Tarihte 10 Mart olayları

10 Mart, Tarihte Bugün Miladi takvime göre yılın 69. günü.
Şubat – Mart – Nisan
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

Olaylar

Mr. Watson, come here, I want to see you.
Tokyo Büyük Bombardımanı sonrasında Kōyō Ishikawa tarafından çekilmiş fotoğraf.
  • 1864 – Ulysses S. Grant, Amerikan İç Savaşı sırasında, Abraham Lincoln tarafından Kuzeyli Birlik (Union) Genel Komutanlığı’na tayin edildi.
  • 1876 – Graham Bell ile yardımcısı Thomas Watson, ilk telefon görüşmesini yaptılar.
  • 1905 – İngiltere futbol kulübü olan Chelsea FC kuruldu.
  • 1910 – Hollywood’da çekilen ilk film olan In Old California gösterime girdi.
  • 1919 – Çin’de kölelik kaldırıldı.
  • 1919 – Ali Fethi Okyar İngilizler tarafından tutuklandı.
Fethi Okyar
1316-P.1[1]
Türkiye Adliye Vekili
Görev süresi
26 Mayıs 1939 – 12 Mart 1941
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü
Başbakan Refik Saydam
Yerine geldiği Tevfik Fikret Sılay
Yerine gelen Hasan Menemencioğlu
2. Türkiye Başbakanı
Görev süresi
22 Kasım 1924 – 3 Mart 1925
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk
Yerine geldiği İsmet İnönü 
Yerine gelen İsmet İnönü 
Türkiye Müdafaa-i Milliye Vekili
Görev süresi
22 Kasım 1924 – 3 Mart 1925
Yerine geldiği Kâzım Fikri
Yerine gelen Mehmet Recep
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Görev süresi
1 Kasım 1923 – 22 Kasım 1924
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal
Yerine geldiği Mustafa Kemal
Yerine gelen Kâzım Fikri
TBMM İcra Vekilleri Heyeti Reisi
Görev süresi
14 Ağustos 1923 – 27 Ekim 1923
TBMM Reisi Mustafa Kemal
Yerine geldiği Hüseyin Rauf
Yerine gelen Mustafa İsmet
TBMM Dahiliye Vekili
Görev süresi
5 Kasım 1922 – 27 Ekim 1923
TBMM Reisi Mustafa Kemal
Yerine geldiği İsmail Safa
Yerine gelen Ahmet Ferit
Görev süresi
10 Ekim 1921 – 9 Temmuz 1922
TBMM Reisi Mustafa Kemal
Yerine geldiği İbrahim Refet
Yerine gelen İsmail Safa
Türkiye Büyük Millet Meclisi
1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. Dönem Milletvekili
Görev süresi
23 Nisan 1920 – 7 Mayıs 1943
Seçim bölgesi 1920 – İstanbul
1923 – İstanbul
1927 – Gümüşhane
1935 – Bolu
1939 – Bolu
1943 – Bolu
Osmanlı Dahiliye Nazırı
Görev süresi
14 Ekim 1918 – 8 Kasım 1918
Sadrazam Ahmet İzzet
Yerine geldiği Mehmet Talat (vekâleten)
Yerine gelen Mustafa Arif
Meclis-i Mebûsan
4. ve 5. Dönem Mebusu
Görev süresi
18 Nisan 1912 – 21 Aralık 1918
Seçim bölgesi 1912 – Manastır
1914 – İstanbul
Kişisel bilgiler
Doğum 29 Nisan 1880
Pirlepe, Osmanlı
Ölüm 7 Mayıs 1943 (63 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Defin yeri Zincirlikuyu Mezarlığı, İstanbul
Partisi  İttihat ve Terakki Fırkası (1908-1918)
Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası (1918-1919)
 Cumhuriyet Halk Fırkası/Partisi (1923-1930; 1930-1943)
 Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930)
Hükûmeti 3. Türkiye Hükûmeti
Ödülleri Mecidiye Nişanı Osmaniye Nişanı Liyakat Madalyası İmtiyaz Madalyası Yeşil şeritli İstiklâl Madalyası
Askerî hizmeti
Bağlılığı  Osmanlı İmparatorluğu
Branşı  Osmanlı ordusu
Hizmet yılları 1898-1914
Rütbesi  Kaymakam
(1935’ten sonra yarbay.)
Çatışma/savaşları Trablusgarp Savaşı
Balkan Savaşları

Ali Fethi Okyar (29 Nisan 1880, Pirlepe – 7 Mayıs 1943, İstanbul), Türk asker, diplomat ve siyasetçi.

III. Ordu’da subay olarak görev yaptığı sıralar İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tanıştı ve cemiyetin önde gelen isimlerinden biri oldu. Trablusgarp ve Balkan Savaşları sırasında görev aldı. İttihat ve Terakki’den IV. dönem Manastır ve V. dönem İstanbul Meclis-i Mebûsan mebusluğu yaptı. Osmanlı’nın Paris Sefirliği Askerî Ataşemiliterliği görevinde bulundu. II. Meşrutiyet beyannamesini bizzat kendisi yazdı ve kısa bir süre İttihat ve Terakki Fırkası Umumi Kâtipliği görevinde bulundu. Osmanlı’nın Sofya Sefirliği görevini gerçekleştirdi. Sofya Sefirliği sırasında İsmail Hakkı’nın kızı Galibe ile tanıştı ve onunla evlendi. Mondros Mütarekesi sonrasında kurulan Ahmet İzzet kabinesinde 14 Ekim-8 Kasım 1918 arasında kısa bir dönem Dahiliye Nazırı olarak bulundu. Hürriyetperver Avam Fırkası’nı kurdu ve reisliğini yaptı. Mustafa Kemal ile Minber gazetesini kurdu ve başyazarı olarak çalıştı. Mart 1919’da Damat Ferit hükûmeti tarafından İngilizlerin “Türk savaş suçlularının” tutuklanması talebi sonrasında yakalandı. Bekirağa Bölüğü ve Arabyan Hanı’nda tutuldu. 28 Mayıs 1919’da İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü. 30 Nisan 1921 tarihine kadar burada kaldı.

Malta sürgünü sonrasında Ankara hükûmetine katıldı ve Milli Mücadele’de rol oynadı. 15 Ağustos 1921’de İstanbul vekili seçilerek, TBMM’de 10 Ekim 1921-9 Temmuz 1922 arasında Dahiliye Vekili olarak görev aldı. TBMM İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve Dahiliye Vekili olarak 14 Ağustos-27 Ekim 1923 tarihlerinde çalıştı. Cumhuriyet ilanı sonrasında 1 Kasım 1923-22 Kasım 1924 arasında TBMM Reisi olarak görevinin başında bulundu. 22 Kasım 1924’te Türkiye’nin II. Başvekili olarak seçildi. 3 Mart 1925 tarihine kadar Başvekil ve Müdafaa-i Milliye Vekili görevlerini yerine getirdi. Bu tarihten sonra Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği görevine atandı. 12 Ağustos 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. 1930’da Belediye seçimlerine katıldı. 17 Kasım 1930’da partiyi feshetti. 19 Mart 1934’te Londra Büyükelçisi olarak atandı ve 7 Nisan 1934’te göreve başladı. Kendisine “Okyar” soyadını bizzat Atatürk verdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra 1939’da Refik Saydam kabinesinde Adliye Vekili olarak görev yaptı. Kalp rahatsızlığının nüksetmesi ile 1941’de Adliye Vekilliği görevinden istifa etti ve iki aylık izinler alarak meclis çalışmalarına katılmamaya başladı. 7 Mayıs 1943 tarihinde İstanbul Nişantaşı’ndaki evinde öldü ve Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’na defnedildi.

Eğitimi

Çerkes kökenli ve 1880’de Rumeli Eyaleti’nde yer alan Pirlepe’de doğdu. Babası Osmanlı Hariciye Nezaretinde memur olarak görev yapan ve aynı zamanda Ali Fethi küçük yaşta iken ölen İsmail Hakkı Bey’dir. Annesi ise Fatma Hanım’dır. Sekiz yaşına kadar Pirlepe’de yaşamına devam etti. İlk öğrenimini 1891’de o dönemin Manastır Valisi olan dayısı Müderris İbrahim Ethem Efendi’nin yanında tamamladı. İbtidai Numune Mektebi’ni ve Manastır Askeri Rüştiyesi’ni bitirdi. Manastır Askerî İdâdîsi’nde tahsiline devam etti. Mustafa Kemal ile arkadaşlıkları burada başladı ve 1897’de idadiyi tamamladı. Aynı zamanda memleket meseleleri bu dönemde ilgisini çekmeye başladı ve Namık Kemal’in eserlerini okumaya başladı.

1898’de İstanbul’da bulunan Mekteb-i Harbiyye’ye girdi. Manastır’dan İstanbul’a Hacı Dâvut vapuruyla içlerinde Mustafa Kemal’in de bulunduğu on yedi öğrenci ile geldi. Bu dönemde Ali Fuat, Şevket, Cafer Tayyar, Kara Vasıf, Mürsel gibi simalarla tanıştı ve arkadaşlık yapma imkân buldu. Yabancı postanelerden ülkeye İttihat ve Terakki sayesinde getirilen yasaklı yayınlar düşünce hayatını etkilemeye başladı. Mustafa Kemal ile Manastır’da askerî idâdî esnasında başlayan dostlukları Harbiye yıllarında da ilerlemeye devam etti. Montesquieu, Voltaire, Rousseau, Mirebeau ve Robespierre’nin eserlerini okuma imkânı buldu. Tevfik Fikret’in eserleri de okunanlardan biriydi. Bu eserlerin kendi dünyalarında bıraktıkları izlenimlerle; sürgün, baskı ve hürriyet üzerine arkadaşları ile bir araya geldikleri zaman tartışmalara girildiğinde dahil oldu. Harbiye’de ilk sınıftan itibaren öğrenciler iki bölüğe ayrılıyordu. Bölüm birincileri bölük sorumlusu oluyordu ve bölüm sorumluları başçavuş olduklarından, ikinci sınıfta hastalanması dışında bölüm birinciliğini ve başçavuşluğunu devam ettirdi. 1900’de “Piyade Teğmen” rütbesiyle Harbiye’den mezun olmasıyla Harp Akademisi’ne başladı. Burada Harbiye’de arkadaşlarıyla yürüttükleri çalışmaları devam ettirdi. Düşünce dünyası ile ders hayatını birbirine karıştırmamaya dikkat ederken, okul ve sınıf birinciliklerini korumasını bildi. 1903’te Harp Akademisi’ni “Kurmay Yüzbaşı” rütbesini alarak LVI. dönem birincisi olarak tamamladı.

Askerlik

1904’te Selânik’te bulunan Üçüncü Ordu’nun kadrosunda kurmay yüzbaşı olarak göreve başladı. Üçüncü Ordu’nun 13. Süvari Alayı’nda ilk olarak göreve başladı. 13. Süvari Alayı’nda sekizer ay olmak üzere süvari, piyade, topçu kıtalarında staj eğitiminde bulundu. Yaklaşık iki yıl süren staj eğitimi sırasında Bulgar, Sırp ve Yunan çeteci ve komitacı birlikleri ile dağlarda karşı karşıya geldi. Kolağası rütbesine 1906’da terfi ettirildi. 30 Nisan 1906’da Edirne Mekteb-i Hayriyesi’ne kendisinin gitmek istemediğine dair yoğun ısrarlarına rağmen ders nazır muavini olarak atandı. Ağustos 1906’da Mahçova Mıntıka Kumandanlığı’na atansa da Kestiriye’ye gönderildi. Kestiriye’de komitacılık ve çetecilik faaliyetleri ile uğraşmak zorunda kalırken, dokuz ay burada görev yaptı. Kestiriye’de bulunduğu sıralarda İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üyeliğine Erkan-ı Harp mensuplarından Binbaşı İsmail Hakkı aracılık etti. Binbaşı İsmail Hakkı, kendisine Manastır’a gitmesini öğütleyerek Enver ile tanışmasını istedi. Birkaç gün sonra Manastır’a gittikten sonra Enver’in rehberliği ile üyesi oldu. Kesriye’ye döndü ve burada bir merkezinin açılmasına yardımcı oldu. Selanik Riboğça Şark Şimendifer Hattı Müfettişliği’ne 1 Mart 1907’de getirildi. Bu dönemde 3. Ordu Müşiri İbrahim Paşa’nın kurmay heyetinde yer aldığında Reval görüşmeleri sonrasında daha etkin hale gelen özellikle Yunan subayların komutasındaki 3000 kişilik çetelerle, Strebne’de kendisi de çatışmalarda önemli rol oynadı. Rumeli Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa’nın teklifiyle Selanik Jandarma Zabıtan Mektebi’nin kumandanı olarak 21 Mart 1908’de atandı ve “Binbaşı” rütbesine terfi ettirildi.

Paris askerî ataşesi Binbaşı Ali Fethi, Kolağası Mustafa Kemal ile birlikte Picardie Manevraları’nda (1910).

12 Ocak 1909’da Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından Paris Ataşemiliterliği’ne atanmasından sonra 6 Mart 1909’da İstanbul’a geldi ve buradan Paris’e geçti. Diplomasi becerisi bakımından bu dönemde kazanımlar elde ederken, asker kimliğinin gelişimine katkıda bulunacak tecrübe de edindi. Kendisinin gelişimini sağladığı gibi gerekli makamlara ilettiği bilgiler ile de askeri teknolojiler bakımından ülkesinin de tecrübe kazanmasına gayret etti. Burada Büyükelçi Rıfat Paşa ile iyi anlaştı ve 1911 yılına kadar görevini sürdürdü. O yıllarda pek çok silâh arkadaşının aksine siyaseti tercih etmedi. Bu arada Fransız demokrasisini ve parlamenter yapısını araştırdı. Böylece daha sonraki yıllarda siyasi hayatında yolunu çizecek olan liberal anlayışın temellerini atmış oldu. 22 Haziran’da Fransa tarafından tarafsız devletleri kendi ittifak cephesine çekmek için yaptığı Nancy bölgesindeki manevralara davet edien Osmanlı heyetinde yer aldı. Almanya’nın Ren bölgesinde Fransa’ya gözdağı vermek için yaptığı manevralara karşı 12-18 Eylül 1910 arasında 13. ve 14. Kolorduları ile Fransa’nın yapacağı, yanıt niteliğindeki Picardie manevralarını izlemek için 29 Haziran 1910’da görevlendirildi. Heyet eşliğinde Paris’e yollanan Kolağası rütbesindeki Mustafa Kemal ve Selahattin Bey ile Picardie manevralarını beraber takip etti. 1910-1911 arasında zamanının büyük çoğunluğunu manevralar hakkında raporlar yazarak, payitaht ve Erkan-ı Harbiye’yi bilgilendirmek ile geçti.

