sahipti. Romalıların “Tanrı tarafından seçildiklerine” inanıldığından, yasa kodu dini açıdan da önemliydi, bu bir adalet sembolüydü. Bu nedenle, bir imparator önemli yasal reformları başarılı bir şekilde yaparsa ona meşruiyet kazandıracaktı, ancak bu süreç çıkmaza girerse ilahi öfke gözükürdü. Codex Theodosianus için dokuz yıl süren şey, Justinian’ın sadece on üç ayını aldı.
Ocak 532’deki Nika isyanlarından hemen önce, reformların hızı yavaşlamıştı. Aynı zamanda, Justinianus, Sasani İmparatorluğu’na karşı başarısız bir savaş veriyordu; Bizans’ın Dara’da (530 baharı) ve Satala’da (530 yazı) kazandığı zaferler kısaca onun meşruiyetini artırırken, Calinicum’daki yenilgi (531) ve olumsuz stratejik durum imparatorun itibarını zedeledi. Hukuki reformlar, aleyhte hükümlerden kaçınmak için belirsiz yasaları ve içtihatları kullanmayı imkansız kıldığından, aristokrasi tarafından baştan beri popüler değildi. Ayrıca, hem Justinianus hem de karısı Theodora düşük doğumluydu – Geç Roma ve Bizans toplumu, batının feodal egemen toplumu kadar sınıf odaklı değildi. Yeşiller bir Monofizit grubuydu ve Justinianus’un ikisi de olmamakla birlikte, toprak sahibi olmayan paralıların çıkarlarını temsil ediyordu. Bu nedenle, Justinianus, tutuklanan iki isyancıyı affetmeyi reddettiğinde, hem genel halk hem de aristokrasi arasında ona karşı zaten bir kızgınlık vardı.
Ayaklanmalar
Hipodrom saray kompleksinin yanındaydı, bu yüzden Justinianus saraydaki locasında güvenliğinden yarışlara başkanlık edebilirdi. Kalabalık, başından beri Justinianus’a hakaretler yağdırdı. Günün sonunda, 22. yarışta partizan tezahüratları “Mavi” veya “Yeşil” gruplarından birleşik bir Grekçe: Nίκα (“Nika”, “Kazan!”, “Zafer!” veya “Fetih!”) sloganına dönüşmüştü ve kalabalık saraya saldırmaya başladı. Kargaşa sırasında çıkan yangınlar, şehrin en önde gelen kilisesi olan Ayasofya (Justinianus’un daha sonra yeniden inşa edeceği) dahil olmak üzere şehrin çoğunu yok etti.
Justinianus kaçmayı düşündü, ancak karısı Theodora’nın “Tacı takanlar, onun kaybından asla kurtulamazlar. İmparatoriçe olarak selamlanmadığım günü asla görmeyeceğim.” diyerek onu vazgeçirdiği söylenir. Ayrıca, “Gün ışığına doğan her kim er ya da geç ölür ve bir İmparator nasıl olur da kendisinin bir kaçak olmasına izin verebilir” diye ekledi.
İmparator için denizde bir kaçış yolu açık olmasına rağmen, Theodora şehirde kalacağı konusunda ısrar etti ve eski bir deyişi “Kraliyet güzel bir mezar örtüsüdür” veya belki de “kraliyet rengi Mor iyi bir kefendir” aktarmıştır.
Justinianus, popüler bir hadım olan Narses ile generaller Belisarius ve Mundus’u içeren bir plan yaptı. Hafif yapılı hadım, Justinianus tarafından kendisine verilen bir torba altını taşıyarak, tek başına ve silahsız olarak Hipodrom’a girdi. Narses doğrudan Maviler bölümüne gitti ve burada önemli Mavi liderlere yaklaştı ve onlara Justinianus’un Yeşiller karşısında onları desteklediğini hatırlattı. Altınları dağıttı ve Mavi liderler birbirleriyle sessizce konuştu ve ardından takipçilerine hitap ettiler. Hipatius’un taç giyme töreninin ortasında, Yeşiller kalırken birçok Maviler Hipodrom’u terk etti. Ardından, Belisarius ve Mundus tarafından yönetilen İmparatorluk birlikleri, Hipodrom’a saldırdı ve kalan insanları, ister Mavi ister Yeşil olsun, ayrım gözetmeksizin öldürdü.
Yaklaşık otuz bin kişinin öldürüldüğü söylenir.[1] Justinianus, Hipatius’u idam ettirdi ve isyanı destekleyen senatörleri sürgüne gönderdi. Daha sonra Konstantinopolis’i ve Ayasofya’yı yeniden inşa etti ve egemenliğini kurmakta önünde engel yoktu
- 1535 – İspanyol fatih (Konkistador) Francisco Pizarro, Peru’nun başkenti Lima’yı keşfetti.
- 1778 – İngiliz kâşif James Cook, Hawaii’ye ulaştı.
- 1896 – X-ışınları cihazı ilk kez New York’ta halka tanıtıldı. “X” adı, ne tür bir ışın olduğunun bilinmeyişini simgeliyordu.
- 1903 – Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Theodore Roosevelt’in, Birleşik Krallık Kralı VII. Edward’a gönderdiği radyo mesajı, Birleşik Devletlerden radyo ile yapılan ilk okyanus aşırı iletişim olmuştur.
- 1906 – İvan Vasilyeviç Babuşkin kurşuna dizildi. Babuşkin, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Bolşevikler) kurucularındandı.
- 1911 – İlk defa bir uçak, bir geminin güvertesine iniş yaptı. Pilot Eugene Burton Ely, San Francisco limanında bulunan USS Pennsylvania (ACR-4) gemisine indi.
- 1912 – Kaptan Robert Falcon Scott, Güney Kutbuna ulaştı. Bunu başaran ilk insan olmayı hayal ediyordu ancak Roald Amundsen, ondan yaklaşık bir ay önce bunu başarmıştı.
- 1919 – I. Dünya Savaşı’nda yenik düşen devletlerle anlaşmalar yapmak üzere, İtilaf Devletleri temsilcilerinin oluşturduğu Paris Barış Konferansı açıldı. Avrupa’nın haritası yeniden çizildi.
- 1927 – Lozan Antlaşması, Amerikan Senatosu tarafından reddedildi.
Lozan Sulh Muâhedenâmesi | |
---|---|
Tür | Barış antlaşması |
İmzalanma | 24 Temmuz 1923 | )
Yer | Lozan, İsviçre |
Yürürlük | 6 Ağustos 1924 | )
İmzacılar | Horace Rumbold (İstanbul’da Yüksek Komiser) Maurice Cesar Joseph Pelle (Fransa Büyükelçisi, Cumhuriyetin Doğuda Yüksek Komiseri) Marki Camille Garroni (Senatör, İtalya Büyükelçisi, İstanbul’da Yüksek Komiser) Jules César Montagna (Atina Olağanüstü Temsilcisi ve Orta Elçisi) Kentaro Otchiai Jusammi (Roma Olağanüstü ve Yetkili Büyükelçisi) Elefterios K. Venizelos (Eski Bakanlar Kurulu Başkanı) Dimitri Kaklamanos (Londra Olağanüstü Temsilcisi ve Orta Elçisi) Constantin I. Diamand (Orta elçi) Constantin Contzesco (Orta elçi) Dr. Miloutine Yovanovitch (Bern Olağanüstü Temsilcisi ve Orta Elçisi) İsmet Paşa |
Taraflar | Britanya İmparatorluğu Fransa İtalya Japonya Yunanistan Romanya Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı Türkiye |
Korunma yeri | Paris, Fransa |
Dil | Fransızca |
Vikikaynak’ta Lozan Antlaşması |
Lozan Antlaşması (Dönemin Türkçesi ile Lozan Sulh Muâhedenâmesi), 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) temsilcileri tarafından, Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta imzalanmış bir barış antlaşmasıdır.