Trablusgarp Harbi

Kendi talebiyle İşkodra Kuva-i Mürettebesi Erkânı Harbiyesi’ne 25 Haziran 1911’de görevlendirildi ve İşkodra’ya Trieste üzerinden gitti. 3 Temmuz 1911’de görevine başlamasıyla iki buçuk aylık görevine devam etti. 29 Eylül 1911’de İtalya, Osmanlı’ya Trablusgarp için savaş ilan etti. Osmanlı hükûmetinin diplomatik yollarla olayın çözüleceğine dair inancı nedeniyle İttihat ve Terakki ileri gelenleri toplanma kararı aldı. Ali Fethi, Mustafa Kemal’i Enver’in yanına götürdü. Enver, “gönüllü insanlarla oraya gidilmesi gerektiğini” söyledi. Ali Fethi, Mustafa Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref, Süleyman Askerî gibi isimlerin bulunduğu on kişi ile Enver’in evinde toplanıldı. Toplantı sonrasında yerli halkın silahlandırılarak savaşılması kararı alındı. Ali Fethi önce Paris’e geçti ve Trablusgarp’a geçilmesi konusunda Paris Sefiri Rıfat’tan yardım istedi. Fransız Sosyalist Paritsi liderlerinden Jean Jaures ve yazar Pierre Loti’den de yardım istedi ve ikisi İtalya’nın işgalini eleştiren makaleler yazdı. Yanına aldığı Paris’te eğitim gören beş askerî tıp doktoru ile Marsilyalı kayıkçı kayığıyla önce Tunus’un Sfax limanına vardı ve buradaki müslümanların yardımı ile 12 Ekim 1911’de Trablusgarp’a geldi. Karargahı Aziziye’da bulunan Neşet Paşa tarafından kurmay başkanlığı teklif edildi. Harbiye Nezâreti tarafından Albay Neşet’in komuta ettiği 42. Tümen’in kurmay başkanı yapıldı.

Yerli halkı teşkilatlandırmaya ve birlik haline getirmeye çabaladı; İtalyan birliklerine karşı saldırıya geçecek duruma getirilmesinde başarılı oldu. 2 Kasım 1911’de birlikleri Trablus yolu üzerinde İtalyan birliklerine saldırdı; geri çekilmelerini sağlayarak fazla zayiat vermelerine neden oldu. Kasım ayı içerisinde saldırıları devam etti ve Hani yolunun kuzeyinde İtalyan birliklerinin top ateşi sonucunda mevkilerini terk etmesini sağladı. Saldırıların başarılı olmasından sonra İtalyanların sivil halka karşı eylemlerinin olduğu gerekçesiyle 3 Kasım’da Fırka Kumandanlığına yolladığı iletide bu durumun Avrupa devletleri nezdinde protesto edilmesini istedi. Karargahta durarak asker ve halkın moralinin bozulabileceğini, kurulan düzen ve disiplinin çözülebileceğini düşünerek tümen kurmay başkanlığı görevinden bağışlanması istedi. İtalyanların boşaltılan evleri keşfi sırasında hücüm sanılarak harekete geçildiği ama mitralyöz ateşi sonrasında zor bir durum içinde kaldıklarını ama başarılı müdafa ile geri çekilmelerinin sağlandığını iletti. Ayn Zara’yı direniş birlikleri 27 Kasım’da geri aldı. 1 Aralık’ta İtalyanların yeniden saldırısı üzerine Ali Fethi ve Neşet Paşa, askerleri ve gönüllüleri saldırmaları için 2 Aralık’ta yolladı. Fakat karadan ve denizden yoğun ateş sonucunda direniş birlikleri ilk yenilgilerini aldı ve Ayn Zara kaybedildi. 19 Aralık’ta İtalyan birlikleri yeniden saldırıya geçti ama Sedra yakınında yapılan muharebeyi kaybetti ve Ayn Zara’ya geri çekildi. İtalyanlar, Homs kazasına düzenlediği saldırılarda başarı sağlayamadı.

İtalyan birliklerinin önemli şehir kıyı merkezlerinde düzenlediği Ocak 1912’deki saldırılar yoğun bir çatışma altında gerçekleşti. Gerilla mücadelesi ile direnişçiler, İtalyanları zor durumda bıraktı. Bu durum karşısında 23 Nisan ve 17 Mayıs arasında on iki ada İtalyanlar tarafından işgal edildi. Fakat savaş sırasında, Balkan Harbi’nin başlamasıyla Ali Fethi ve diğer subaylar payitahta geri dönmek zorunda kaldı.

Balkan Harbi

Savaş başladığında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’de yetkilendirilmişti. Harbiye Nazırı Nazım Paşa’dan görev talep etti ve Bahr-i Sefid Boğazı Kuvay-ı Mirettebe Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne 25 Kasım 1912’de komutan olarak atandı. 29 Ocak 1913’te Londra Konferansı başarısız bir şekilde dağılınca Bulgar orduları taarruza yeniden başladı ve Çatalca hattını geçemeyince Edirne’yi kuşattı ve Gelibolu’ya doğru hareket etmişti; Bolayır Kolordusunu dar bir hatta sıkıştırdı. Savaş planları dahilinde Bolayır hattında ve Şarköy’de çıkarma öngörüldü. Hedefte Bulgarları iki hat arasında bırakarak yenilmelerini sağlamak ve Edirne’yi geri almak vardı. Bolayır Kolordusu Komutanı Fahri Paşa olmak üzere Kurmay Ali Fethi ve Hareket Şube Müdürü ise Mustafa Kemal idi. Aynı zamanda Şarköy’den çıkarma yapacak Onuncu Kolordu Komutanı Hurşit Paşa ve Kurmayı Enver Paşa idi. Bolayır Kolordusu ve Onuncu Kolordu subayları 7 Şubat 1913’te Kuvay-ı Müretteba Komutanlık Karargahı’nda durum değerlendirmesi yaptı. Fakat 10. Kolordu’yu çatışma alanına taşıyacak vapurların geliş saati sıkıntı oldu ama Fahri Paşa ve Ali Fethi’nin bundan haberi yoktu. Bu yüzden dolayı Balayır Kolordusu 8 Şubat’ta taarruza başladı. Şarköy’deki çıkarma gelmeyince büyük zayiat verildi. Onuncu Kolordu çıkarması beklenirken, Bulgar birliklerinin Şarköy üzerinden çıkarma yapmasıyla beraber Bolayır Kolordusu çok sayıda kayıp verdi.

Enver Paşa tüm kayıplara rağmen Şarköy’den taarruz yapmak için yeniden ısrar etti. Fakat yaşanan durum sonrasında Fahri Paşa, Ali Fethi ve Mustafa Kemal buna karşı çıktı. Enver Paşa, Bolayır’a gelerek durumun aslında o kadar kötü olmadığını söyledi. Bolayır Muharebesi ve Şarköy Çıkarması, Osmanlı ordusunun yenilmesi ile sonuçlandı. İki kolordudaki komutanlar, yaşanan yenilgiyi birbirlerinin üzerine atmaya çalıştı. Yaşanan süreç, İttihatçı komutanlar arasında anlaşmazlıklar yaşandığını gün yüzüne çıkardı. Yenilgi sonucunda Ali Fethi ve Mustafa Kemal istifa etmek istedi ama istifaları kabul edilmedi. 26 Mart’ta Edirne’ye Bulgarlar girdi ve 30 Mayıs’ta Londra Antlaşması ile resmen elden çıktı.

Temmuz 1913’te Sırbistan ve Bulgaristan kazandıkları topraklar üzerinde anlaşmazlık yaşayınca II. Balkan Harbi çıktı. Bulgarlar bu durum karşısında ön saflarda savunmak maksadıyla Trakya’da az birlik bırakarak geri çekildi. İttihat ve Terakki hükûmeti bunu fırsat bildi. Hurşit Paşa’nın idare ettiği ve Mustafa Kemal ile Ali Fethi’nin olduğu Bolayır Kolordusu ve Fahri Paşa’nın komuta ettiği Enver’in kurmay olduğu kolordu, Edirne’ye girmeye çalıştı. 21 Temmuz’da ilk şehre süvari kolunun başında olan Enver girdi ve Edirne geri alındı.[35] Balkan Harbi sonrasında büyük mağlubiyetin nedenleri ve sonuçları, subaylar arasında da büyük bir tartışma oldu. 1913’te elif harfini rumuz olarak kullanan yazarı belli olmayan “Balkan Harbinde Neden Münhezim Olduk” adlı bir kitap ve onun ikinci kısmı olan “Balkan Harbinde Askerî Mağlubiyetlerimizin Esbâbı” adlı yayınlar neşredildi. Kitapta “yenilginin Bolayır’da kolordunun yalnız başına muzaffer olma isteğinden olduğunun” yazılması üzerine yanıt olarak Ali Fethi, muharebenin neden başarısız olduğundan bahsettiği yirmi altı sayfadan oluşan “Bolayır Muharebesinde Adem-i Muvaffakiyetin Esbâbı” adlı kitapçık yazdı. Kitapta yenilginin sebebini Onuncu Kolordu’nun zamanında çıkarmayı gerçekleştiremediğinden olduğunu belirtti. 14 Eylül 1913’te savaştan döndükten hemen sonra askerlikten istifa etti.

Siyaset

Kesriye’de İsmail Hakkı’nın aracılığı ve Enver’in onayı ile İttihat ve Terakki’nin üyesi olan Ali Fethi, kısa bir süre sonra Selanik merkezinde görevlendirildi. İsmail Canbulat, Mithat Şükrü, Topçu Rasim ve Hamdi’den oluşan Selanik merkez heyetinin üyesi oldu. Mustafa Kemal’in Ekim 1907’de Selanik’te III. Ordu’ya tayin olmasıyla onun cemiyete üye olmasını sağladı ve aynı zamanda ileriki yıllarda Mustafa İsmet’in de cemiyete üye olmasında aracılık etti. Bu dönemde III. Ordu ile alakalı işlerle uğraşırken bir taraftan da cemiyete yeni üyeler kazandırmaya çalıştı. Cemiyetin üye sayısının artmaya başlamasıyla bölükler oluşturuldu ve bu bölüklerin idaresi kendisine bırakıldı. Paris ve Selanik, cemiyetin iki merkezi olduktan sonra Selanik ile diğer cemiyetlerin irtibatı Ali Fethi aracılığıyla gerçekleştirilmeye başlandı. Bu konumuyla beraber, cemiyetin ileri gelen ve nüfuzlu kişilerinden biri oldu.

Balkanlardaki durumu netleştirmek için İngiliz Kralı VII. Edward ve Rus Çarı II. Nikola’nın Rus üssü Reval’de görüşmelere başlaması ve aynı şekilde II. Abdülhamit’in bu görüşmelerden sonra İttihat ve Terakki’yi daha sıkı bir şekilde gözlemlemeye çalışması, cemiyet üyelerini rahatsız etti. 25 Haziran 1908’de Ali Fethi ve cemiyetin ileri gelenleri durumu ele almak için Selanik merkezinin reisi olan Manyasizade Refik’in evinde toplandı. II. Abdülhamit’in cemiyete girenlerin tasviyesi ve tespiti için Priştine 18. Fırka Kumandanı Birinci Ferik Şemsi Paşa’yı görevlendirdiği, faaliyete geçmeden isyan edilmesi gerektiği ve gerekirse öldrülmesi lazım olduğu kararı alındı. 3 Temmuz 1908’de Resneli Niyazı olmak üzere üç subay ve 150 kişilik grup isyanı başlattı. Daha sonra diğer ileri gelenlerde isyana çeşitli yerlerde katıldı. Rumeli’de Selanik, Serez, İstip, Priştine gibi yerlerde meydana gelen gösteriler ve payitahtta gönderilen telgraflar sonrasında payitaht büyük bir halk hareketi olduğunu düşündü. Şemsi Paşa tehlikesini atlatmak için yine Manyasizade Refik’in evinde Ali Fethi ve diğer ileri gelenler toplandı. Mülazım Atıf, Şemsi Paşa’nın öldürülmesi fikrini ortaya attı ve bizzat kendisi üstlendi. 7 Temmuz’da Manastır Postanesi çıkışında Mülazım Atıf tarafından öldürüldü. 22 Temmuz’u 23 Temmuz’a bağlayan gece Manyasizade Refik’in evinde Ali Fethi, diğer isimler, Manastır ve Üsküp sorumlularının da katılması ile yeniden toplantı yapıldı. Artık meşrutiyet ilanının yapılması kararı alındı. Mehmet Talat, bir beyannamenin hazırlanması önerisini sundu ve genel görüş sonrasında Ali Fethi’ye bizzat kendisinin beyannameyi yazmasını söyledi. Son oylama sonucunda bu öneri de kabul edildi. Toplantı devam ederken Ali Fethi kendi kelimeleri ile diğer bir odada beyannameyi kaleme aldı.

Osmanlı Meclis-i Mebûsanı’nın II. Dönemi için 13 Nisan 1912’de yapılan seçimde Manastır Milletvekili oldu. Meclisin kapatılmasından sonra orduya dönerek 17 Kasım 1912’de Çanakkale Boğazı Müretteb Kuvvetler Kurmay Başkanlığına atandı. 13 Ekim 1913’te Sofya Elçisi oldu. Aynı dönemde askerî ataşe olarak Sofya’da bulunan Mustafa Kemal’le dostluğu burada pekişti. Meclis-i Mebusan’ın III. Döneminin son yılında 8 Aralık 1917’de İstanbul Milletvekili seçilerek elçilik görevinden ayrıldı.

İttahat ve Terakki’nin düşmesinden sonra 14 Ekim 1918’de kurulan Ahmet İzzet Paşa hükûmetinde Dâhiliye Nazırı oldu. 8 Kasım’da eski rejim ileri gelenlerinden Talat, Enver, Cemal ve Sait Halim Paşaların yurt dışına kaçışına İçişleri Bakanı olarak engel olamamakla suçlanması, Ahmet İzzet Paşa kabinesinin istifasına neden oldu. 1 Kasım – 21 Aralık 1918 tarihleri arasında Mustafa Kemal ile birlikte Minber gazetesini çıkardı. İttihatçı gizli örgüte mensup olduğu iddiasıyla 10 Mart 1919’da tutuklandı, 2 Haziran 1919’da Malta’ya sürgüne gönderildi. Malta sürgünlüğü 30 Mayıs 1921’de serbest bırakılmasıyla sona erdi.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Dönemi

Mustafa Kemal Atatürk, Ali Fethi Okyar ve Okyar’ın kızı ile Yalova’da, 13 Ağustos 1930.

15 Ağustos 1921’de İstanbul Milletvekili olarak TBMM 1. Dönem’e katıldı. 10 Ekim 1921 – 4 Ekim 1922 arasında Dâhiliye Vekilliği yaptı. TBMM 2. Dönemde yeniden İstanbul Milletvekili seçildi. 14 Ağustos 1923’ten cumhuriyetin ilanına kadar İcra Vekilleri Heyeti Reisliği ve Dâhiliye Vekilliği yaptı. Fethi Bey kabinesinin istifasına yol açan siyasi olaylar, 29 Ekim 1923’te bir anayasa değişikliği ile Cumhuriyet’in ilanına neden oldu.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra, 1 Kasım 1923’te TBMM Başkanı seçildi. 1 Kasım 1924’te yine Başkan seçildi. Ancak aynı ay içinde Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların liderliğinde bir grup milletvekilinin Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla muhalif bir parti kurmaları üzerine 22 Kasım 1924’te İsmet Paşa yerine Başbakanlığa getirildi. Bu atamada, sertlik yanlısı olarak tanınan İsmet Paşa’ya karşılık Fethi Bey’in ılımlı ve uzlaşmacı kimliği rol oynadı. Ancak üç ay sonra Doğu’da Şeyh Sait İsyanının patlak vermesi üzerine uzlaşma politikası iflas etti. 2 Mart 1925’te hükûmet istifa etti, İsmet Paşa yeniden başbakan oldu. Aynı gün ilan edilen Takrir-i Sükûn Kanunu ile ülke çapında muhalefet susturuldu. Terakkiperver Fırka kapatıldı. Fethi Bey Paris Büyükelçiliğine atanmayı isteyerek Türkiye’den uzaklaştı.

SCF Başkanı Okyar, partisinin Aydın teşkilatı üyeleriyle. Fotoğraftaki Adnan Menderes, 20 yıl sonrasında başbakan olmuştur.

9 Ağustos 1930’da Atatürk’ün talimatıyla büyükelçilikten istifa ederek Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu ve partinin genel başkanı oldu. Gümüşhane Milletvekili olarak tekrar Meclise girmesi sağlandı. Muvazaa amacıyla kurulan partinin, İzmir Mitinginden sonra irtica yanlısı bir harekete dönüşmeye başladığı suçlaması üzerine, kendi isteği ve Atatürk’ün talimatıyla 17 Kasım 1930’da partisini feshetti. Tekrar yurt dışına gitti.

1933 yılında kalp yetmezliği hastalığına yakalandı. Arkadaşının hastalığını öğrenen Gazi Mustafa Kemal, yaveri Salih Bozok’u refakatçi görevlendirerek Fethi Bey’i tedavi maksadıyla Viyana’ya gönderdi.

31 Mart 1934’te Londra Büyükelçiliğine atandı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye ile Birleşik Krallık arasında gerçekleşen diplomatik ve askeri yakınlaşmada önemli bir rol oynadı; Montreux Antlaşması’nın mimarları arasında bulundu. 1937 yılında Manevralarına katılarak yabancı heyetlere eşlik etti. Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün eski hasımlarıyla barışma politikası uyarınca 4 Ocak 1939’da Bolu Milletvekilliğine atandı; büyükelçilik görevinden ayrılarak yurda döndü. Aynı yıl seçilen 8. Meclis’e de Bolu Milletvekili olarak girdi. 2. Refik Saydam Kabinesinde Adalet Bakanı oldu ve bu görevini 12 Mart 1941’e kadar sürdürdü.

7 Mayıs 1943’te İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı’ndadır.

Kişiliği

Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri

Fethi Okyar diplomatik yetenekleri ve ılımlı, akılcı kişiliğiyle her dönemde saygı topladı. Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulandığı şekliyle, millet iradesine dayanan demokratik, liberal ve pragmatik bir siyasi görüşü savundu. İttihat ve Terakki içinde önemli görevler üstlendiği halde parti üst yönetiminin yolsuzluk ve icraatından uzak durdu; bu sayede İttihat ve Terakki’nin çöküşünden sonra da saygınlığını koruyabildi. Yakın arkadaşı Rauf Bey’in aksine, siyasi kariyeri boyunca Mustafa Kemal’e ters düşmemeyi başardı. Uzun süre İsmet İnönü’nün başlıca rakibi olarak görüldüğü halde 1938’den sonra onunla barıştı ve yeniden üst düzey siyasi mevkilere getirildi.

  • 1919 – Osmanlı İmparatorluğu’nda Ahmed Tevfik Paşa hükûmeti düştü yerine Damat Ferit Paşa hükûmeti kuruldu.
Ahmet Tevfik Paşa
Osmanlı Sadrazamı
Görev süresi
21 Ekim 1920 – 1 Kasım 1922
Hükümdar VI. Mehmed
Yerine geldiği Damat Ferid Paşa
Yerine gelen Makam kaldırıldı
Görev süresi
11 Kasım 1918 – 3 Mart 1919
Hükümdar VI. Mehmed
Yerine geldiği Ahmet İzzet Paşa
Yerine gelen Damat Ferid Paşa
Görev süresi
13 Nisan 1909 – 5 Mayıs 1909
Hükümdar II. Abdülhamid
V. Mehmed
Yerine geldiği Hüseyin Hilmi Paşa
Yerine gelen Hüseyin Hilmi Paşa
Kişisel bilgiler
Doğum 11 Şubat 1843
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 6 Ekim 1936 (93 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Defin yeri Edirnekapı Şehitliği, İstanbul
Evlilik(ler) Elisabeth Tschumi
Çocuk(lar) İsmail Hakkı Okday
Ali Nuri Okday
Dini Sünni İslam

Ahmet Tevfik Paşa (soyadı kanunundan sonra Ahmet Tevfik Okday) (11 Şubat 1843, İstanbul – 6 Ekim 1936, İstanbul), Osmanlı devlet adamı ve son Osmanlı sadrazamı.

II. Abdülhamid döneminin Hariciye Nazırı olarak 14 yıl görev yaptıktan sonra II. Abdülhamid ve devamla V. Mehmed saltanatında, 13 Nisan 1909 – 5 Mayıs 1909 tarihleri arasında, VI. Mehmed saltanatında ve İstanbul’un işgal altında bulunduğu dönemde 11 Kasım 1918 – 3 Mart 1919 ve 21 Ekim 1920 – 4 Kasım 1922 tarihleri arasında, üç dönemde (esasen beş dönem) toplam iki yıl dört ay yirmi dokuz gün sadrazamlık yaptı.

Biyografi

Soyu Giray Hanedanı’na dayanan Kırım Tatarı Ferik İsmail Hakkı Paşa’nın oğludur. Doğumundan kısa bir süre sonra annesini kaybetti. Eğitimi ile teyzesi ilgilendi ve onun Farsça, Arapça ve Fransızca dillerini akıcı bir şekilde konuşmasını sağladı. Askeri eğitimin aldı ve bir süre orduda subay olarak görev yaptı.

22 yaşında iken askeriyeden ayrılarak Babıali Tercüme Odası’na girdi. 1872’den sonra çeşitli dış görevlerde bulundu, Roma, Viyana, Petersburg, Atina’daki görevlerinden sonra 1885 yılından itibaren on yıl süreyle Berlin’de maslahatgüzar ve büyükelçilik yaptı.

1879 yılında Atina’da Maslahatgüzar olarak görev yaparken bir diplomat ailesinin çocuklarına mürebbiyelik yapan İsviçreli bir köy polisinin kızı Elisabeth Tschumi ile evlendi. Bu evlilikten beş çocuğu oldu.

1895 yılında Berlin Sefiri olarak görev yaparken II. Abdülhamid tarafından İstanbul’a çağrılarak Hariciye Nazırlığı görevine atandı. Bu görevini aralıksız olarak 1909 yılına kadar sürdürdü. Osmanlı-Yunan Savaşı’nı sonlandıran barış anlaşmasını imzaladığında II. Abdülhamid ona Hariciye Konağı olarak ikamet etmekte olduğu, bizzat padişahın tapulu malı olan Ayaspaşa’daki konağı hediye etti.

Ahmet Tevfik Bey, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ayan Meclisi üyeliğine atandı.

Birinci sadrazamlık dönemi

31 Mart İsyanı sırasında istifa eden Hüseyin Hilmi Paşa’nın yerine 13 Nisan’ı 14 Nisan’a bağlayan gece sadrazamlığa getirildi. Hüseyin Hilmi Paşa’nın sadaretten çekilmesini ayaklanmacılar talep etmişti. Yerine gelmesini istedikleri kişi Tevfik Paşa değildi ancak bu değişiklik ile en azından Hilmi Paşa’nın azledilmesi talebi yerine getirilmiş oluyordu. Padişahın ısrarı ile görevi kabul etti.

Ilımlı ve tarafsız kişilerden oluşan bir hükûmet kurdu. İstanbul ve Adana’da başlayan şiddet olaylarının büyümesini engelleyecek tedbirler aldı. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girerek denetimi ele geçirmesi ve II. Abdülhamid’i tahttan indirmesi üzerine 5 Mayıs 1909 tarihinde istifa ederek yerini tekrar Hüseyin Hilmi Paşa’ya bıraktı.

İstifasından sonra Londra Sefirliğine atandı. Bu görevini 1911-1914 yılları arasında sürdürdü. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birleşik Krallık’a savaş ilan etmesi üzerine geri çağrıldı. 1914-1918 yılları arasında Meclis-i Ayan Reisi olarak görev yaptı.

İkinci sadrazamlık dönemi

Ahmet Tevfik Paşa ve kızları

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Mondros Mütarekesi’ni imzalayan Ahmed İzzet Paşa’nın istifası üzerine Ahmet Tevfik Paşa 11 Kasım 1918 tarihinde ikinci kez sadrazamlığa getirildi. Sadrazam oluşunun ikinci günü İtilaf devletleri donanması İstanbul’a girerek şehri işgal etti.

Padişah Vahdettin, müttefiklerin baskısı ile 21 Aralık 1918 tarihinde meclisi feshetti ve ardından kısa bir süre için Tevfik Paşa hükûmeti dağıldı. Tevfik Paşa, 12 Ocak 1919 tarihinde yeniden hükûmet kurdu ancak işgalcilerin zorlamasıyla 3 Mart 1919 tarihinde istifa etti.

Paris Barış Konferansı

Osmanlı Devleti’nin 22 Nisan 1920 tarihinde I. Dünya Savaşı sonrası barış görüşmelerinin yapıldığı Paris Barış Konferansı’na davet edilmesi üzerine, konferansa gönderilen Osmanlı heyetine başkanlık yaptı. Başkanlığındaki heyet, bildirilen şartları çok ağır bulup hafifletilmesini istedi. Bunun kabul edilmemesi üzerine 11 Temmuz 1920 tarihinde bildirilen şartları reddederek İstanbul’a geri döndü. Daha sonra Paris’e Damat Ferit Paşa başkanlığında gönderilen bir başka heyet, şartları kabul edip Sevr Antlaşması’nı imzaladı.

Üçüncü sadrazamlık dönemi

Ahmet Tevfik Paşa’nın Edirnekapı Şehitliği’nde yer alan mezarı, İstanbul

21 Ekim 1920 tarihinde Damat Ferit Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi, iki yıl bu makamda kaldı. Görevi sırasında TBMM Hükûmeti’ne, Londra Konferansı’na birlikte katılmayı önerdi, ama Mustafa Kemal Paşa’nın bunu reddetmesi üzerine konferansta Ankara Hükûmeti’ni Bekir Sami Bey, İstanbul Hükûmeti’ni ise Tevfik Paşa temsil etti. Konferans sırasında Türkiye’nin tek temsilcisinin Ankara Hükûmeti olduğunu belirterek sözü Bekir Sami Bey’e bıraktı.

Saltanatın kaldırılmasından sonra 4 Kasım 1922 tarihinde istifa etti. Saltanatın kaldırılması nedeniyle sadaret mührünü iade edemedi. Bu mühür ailesi tarafından saklanmaktadır.

Cumhuriyet dönemi

Tevfik Paşa, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanından sonra hiçbir resmî görev almadı. Ayaspaşa’daki konağı 1930’larda eşinin isteği doğrultusunda bir otele çevirdi. Otel, lokantacı Aram Hıdır yönetiminde “Park Otel” adıyla üne kavuştu. Gözleri iyi görmemeye başlayınca otele yerleşti.1934 yılında gerçekleşen soyadı kanunundan sonra “Okday” soyadını aldı.

Ölümü

8 Ekim 1936 tarihinde İstanbul’da 93 yaşında öldü. Beşiktaş’taki Yahya Efendi Tekkesi’ne defnedilen naaşı, daha sonra Oğlu Ali Nuri Okday tarafından Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile mezarlığına nakledildi. Hatıratı, torunu Şefik Okday tarafından, “Büyükbabam Son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa” (1986) adıyla yayınlandı.

Damad Ferid Paşa
Osmanlı Sadrazamı
Görev süresi
5 Nisan 1920 – 18 Ekim 1920
Hükümdar VI. Mehmed
Yerine geldiği Salih Hulusi Paşa
Yerine gelen Ahmed Tevfik Paşa
Görev süresi
10 Mart 1919 – 4 Ekim 1919
Hükümdar VI. Mehmed
Yerine geldiği Ahmed Tevfik Paşa
Yerine gelen Ali Rıza Paşa
Kişisel bilgiler
Doğum Mehmed Ferid
1853
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 6 Ekim 1923 (70 yaşında)
Nice, Fransa
Partisi Hürriyet ve İtilaf Fırkası
Evlilik(ler) Mediha Sultan
Dini Sünnî İslâm

Damad Mehmed Ferid Paşa (Osmanlıca: داماد فريد پاشا; 1853 – 6 Ekim 1923), Osmanlı diplomatı ve devlet adamı. VI. Mehmed saltanatında 4 Mart 1919 – 30 Eylül 1919 ve 5 Nisan 1920 – 17 Ekim 1920 tarihleri arasında toplam bir yıl bir ay on beş gün sadrazamlık yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki ulusal kurtuluş hareketine muhalefetinden ötürü savaştan sonra Yüzellilikler listesine alınmış ve vatan haini ilan edilmiştir. 1922 yılında yurt dışına kaçmıştır.