Gelişmeler
1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı’nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamamlanmıştı. Almanya’ya 28 Haziran 1919’da Versay’da, Bulgaristan’a 27 Kasım 1919’da Neuilly’de, Avusturya’ya 10 Eylül 1919’da Saint-Germain’de, Macaristan’a da 4 Haziran 1920’de Trianon’da anlaşmalar imzalatılmış ancak hesaplaşılmayan tek mağlup Osmanlı İmparatorluğu ile 10 Ağustos 1920’de Sevr’de Fransa’nın başkenti Paris’in 3 km batısındaki Sevr banliyösünde bulunan Seramik Müzesi’nde anlaşma imzalanmıştır. Ankara’da TBMM’nin Sevr Antlaşması‘na tepkisi çok sert oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan 3 kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti. Yunanistan dışında Sevr’i hiçbir ülkenin meclislerinde onaylamaması nedeni ile Sevr bir anlaşma taslağı olarak kaldı. Onaylanmamış olmasının yanı sıra Anadolu’daki mücadelenin de başarıya ulaşması ve zaferle sonuçlanması neticesinde Sevr Antlaşması hiçbir zaman uygulanamadı. Buna karşın, İzmir’in Kurtuluşu ile Lozan Antlaşması’na giden süreçte Birleşik Krallık içinde 2 uçak gemisinin de bulunduğu donanmayı İstanbul’a göndermiştir. Aynı süreçte ABD de 13 yeni savaş gemisini Türkiye sularına göndermiştir. Ayrıca, Amiral Bristol komutasındaki USS Scorpion gemisinin istihbarat görevi de yapmak suretiyle 1908-1923 arası sürekli olarak İstanbul’da bulunduğu bilinmektedir.
İlk görüşmeler
TBMM Hükûmeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922’de TBMM Hükûmeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Barış şartlarını görüşmek için Konferansa önce Başvekil Rauf Orbay katılmak istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Atatürk İsmet Paşa’nın katılmasını uygun görmüştür. Mustafa Kemal Paşa Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gönderilmesini uygun buldu. İsmet Paşa Dışişleri Bakanlığına getirildi ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM Hükûmeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti’ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM Hükûmeti, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı.
TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı’na katılarak Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.
Lozan’da TBMM Hükûmeti, sadece Anadolu’ya saldıran ve orada yendiği Yunanlarla değil I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni mağlup eden devletlerle de karşılaşıp hesaplaştı ve artık tarihe karışmış olan bu imparatorluğun tüm tasfiye davaları ile yüzleşmek zorunda kaldı. 20 Kasım 1922’de Lozan görüşmeleri başlamıştır. Osmanlı borçları, Türk-Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde uzun görüşmeler yapılmıştır. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır.
İkinci görüşmeler
Temel konularda tarafların tavize yanaşmaması ve önemli görüş ayrılıkları çıkması üzerine 4 Şubat 1923’te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Müşîr Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir. Sovyetler Birliği eğer tekrar savaş çıkarsa bu sefer Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini duyurmuştur. Haim Nahum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye’yi destekleyerek arabulucu olmuşlardır. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye’yi tekrar Lozan’a çağırmıştır.
Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923’te tekrar başlamış, 23 Nisan’da başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923’e kadar devam etmiş ve bu süreç Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğinci taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923’te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923’te, İtalya tarafından 12 Mart 1924’te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır. Birleşik Krallık’ın anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onayladığına dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Görüşülen konular ve alınan kararlar
- Türkiye-Suriye Sınırı: Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’nda çizilen sınırlar kabul edilmiştir.
- Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda Birleşik Krallık ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı. Bu anlaşmazlık Musul Sorunu’na dönüşmüştür.
- Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verildi.
- Adalar: Midilli, Limni, Sakız, Semadirek, Sisam ve Ahikerya adaları üzerinde Yunan hakimiyeti hususunda Osmanlı Devleti’nin imzalamış olduğu 1913 tarihli Londra Antlaşması ve 1913 tarihli Atina Antlaşması’nın adalar hakkındaki hükümleri ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunanistan’a bildirilen karar, adaların askeri gayelerle kullanılmaması şartıyla aynen kabul edilmiştir. Anadolu kıyısına 3 milden az mesafede bulunan adaların ve Bozcaada, Gökçeada ile Tavşan Adaları üzerindeki Türk hakimiyeti kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti tarafından Uşi Antlaşması ile 1912 yılında İtalya’ya geçici olarak bırakılan On İki Ada üzerindeki bütün haklardan on beşinci maddeyle İtalya lehine feragat edilmiştir.