Sadrazamlık öncesi kariyeri

İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed Ferid olup babası devlet şûrası üyelerinden Seyyid Hasan İzzet Efendi’dir. Ailesinin aslen Karadağ’ın Poşasi köyünden olduğu söylenir.

Tahsilini tamamladıktan sonra Hariciye teşkilatında görev aldı. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçilikleri kâtipliklerinde bulundu. 1885’te Sultan Abdülmecid’in kızı ve Vahdettin’in ana bir kız kardeşi Mediha Sultan’la evlendirildi. Üç yıl sonra vezir rütbesine yükseltilerek “paşa” unvanını aldı. Londra Büyükelçiliği’ne atanma isteği II. Abdülhamid tarafından reddedilince kamu görevlerinden uzaklaşıp eşinin Baltalimanı’ndaki konağında özel yaşamına çekildi.

Meşrutiyet’in ilanından sonra Ayan Meclisi’ne atandı. İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne karşı muhalefetin yükseldiği 1911-1912 döneminde Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın kurucuları arasında bulundu. Fırka, içte liberalizm fikrini ve Osmanlı toplumunu oluşturan unsurlar arasında uyum ve beraberliği, dışta ise İngiltere yanlısı bir politikayı savunuyordu. 21 Kasım 1911 günü kurulan Fırka’nın ilk Başkanlık görevini 24 Kasım 1911’den, Haziran 1912’ye kadar Ferit Paşa üstlendi.

1912’de Balkan Savaşı’nı sona erdirmek üzere Londra’da toplanan barış konferansına Damat Ferit Paşa’nın gönderilmesi önerildi ise de sadrazam Kâmil Paşa, “bu adam delidir” diyerek karşı çıktı.

Sadrazamlık süresi

Damat Ferit Paşa’nın (fesli) Sevr Antlaşması’nı imzalamak üzere diğer Osmanlı delegeleriyle birlikte Paris Barış Konferansı’na giderken İtilaf Devletleri’ne ait bir savaş gemisinin güvertesinde çekilmiş fotoğrafı. Sağında Şûrâ-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik, solunda Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve Bern sefiri Reşat Halis yer alıyor. Bu dört Osmanlı görevlisi İstiklal Savaşı’ndan sonra Ankara tarafından diğer 150’liklerle birlikte Türk vatandaşlığından çıkarılacaklardı.

Ferit Paşa’nın siyâsî kariyeri, kayınbiraderi olan VI. Mehmet Vahdettin’in saltanatında parladı.

İttihat ve Terakkî iktidarının devrilmesinden sonra Vahdeddin, 24 Ekim 1918’de Mondros’ta yapılacak mütareke görüşmelerine Ferit Paşa’nın murahhas olarak gönderilmesini önerdi. Ancak bu öneri İzzet Paşa kabinesince reddedildi.[4] Rauf Orbay’a göre padişahın bu teklifinin nedeni, mütareke anlaşmasının Bulgaristan, Avusturya ve Almanya’da olduğu gibi bir saltanat değişikliğiyle sonuçlanmasından çekinmesi ve Ferit Paşa’nın kendisine sadık olacağına inanmasıydı.

Ferit Paşa, Tevfik Paşa kabinesinin 3 Mart 1919’da istifası üzerine ilk defa sadarete getirildi. İhtiyar Tevfik Paşa’nın savaş sonrasında kurulan kabinesi galip devletlerin çeşitli baskıları karşısında etkisiz kalmış ve yalpalamıştı. Kabine değişimine yol açan kriz, savaş suçluları ve “tehcir ve katliam” sorumlularının yargılanması için kurulacak olan Âliye Divan-ı Harb-i Örfî’nin İtilaf Devletleri’nin ısrarına rağmen kurulamayışı idi. Fransız Generali Franchet d’Esperey’in yaşlı sadrazama yönelik sert çıkışı, hükûmet değişikliğinin dolaysız nedeni oldu.

Ferit Paşa hükûmeti, İzmir’in Yunanlarca işgali üzerine 15 Mayıs’ta istifa etti. Ancak aynı gün Ferit Paşa tekrar kabineyi kurmakla görevlendirildi. Paris Barış Konferansı’nda Türk delegasyonunun uğradığı şiddetli muamele üzerine 20 Temmuz’da tekrar istifa eden paşa, ertesi gün üçüncü kez başbakanlığa getirildi. Nihayet Sivas Kongresi’nde Müdafaa-yı Hukuk hareketinin Anadolu’da yönetimi ele geçirmesi üzerine 30 Eylül’de Ferit Paşa kabinesi üçüncü kez istifa etti. Ertesi gün işbaşına gelen Ali Rıza Paşa hükûmeti, Sivas Kongresi’nin isteği doğrultusunda genel seçimlerin yapılmasına karar verdi.

Ferit Paşa, yaklaşık yedi ay süren ilk üç hükûmeti döneminde bir yandan İstanbul’u işgal altında tutan İtilaf Devletleri’ni memnun edip yatıştırmaya, diğer yandan içte İttihat ve Terakkî rejiminin kalıntılarını temizlemeye yönelik bir politika izledi. İktidara gelir gelmez eski İttihat ve Terakkî liderlerinin birçoğu tutuklandı. Hemen ardından savaş suçları mahkemesi kurularak Ermeni Kırımı’ndaki görevinden ötürü yargılanan Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey’in idamına karar verdi. İzmir’in işgaline karşı oluşan geniş ulusal tepki karşısında hükûmet mesafeli durmayı tercih etti. Sivas Kongresi’nde başlayan ulusal isyana karşı Ahmet Anzavur adlı bir Çerkez çetecisinin yönetiminde Kuvâ-yi İnzibâtiye adıyla derme çatma bir zabıta gücü oluşturulması, özellikle sırf İngiltere’ye yaranmak için tastamam 90.000 sandık cephaneyi denize döktürmesi[5] toplumun hemen her kesimince tepki gördü.

13 Ekim 1923 tarihli Resimli Gazete mecmuasında Damat Ferit’i gösteren karikatür.

16 Mart 1920’de Meclis-i Mebûsan’ın işgal kuvvetlerince basılması ve iki gün sonra tatil edilmesiyle başlayan krizde Damat Ferit Paşa bir kez daha sadrazamlığa getirildi. 5 Nisan 1920’de kurulan ve 17 Ekim 1920’de sona eren bu son hükûmet döneminde Ferit Paşa, fiilen tükenmiş bir yönetime başkanlık etti. Osmanlı hükûmetinin bu dönemde gücü, sadece İtilaf Devletleri işgalinde bulunan İstanbul ve çevresiyle sınırlıydı. Mart ayında yapılan San Remo Konferansı’ndan sonra Paris’teki barış görüşmelerinde de Osmanlı delegasyonunun söz hakkı kalmamıştı. 11 Nisan 1920’de Mustafa Kemal ve arkadaşları aleyhine çıkarılan idam fetvası ve 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nın imzalanması, Damat Ferit Paşa’nın altı buçuk ay süren son sadrazamlık döneminin belli başlı olaylarıdır.

Şeyhülislam Dürrüzade Fetvası

İngilizlerin baskısı ile Şeyhülislam’dan Kuvâ-yi Milliye hareketine katılanların eşkıya olduğu ve öldürülmelerinin meşru ve farz olduğuna dair fetva çıkarmasını sağladı. Dışişleri bakanı olduğu dönemde İngiliz baskısı altında bu talebi kabul ve taahhüt ettiğini açıklamış ve sadrazam olunca da taahhütünü yerine getirmişti. Fetva Dürrizade Abdullah Beyefendi tarafından 11 Nisan 1920 tarihinde yayınlandı.

Millî Mücadele liderleriyle anlaşmaktan başka çare kalmadığını düşünen İtilaf Devletleri temsilcilerinin saraya giderek Ferit Paşa’nın çekilmesini istemeleri üzerine Ferit Paşa kabinesi 17 Ekim 1920’de istifa etti.

Ferit Paşa, Millî Mücadele’nin zafere ulaşması üzerine 21 Eylül 1922’de Avrupa’ya kaçtı. 6 Ekim 1923’te Fransa’nın Nice şehrinde öldü.

Kişiliği

Damat Ferit Paşa

Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’ın anılarına göre:

“Çok azametli ve haris bir zat olan Ferid Paşa Baltalimanı’ndaki yalıyı bir saray teşrifatına sokmuş, suareler, yemekler, sefirli toplantılar tertiplemiş ve yemeklere bile kendisi smokin, halam Mediha Sultan açık dekolte tuvaletle inmeye başlamışlardır. Hiç unutmam, bir gün halamı ziyarete gittiğimde salona aldıkları zaman halam bir koltukta oturuyor ve Ferid Paşa da ona org-piyanoda Haydn çalıyordu. Bunun bir gösteriş, tesir yapmak için bir mizansen olduğundan eminim.”

Son sadrazam Tevfik Paşa’ya göre Ferit Paşa “alafrangalıkta Frenkleri bile geçmiş idi.” Vefatında Tevhid-i Efkâr gazetesinde çıkan bir yazıya göre:

“Londra’dan avdetinde alafrangalaşmış ve nihayet adeta Müslümanlığa düşman kesilmişti. Evindeki erkek ve kadın hizmetçileri kâmilen Rum idi. Sözlerinde, nutuklarında, yazılarında hep Yunan ve Latin darbımesellerinden, hurafatından ve rivayetlerinden (mitolojisinden) bahsederdi. (…) Hulasa tamamen garpleşmiş, fakat milliyet hislerinden tamamen mahrum kozmopolit ruhlu bir adam idi.”

Sultan Vahidettin’in, kızkardeşi ile evli olan Ferit Paşa hakkında “Dünyada üç mel’un vardır. Bunlar bir sacayağıdır. Biri bizim hemşire, biri zevci olan Ferid, biri de oğlu Sami” dediğini, saray başkâtibi olan Ali Fuat Bey anlatır.

  • 1920 – Yunanistan başbakanı Venizelos’un da katıldığı toplantıda, İstanbul’un resmi işgaline ve Kuvâ-yi Milliye öncülerinin tutuklanmasına karar verildi.
  • 1939 – Büyük Temizlik toplanan Tüm Birlik Komünist Partisi (Bolşevik) 18. Kongresi başladı. Kongrede Bolşevik Parti Marşı partinin yeni marşı olarak belirlendi.
  • 1944 – Yunan İç Savaşı: Ulusal Kurtuluş Siyasi Komitesi, Ulusal Kurtuluş Cephesi tarafından kuruldu.
  • 1945 – II. Dünya Savaşı: ABD tarafından Tokyo Bombardımanı başladı.
Tokyo Bombardımanı
Pasifik Savaşı

Amerika Birleşik Devletleri’ne ait B-29 tipi savaş uçakları Tokyo kentini bombalarken.
Tarih 10 Mart 1945
Bölge
Tokyo
Sonuç Şehir hasara uğradı. Binlerce sivil öldü
Taraflar
Amerika Birleşik Devletleri ABD Japonya Japon İmparatorluğu
Güçler
325 Bombardıman Uçağı havalandı

Sadece 275 tanesi Tokya’ya ulaştı

638 Uçaksavar Bataryası

90 Avcı uçağı

Kayıplar
14 Uçak imha edildi 80.000 ile 185.000 arası sivil öldü. 49.000+ kişi yaralandı 267.171 bina yıkıldı

1 Milyon kişi evsiz kaldı

B-29 uçaklarıyla USAAF’nin Tokyo’ya bombardımanı.
Bombardımandan önce ve sonra Tokyo.

Tokyo Bombardımanı, 10 Mart 1945’te, ABD’nin Tokyo’yu Napalm bombalarıyla yüklü 275 tane B-29 uçağıyla bombalaması. Bu, tarihteki en çok insanın öldüğü hava saldırısıdır. Kayıplar 185.000’e kadar çıkmaktadır. Tokyo’nun %7’sine tekabül eden 41 kilometrekaresi yok oldu.

II. Dünya Savaşı sırasında, ABD 14 Kasım 1944’ten itibaren toplam 106 kez Tokyo Bombardımanı düzenlemişti. Özellikle 10 Mart 1945 tarihli hava saldırısı Tokyo Büyük bombardıman saldırısı olarak adlandırıldı ve sivillerin hasar gördükleri hava saldırısı olarak bilinmektedir.

9 Mart 1945, saat 22 sularında Tokyo’da hava saldırısı sirenleri çalar ve halk paniğe kapılır. Ancak iki bombardıman uçağı da herhangi bir saldırı yapmadan gözden kaybolur. İki saat sonra 24 sularında Tokyo semalarından ilk bomba bırakılır. Tokyo’da askeri kuvvetler bombardımanın farkına ancak saat 00:15 ‘te farkına varır ve sirenler çalmaya başlar. 2,5 saat boyunca Tokyo halı bombardımanı şeklinde Napalm bombalarıyla bombalanır. Bu bombardımanda önce şehrin çevresi yangın bombalarıyla bombalanır. Amaç halkı bir ateş çemberine almaktır.

10 Mart 1945’ten önceki Tokyo Bombardımanları

ABD’nin Tokyo’ya ilk hava saldırısı, 18 Nisan 1942’de Amerikan Uçak gemisi USS Hornet (CV-8)’ten kalkan Yarbay Jimmy Doolittle komutasındaki on altı B-25 tipi bombardıman uçak ile düzenlendi.

Temmuz 1944’te ABD’nin Saipan adası başta olmak üzere Mariana adalarını işgal ettikten sonra bu adaları hava üssü olarak kullanarak B-29 bombardıman uçağıyla Japonya’nın ana kısmına hava saldırısını başlattı.

ABD 24 Kasım 1944’te Nakajima Uçak Fabrikasına ilk stratejik hava saldırısı düzenledi. Ondan sonra hava saldırıları devam etti ve 27 Ocak 1945’te Tokyo’nun merkez semtlerinden Yurakucho ve Ginza mahalleleri hedef oldu ve Yurakucho istasyonu sivillerin ölüleriyle dolduruldu.

10 Mart 1945 tarihli Tokyo Büyük Bombardımanı

Amerika, Japon küçük ve orta ölçekli silah firmaların üretim merkezi olduğu gerekçesi ile şehir merkezi ve sivilleri de hedef almıştı. Saldırı; ABD Hava Kuvvetleri’nin 73, 313 ve 314’üncü hava birliklerine bağlı B-29 bombardıman uçakları ile alçak irtifadan bombardıman şeklinde gerçekleştirilmişti.

9 Mart 1945’i 10 Mart’a bağlayan gece bombardıman başladı. Saldırıda 279’u bombardıman ile görevli 325 B-29 bombardıman uçağı görev aldı. 00:07’de ilk bomba Fukagawa mahallesine atıldıktan sonra Jôtô (Saray batısı) mahallesine de hava saldırısı başladı. 00:20’de Asakusa mahallesi de bombalanmaya başlandı. Yangından çıkan duman 7000 metre yüksekliğe ulaştı ve saniyede 20 metrelik bir fırtına esmeye başladı.

Japonya’nın hava savunmasının zayıf olacağını öngören Amerika, B-29 bombardıman uçaklarını makineli tüfekleri çıkarılmış olarak normalin 2 katı olan 6 tonluk Napalm taşıyacak şekilde düzenlemişti.

Atılan bomba çeşitleri; E46 tipi Cluster Napalm başta olmak üzere ‘yağlı Napalm’, ‘Beyaz fosforlu Napalm’ ve ‘Elektron Napalmı’ olup toplam miktar 1.700 ton’a ulaştı.

O gece alçak basınçlı cephe geçtiği için kuzey-batı istikametinden kuvvetli rüzgâr esiyordu ve bu rüzgâr da hasarları büyütmüştü.

Kuvvetli esen rüzgâr antenlerini salladığı için Japon radarları B-29’leri yakalamakta ve ikaz vermekte gecikmişlerdi. İlk ikaz bombardımanın başladıktan sonra ancak 00:15’te yapılabilmişti.

Harekâtta ‘Alçak İrtifalı Giriş’ denilen uçuş manevrası ilk defa denedi. Öncü ‘Pass Finder’ uçakları alçaktan ‘Elektron Napalm’ları atarak işaretleme yaptılar. Daha sonra bombardıman birlikleri de alçaktan bölgeye girerek Elektron Napalm’larının oluşturduğu ışık noktalarını kuşatacak şekilde E-46 tipi Cluster napalm’larını attılar.

Tokyo’nun savunucuları bir saldırı bekliyorlardı ama zamanında ve yeterli müdahaleyi yapamadılar. Tokyo’nun etrafında konuşlandırılan Japon gece avcı uçakları kalktılar ise de şiddetli yangın, ısınan havanın yukarıya yükselmesi ve duman hücum hareketine zorluk çıkardı. Zamanla hava meydanları duman ve kül ile doldu ve uçakların kalkışları olanaksız hale geldi. Uçaksavar bataryalarının ateşi sonucu 12 uçak düştü.

Bombardımanda 80.000 üzeri kişi hayatını kaybetti ve yaklaşık 278.000 ev yandı. Tokyo’nun üçte birine tekabül eden 40 km² yerleşim alanı kül oldu. 1 milyon kişi evsiz kaldı. Saldırı sonucu şehirdeki 13 hastane yıkıldı veya kullanılamaz hale geldi.

Hasar Gören Tıbbi tesisler

  • Tokyo Üniversitesi Hastanesi
  • Jikei Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi
  • Koto Hastanesi
  • Keio Üniversite Hastanesi
  • Nihon Üniversitesi Itabashi Hastanesi
  • Mitsui Memorial Hastanesi
  • Tokyo Metropolitan Fukagawa Hastanesi
  • Joto Hastanesi
  • Dojinkai Tokyo Hastanesi (Meiwa Hastanesi)
  • Kamio Memorial Hastanesi
  • Aoyama Beyin Hastanesi
  • Matsuzawa Hastanesi
  • Migita Hastanesi (Hachioji)

Saldırı günü olan 10 Mart, 1905 yılında Japonya’nın Rus’lara karşı Mukden Meydan Muharebesi’ni kazandığı tarih ve Japon Kara Kuvvetleri günü idi.

Tokyo Büyük Bombardımanı’na katılan 325 B-29 bombardıman uçağın 12’si düşürüldü ve 42’si hasar gördü.

Bombardımanın bilançosu

Marunouchi mahallesi civarında, dönemin Tokyo Büyükşehir Belediyesi binasının hasar görmesi dışında bombardımanın hedefi olmamış bloklar az değildi. Japonya’yı işgal ederken bu blokların askerî tesis olarak kullanılmalarını öngörüldüğü söylenmektedir. Tsukiji civarlarının hedef olmayışın sebebi ise Amerika Kilisesi’ne bağlı ‘St. Luka’s International Hospital (Aziz Luka Uluslararası Hastanesi)’ın bulunması olduğu söylenmektedir. Kampüs içinde Rockefeller Vakfı’nın bağışıyla kurulan kütüphanesinin bulunduğu Tokyo İmparatorluk Üniversitesi civarı da hedefi olmadı. Kanada’da The Salvation Army (Kurtuluş Ordusu)’in ‘genel karargâhı’nın bulunmasından dolayı hedefi seçilmediği söyleniyorsa da kesin bilgi yoktur. İmparatorluk Sarayı da hedefinden muaf ediliyordu. Fakat 25 Mayıs 1945 tarihli bombardıman ile etrafından yayan yangınlarla Meiji Sarayı da yanmıştı. Bu olayın sorumluluğunu tutarak Saray İşleri Bakanı Tsuneo Matsudaira istifa etmişti.

Bombardımandan sonra ABD, Japonya savaş sanayiinin fabrikalardan, evlere ve küçük atölyelere kaydığını, bombardımanın bu yüzden doğrudan şehre yapıldığını açıklamıştır. Bu bombardıman insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük katliamlarından biridir. ABD, 10 Mart tarihli ‘Tokyo Büyük bombardımanı’ndan sonra yine Tokyo’ya hava saldırılarını sürdürmüştür. Aralarında büyük hasarı veren saldırı ise 25 Mayıs 1945’te gerçekleştirildi. 470 B-29 bombardıman uçağıyla o zamana kadar bombardımanın hedefi olmamış Yamanote’ye saldırdı.

10 Mart’ta Tokyo’nun bombalanmasında öldürülen insan sayısının tahminleri farklı. Baskından sonra 79.466 ceset bulundu ve kaydedildi. Diğer birçok ceset bulunamadı ve şehrin sağlık müdürü 83.600 kişinin öldüğünü ve 40.918 kişinin de yaralandığını tahmin etti.  Tokyo itfaiyesi zayiatı 97.000 ölü ve 125.000 yaralı olarak verdi ve Tokyo Büyükşehir Polis Departmanı 124.711 kişinin öldüğünü veya yaralandığını tespit etti. Savaştan sonra, Amerika Birleşik Devletleri Stratejik Bombalama Araştırması kayıpları 87.793 ölü ve 40.918 yaralı olarak tahmin etti. Araştırma ayrıca zayiatların çoğunun kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğunu belirtti. Tarihçi Frank Richard 1999’da tarihçilerin genellikle 90.000 ila 100.000 arasında ölüm olduğuna inandığını yazdı. Tarihçi Edwin P. Hoyt Bombalamada 200.000 kişinin öldürüldüğünü yazdı. 2009’da Tarihçi Mark Selden ölüm sayısının Japon ve Birleşik Devletler hükûmetleri tarafından kullanılan 100.000 tahminin birkaç katı olabileceğini yazdı. Hatta bunu bir holokost olarak adlandırdı. İngiliz Askeri tarihçi Basil Liddel Hart’a göre bombalamada 185.000 sivil öldü.

Yanarak ölmüş japon sivillerin cestleri
Enkaz altından çıkarılan komürleşmiş cesetler
Yanarak ölmüş bir kadın ve bebeği
  • 80.000 ila 185.000 arası kişi hayatını kaybetti
  • 40.918 kişi yaralandı.
  • 270.000 üzeri ev yıkıldı veya hasar gördü.
  • 1 Milyon kişi evsiz kaldı
  • Tokyonun 41 Kilometrekaresi yok oldu
Tokyo Bombardımanı’nın da ölenler anısına yapılan anıt mezar, Tokyo

Sonrası

Japon hükûmeti başlangıçta 10 Mart baskınının kapsamıyla ilgili haberleri sansürlerlemeye çalıştı, ancak daha sonra bunu propaganda amacıyla kullandı. Japonya Başbakanı Kuniaki Koiso hava saldırısını “en acımasız ve barbar Amerikalı saldırısı” olarak kınadı ve halka “Tokyo vatandaşlarının hava saldırılarından korkmadan gittikçe daha fazla birleştiğini” söyledi.

10 Mart’ta İmparatorluk Karargahı tarafından yayınlanan bir bildiride, “şehir içinde sadece çeşitli yerlerin ateşe verildiği” belirtildi.  Ancak, yıkım söylentileri hızla ülke geneline yayıldı. Saldırı ile ilgili haberler, 11 Mart’ta tüm Japon gazetelerinin ön sayfasında yer aldı. Raporlama, saldırının ahlaksızlığına ve imha edilen B-29’ların sayısına odaklandı. Sonraki gazete haberleri, zayiatların ölçeğine çok az atıfta bulundu ve yayınlanan birkaç fotoğraf çok az fiziksel hasar gösterdi.  Japon Hükûmetinin resmi yayın kuruluşu Hava saldırılarının neden olduğu hasarı küçümseme şeklindeki olağan uygulamadan vazgeçerek halkı ABD’ye karşı öfkeyi motive etmek amacıyla medyayı yıkımın kapsamlı ölçeğini vurgulamaya teşvik etti. Tokyo Radyosu, saldırıyı “katliam bombalaması” olarak adlandırdı ve bu bombalamanın bir soykırım olduğunu söyledi. Radyo bombalama emrini veren Lemay’i Romayı yakan İmparator Neroya benzetti. Diğer radyo yayınları, B-29 kayıplarına ve Japon sivillerin savaşı sürdürme arzusuna odaklandı. Amerikan gazeteleri Tokyo’daki fiziksel hasara odaklandı, kayıplara çok az atıfta bulundu ve ölü sayısı tahminlerini içermiyordu. Bu, USAAF bildirilerinin ve raporlarının içeriğinden kaynaklanmıştır.

Saldırı, Japon sivillerin moraline önemli ölçüde zarar verdi ve Mart ayındaki diğer yangın bombası baskınları, çoğu kişinin savaş durumunun hükûmetlerinin kabul ettiğinden daha kötü olduğuna ikna oldu. Japon Hükûmeti, sadakatsizlik veya dedikodu yaymakla suçlanan kişilere ağır cezalar da dahil olmak üzere bir baskı kombinasyonu ve ülkenin hava ve sivil savunma önlemlerine olan güveni yeniden sağlamaya odaklanan bir propaganda kampanyası ile karşılık verdi. Bu önlemler genellikle başarısız oldu.

İlgili filmler

  • ‘Galasu no Usagi (Camlı Tavşan)’ (Film, 1979)
  • ‘Galasu no Usagi (Camlı Tavşan)’ (NHK TV., 1980)
  • ‘Galasu no Usagi (Camlı Tavşan)’ (Anime, 2005) Resmi Site 8 Kasım 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi./Trailer
    • ‘Hotaru no Haka (The Grave of the Fireflies)’ (Anime, 1988) Kobe bombardıman
    • ‘Hotaru no Haka’ (NTV, 2005) Resmi Site15 Haziran 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi./Trailer Kobe bombasrdıman
  • Tokyo Bombardımandan esinlenmiş Ango Sakaguchi’nin eserinden: Makoto Tezuka (Osamu Tezuka’nın oğlu), ‘Hakuchi’ (1999) Trailer 13 Ağustos 2021 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  • Ateşböceklerinin Mezarı

İlgili belgeseller

  • ‘Tôkyô Dai Kûşû: 60 nenme-no Hisai Çizu (Tokyo Büyük Bombardımanı: 60 yıl sonraki Hasar haritası)’ (NHK TV., 2005) Trailer
  • ‘Target Tokyo From Saipan B-29 Base’ 27 Kasım 1944 tarihli propaganda haberi 28 Eylül 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  • ‘B-29’s Rule Jap Skies’ 18 Aralık 1944 tarihli propaganda haberi 1 Nisan 2007 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
  • 1952 – Küba’da Fulgencio Batista önderliğinde askerî darbe.
  • 1956 – Kıbrıs Başepiskoposu III. Makarios’un, 9 Mart günü sınır dışı edilmesinden sonra Kıbrıs’ta ayaklanmalar başladı.
  • 1956 – ABD’nin Florida eyaletinden Fas’a giden ve iki adet nükleer başlık kapsülü taşıyan uçak Akdeniz üzerinde kayboldu, uçağın enkazı ise bulunamadı.
  • 1969 – Amerikalı siyahi lider Martin Luther King’in katili James Earl Ray, 99 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı.
  • 1971 – Bir gün önceki başarısız askeri darbe teşebbüsünün ardından, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın Başkanlığında toplanan “Genişletilmiş Komuta Konseyi” toplantısında, “Olayları önlemede Hükümetin yetersiz kaldığı” ifade edildi ve 12 Mart günü Hükûmete muhtıra verilmesi kararı alındı.
  • 1972 – Türkiye Büyük Millet Meclisi, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararlarını, 53 red, altı çekimser, 238 kabul oyuyla onayladı.
Deniz Gezmiş
Doğum 28 Şubat 1947
Ayaş, Ankara, Türkiye
Ölüm 6 Mayıs 1972 (25 yaşında)
Ulucanlar, Altındağ, Ankara, Türkiye
Ölüm sebebi Asılarak idam
Defin yeri Karşıyaka Mezarlığı, Ankara
Milliyet Türk
Eğitim İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1969’da ihraç edildi.)
Etkin yıllar 1965-1972
Organizasyon THKO (1970-72)
Tanınma nedeni Öğrenci lideri
Boy 1,91 m (6 ft 3 in)
Siyasi parti Türkiye İşçi Partisi (1961) (1965-1969)
Ebeveyn(ler) Cemil Gezmiş (d. 1922 – ö. 2000)
Mukaddes Gezmiş (d. 1920 – ö. 2014)
Akraba(lar) Bora Gezmiş (ağabeyi)
Hamdi Gezmiş (kardeşi)

Deniz Gezmiş (28 Şubat 1947, Ankara – 6 Mayıs 1972, Ankara), Türk Marksist-Leninist militandır.