- Türkiye-İran Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir.
- Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.
- Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması’nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.” Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler’in mübadele edilmeleri kararlaştırıldı.
- Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Türkiye, tamirat bedeli olarak Yunanistan’dan 4 milyon altın talep etti ancak bu istek kabul edilmedi. Bunun üzerine 59. maddeyle Yunanistan savaş suçu işlediğini kabul etti ve Türkiye tazminat hakkından feragat etti ve sadece savaş tazminatı olarak Yunanistan, Karaağaç bölgesini verdi.
- Osmanlı’nın borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye’ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye idare heyetinde bulunan yenik Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devletlerinin temsilcileri idare kurulundan çıkartılmış ve kurumun faaliyeti devam ettirilerek antlaşmayla birlikte yeni görevler verilmiştir. (Lozan Barış Antlaşması madde 45,46,47…55, 56).
- Boğazlar: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı. Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
- Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye’nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam etmesi kararlaştırıldı.
- Patrikhaneler: Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin Osmanlı Devleti zamanındaki bütün ayrıcalıklarının kaldırılarak sadece dinî işleri yerine getirmek şartıyla ve bu hususta verilen sözlere güvenilerek İstanbul’da kalmasına izin verildi. Ancak antlaşma metnine patrikhanenin statüsü hususunda tek bir hüküm konulmadı.
- Kıbrıs: Osmanlı Devleti Ruslara karşı İngilizleri yanına çekebilmek için 1878 yılında Kıbrıs’taki hakları saklı olmak şartıyla geçici olarak Kıbrıs’ı Birleşik Krallık idaresine vermişti. Birleşik Krallık I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı topraklarına kattığını resmen açıkladı. Osmanlı Devleti bu kararı tanımadı. Türkiye Lozan Antlaşması’nın 20. maddesiyle Kıbrıs’taki Birleşik Krallık egemenliğini kabul etti.
Değerlendirmeler
David Lloyd George antlaşmayı Birleşik Krallık için “alçakça, korkakça ve rezilce bir teslimiyet” olarak nitelendirdi.
Tarihçi Norman Naimark, “Lozan Antlaşması, yirminci yüzyıl boyunca halkların kendi istekleri dışında nakledilmeleri konusunda önemli bir uluslararası emsal teşkil etmiştir” dedi.
Tarihçi Ronald Grigor Suny, antlaşmanın “nüfus sorunlarına potansiyel bir çözüm olarak tehcirin ve hatta öldürücü etnik temizliğin etkinliğini esasen teyit ettiğini” belirtti.
Tarihçi Hans-Lukas Kieser, “Lozan, Alman revizyonistleri ve diğer pek çok milliyetçi için ölümcül bir cazibeye sahip olan, hetero-etnik ve hetero-dinsel gruplara yönelik kapsamlı sınır dışı etme ve imha politikalarını zımnen onaylamıştır” dedi.
Komplo teorileri
İslamcı çevrelerce Lozan Antlaşması ile ilgili pek çok komplo teorisi ortaya atılmıştır. Antlaşmanın 100 yıl süreli yapıldığı iddiası bunlardan biridir. Antlaşmaya ekli gizli maddelerde, Türkiye’nin bor ve petrol başta olmak üzere madenlerini çıkarmasının yasaklandığı iddia edilmiştir. İddiaya göre antlaşmanın süresi 2023 yılında dolacak, dolayısıyla 2023’ten itibaren Türkiye madenleri yer üstüne çıkarıp kullanarak ve ihraç ederek hızla gelişmiş ülke statüsüne geçecektir.
- 1928 – Çerkez Hacı Sami çetesinden 3 kişi, Eminönü Meydanı’nda idam edildi. Bu kişiler Atatürk’e suikast iddiasıyla idama mahkûm edilmişlerdi.
- 1929 – Lev Troçki, Sovyetler Birliği’nden sınır dışı edildi.
- 1931 – Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Türkiye Güzellik Kraliçesi Yarışmasını, Naşide Saffet Esen kazandı.
- 1940 – Millî Koruma Kanunu kabul edildi.
Millî Korunma Kanunu, dönemin ekonomisi sebebiyle Ocak 1940’ta Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının çıkarttığı ve hükûmete olağanüstü hâllerde fiyatları saptamada, ürünlere el koymada, zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede birtakım yetkiler veren kanundu. Devletin bu alanlardaki müdahaleleri bu kanunla meşruiyet kazanmıştır. Bu kanun 1956 yılında Menderes hükûmeti tarafından yeniden getirilmiştir.
Millî Korunma Kanunu’nun 6. maddesinde yer alan “Halk ve Millî Müdafaa ihtiyaçlarını temine matuf bilumum ticari ve sınai muameleleri ifa etmek ve hükûmet tarafından bu kanundaki salahiyetler dairesinde verilecek diğer işleri görmek üzere İcra Vekilleri Heyeti kararıyla hükmi şahsiyeti haiz müesseseler ihdas olunabilir” hükmüne dayanılarak bazı kurumlar oluşturulmuştur. Petrol Ofisi ve Et ve Balık Kurumu bu kapsamda değerlendirilebilir.
- 1943 – Sovyetler Birliği, Leningrad’da hüküm süren Alman kuşatmasını kırdığını açıkladı.
- 1944 – Trak adlı yolcu vapuru, Çanakkale’den Bandırma’ya giderken kayalara bindirerek battı: 24 kişi öldü.
- 1946 – Madam Butterfly operası, Ankara’da sahnelendi.
- 1947 – Isparta’nın Uluborlu ilçesinin Senirkent bucağından on vatandaş, noter aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir protesto mektubu gönderdi. Mektupta hiçbir suçları olmadığı halde, jandarmanın kendilerine sistemli olarak işkence boyutlarında kötü muamele yaptığını yazıyorlardı.
- 1950 – Demokrat Parti (DP), işçiye grev hakkı istedi.
- 1951 – Vietnam Kurtuluş Cephesi gerillaları, Hanoi’den geri çekildi; şehir Fransızların eline geçti.
- 1954 – Yabancı Sermaye Yasası Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi.
- 1964 – Pemba Halk Cumhuriyeti kuruldu.
Pemba Halk Cumhuriyeti, Afrika kıtasının doğusu ile Madagaskar adasının arasında kalan, 18 Ocak 1964 ile 7 Nisan 1964 tarihleri arasında bağımsız olan ada devleti.
Pemba Halk Cumhuriyeti, 1964 yılında üç ay gibi kısa bir süre için bağımsızlığını ilan etmiş ancak 7 Nisan 1964 tarihinde bağımsızlığına son vererek Zanzibar adası ile birleşmiştir. Zanzibar ve Pemba adaları, uluslararası baskılar sonucu 26 Nisan 1964 tarihinde Tanganika Cumhuriyeti ile birleşerek günümüzde de varlığını sürdüren Tanzanya devletini oluşturmuşlardır.
Günümüzde Pemba adası, Tanzanya’ya bağlı bir özerk ada konumuna sahiptir.
- 1966 – Ankara Cezaevi’nde af isteyen mahkûmlar isyan etti. İstanbul Üsküdar Toptaşı Cezaevi’nde 260 mahkûm açlık grevine başladı.
- 1966 – Vefa Poyraz, İstanbul valiliğine atandı.
Vefa Poyraz | |
---|---|
Türkiye Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanı | |
Görev süresi 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977 |
|
Yerine geldiği | İsmail Hakkı Aydınoğlu |
Yerine gelen | Ali Topuz |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 1918 Nevşehir |
Ölüm | 24 Temmuz 2018 (99-100 yaşlarında) İstanbul |
Milliyeti | Türk |
Çocuk(lar) | 2 |
Mesleği | Asker, bürokrat ve siyasetçi |
Vefa Poyraz (1918; Nevşehir – 24 Temmuz 2018; İstanbul) Türk asker, bürokrat ve siyasetçidir.
Hayatı
İlk ve orta öğrenimini Nevşehir’de yaptı. 1932 yılında İstanbul’daki Maltepe Askeri Lisesine girdi. 1937 yılında Harp Okulu’nu, 1939 yılında Halıcıoğlu’ndaki Topçu Okulu’nu bitirdi. Bir süre devam eden kıta hizmetinden sonra, 1948 yılında Harp Akademisi imtihanlarını kazandı ve 1952 yılında bitirdi.
Ordu saflarında Kurmay Subay olarak çeşitli kademelerde Kurmay Başkanlıkları, Harekât Şubesi Müdürlüğü ve nihayet Harekât Şubesi Müdürlüğü ve Yıldız Silahlı Kuvvetler Akademisi Harekât Öğretmenliği yaptı.
15 Nisan 1960 tarihinde Bitlis, 1961 tarihinde Trabzon Valisi ve Belediye Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1964 yılında Bursa Valiliğine, 1966 yılında İstanbul Valiliğine atandı. 2 Haziran 1973 tarihine kadar bu görevde kaldı.
Cumhuriyet Senatosu İstanbul Üyeliği (14 Ekim 1973 – 12 Eylül 1980) ile Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığı yaptı. Evli ve 2 çocuk babasıydı.
- 1969 – Amerikalı bilim insanlarınca, düzenli elektromanyetik dalgalar yayan ilk pulsarlar bulundu.
- 1977 – Zatürreye yol açan gizemli Lejyoner hastalığı’nın amili olan bakteri bulundu ve Legionella pneumophila olarak adlandırıldı.
Legionella | |||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Biyolojik sınıflandırma | |||||||||||||
|
|||||||||||||
Tip tür | |||||||||||||
Legionella pneumophila
Brenner et al. 1979
|
|||||||||||||
Türler | |||||||||||||
|
Legionella, lejyoner hastalığına sebep olan bakterilerin yer aldığı bakteri cinsidir. Legionellaceae familyası sadece Legionella cinsinden ibarettir ve bu cinse ait bugüne kadar bildirilmiş 62 tür bulunmaktadır. En iyi bilinen türü olan Legionella pneumophila, gram negatif, kokobasil formunda (bazı besiyerlerinde uzun filamentler şeklinde), optimum üreme sıcaklığı 20-42 °C olan bir bakteridir. Ribozomal RNA analizi çalışmaları Legionellaceae familyasının Gamma Proteobacteria şubesine dahil olduğunu göstermiştir.
Hayat Döngüsü
Legionella türleri doğada pek çok sucul ekosistemde ve nemli ortamlarda yaygın olarak bulunmaktadırlar. Doğal su ortamlarında genellikle, protozoalar ve özellikle amip türlerinde hücre içi parazit olarak ve/veya farklı mikroorganizmalarla birlikte biyofilmlerde yaşamaktadırlar.[8] Fakat serbest plantonik formda olanları da görülmüştür. Protozoalarda hücre içi parazitlik Legionella türleri için rahat bir üreme ortamı ve ekstrem çevre koşullarına dayanıklılık sağlamaktadır. Çünkü amipler besin kıtlığı veya olumsuz çevre şartlarında kist oluşturarak hayatta kalabilmektedirler.
Hücre içi parazit olarak yaşayan Legionella‘ların serbest formdakilere göre patojenitelerinin arttığı bilinmektedir.[11] Zaten insanlarda hastalık yapabilme mekanizmaları da, parazit olarak yaşama yetenekleriyle ilgilidir. İnsan vücuduna giren bakteriler, amiplere yapısal olarak benzeyen makrofaj hücreleri tarafından fagosite edilirler ve bu hücrelerin içerisinde çoğalarak dokulara yayılırlar
İnsan Yapımı Su Sistemlerinde Legionella
Doğada çok yaygın olarak bulunmalarına karşın, doğal su ekosistemleri hastalık veya salgın kaynağı olarak bir, iki istisna dışında bildirilmemiştir. Lejyoner hastalığı vakalarının neredeyse tamamının epidemiyolojik kaynağı insan yapımı su sistemleridir. Yapay içme kullanma, soğutma ve sıcak su sistemlerinde Legionella türleri yaygın olarak bulunmaktadır. Bu sistemlerde tutunabilmeleri açısından biyofilmler öne çıkmaktadır. Biyofilmler pek çok mikroorganizmanın bir arada yaşayabildiği, daha kolay besin bulabildiği ve olumsuz çevre şartlarına karşı koruma sağlayan oluşumlardır. Özellikle büyük binaların eski, uzun ve bol ölü nokta içeren su boruları, büyük su tankları ve soğutma kuleleri biyofilm oluşumu ve buralarda Legionella kolonizasyonu açısından idealdir yerlerdir.[17] Bu durum yapılan dezenfeksiyon çalışmalarının verimliliğini de düşürmektedir. Bu nedenle Legionellozis vakaları en fazla oteller, yurtlar, hastaneler gibi büyük ve çok fazla insan tarafından kullanılan binalarda ortaya çıkmaktadır.
Lejyoner hastalığı
Lejyoner hastalığı (legionellozis) etkeni Legionella cinsi bakteriler olan, %10–15 vaka/ölüm oranına sahip ciddi bir akciğer hastalığıdır. Hastalık önce grip benzeri bir tablo ile başlayarak, devamında kuru öksürük ile zatürreye (pnömoni) ilerler. Eğer tedavi edilmezse, semptomlar hızla kötüleşir ve solunum yetmezliği, şok, çoklu organ yetmezlikleri ve sonunda ölüm ile sonuçlanabilir. Hastalığın sadece grip belirtileri ile seyreden hafif formuna Pontiac ateşi adı verilmektedir.
Etkeni
Legionella türlerinden sadece 20 tanesinin bu hastalığın etkeni olduğu, bunlardan Legionella pneumophila türünün ise tüm tespit edilen vakaların neredeyse tamamına yakınından sorumlu olduğu bildirilmiştir. Örneğin 2011 yılında Avrupa’da görülen tüm lejyoner hastalığı vakalarının %96’sının etkeni L. pneumophila olarak bildirilmiştir. L. pneumophila 15 farklı serogrup içermektedir. Bu serogruplar içerisinde hasta numunelerinde en çok karşılaşılanı serogrup 1’dir.
Bulaşma yolları
Doğada sularda yaşayan bir bakterinin insan akciğerine bulaşarak hastalık oluşturabilmesi için ya bakteri içeren su damlalarının havada aerosol olarak asılı kalması ve bu aerosollerin insanlar tarafından solunması ya da bakteri içeren suların direkt aspire edilmesi gerekmektedir. Bakteri içeren aerosol oluşumuna neden olan, dolayısıyla lejyoner hastalığı için enfeksiyon kaynağı olabilen durumlar, suyun püskürtülerek havaya karıştığı ekipmanlardır; soğutma sistemleri, duş başlıkları, dekoratif veya serinletme amaçlı su fıskiyeleri vb. Legionella havada asılı aerosoller içinde yaklaşık 2 saat süreyle hayatta kalabilmektedir. Burada soğutma sistemi olarak bahsedilen su ve soğutma kulesi içeren, otel, hastane gibi büyük binalarda kullanılan merkezi sistemlerdir. Split klimalar su içermediklerinden bu tanıma girmemektedirler. Hastalık insandan insana bulaş göstermemektedir.
Tanı ve Tedavi
Hastalığın tedavisi makrolid ve kinolon grubu antibiyotiklerle mümkündür, fakat penisilinlere karşı dirençlidirler. Pnömoni teşhisi konulan hastalarda ayırıcı tanı yapılmadan penisilin tedavisi uygulanması veya ayırıcı tanısının yapılamaması sebebiyle hastalığın tedavi edilemediği durumlar ortaya çıkabilmektedir. Tanıda altın standart bakteri kültüründe üreyen Legionella’ların tespitidir. Fakat Legionella cinsi bakteriler rutin balgam kültürü için kullanılan besiyerlerinde üreyemezler. Legionella kültürü için aminoasit (L-sistein ve glisin), demir ve tampon madde ilavesi içeren BCYE (buffered charcoal yeast extract) besiyeri kullanılmaktadır.[26] Legionella pneumophila BCYE besiyerinde ürediğinde buzlu cam olarak tabir edilen karakteristik bir koloni görünümüne sahiptir. Hastalığın tanısında idrar antijen testi de kullanılmaktadır.
Sürveyans
Hastalığın kontrol altına alınması amacıyla özel sürveyans çalışması yürütülmektedir. Sürveyans Avrupa Bulaşıcı Hastalık Kontrol Merkezi (ECDC) kontrolünde tüm üye ülkelerin işbirliği ile gerçekleşmektedir.
Türkiye’de ilk olarak 2001 yılında genelge ile başlayan çalışmalar, 2015 yılında yayımlanan Lejyoner Hastalığı Kontrol Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile sürmektedir. İlk ve en önemli salgın kaynakları oteller olduğu için seyahat ilişkili hastalık olarak bilinmektedir. Yönetmelik ile hastaneler de sürveyansa dahil edilmiştir Vaka görülen konaklama tesislerinden ve vaka olsun olmasın hastanelerden su numuneleri alınarak Halk Sağlığı Laboratuvar’larında Legionella açısından analiz edilmektedir.
Avrupa ülkelerinde konaklama tesisinde kalmış kişilerde hastalık tespit edildiğinde hemen ECDC’ye bildirim yapılmakta, ilgili konaklama tesisinde su sisteminin dezenfeksiyonu ve Legionella tespiti için su analizi yapılmaktadır. Tesiste vaka görüldüğü halde, gerekli önlemleri almayan veya yetersiz önlem alan işletmeler ECDC internet sitesinde ilan edilmektedir.
Hastalığın Tarihçesi
21-24 Temmuz 1976 tarihinde Birleşik Devletler Philadelphia şehrinde düzenlenen American Legion kongresinin sonrasında, kongreye katılanlar arasında ateşli pnömoni benzeri bir hastalık başladığı tespit edilmiştir. İlk ölüm 27 Temmuz’da gerçekleşmiş ve tüm vakaların kaynağının The Bellevue-Stratford Hotel olduğu görülmüştür. Salgın sonunda hastalanan 182 kişiden 29’u ölmüş ancak laboratuvar çalışmalarında etken izole edilememiştir. Basın olaydan “Philly killer”, “Killer fever” ve “Legion fever” gibi isimlerle bahsetmiştir. Hastalığın nedeni olan bakteri 1977 Ocak ayında CDC tarafından gram (-) bir basil olarak bildirilmiş ve ilk görüldüğü olaya ve hastalık yaptığı dokuya ithafen Legionella pneumophila olarak adlandırılmıştır. Ayrıca daha eski salgınlara ait saklanan numunelerin incelenmesiyle, bazı eski salgınlardan da Legionella türlerinin sorumlu olduğu ortaya çıkmıştır.
-
L.pneumophila kolonileri buzlu cam görünümü-1
-
L.pneumophila kolonileri buzlu cam görünümü-2
-
BCYE besiyerinde L.pneumophila kolonileri
-
L.pneumophila Gram boyama
-
L.pneumophila Scanning Elektron Mikroskobu görüntüsü
- 1983 – Kültür Bakanlığı’nca Sinema Yasa Tasarısı hazırlandı. Bakanlık tasarıyla filmlere denetim getiriyordu.
- 1984 – Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) davası duruşmasında, sanıklara tek tip elbise giydirildi.
- 1989 – Kıbrıslı iş insanı Asil Nadir, Günaydın gazetesi’nden sonra Gelişim Yayınları’nı da satın aldı.
- 1991 – Irak, İsrail’in Tel Aviv ve Hayfa şehirlerine Scud füzesi attı.
- 1993 – Bayburt’un Üzengili köyü üzerine çığ düştü; 56 kişi öldü, 22 kişi yaralandı.
- 1996 – Michael Jackson ile Lisa Marie Presley’nin iki yıl süren evlilikleri boşanma ile sona erdi.
- 2005 – 800 yolcu kapasiteli yolcu uçağı Airbus A380, Toulouse’da (Fransa) basına tanıtıldı.
- 2010 – Gazeteci-yazar Abdi İpekçi cinayeti ve iki ayrı gasp suçundan hükümlü Mehmet Ali Ağca, Sincan F tipi Cezaevi’nden tahliye edildi.