1965’te Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. 1968’de 6. Filo protestolarına katıldı. Olaylardan dolayı öğrencileri ayaklandırmaya teşvik suçundan hakkında yakalama kararı çıkarıldı ve 30 Temmuz 1968’de tutuklandı. Kasım 1968’de yeni ABD Büyükelçisi Robert Komer’i protesto ettiği için tekrar tutuklandı. 26 Aralık 1968’de Oya Sencer’in doktora tezinin kabul edilmemesi üzerine protestoları organize eden öğrenciler arasında olduğu için hakkında tutuklama verildi ve üniversite süresiz kapatıldı. İstanbul Üniversitesinin kütüphanesine sol görüşlü Vedat Demircioğlu’nun ismini vermeleri üzerine sağ görüşlü öğrencilerle aralarında çıkan kavgaya karıştıktan sonra 18 Mart 1969’da tutuklandı. Üniversite Reform Tasarısı’nı desteklemek için öğrenciler ve akademisyenler tarafından Mayıs 1969’da protestolar başladı. İstanbul Üniversitesinin işgaline liderlik etti. Bitmeyen olaylardan dolayı üniversite yönetiminin Haziran 1969’da polis nezaretinde sınav yapılması kararından sonra protestolar şiddetlendi. Güvenlik kuvvetlerinin üniversiteye müdahalesi sırasında polis ve öğrenciler yaralandı. Hakkında tekrar tutuklama kararı verildi. 1969’da Filistin’de bulunan Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesinin gerilla kampına silahlı eğitim almak ve FDHKC üyeleri ile aynı safta savaşmak için gitti. 20 Aralık 1969’da yakalandı, 18 Eylül 1970’e kadar tutuklu kaldı. İstanbul Hukuk Fakültesinden kanun dışı eylemlere katıldığı için ihraç edildi. Bursa Cezaevi’nden tahliye edildikten sonra askere alınacakken Sivas’a sevki sırasında askerden kaçtı. Silahlı Marksist-Leninist örgüt Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu kurdu. 29 Aralık 1970’te Yusuf Aslan’ın çaldığı bir otomobille giderken ABD Büyükelçiliği önündeki Kavaklıdere Polis Kulübesi’ni kurşunladı, iki Türk polisi ağır yaralandı. 11 Ocak 1971’de Türkiye İş Bankası Emek Şubesi soygununu gerçekleştirdi. 4 Mart 1971 günü dört Amerikalıyı kaçırdı, bir bildiri yayımlayarak 400.000 dolar fidye ve “tüm devrimcilerin serbest bırakılmasını” istedi. Güvenlik güçleri 5 Mart’ta kendisini ve Amerikalıları bulmak için THKO’nun “karargâhı” sayılan ODTÜ’yü kuşattı. Öğrencilerle güvenlik güçleri arasında çatışma çıktı. 9 saat süren çatışmada 1’i komando er Mevlüt Meriç olmak üzere 3 kişi öldü, 26 kişi yaralandı. Üniversite süresiz kapatıldı. 9 Mart’ta Amerikalıları serbest bıraktı. 12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından yakalanarak yargılandı ve idama mahkûm edildi. Cezası ertesi yıl Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la aynı gün infaz edildi.

Yaşamı

Ailesi ve ilk yılları

Deniz Gezmiş, 28 Şubat 1947’de Ankara’nın Ayaş ilçesinde doğdu. Baba tarafından kökeni Rize’nin İkizdere ilçesine bağlı Cimil (Başköy) köyündendir. Babası, Ilıca (Aziziye)/Erzurum nüfusuna kayıtlı ilköğretim müfettişi Cemil Gezmiş; annesi, Erzurum’un Tortum ilçesinden ilkokul öğretmeni Mukaddes Gezmiş’tir. Ailenin üç erkek çocuğundan ikincisiydi. Ağabeyi Bora Gezmiş (d. 1944), hukuk fakültesinden ayrılıp bankacılık yapmıştı. Kardeşi Hamdi Gezmiş (1952-2020) ise mali müşavirdi.

Deniz Gezmiş; ilkokulu Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde, ardından Sivas merkezde o dönem Çifte Minareli Medrese’nin eyvanının yerinde bulunan Selçuk İlkokulunda ve ortaokulu ise yine bu ilde Atatürk Ortaokulunda okumuştur. Pek çok kaynakta yazıldığının aksine Şarkışla’da öğrenim görmemiştir ancak 6 yaşına kadar bu ilçede kaldığına dair bilgiler mevcuttur. Liseyi İstanbul’da Haydarpaşa Lisesinde okumuştur. Henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı ve kendini döneminin eylemleri içinde buldu.

Siyasi yaşamı

11 Ekim 1965’te Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Üsküdar ilçe başkanlığına üye oldu. İlk defa 15 Ağustos – 31 Ağustos 1966 tarihleri arasında Ankara’dan İstanbul’a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin Taksim Anıtı’na çelenk koymaları sırasında işçilerin desteklenip TÜRK-İŞ yöneticilerinin protesto edildiği gösteri sırasında gözaltına alındı.

Deniz Gezmiş ile Uluç Gürkan röportajı

6 Temmuz 1966 tarihinde girdiği üniversite sınavında hem fen fakültesini hem de hukuk fakültesini kazandı. Babası, Deniz Gezmiş’in fen fakültesine gitmesini istedi. Gezmiş, babasının isteğini geri çevirmeyerek fen fakültesine gitmeyi kabul etti fakat daha sonra fikir değiştirerek hukuk fakültesine kaydını yaptırdı. 7 Kasım 1966’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Ardından 19 Ocak 1967’de Türkiye Millî Talebe Federasyonu (TMTF) binasının yediemine verilmesi sırasında çıkan olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. 22 Kasım 1967’de öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Âşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş, Hukuk Fakültesi’nde birlikte okuduğu arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968’de “Devrimci Hukukçular Örgütü”nü kurdu. 7 Mart 1968’de İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlenen toplantıda konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ü protesto ettiği için tutuklandı. 2 Mayıs’a kadar tutuklu kalan Gezmiş, 30 Mayıs’ta 6. Filo’yu protesto ettiği için yargılandı ve beraat etti. Öğrenci eylemleri içinde etkinliği giderek artan Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968’de İstanbul Üniversitesi’nin işgal edilmesine önderlik etti. İşgal Konseyi adına İstanbul Üniversitesi Senatosu ile Baltalimanı’nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı, öğrenci haklarının elde edilip işgalin sona erdirilmesinde etkili oldu. İşgalden kısa bir süre sonra İstanbul’a gelen 6. Filo’yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş, 30 Temmuz 1968’de bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül 1968’de serbest bırakıldı.

“Mustafa Kemal Yürüyüşü” posteri

TİP içinde yoğunlaşan, ayrılıklara ve tartışmalara yol açan ideolojik sorunlarda “Millî Demokratik Devrim” grubunun görüşlerini benimseyen Deniz Gezmiş, bu görüşün özellikle devrimci öğrenciler arasında yayılmasında etkili oldu. Ekim 1968’de eylemlerde birlikte olduğu Cihan Alptekin, Mustafa İlker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Devran Seymen, Cevat Ercişli, M. Mehdi Beşpınar, Selahattin Okur, Saim Kurul ve Ömer Erim Süerkan’la birlikte Devrimci Öğrenci Birliğini (DÖB) kurdu. 1 Kasım 1968’de TMGT (Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı), AÜTB, ODTÜÖB ve DÖB’ün başlattığı “Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü düzenledi. Ardından 28 Kasım 1968’de ABD Büyükelçisi Kommer’in gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı’nda düzenlenen protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve 17 Aralık 1968’de serbest bırakıldı.

Oya Sencer’in “Türkiye’de İşçi Sınıfı: Doğuşu ve Yapısı” konulu doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine öğrenciler olayı protesto ettiler. Bu protestonun başında Deniz Gezmiş vardı. 27 Aralık 1968 tarihinde polisler tarafından tutuklanacakken ellerinden kurtuldu ve İzmir’e gitti. Bir hafta sonra tutuklu olan arkadaşı Celal Doğan’ın evindeyken baskın sonucu yakalandı. 22 Şubat 1969’da serbest bırakıldı.

İstanbul Üniversitesinde sağcı güçlerin 16 Mart 1969’da girişmiş olduğu hareketlere öğrenci kitlesiyle birlikte karşı koyan Gezmiş, bu eylemi gerekçe gösterilerek 19 Mart’ta yeniden tutuklanarak 3 Nisan’a kadar hapis yattı. Ardından 31 Mayıs 1969’da İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin reform tasarısının gerçekleşmemesini protesto gerekçesiyle giriştikleri işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, haziranın sonunda Filistin’de bulunan Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nin gerilla kampına silahlı eğitim almak ve FDHKC üyeleri ile aynı safta savaşmak için gitti. Filistin’e gitmeden önce 23 Haziran 1969’da TMGT’nin topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı’na kendisi gibi haklarında tutuklama kararı olan FKF Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir mücadele programı gönderdi.

Eylüle kadar Filistin’de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş, 28 Ağustos 1969’da, 26 Aralık 1968’de üniversiteyi işgal ettiği gerekçesiyle Hukuk Fakültesinden ihraç edildi. Hakkında tutuklama kararının olduğu bu dönemde gazetecilere gizlendiği yerden demeçler verdi. 23 Eylül 1969’da Hukuk Fakültesinde bulunduğunun ihbar edilmesi üzerine fakülteye düzenlenen polis baskınında teslim olan Gezmiş, 25 Kasım’da serbest bırakıldı. Ancak İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisinde Battal Mehetoğlu’nun sağcılar tarafından öldürülmesinden sonra okulda yapılan aramada ele geçirilen dürbünlü bir tüfeğin Gezmiş’e ait olduğu iddia edilerek hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarıldı. 20 Aralık 1969’da yakalanan Gezmiş, kendisiyle birlikte tutuklanan Cihan Alptekin’le birlikte 18 Eylül 1970’e kadar tutuklu kaldı. Hapisten çıktığında askere alındı. “Kafasındaki devrim planlarını gerçekleştirmek” için askere gitmedi. Bundan sonra öğrenci eylemlerinden uzaklaşarak mücadelesini değişik alanlarda sürdürdü. Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan’la birlikte Ankara’da THKO’yu kurdu. 29 Aralık 1970’te Yusuf Aslan’ın çaldığı otomobile Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan ile birlikte bindi. Yol üzerinde Kavaklıdere Polis Kulübesi’ni kurşunladı, kulübeye on kurşun geldi, görevli polisler Nuri Selçuk ve Vahap Çınar ağır yaralandı. 11 Ocak 1971’de THKO adına Ankara İş Bankası Emek Şubesinin soygununu gerçekleştirenler arasında yer aldı. Bu olaydan sonra Yusuf Aslan’la beraber “vur emri” ile aranmaya başlandı. Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın yakalanmasına yardım eden kişilere 15.000 lira ödül verileceği açıklandı.

4 Mart günü arkadaşlarıyla birlikte sabaha karşı Balgat’taki hava üssünde görevli 4 Amerikalıyı kaçırdı. Bir bildiri yayımlayarak 400.000 dolar fidye ve “tüm devrimcilerin serbest bırakılmasını” istedi. Otuz bin polis ve asker Ankara’da her yeri aradı, kentin bütün giriş ve çıkışları tutuldu. Güvenlik güçleri 5 Mart’ta Deniz Gezmiş’i ve Amerikalıları bulmak için THKO’nun “karargâhı” sayılan ODTÜ’yü kuşattı. Öğrencilerle güvenlik güçleri arasında çatışma çıktı. 9 saat süren çatışmada 1’i komando er Mevlüt Meriç olmak üzere 3 kişi öldü, 26 kişi yaralandı. Üniversite süresiz kapatıldı. Gezmiş ve arkadaşları, 9 Mart’ta Amerikalıları serbest bıraktılar. Amerikalıların kaçırılması, ODTÜ’deki çatışma ve ayrıca bu çatışmada bir askerin hayatını kaybetmesi Türk Silahlı Kuvvetlerinde büyük tepki yarattı.

Yakalanışı ve idamı

12 Mart Muhtırası olduktan üç gün sonra yani 15 Mart 1971’de bir motosiklette Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, diğer motosiklette ise Sinan Cemgil yola çıktılar. Sinan Cemgil daha sonra yol ayrımından Nurhak’a doğru yol aldı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ile birlikte Malatya’ya gitmek amacıyla yolda ilerlerken, Sivas girişinde çevirme olduğunu haber almaları üzerine yönlerini Şarkışla’ya çevirdiler. Şarkışla’ya yaklaşık 20 km kala bozulan motosikleti iterek ilçeye götürdüler. Şarkışla’da motosikleti kiraladıkları bir jipe yükledikten kısa bir süre sonra bekçinin aldığı bir ihbar sonucu askerlerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan yaralanarak yere düşünce Deniz Gezmiş tek başına kaçmaya devam etti.[24] Kaçabilmek için bir astsubayın evine zorla girerek kapısının önünde duran arabasına kendisi ile birlikte binmesini sağladı. Astsubay’ın karısı kapıyı kapatmaya çalıştığı esnada kapıya ateş ederek kadının elinin yaralanmasına neden oldu. Astsubay Başçavuş İbrahim Fırıncı’yı rehin aldı. Gezmiş, 16 Mart 1971 Salı günü Sivas’ın Gemerek ilçesinde etrafı sarılarak yakalandı ve Kayseri’ye getirildi ve Kayseri Valisi Abdullah Asım İğneciler’in karşısına çıkarıldı. Buradan Ankara’ya, dönemin İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun makamına götürüldü.

Mahkemesi, 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında, Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No.’lu Mahkemesinde başlayıp 9 Ekim 1971 günü bitti. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 16 Temmuz 1971’de başlayan “THKO-1 Davası”nda TCK’nin 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle 9 Ekim 1971’de 146/1 maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldı. Mahkeme kararı:

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan,Mahkememiz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını/bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğinizi sabit gördü. Türk Ceza Kanunu’nun 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezası ile tecziyenize karar verdi. Hüküm bir hafta içinde kabil-i temyizdir, tutukluluğunuz devam edecektir.

Verilen karar daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine getirildi. 24 Nisan 1972 Pazartesi günü yapılan Meclis oturumunda CHP lideri İsmet İnönü, “27 Mayıs’tan sonra idama mahkûm edilenlerin idam edilmemeleri için parti olarak var güçleriyle çalıştıklarını, siyasi suçlardan dolayı idam olmamasını, yeni bir kanun çıkarılmasını” önerdi ve şöyle devam etti:

“Suçluların cezaları müebbet hapse çevrilmelidir. Nihayet bunlar genç, tecrübesiz, taşkın insanlardır. Taşkınlıklarının hiçbir netice veremeyeceği kendilerine ve emsallerine öğretilmiştir.”

Konuşmalardan sonra yapılan oylamada Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı, 48 “ret” oyuna karşılık 273 “kabul” oyu ile Meclis tarafından onaylandı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit “ret”, Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş ise “kabul” oyu kullandılar. Necmettin Erbakan ise oylamaya katılmadı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da idamları onayladı. İsmet İnönü, CHP adına Anayasa Mahkemesi’ne itiraz etti. Muhalefet şerhleriyle birlikte karar usul yönünden iptal edildi. İptal kararı üzerine yeniden toplanan meclis oy çokluğuyla idam kararlarını yeniden onayladı.

Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda bulunan mezarı

Mahkûmların özür dilemesi istendi. Hiçbiri yaptıklarından dolayı özür dilemedi. Alman Der Spiegel dergisinde konuyla ilgili çıkan yazıda, Deniz Gezmiş’in idam edilmeden önce şunları söylediği yazmaktadır:

Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!

İdama tanık olan avukatı Halit Çelenk’e göre ise son sözleri şöyledir:

Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde gece 1.00-3.00 arası, Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi. İdam yaftaları sonradan müze olan Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ne Anadolu Ajansı muhabiri Burhan Dodanlı tarafından bağışlandı. İdam yaftaları:

Ankara 1 nolu Askeri mahkemesinin 9.10.1971 tarih ve 971-13 esas 971-23 karar sayılı hükmü ile T.C.K. 146-1 maddesi uyarınca ölüm cezasına mahkûm edilmiştir.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının, 1969’da öldürülen Taylan Özgür’ün yanına gömülme istekleri yerine getirilmedi.

Deniz Gezmiş, idamından sonra bayraklaşarak “solun devrim mücadelesi”nin çok önemli bir sembolü oldu. Birçok sol örgütün, başka konularda farklı fikirlerde olmalarına rağmen mutabık kaldıkları nadir konulardan birisi de Gezmiş’in “devrim önderliği”dir.

Olaydan 15 yıl sonra Süleyman Demirel, bir gazeteciye verdiği demeçte idamlar için, “Soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri.” yorumunu yaptı.

Deniz Gezmiş’in Son Mektubu

Baba;

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de tereddüte düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir; seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.

Oğlun Deniz Gezmiş – Merkez Cezaevi

Gerçek dışı iddialar

Deniz Gezmiş’in özellikle Şarkışla ve Gemerek’te yaşadıklarına dair geniş kapsamlı bir araştırma ve ayrıntılı bir kaynak taraması yaparak süreci başından sonuna kadar incelemiş olan Metehan Akbulut edindiği bilgilere dayanarak Deniz Gezmiş’in hayatına dair gerçek dışı söylentilerin ve kurgusal anlatıların bir hayli fazla olduğunu ortaya koyarak bunları tespit etmeye çalışmıştır ve gerçeğe ulaşmanın her koşulda doğru olduğunu belirtmiştir. Bunun için de öncelikle ifade ve dava tutanaklarını esas almış, diğer verilerin bunlarla uyumlu olup olmadığını kontrol etmiştir.

Bir örnek vermek gerekirse bu yazılarda tespit etmiş olduğu Elmalı köyüne dair pek çok asılsız rivayet vardır. Deniz Gezmiş’in Şarkışla’da yaşadığı olayların gerçekleştiği süreç içerisinde Elmalı köyü, asıl nedeni tam anlaşılamayan bir biçimde bir tür efsaneye dönüşmüş durumdadır. Bu durum belki de birbiri ile bağlantısız ve aralarında ilişki dahi bulunmayan bazı olayların tamamen rastlantısal olarak üst üste gelmesinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’ın Elmalı’da bir gece kaldıkları, Hamamcı Ali’yi sordukları (sanılanın aksine Elmalı köyünden değildir), Deniz Gezmiş’in arkadaşı olduğu iddia edilen paraşüt şehidi Naciye Sakarya’nın gerçekten bu köylü olmasına rağmen idamın hemen sonrasında paraşütünü kasten açmadığına dair tamamen gerçeğe aykırı öykü (gerçekte idamdan çok önce ölmüş olması ve aslında birbirlerini tanıyor olmaları ihtimalinin bile çok düşük olması) ve Yusuf Aslan’ın Elmalı’da Deniz Gezmiş’ten ayrılmak zorunda kaldığına veya orada birbirlerini kaybettiklerine dair bütünüyle yanlış bilgi, Deniz’in sınıf arkadaşının bu köyden olduğu ve onun babasının evinde kalmak için köye girdiği söylentisi… Elmalı köyüne dair neden bu kadar çok söylenti vardır?… Bu sorunun kesin bir cevabı yoktur. Anlatılanların bir kısmı tamamen gerçek dışıdır. Önemli bir kısmı ise bütünüyle kuşkuludur. Bunların hepsi bir araya geldiğinde Deniz Gezmiş hakkında gerçek diye anlatılan olayların önemli bir kısmının yarı efsanevi söylentilere dönüştüğü görülmektedir. Üstelik bu söylentiler sadece Elmalı Köyü ve Şarkışla’da yaşananlara dair de değildir; hayatının pek çok dönemine dair asılsız bilgiler anlatılmış hatta yazılara geçirilmiştir. Örneğin kimi kitaplarda bile yazılı olan Gemerek belediye başkanının evini bastığı iddiasının tamamen asılsız olduğu mantıksal gerekçeleriyle (Gemerek’in içine hiç giremeden yakalandığı) bahsi geçen araştırmalarda açıkça ortaya koyulmuştur.

Görüşleri

16 Mart 1971 günü yakalanan Deniz Gezmiş, karşısına çıkarıldığı Kayseri Valisi’nin:

“Demirel Hükûmeti istifa etti. Memnun musunuz? Hükûmetin istifası siz gençleri tatmin etti mi? Maksadınız bu muydu?”

sorusuna şu cevabı verdi:

“Hayır, Hükûmetle bizim ilişkimiz yok. Biz yeni bir rejim, yeni bir devlet kuracağız. Onunla ilgiliyiz.”

Marksizm-Leninizm ideolojilerini savunan Deniz Gezmiş, idamından önce de şu sözleri söyledi: (Tutanağa alınmamıştır)

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!”

THKO davasındaki savunmasında birçok yerde Atatürk’ün devrimlerinin ve Kurtuluş mücadelesinin bir devamı olarak kendilerini gördüklerini ifade etmişlerdir:

“Fikir özgürlüğünü ve Anayasa’yı paravan yapanlar “önceden Atatürkçü geçinirken O’nun fikir ve şahsiyetini de küçük görmeye başladılar, sadece Mustafa Kemal tarafını beğeniyorlardı.” suçlamasını kesin olarak reddediyorum ve asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmez. (…) Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun istiklal-i tam prensibini ve onun istiklal-i tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz. (…) Bundan tam 42 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk bu mücadelenin bayrağını açmıştı. Bugün de genç kuşaklar bu mücadelenin verilmesi gereğine inanmış bulunuyorlar. (…) Atatürk’ün deyimi ile (gençlik) “inkılapların ve rejimin sahibi ve bekçisidir”. Bu sözlerden gençliğe sadece yurdun emanet edilmediği, onunla birlikte rejimin de emanet edildiği anlaşılmaktadır.” 

Deniz Gezmiş’in Atatürk hakkındaki görüşleriyle ilgili olarak kardeşi Bora Gezmiş şöyle demiştir:

Deniz’in Atatürk’ü sevmediğini iddia etmek için bir delil ortaya koymanız lazım. Yalnız Deniz değil, 68 Kuşağı’nın yüzde 90’ı Atatürk’ü referans alarak ‘2. Kurtuluş Savaşı’nı başlattığını’ söyler. Deniz hem sosyalistti, hem Atatürkçüydü.
Bunu söylemek o kadar kolay ki; Deniz’in Atatürk’le ilgili Samsun’dan Ankara’ya Atatürk yürüyüşünde ‘Türk halkına’ diye açıklamaları var. Bazıları da diyor ki; önce Atatürk’ü referans alıyordu ama sonra sosyalizme kaydı. O zaman da Deniz’in Mamak’taki en son savunmasını okuyacaksın. Mahkemede savcının “Bunlar Atatürk demezler, Mustafa Kemal’in kalpaklı resmini kendilerine referans alırlar…” şeklinde iddiada bulunması üzerine Deniz, “Atatürk’ü en çok koruyan biziz.” der.

Eleştiriler

1971 yılına girerken yayımladığı yeni yıl mesajında Deniz Gezmiş’in başını çektiği üniversite olaylarına ve silahlı eylemlere değinen Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü şöyle dedi:

“Üniversite özerkliği, zorbaların kanundan kurtularak üniversitelerde baskı yapmaları yetkisi değildir. Silah taşıyorlar ve onunla veya silahsız kanun dinlemiyorlar, hoca dinlemiyorlar. Çalışmak isteyen öğrenciyi zorla alıkoyuyorlarsa öğrenci adına layık olmayan bu kimseler ister sol irticaın aleti olsunlar, ister sağ irticaın; devlet kuvvetleriyle derhal tesirsiz ve yersiz bırakılmak lazımdır. Yurtlar için de durum budur.”

Deniz Gezmiş’in Amerikalıları kaçırmasından sonra 5 Mart 1971’de Dünya gazetesindeki “Politika” başlıklı köşesinde yayımladığı yazısında Falih Rıfkı Atay, idamdan bahsetti:

“Her zaman bir aşiretten cihangirane bir devlet çıkaramayız ya. Ama ilhamımıza sınır yoktur: Bu defa da banka soyguncusu hayduttan bir kahraman çıkardık. Solların dilinde, eski Çakırcalı gibi destan kahramanı olmuştur. Ama Çakırcalı sonunda bacaklarından baş aşağı asılmıştır. Kanlı eşkıyaların el üstünde tutulduğunu da görecekmişiz! Yazık üniversiteler için harcadığımız on milyonlarca liraya! Eşkıya yetiştirmek için üniversite kurmaya ne lüzum var? Onları dağ da yetiştirir!”

Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu, 12 Eylül Darbesi’nden sonra 17 Eylül 1980 günü yayımladığı yazısında, 12 Mart dönemini değerlendirerek Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi isimlerin gerçekleştirdikleri banka soyma, adam kaçırma, fidye isteme gibi eylemleri “bireysel terör” olarak tanımladı ve silahlı eylemlere karşı çıkılması gerektiğini ifade etti:

“Solun başvuracağı tek yöntem yasal çizgiler, anayasal çerçevelerdir. Barışçı yollarla oluşmalıdır.”

Ölümünden sonrası

Siyasi mirası

  • Deniz Gezmiş’in idamından sonra, o günlerde Gezmiş’in yakın arkadaşlarından Mahir Çayan’ın kitaplarını ve yazılarını okuyan ve daha sonra yasa dışı ayrılıkçı silahlı örgüt PKK’nın kurucu lideri olacak olan Abdullah Öcalan, çevresindekilere, “Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın gerilla yöntemlerini birleştirmek gerektiğini” söyledi.
  • Nihat Erim suikastı: 12 Mart döneminin başbakanı Nihat Erim, “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının intikamının alınması” adına 19 Temmuz 1980’de silahlı örgüt Devrimci Sol militanları tarafından gerçekleştirilen suikast sonucu öldürüldü.
  • Deniz Gezmiş’in idam edildiği 6 Mayıs tarihi, 70’li yıllardan beri Türkiye’deki pek çok sol görüşlü örgüt, parti ve demokratik kitle örgütü tarafından bir anma gününe dönüştürülmüş, Gezmiş’in anısı ve mirası yaşatılmaya çalışılmıştır. “İstanbul’dan Ankara’ya Deniz Gezmiş için Bağımsızlık Yürüyüşü”, “Yurtsever Cephe” önderliğinde 1 Mayıs 2007’de İstanbul’dan başlamıştır. Gezmiş ve arkadaşlarının 1972’de idam edildiği Ankara’da, Karşıyaka Mezarlığı’nda sona eren yürüyüşe katılanlar çeşitli duraklarda durarak amaçlarını anlatan şenlikler düzenlemişlerdir. Yürüyüş öncesinde Çanakkale Sulh Mahkemesi, afişlerin üzerinde resimleri yer alan kişilerin idam hükmü giymiş mahkûmlar olduğu gerekçesiyle söz konusu afişlerin toplatılmasına karar vermiştir.
  • Ailesi, 2015 yılında, “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının anısını, devrimci mücadeleye kattıkları değerleri yaşatmak” amacıyla “Deniz Gezmiş Özgürlük ve Bağımsızlık Vakfı”nı kurdu.

Popüler kültür

Hakkında Yazılan Kitaplar
Yıl Kitap Yazar
1976 Deniz Gezmiş Anlatıyor Erdal Öz
1976 Dar Ağacında Üç Fidan Nihat Behram
1978 İdam Gecesi Anıları Halit Çelenk
1986 Gülünün Solduğu Akşam Erdal Öz
1996 Bizim Deniz Turhan Feyizoğlu
1998 Üç Asılmışların Hikâyesi Ahmet Kahraman
2002 Denizler İdama Giderken Oral Çalışlar
2003 Defterimde Kuş Sesleri Erdal Öz 
2005 Deniz Gezmiş Albümü Özgür Erdem
2006 Savunma Deniz Gezmiş
2007 Deniz Fırtınalı Yıllar Tarkan Tufan
2008 Hepiniz Suçlusunuz Burhan Dodanlı
2009 Deniz: Yaşamı ve Mücadelesi Özgür Erdem
2010 Herkesin Bir Deniz Gezmiş Öyküsü Vardır Atilla Keskin
2011 Bir Dava İki Devrimci Unutmak İhanettir Hüseyin Turan
2011 Ağlasın Gökyüzü Vehbi Bardakçı
2011 Denizler ve Filistin Turhan Feyizoğlu
2012 Arkadaşım Deniz Gezmiş Doğu Perinçek
2012 Deniz Gezmiş Destanı Alper Özbek
2014 Bir Defter-i Hatırat-ı Zindan Hasan İhsan
2014 Adı Deniz Esen Rüzgar
2014 Abim Deniz Can Dündar
2014 Hırçın Bir Deniz Hikâyesi Ahmet Tahir Can
Filmler
Film Notlar
Hoşçakal Yarın Deniz Gezmiş rolünü Berhan Şimşek üstlenmiştir.
Aşk Olsun Sana Çocuk Deniz Gezmiş rolünü Barış Koçak üstlenmiştir.
Diziler
Dizi Notlar
Hatırla Sevgili Deniz Gezmiş rolünü Barış Koçak üstlenmiştir.
Belgeseller
Yıl Belgesel Yapımcı
1994 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi Mehmet Ali Birand
2012 Deniz Gezmiş Belgeseli / Delikanlım Can Dündar
Tiyatrolar
Oyun Notlar
Aşk Olsun Sana Çocuk Samsun Sanat Tiyatrosu, 2011 yazında ilk oyununu oynamıştır.
Deniz Diye Bir Delikanlı Ankara Sanat Tiyatrosu, Yazan ve Yöneten Metin Balaydır
Şiirler
Şiir Şair
Mare Nostrum Can Yücel
Mahur Beste Attilâ İlhan
Neyleyim Nevzat Çelik
Sardunyaya Ağıt Can Yücel
Şarkılar
Sanatçı Şarkı
Ahmet Aslan Susarak Özlüyorum
Ahmet Kaya Mahur
Ahmet Kaya Beni Tarihle Yargıla
Ahmet Kaya Dosta Düşmana Karşı
Nesimi Çimen 6 Mayıs Ağıdı
Zülfü Livaneli Hoşçakal Kardeşim Deniz
Zülfü Livaneli Şarkışla
Edip Akbayram Aşk Olsun Sana Çocuk
Cem Karaca Parka
Moğollar Geri Sar
Sevinç Eratalay Ankara’dan Bir Haber Var
Sevinç Eratalay Şarkışla
Selda Bağcan Denizlerin Dalgasıyım
Grup Yorum Özgürlük Türküsü
Grup Yorum Şarkışla
Metin-Kemal Kahraman Deniz Koydum Adını
Kardeş Türküler Deniz’e Yakılan Türkü
Duman Manası Yok
Mor ve Ötesi Darbe
Gazapizm Gördüler
Grup Özgürlük Deniz’e
Grup Adalılar Ankara’dan Bir Haber Var
Grup Adalılar Biz De Geliriz
Grup Yol Denizlerin Türküsü
Fevzi Kurtuluş Deniz’e Şikayet
Fevzi Kurtuluş Bizim Deniz
Hüseyin Karakuş Adı Deniz Olmalı
Çilekeş Her Deniz
Hüsnü Arkan 5 Mayıs
Soner Olgun Delikanlım Deniz
Emeğe Ezgi Adım Deniz
Mesth Devrim
Sertab Erener La’l
Yeni Türkü Sardunyaya Ağıt
Fazıl Say Sardunyaya Ağıt
Ayna Gemiler Sapasağlam
  • Mahir Çayan
  • İbrahim Kaypakkaya
  • Harun Karadeniz
  • Âşık Mevlüde Günbulut (Deniz Gezmiş Ağıdı’na dair bilgiler mevcut)
  • Kızıldere Olayı
  • Türkiye’de 68 Kuşağı
  • Altıncı Filo’yu Protesto Olayları
  • Türkiye’de ölüm cezası
  • Türkiye’de idam edilenler listesi

Notlar

  1. ^ Naciye Sakarya aslında Deniz Gezmiş’in idamından çok önce, 15 Temmuz 1971 tarihinde ölmüştür (Kesin tarih, Türk havacılık tarihçesi kayıtları içerisinde yer alan resmi bilgilerden alıntıdır: Kadın Havacılar 4 Mart 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. – son paragraf olan “İlk Kadın Hava Şehidi” başlığı altında verilen diğer kadın şehitler). Sakarya ailesi bu nedenle, gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle film şirketine dava açmıştır. Ayrıca paraşüt çekme kolunun kasten bozulduğuna dair söylentiler de farklı kişiler tarafından dile getirilmiştir. Ancak yapılan resmi kaza soruşturmalarında bunlara yönelik bir bulgu yoktur ve ailesi de bunları ciddiye almamıştır. Resmi olarak paraşüt şehididir. Cenazesi Türk Hava Kurumu uçakları ile mezarlığa getirilmiştir.
  2. ^ “Deniz Gezmiş Ağıdı” veya “Şarkışla’ya Düşürmesin Allah Sevdiği Kulunu” adlarıyla da tanınan eserin sözlerinin kime ait olduğu Erdoğan Alkan tarafından Papirüs dergisinde açıklanmış ve nasıl şarkı haline getirildiğini anlatmıştır. Şarkışla’lı Antropolog Dr. Şükrü Günbulut bu ağıdı yazan kişinin annesi Mevlüde Günbulut olduğunu açık olarak ifade etmiştir ve Erdoğan Alkan’ın verdiği bilgiyi doğrulamıştır. (“Halk Kültürümüzde Sivas’ın Yeri – Sempozyum Bildirileri”, 2003, Sayfa: 132, Aşık Veysel Kültür Derneği Yayınları, Kitap No: 3, Ankara, ISBN 975-6765-02-X) Ancak başka kişiler tarafında yapılan eklemelerle oluşan çeşitli varyantlar mevcuttur.

Dış bağlantılar

  • Parkalı Deniz’in fotoğrafçısı kitap yazdı 27 Şubat 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. – Hürriyet (Kelebek), Ali Dağlar, Yayın Tarihi: 25 Mayıs 2013
  • Şarkışla’ya Düşürmesin Allah – O Gece Yaşananlar 4 Mart 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. – Metehan Akbulut, Erişim Tarihi: 26 Şubat 2022
  • Deniz Gezmiş Ağıdını Kim Yazdı? 27 Şubat 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. – Metehan Akbulut, Erişim Tarihi: 04 Mart 2022
  • Deniz Gezmiş’in 50 yıl sonra ortaya çıkan fotoğrafları 27 Şubat 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. – Haberler.com, Yayın Tarihi: 11 Şubat 2021
  • Şarkışla: “Yusuf, Deniz İdam Olmuş / Her Tarafta Ağlanıyor” 6 Mayıs 2021 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. – Efe Kerem Sözeri, Erişim Tarihi: 10 Mart 2022
  • Bizim Savaşımız 25 Ocak 2021 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Tacettin Yıldırım (Şarkışla’da Deniz Gezmiş’in havaya ateş açtığını gören ve Yusuf Aslan vurularak yakalandığında birlikte Sivas’a aynı araçta yolculuk yapan astsubayın anısı)
Hüseyin İnan
Doğum Hüseyin İnan
1948
Bozhüyük, Gürün, Sivas
Ölüm 6 Mayıs 1972 (24 yaşında)
Ulucanlar, Altındağ, Ankara
Ölüm sebebi İdam
Defin yeri Karşıyaka Mezarlığı, Ankara
Milliyet Türk
Vatandaşlık  Türkiye
Mezun olduğu okul(lar) ODTÜ İdari Bilimler Bölümü
Etkin yıllar 1966-1972
Organizasyon THKO (1970-1972)
Tanınma nedeni Militan
Ebeveyn(ler) Hıdır İnan
Selver İnan

Hüseyin İnan (1948; Bozhüyük, Gürün, Sivas – 6 Mayıs 1972; Ulucanlar, Altındağ, Ankara), Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu kurucularından Türk Marksist-Leninist militan.

Hüseyin İnan, 1948’de Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı Bozhöyük köyünde doğdu. İlk ve ortaokulu Sarız’da, liseyi Kayseri’de okudu.

1966’da ODTÜ İdari Bilimler Bölümü’ne kayıt oldu. Sosyalist Fikir Kulübü (SFK) ve bu derneğin bağlı olduğu Dev-Genç’e üye oldu. Aynı dönemde TİP’e de üye oldu. Gerek İstanbul ve Ankara gerek İzmir ve diğer illerdeki eylemlerde aktif rol aldı, ABD 6. Filo’suna yönelik eylemin düzenleyicilerinden oldu. Toprak işgalleri gibi kırsal yörelerdeki eylemlerde yer aldı. 1966-1967 öğretim yılında gerçekleşen ODTÜ Hazırlık boykotunun örgütlenmesine önderlik etti.

Hüseyin İnan, 1968’de, TİP ve daha sonra MDD içindeki ayrılıklarda giderek belirginleşen gizli ve dar örgüt fikri doğrultusunda çekirdek bir grup oluşturup kır gerillası yoluyla savaşma düşüncesini geliştirmeye çalıştı. MDD fikrinden hiçbir zaman vazgeçmemiş olsa da fikrî mücadeleden silahlı mücadele yoluna doğru saptı.

Ankara’da, özellikle ODTÜ öğrencisi olan ve önderliğini Sinan Cemgil ile birlikte Hüseyin İnan’ın yaptığı grup, Türk sosyalizm tarihinin ilk silahlı örgütü olan THKO’nun çekirdek kadrosunu oluşturdu. Aynı yıl İdari Bilimler Fakültesi’nden çıkartılan Hüseyin İnan, sonrasında Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’la birlikte paylaşacağı, ODTÜ Birinci Yurt’ta 201-202 numaralı odada kalmaya devam etti. 14 Ekim 1969’da THKO’nun bu nüvesini oluşturan grup ile birlikte Suriye üzerinden Ürdün’e, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün askerî kanadı olan El Fetih’in gerilla eğitim kamplarına gitti. Burada aldıkları eğitimin ardından bir süre İsrail’e karşı yapılan kimi eylem ve karakol baskınlarında görev aldı.

Şubat 1970’te Türkiye’ye geri döndüğünde Diyarbakır-Gaziantep yolunda bir otobüste yakalandı. Diyarbakır’da devam eden yargılama sonunda Ekim 1970’te tahliye oldu.

İlk yakalanışı ve serbest kalması

El-Fetih kamplarında yaptıkları yirmi günlük bir eğitimden sonra Hüseyin ve 15 arkadaşı, 1 Şubat 1970 Pazar günü, Suriye sınırından gizlice Türkiye’ye girer. Grubun biri Diyarbakır’a gelir. İnan, Alpaslan Özdoğan ve Mustafa Yalçıner’le birlikte, yanlarında getirdikleri silahları Diyarbakır surlarına gömer. Daha sonra Diyarbakır Tıp Fakültesi önünde buluşmak için anlaşılır. Fakat Tıp Fakültesi önüne geldiklerinde fakültenin polis tarafından basılmış olduğunu gören Hüseyin, Alp ve Yalçıner, Adana’ya gitmek için Diyarbakır dışından bir benzin istasyonunda otobüse biner. Hüseyin ile Alp, yan yana koltuklara, Yalçıner tek başına oturur.

Otobüs, Gaziantep yakınlarında bir yerde jandarmalar tarafından durdurularak aranır. Hüseyin İnan ile Alpaslan Özdoğan yan yana koltuklarda oturduğu için gözaltına alınır. Mustafa Yalçıner, şans eseri kurtulur ve Adana’ya gelir. Yalçıner, daha sonra Ankara’ya gider. Müfit Özdeş, Teoman Ermete ve Atilla Keskin ise Malatya’da tren garında yakalanır. Sonuçta, yakalananlardan Hüseyin İnan, Atilla Keskin, Teoman Ermete, Müfit Özdeş, Ercan Enç, Alpaslan Özüdoğru, Hamit Yakup, Ahmet Tuncer Sümer, Kadir Manga, Ali Tenk, Bahtiyar Emanet tutuklanır ve Diyarbakır Tutukevi’ne konur. Filistin’den dönenlerden Mustafa Yalçıner, Ahmet Erdoğan ve diğer 3 kişi yakalanamaz. Fakat yakalananların Emniyet’te verdiği ifade nedeniyle Mustafa Yalçıner ile Ahmet Erdoğan, gıyabi tevkif kararı ile aranmaya başlanır.

Kendilerine isnat edilen suç Filistin’de aldıkları gerilla eğitimi ile alakalıdır. Mahkemenin Dışişleri Bakanlığından talep ettiği, konu ile ilgili bilirkişi raporunda, Bakanlığın, El-Fetih örgütü hakkında sosyalist bir örgüt olarak değil, “Milliyetçi bir Arap örgütü” olarak görüş bildirmesi sayesinde aynı yılın Ekim ayında serbest bırakılırlar.

İkinci yakalanışı ve idamı

Hüseyin İnan’ın mezarı, Karşıyaka Mezarlığı

Hüseyin İnan, serbest kalmasını takiben yeniden Ankara’ya döndüğünde kafasındaki kır gerillası fikri iyice berraklaşır. Benzeri düşünceler taşıyan ve aynı eylem çizgisini benimseyen, başlarında Deniz Gezmiş’in yer aldığı İstanbul grubuyla bir araya gelerek THKO’yu kurma kararı alırlar. Bu karar üzerine Deniz Gezmiş, son kez ayrıldığı İstanbul’dan, Ankara’ya gelir.

Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil ve Cihan Alptekin’in de kuruluşunda yer aldığı THKO’nun öncü teorisyeni olur. Bu, diğerleri tarafından lider olarak kabul edilmesini beraberinde getirir. Sadece teorisyenlikle sınırlı kalmaz ve THKO’nun tüm silahlı eylemlerinin bizzat içerisinde yer alır. 29 Aralık 1970’te, 4 Dev-Genç üyelerinden İlker Mansuroğlu’nun öldürülmesi üzerine, THKO’nun örgüt olarak ilk kez ismini kullandığı Kavaklıdere Polis Karakolu’nun kurşunlanması, 1 Ocak 1971’de Türkiye İş Bankası Emek Şubesi soygunu, Amerikan askerî tesislerinin basılarak önce bir, daha sonra dört Amerikalı askerin kaçırılması eylemlerinde bulunur.

23 Mart 1971’de Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde düştükleri pusuda THKO’lu bir diğer militan, Mehmet Nakiboğlu’yla beraber yakalanır.

Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan’la Ankara 1. No’lu Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi tarafından 9 Ekim 1971’de idama mahkûm olur. İdamların önlenmesi için gerek Mecliste gerek kamuoyunda ve gerekse örgüt arkadaşları tarafından çeşitli girişimlerde bulunulmasına rağmen Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş’le birlikte 6 Mayıs 1972’de idam edildi. Son sözleri, “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!” olmuştur. Kabri Karşıyaka Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

  • 1978 – 1978 tarihli Nükleer Yayılmanın Önlenmesi Yasası yürürlüğe girdi.
  • 2000 – Diyarbakır 1 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesi, kapatılan Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ı, halkı ırk ve din farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği gerekçesiyle bir yıl hapisle cezalandırdı.
  • 2004 – Yargıtay Birinci Ceza Dairesi, yedi TİP’li öğrenciyi öldürdüğü için yedi kez idam cezasına çarptırılan Haluk Kırcı’nın cezasının, 48 ayı hücrede olmak üzere müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmesine ilişkin kararı onadı.
  • 2004 – Kostas Karamanlis Yunanistan başbakanı oldu.
  • 2005 – Garri Kasparov satranç turnuvalarına katılmayacağını açıkladı..

wikipedia.org

Ayrıca Kontrol Edin

13 martta ölenler

Ölümler 1352 – Ashikaga Tadayoshi, Japon yönetici ve asker (d. 1306) 1447 – Şahruh, Timur İmparatorluğu üçüncü hükümdarı (d. 1377) Şahruh Mirza شاهرخ …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir