Herhangi bir metni seçin ve dinlemek için simgeye tıklayın!

Tarihte 1 Mart olayları

1 Mart, Tarihte Bugün Miladi takvime göre yılın 60. (artık yıllarda 61.) günü.
Şubat – Mart – Nisan
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

Olaylar

Voyager 1’in çektiği Satürn görüntüsü.
  • 1430 – Osmanlı Padişahı II. Murad, Selanik’i fethetti.
II. Murad
مراد ثانى
Gazi

Paolo Veronese tarafından çizilmiş portresi.
6. Osmanlı Padişahı
Hüküm süresi 26 Mayıs 1421 – Ağustos 1444
Önce gelen I. Mehmed
Sonra gelen II. Mehmed
İkinci saltanatı
Hüküm süresi Eylül 1446 – 3 Şubat 1451
Önce gelen II. Mehmed
Sonra gelen II. Mehmed
Doğum 16 Haziran 1404
Amasya, Osmanlı Devleti
Ölüm 3 Şubat 1451 (46 yaşında)
Bursa, Osmanlı Devleti
Defin Muradiye Külliyesi, Bursa
Eş(ler)i
  • Hatice Halime Hatun
  • Hatice Hatun
  • Hüma Hatun
  • Mara Hatun
  • Yeni Hatun
  • Hundi Ümmügülsüm Hatun
Çocuk(lar)ı II. Mehmed
Diğer
Tam adı
Murad bin Mehemmed Han
Hanedan Osmanlı Hanedanı
Babası I. Mehmed
Annesi Emine Hatun veya Şahzade Hatun
Dini Sünni İslam
İmza

II. Murad veya Koca Murat (Osmanlıca: مراد ثانى Murâd-ı sânî; Divan Edebiyatı’ndaki adıyla Muradî; 1404; Amasya – 3 Şubat 1451; Edirne), 6. Osmanlı padişahı, I. Mehmed’in oğlu, Fatih Sultan Mehmed’in babasıdır.

Annesi

Kaynaklarda annesine dair kesin bir bilgi yoktur, çeşitli rivayetler vardır. Annesinin Dulkadiroğulları Beyi Nâsıreddin Muhammed Bey’in kızı Emine Hatun veya Amasyalı Divittar Ahmed Paşa’nın kızı Şehzade Hatun olduğunu belirten kaynaklar vardır.[1][2] 15. yüzyıl Osmanlı tarihçisi Şükrullâh[3] ve tarihçi Halil İnalcık[4] annesinin cariye kökenli olduğunu belirtirler.

Şehzadeliği

II. Murad; bazı kaynaklara göre 1402’de,[5][kaynak güvenilir mi?] bazılarına göre ise 1404’te[1] Amasya’da dünyaya geldi. İlk çocukluk yılları Amasya’da geçti. 1410’da babasıyla Bursa’ya gelerek orada saray eğitimi aldı. 1415’te lalası Yörgüç Paşa gözetimi altında merkezi Amasya’da bulunan ve devletin doğu sınırında olması dolayısıyla büyük stratejik önemi olan Rum ve Danışmendiye eyaleti valisi olarak görevlendirildi. Tahta çıkıncaya kadar 6 yıl bu görevi yaptı. Amasya aynı zamanda çok önemli bir Anadolu kültür merkeziydi ve bu merkezde bilim ve din alimleri, şairler ve mutasavvıflarla meclisler tertip edip şehrin kültür hayatına destek sağlayıp katıldı. 1416’da bölgesi askeri başında Börklüce Mustafa’nın İzmir ve Saruhan tarafında çıkardığı ayaklanmaların bastırılmasında görev aldı. 1418’de sonraki lalası Hamza Bey ile Çandaroğullarından Samsun’u aldı.[1]

Babası I. Mehmed Edirne’de bir av kazası sonunda ağır yaralanınca ölüm yatağında devletin idaresinin biran evvel oğlu Murat’a devrini vasiyet etti. Murat, Amasya’dan tahta geçme töreni yapılacak Bursa’ya gelinceye kadar devlet adamları babasının ölümünü sakladılar. Murat 25 Haziran 1421’de Bursa’da gelip culûs ve biat törenleri yapılıp devletin ileri gelenleri ve yeniçerilerin desteğiyle 17 yaşındayken tahta çıktı.[1]

Sultan II. Murad, soyunun Kayı boyuna mensubiyetini göstermek için, sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve bir yaydan müteşekkil damgayı koydurmuştur. Sonraki padişahların bastırdıkları sikkelerde görülmeyen Kayı damgası, I. Süleyman’a kadar çeşitli eşya ve silâhlar üzerine konulmasına devam edilmiştir.[5]

Saltanatı

İlk yılları

Sultan II. Murad (Hünernâme)

Murat’ın babası Mehmet’in ölümünden sonra saltanat davası güden şehzadeler dolayısıyla 3 yıl süren büyük bir bunalım izlendi.

Yıldırım Beyazid’in oğlu ve II. Murad’ın amcası olan Mustafa Çelebi Bizanslılarca Limni’de gözaltında tutulmaktaydı. Babası I. Mehmed çocuk yaşlarında olan küçük oğulları Mustafa, Yusuf ve Mahmud’un ağabeyleri yeni Sultan II. Murad tarafından “siyaset” icabı öldürülmelerini önlemek için onların Konstantiniyye’de Bizans İmparatoru II. Manuil’in koruması altında yaşamaları için imparatorla anlaşma yapmıştı.[1]

Fakat I. Mehmed’in ölümünden hemen sonra bu anlaşmaya uymayan Bizans İmparatoru II. Manuil, Limni’de gözaltında tutulan Murad’ın amcası Mustafa Çelebi’yi, Gelibolu’yu Bizans’a vermesi karşılığında, serbest bıraktı. İmparator II. Manuel Mustafa Çelebi’yi meşru padişah kabul edip, bir Bizans donanma filosu ile Limni’den Rumeli’ye geçmesini sağladı. Mustafa Çelebi, özellikle İzmiroğlu Cüneyd Bey’in yardımı ile Rumeli beylerinin de desteğini aldı. II. Murat’ın veziriazamı olan Amasyalı Beyazıt Paşa Edirne’deki ordu ile Mustafa Çelebi’nin yeni topladığı orduya karşı yola çıktı. Yapılan Sazlıdere Muharebesi sonucunda sadrazamın ordusunun büyük bir kısmı taraf değiştirdi ve II. Murad’ın veziriazamı teslim olmak zorunda kaldı. İzmiroğlu Cüneyd Bey’in ısrarı üzerine Mustafa Çelebi esir aldığı Amasyalı Beyazıt Paşa’yı idam ettirdi. Mustafa Çelebi’yi ikinci başkent olan Edirne halkı tezahüratlarla karşıladı. Mustafa Çelebi Edirne’de hükümdarlığını ilan edip kendi adına hutbe okutup sikke bastırdı.[5]

Konstantin Kapıdağlı tarafından çizilmiş portresi

Bir padişah gibi hareket eden Mustafa Çelebi siyasetinde bazı büyük hatalar yaptı. Bizans’a vadettiği Gelibolu’yu vermeyerek ilk ve baş destekçisini kaybetti. Sonra 12 bin sipahi ve 5 bin yaya ordusuyla Galata Cenevizlileri’nin gemileri ile Gelibolu’dan Anadolu’ya geçti ve Bursa’yı kuşatmaya koyuldu. Fakat Anadolu’da savaşa girişmek istemeyen Rumeli asıllı ordu bu sefere pek gönüllü değildi.[kaynak belirtilmeli] Diğer taraftan II. Murad’ın Mustafa Çelebi’nin Beyazıt’ın oğlu olmayıp Düzmece olduğuna dair menfi propagandalarının inandırıcı olması Mustafa Çelebi’nin ordusunun dağılmasına neden oldu. Özellikle II. Murad tarafından kendisine İzmir ve Aydın beyliği teklif edilen İzmirlioğlu Cüneyd Bey bu teklifi kabul edip, yandaşları ile Mustafa Çelebi’nin ordusundan ayrıldı. Mustafa Çelebi ordusundan kalanlarla geri çekilirken Ulubat civarında bir köprüde Hacı İvaz Paşa’nın birliği ile tutuştuğu çarpışmada büyük zararlar aldı.[1]

Mustafa Çelebi Gelibolu’ya kaçmayı başardı ve orada Boğaz trafiğini durdurup Bizanslılar’ı kendine destek vermeye zorlamaya çalıştı. Fakat II. Murad Cenevizli Foça Podestası Adorno’dan kiraladığı gemi ve askerlerle birlikte Rumeli’ye geçmeyi başardı. Mustafa Çelebi Gelibolu’da duramayıp Edirne’ye kaçtı. II. Murat 2 bin zırhlı Foça Podestası askeriyle takviyeli orduyla Edirne üzerine yürüdü. Edirneliler onu şehir dışında karşılayıp ona sadık olduklarını bildirdiler. Mustafa Çelebi devlet hazinesini de alarak Edirne’den kaçtı. Fakat Tunca Vadisi’ndeki Kızılağaç Yenicesi’nde yakalanıp Edirne’ye gönderildi. Mustafa Çelebi gailesi, Mustafa’nın Edirne kale burcundan asılması ile böylece 1422’de son buldu.[1] Fakat tarihçiler hala Mustafa Çelebi’nin düzmece mi yoksa gerçekten padişah oğlu olup olmadığı sorusunu tartışmaktadırlar. Elimizde bulunan Mustafa Çelebi adına basılan sikkelerde 1422 tarihi ve “Mustafa bin Beyazid Han” ismi bulunmaktadır.[5]

Bu olayın ardından Mustafa Çelebi’yi destekleyen Bizanslılar yeni bir oyun sergileyerek, bu desteğin o zaman güç kazanan bir saray kliği tarafından uygulandığını ve imparator II. Manuel’in gerçekte II. Murat’ın dostu olduğunu beyan ettiler. Fakat yeni Veziriazam Çandarlı İbrahim Paşa, Vezir Hacı İvaz Paşa ve Lala Yorguç Paşa’nın görüşlerini alan Murat, Bizans’a sert tepki gösterdi ve 2 Haziran 1422’den Eylül başına kadar Konstantiniyye’yi karadan kuşatmaya aldı. Bu kuşatma Bizans için büyük asker ve bina hasarına yol açtı. Bu kuşatmadan kurtulmak için Bizanslılar’a bu sefer kuşatma sürerken Ağustos ayında II. Murat’ın kardeşi Küçük Mustafa’yı ayaklandırmayı başardılar.[1]

Karaman ve Germiyan beyleri ile birlikte Hamid-İli’nden hareket eden Küçük Mustafa Bursa’ya gelip bu şehri kuşattı. Bursa Ahileri Şehzade Küçük Mustafa’nın lalası olan Şarapdar İlyas’a heyet göndererek şehrin kendini savunacak personel ve ikmal maddesi olduğunu ve Ahilerin bu savunmayı destekleyeceğini bildirdiler. Bunun üzerine Şehzade Küçük Mustafa İznik üzerine yönelip 40 günlük kuşatmadan sonra bu şehri eline geçirdi. Şehzade Küçük Mustafa burada “İbrahim Paşa Sarayı”‘na yerleşip padişahlığını ilan ettirdi.[1]

Bunun üzerine Murat, 6 Eylül’de Konstantiniyye kuşatmasını kaldırıp Anadolu yakasına geçti. Mihaloğlu Mehmet Bey’i sipahilerle İznik üzerine gönderdi. Şehzadenin lalası Şarapdar İlyas ise beylerbeylik verme vaatleri ile elde edildi. Şubat 1423’te Mihaloğlu İznik’i bastığı zaman, Şehzade Küçük Mustafa hamamda idi; yandaşları onu savunup kaçırmaya çalışırken Mihaloğlu yaralandı. Fakat lala Şarapdar İlyas küçük Şehzadeyi kendi atına bindirip götürüp II. Murat’a teslim etti. Şehzade Küçük Mustafa boğulup idam edildi; cesedi İznik dışında bir incir ağacına asıldı ve sonra Bursa’ya götürülüp Yeşil Türbe’ye gömüldü.[1]

1423’te II. Murat Şehzade Küçük Mustafa olayını gizliden destekleyen Candaroğulları beyi İsfendiyar Bey üzerine yürüyerek topraklarının büyük bölümünü ve özellikle Taraklıboru (Safranbolu) şehrini Osmanlı ülkesine kattı. Karamanoğlu Mehmet Bey’in Antakya’yı kuşatması sırasında ölmesi, yerine geçebilecekler arasında bir çatışmaya neden oldu. II. Murat, II. Mehmet Bey’in (1423-1426) hükümdar olmasına yardımcı oldu ve bunun sonucu bir anlaşma ile Karamanlıların ellerine geçirmiş oldukları Göller Bölgesi Osmanlılar tarafından geri alındı.

Eflak voyvodasının Osmanlı topraklarına yaptığı saldırılar püskürtüldü ve akıncıların yıldırıcı hücumlarını durdurmak için Eflak Voyvodası yine bağımlılığı kabul etti.

Venedik’le savaş ve Selanik’in fethi

Varna Muharebesi sonrasında II. Murad ve başı kesik Polonya-Macar Kralı Ladislas

Konstantiniyye kuşatması sırasında Venedikliler Selanik ve Mora Yarımadası’nı kendi denetimleri altına almak için Bizans ile görüşmeler başlatmışlardı. 1423’te Osmanlı ordusu Selanik’i kuşatmakta iken Bizanslılarla Selanik’i Venedik Cumhuriyeti’ne teslim etmek üzere anlaştılar ve Venedik Selanik’e sahip oldu. 1424’te Venedikliler Çanakkale Boğazı’nı ablukaya aldılar.

Bunun üzerine Konstantiniyye’nin de Venediklilere bırakılabileceği endişesiyle II. Murad 1424 yılında Cenevizliler aracılığıyla Bizans ile bir antlaşma yaptı. Bu antlaşmaya göre Bizans imparatoru her yıl vergi olarak 30 bin düka altın vermeyi ve Ankara Savaşı’nın ardından tekrar Bizanslıların eline geçmiş olan Ege ve Karadeniz kıyılarındaki toprakları Osmanlılar’a iade etmeyi kabul etti.[kaynak belirtilmeli]

Aynı yıl Evrenosoğlu İshak Bey idaresindeki akıncılar Arnavutluk’a ve yerel Arnavut beylerine karşı bir sıra hücuma geçti. Yuvan Kastrioti ve Atariti adlı Arnavut beyleri ancak II. Murat’ın üst egemenliğini kabul edip bu akınların önüne geçebildiler. Kastrioti 4 oğlunu Edirne’deki Osmanlı sarayına rehin ve eğitim almak için göndermek zorunda kaldı. Bu çocuklardan en küçüğü olan İskender Bey sonradan Osmanlı devleti başına büyük gaileler çıkartmıştır.[1]

1424’te Edirne sarayında, bir büyük düğün merasimi ile II. Murad, Candaroğulları Beyi İsfendiyar Bey’in torunu Tacunnisa Hatice Halime Hatun ile evlendi. Aynı merasimde II. Murad’ın kız kardeşleri de evlendirildi. Sultan Hatun, İsfendiyaroğlu Kasım Bey’le; Ayşe Hatun Osmanlı komutanlarından Karaca Bey’le ve Hafsa Hatun Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu olan Mahmud Bey ile evlendiler.[1]

  • 1565 – Rio de Janeiro şehrinin kuruluşu.
  • 1803 – Ohio, ABD’ye katılarak ülkenin 17. eyaleti oldu.
  • 1811 – Kavalalı Mehmet Ali, Memlûkleri Kahire Kalesine davet edip imha etti.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa
Mısır ve Sudan Valisi
Hüküm süresi 17 Mayıs 1805 – 2 Mart 1848
Önce gelen Hurşid Ahmed Paşa
Sonra gelen Kavalalı İbrahim Paşa
Doğum 4 Mart 1769
Kavala, Rumeli Eyaleti, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 2 Ağustos 1849 (80 yaşında)
Kahire, Mısır Hidivliği, Osmanlı İmparatorluğu
Çocuk(lar)ı Tevhide
İbrahim
Tosun
İsmail
Hatice (namıdiğer Nazli)
Said Paşa
Hasan
Ali Sadık
Mehmed Abdülhalim
Mehmed Ali
Fatma Rukiye
Zeynep
Hanedan Kavalalılar Hanedanı
Babası İbrahim Ağa
Annesi Zeynep
Dini İslam

Kavalalı Mehmed Ali Paşa (Arapça: محمد علي باشا‎‎, 4 Mart 1769 – 2 Ağustos 1849), Osmanlı paşası ve Mısır eyaletinin valisi, Kavalalılar Hanedanı’nın kurucusu.

Erken yaşamı

Kavalalı Mehmed Ali Paşa bugünkü Yunanistan’ın Kavala şehrinde Bektaşi Müslüman bir Osmanlı ailesinin ferdi olarak dünyaya geldi. Kendisi aynı zamanda memleketindeki küçük bir birliğin Osmanlı komutanı olarak da görev yapan tütün ve nakliye tüccarı Bekçibaşı İbrahim Ağa’nın ikinci oğluydu.[1] Ailesi Arapgir’den Kavala’ya göçmüştü.[2] Annesi ise Kavala’nın bir diğer ileri gelenlerinden Müslüman Arnavut Çorbacı Hüseyin Ağa’nın kızı Zeynep’ti.[3][4] Türk tarihçi İlber Ortaylı ise Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Erzincan göçmeni olduğunu söylemiştir[5] Mehmet Ali, babası İbrahim Ağa’nın 17 çocuğundan hayatta kalan tek çocuğuydu.[6] Babası ile birlikte tütün ticareti yapıyordu. Babasının genç yaşta ölümünden sonra amcası Tosun Paşa’nın himayesinde tütün ticaretine devam etti. Amcası Tosun Paşa’nın Osmanlı devleti tarafından idamından sonra tamamen kimsesiz ve hamisiz kaldı. Leon isimli Fransız bir tüccarla tanıştı ve işine devam etti.[7]

Siyasi kariyeri

Mısır Valisi olmadan önce

Napolyon’un 1798’de Mısır seferi sırasında Fransızlar’ı Mısır’dan çıkarmakla yükümlü kaptan-ı derya Küçük Hüseyin Paşa, Kavala Çorbacısı[8] Hüseyin Ağa’dan bir miktar kuvvet istemiş, Hüseyin Ağa da içlerinde yeğeni Mehmet Ali Ağa da bulunan 200 güzide askerini göndermiştir. Mısır’ın geri alınmasından sonra Mehmet Ali Ağa tahsili olmamasına rağmen Mısır’da kalarak kısa zamanda tüm başıbozuk askerlerin serçeşmeliğini elde etti. Mısır Valisi Hüsrev Paşa’nın başıbozuk askerleri Mısır’dan tahliyeye teşebbüsü üzerine; askerin maaşlarını alamamalarını bahane ederek başıbozuk askerleri isyan ettirdi ve Hüsrev Paşa’yı firara mecbur bıraktı. Mısır valiliğini elde etme hayali kuran Mehmet Ali Paşa Mısır’a vali olarak gönderilen Hurşid Paşa’yı da bir bahane ile atlatarak 1804 senesinde vezirlikle istediği makama erişmiştir.

Mısır Valisi olduktan sonra

Vali olur olmaz ciddi ve radikal işlere teşebbüs eden Mehmet Ali Paşa, Mısır’da nüfuz sahibi Memlûkleri ortadan kaldırdı. Avrupa’dan getirttiği hocalarla kendine güçlü bir ordu kurdu. 1811 yılında yönetimde hâlen etkili durumda bulunan Memlük Beylerine karşı harekete geçerek Mısır’daki Memlük egemenliğine kesin olarak son verdi. Daha sonra 1811-1818 yılları arasında orduları Osmanlı Sultanı adına Arabistan Yarımadası’nda Vehhâbîlere karşı savaştı. Mekke ve Medine’yi Vahhabiler’in elinden alarak şöhretini her tarafa yaydı. 1815 yılında Kahire’de bulunan Arnavut askerleri kısa süreli bir ayaklanma çıkardılar. Kavalalı, başını ağrıtabileceğini düşündüğü 25.000 Arnavut askerini, Sudan’ın fethi için 1821’de Sudan’a Func Devleti’nin üzerine gönderdi. Böylelikle Sudan, Mısır’ın kontrolü altına girdi. Mora’da patlak veren uzun süredir Osmanlı Devleti’nin bastırmakta güçlük çektiği Mora İsyanı’nı seçkin askerleri ile bastırdı. Mehmed Ali Paşa, 1827 yılının sonunda Mora İsyanını bastırmasına karşılık Suriye’nin kendisine verilmesini II.Mahmud’dan talep ettiyse de olumlu bir cevap alamadı. Yayılmacı politikasının ancak güçlü bir merkezî idare ve bunları destekleyen askerî güç ve insan kaynaklarıyla mümkün olabileceğini gören Mehmed Ali, ihtiyacı olan bütün kaynakları barındıran Suriye’yi ele geçirmek için Akkâ Valisi Abdullah Paşa ile arasındaki bir ihtilâfı bahane ederek İbrâhim Paşa kumandasındaki bir orduyu Suriye’ye gönderdi.

Mehmet Ali Paşa’yı yola getirmek kolay iş değildi. Zira emri altında 20-30 bin kabiliyetli asker ve 15-20 gemilik donanma bulunuyordu ve amacı Suriye’yi Mısır’a bağlamaktı. İşte bu sıralarda Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı Devleti’yle çarpışmasına vesile olacak bir fırsat meydana geldi. Suriye hakkındaki maksadını belirterek oğlu İbrahim Paşa komutasında Akka’ya asker sevketti ve sahillere de donanma gönderdi. Edirne Valisi Ağa Hüseyin Paşa, Mehmet Ali Paşa üzerine gönderildi. Ağa Hüseyin Paşa, Halep ile Humus arasında Mısır ordusuna mağlup olduğundan; Arnavutluk’taki meselelerle meşgul olan Sadrazam Reşid Mehmed Paşa kumandan tayin edildi. Ağa Hüseyin Paşa’yı mağlup eden Mısır ordusu komutanı Kavalalı İbrahim Paşa, Toros Dağları’nı aşarak Konya’ya girdi ve Konya Ovası’nı ordugah belirledi.

Hidivliği kuruşu

İbrahim Paşa, gittiği yerlerde halkı Mısır’a ısındırmak için halkın hoşuna gidecek şekilde hareket ediyor ve İstanbul Hükûmeti’nin Anadolu halkı üzerinde yaptığı baskının tam tersini yapıyordu. Bu durumun farkında olan Sultan II. Mahmud, halkın bu sahte vaziyetlere aldanmaması için her tarafa fermanlar gönderiyordu.[9]

Alelacele Konya’ya gelen Reşid Mehmed Paşa, Mısır Ordusu ile şiddetli bir savaşa girerek Mısır Ordusu’nu bozmuş ise de hava karlı ve dumanlı olduğundan kendi askerleri zannıyla Mısır Ordusu arasına girerek esir olmuştur. Osmanlı Ordusu dağılmış ve hiçbir direnişle karşılaşmayan Mısır Ordusu Kütahya’ya kadar gelmiştir. Reşid Mehmed Paşa’nın esir olmasından dolayı Anadolu Valisi ve Karahisar-Menteşe Sancakları mutasarrıfı Mehmed Emin Rauf Paşa ikinci defa sadrazamlığa davet edilmiştir. Rauf Paşa, Kütahya’dan hareket ederken hükûmet işlerini devretmek üzere halkın itimat ettiği, şehrin ileri gelenlerinden olan Dürrîzade Hacı Reşid Ağa’yı mütesellim tayin ederek alelacele Mısır Ordusu gelmeden 1833’te Mart ayında İstanbul’a hareket etmiştir.[10]

İbrahim Paşa Kütahya’ya gelir gelmez Kütahya’nın da diğer işgal olunan memleketler gibi Mısır’a ilhak edildiğini ve mütesellim Reşid Ağa’nın halkın güvendiği bir isim olmasından dolayı mütesellimlikte devam edeceğini ilan eden bir ilan ile Mısır ordusu karargâhından bir emirname gönderildi (Mart 1832).[11]

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, David Wilkie

II. Mahmud, Büyük Britanya ve Fransa’dan yardım istedi. Ne var ki Fransa’nın Mehmet Ali Paşa’yı desteklemesi, İngiltere’nin de Osmanlı’nın iç işlerine karışmak istememesi üzerine beklediği yardımı alamadı ve Rusya’dan yardım istemek zorunda kaldı. Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşması-8 Temmuz 1833 yapıldı ve Rus donanması İstanbul’a demirledi.

Boğazların Rusya’nın eline geçmesinden endişe eden İngiltere ve Fransa’nın araya girmesiyle Kütahya Antlaşması (14 Mayıs 1833) imzalandı. Antlaşmaya göre Mısır, Suriye ve Girit valilikleri Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya, Cidde ve Adana valilikleri de oğlu İbrahim Paşa’ya verildi.

Antlaşmadan her iki taraf da hoşnut olmadı. II. Mahmut Mısır valisini ortadan kaldırmak ve kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. Osmanlı ordusu ile Mısır ordusu Nizip’te karşılaştı. Osmanlı ordusu tekrar bozguna uğrayınca Rusya’nın soruna el atmasından ve Mehmet Ali Paşa’nın güçlenmesinden çekinen Avrupa Devletleri konuyu görüşmek için Londra’da konferans düzenledi.

1840 tarihli Londra Antlaşması’na göre Suriye, Girit ve Adana Osmanlı Devleti’ne geri verildi. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelenlere, Mısır valiliği üzerinde veraset hakkı tanındı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa başta antlaşmayı kabul etmese de İngiltere ve Avusturya’nın Beyrut’a asker çıkarması ve İngiliz donanması’nın Lübnan kıyılarını topa tutması üzerine antlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. 1845’te İstanbul’a gelip padişaha bağlılığını bildirdi. 1849’da Kahire’de öldü.

İktisadî Faaliyetleri

Mehmed Ali, sistemli biçimde ülkesini modern bir ülke haline, yani diğer şeylerin yanı sıra endüstriyel bir ekonomi haline getirmeye çalışıyordu. Sadece 1821’den itibaren dünya pazarı için pamuk üretimini cesaretlendirmekle kalmayıp 1838’de, yaklaşık kırk bin işçinin çalıştığı endüstriye 12 milyon sterlin gibi azımsanmayacak bir miktarda sermaye de yatırdı.[12] Pamuğun Avrupa pazarlarına devlet kontrolünde ihracını sağlayarak, gelirlerini artırmayı ve sanayileşmeyi finanse etmeyi başardı.[13] Sanayileşme yolunda önemli adımlar atmış, dokuma, barut, silah ve gemi yapımı alanlarında devlet destekli fabrikalar kurarak ekonomik bağımsızlık sağlamayı amaçlamıştır.[14]

Mehmed Ali Paşa, Osmanlı klasik toprak rejimini fiilen tasfiye ederek toprakları devletleştirmiş, köylülere belirli oranlarda kiralayarak üretimi kontrol altına alarak,[15] üretimi artırmış ve devlet gelirlerini güvence altına almıştır.[16] Yani, toprakta iltizam sistemini kaldırmıştır. 1819’da Mahmudiye Kanalı’nı kullanıma açarak İskenderiye ile Nil Nehri arasında ulaşımı kolaylaştırmıştır. Modern sulama tekniklerini kullanarak Mısır’ın tarımını geliştirmiştir.[17] Bu kapsamda, pamuk, şeker kamışı, keten, pirinç, mısır gibi ürünlerin üretimleri artırıldı. 1838 tarihli İngiliz-Türk Baltalimanı Anlaşması, yabancı tüccarları bu ülkeye soktu ve böylelikle Mehmed Ali’nin dış ticaret üzerinde oluşturduğu tekelin temelleri oyuldu; ve 1839-41’de Mısır’ın Batıya yenilmesi, Mehmed Ali’yi ordusunu küçültmek zorunda bıraktı.[12]

Bu reformları gerçekleştirebilmek için gereken finansal gücü ağır bir vergi politikasıyla sağladı.[18] Köylüler ürettikleri ürünleri devlete satmak zorundaydı ve bu ürünler Avrupa’ya ihraç ediliyordu. Bu durum, köylüleri ekonomik olarak zayıf bir duruma düşürdü.[19] Köylüler, zorunlu askerlik, ağır çalışma koşulları ve salgın hastalıklar yüzünden de çok zorlanıyordu.

  • 1815 – Napolyon Bonapart, Elba’daki sürgünden Fransa’ya geri döndü.
Napolyon Bonapart

İmparator Napolyon Tuileries’deki Çalışma Odasında, Jacques-Louis David’in çizimi (1812)
Fransa imparatoru
Hüküm süresi 18 Mayıs 1804 – 11 Nisan 1814
20 Mart 1815 – 22 Haziran 1815
Taç giymesi 2 Aralık 1804
Önce gelen XVI. Louis (Fransa kralı)
Sonra gelen II. Napolyon
İtalya kralı
Hüküm süresi 17 Mart 1805 – 11 Nisan 1814
Taç giymesi 26 Mayıs 1805
Doğum 15 Ağustos 1769
Ajaccio, Korsika, Fransa
Ölüm 5 Mayıs 1821 (51 yaşında)
Longwood, Saint Helena, Britanya İmparatorluğu
Defin Les Invalides, Paris, Fransa
Eş(ler)i Joséphine de Beauharnais (e. 1796; b. 1810)
Marie Louise (e. 1810)
Çocuk(lar)ı II. Napolyon
Hanedan Bonapart Hanedanı
Babası Carl Bonapart
Annesi Letizia Ramolino
Dini Roma Katoliği
İmza
Askeri kariyer
Bağlılığı Fransa Krallığı
Hizmet yılları 1789-1804
Rütbesi General
Komutası Topçu birliği
Çatışma/savaşları Fransız Devrim Savaşları
Ödülleri                     
Sonraki işi Fransa imparatoru
İmza

Napolyon Bonapart (Fransızca: Napoléon Bonaparte; İtalyanca: Napoleone Bonaparte) veya I. Napolyon kısaca Napolyon (15 Ağustos 1769, Ajaccio – 5 Mayıs 1821), Fransız asker, politikacı ve 1804-1814 arası (ve 1815’te kısa süreliğine) Fransa imparatoru. Gerek Fransız Devrim Savaşları gerekse Napolyon Savaşları sırasında Fransa’ya önderlik ettiği gibi tüm Avrupa’yı da etkilemiş önemli bir komutandır. Girdiği savaş ve çatışmaların büyük bölümünü kazanmış, 1815’teki nihai yenilgisine kadar hızla Avrupa kıtasının hakimiyetini ele geçirmiştir. Tarihteki en önemli komutanlardan biri olan Napolyon’un savaşları dünyanın her yerinde askerî okullarda ders olarak okutulmaktadır ve kendi Avrupa tarihinin en ünlü ve en tartışmalı siyasi figürlerinden birisidir.

Napolyon bir devlet adamı olarak tüm Fransa’da ve Avrupa’da büyük liberal reformlar uyguladı. Yönetimi sırasında bir halk eğitim sistemi kurmuş, feodalizmin kalıntılarını ortadan kaldırmış, Yahudi (bkz. Napolyon ve Yahudiler) ve diğer dini azınlıkları özgürleştirmiş, gelişmekte olan orta sınıfın yasalar önünde eşitliğini sağlamış ve dini otoritelere karşı devletin gücünü merkezileştirmiştir. En kalıcı hukuki başarısı, Doğu Asya’da Japonya’dan, Kuzey Amerika’da Québec’e kadar dünyadaki hukuk sistemlerinin dörtte birine çeşitli şekillerde uyarlanmış olan Napolyon Kanunları’nı hazırlatmasıdır.

Adanın Ceneviz Cumhuriyeti’nden Fransa’ya geçtiği yılın ertesinde Korsika’da, Toskana asıllı soylu ve görece mütevazı bir İtalyan ailenin oğlu olarak dünyaya gelmişti. Fransız ordusunda topçu subayı olarak çalıştığı sırada gerçekleşen Fransız Devrimi’ni 1789’da ortaya çıktığından itibaren destekleyip doğum yeri Korsika’ya yayılması için çalıştı ve 1793’te adadan sürgün edildi. İki yıl sonra (“cumhuriyet takvimi’ne” göre 13 Vendémiaire günü) Paris çetelerini topa tutarak Fransız hükûmetini çöküşten kurtaran Napolyon, henüz 26 yaşında iken İtalya seferi için hazırlanmış Fransız ordusunun komutanlığına getirildi. Genç komutan 1796’da Joséphine de Beauharnais ile düğününün hemen ardından Birinci Koalisyon güçleri üzerine sefere çıktı. Bu ilk seferinde elde ettiği kesin zaferler sayesinde tüm Avrupa’da tanındı. İtalya seferinden sonra 1798’de Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Mısır’a askeri bir sefer düzenledi. Bu sefer sırasında Memlük beylerini yenerek Osmanlı toprağını işgal etti ancak elinde tutmayı başaramadı. Bu askeri sefer sırasında Napolyon ordusundaki askerler tarafından yapılan keşifler sayesinde modern Mısırbilim’i başlamıştır.

Fransa’da devrimden sonra kurulmuş olan yönetim (Direktuvar), Mısır’dan Fransa’ya dönen Napolyon ile destekçilerinin gerçekleştirdiği 18 Brumaire Darbesi ile çökmüş ve Fransa’da Konsüllük idaresi kurulmuştur. Napolyon, Konsüllük idaresinin ilk konsülü olarak atandı ve Fransa üzerindeki siyasi hakimiyetini kademeli olarak artırdı. Birleşik Krallık ile Amiens Antlaşması’nı imzalayarak 1802’de Devrim Savaşları’nı sonlandırdı. Nihayet 1804’te Fransız Senatosu tarafından “Fransa imparatoru” olarak ilan edildi.

Kıta Ablukası’nı genişletmek umuduyla İber Yarımadası’ını işgal eden İmparator Napolyon, 1808’de kardeşi Joseph Bonaparte’ı İspanya kralı ilan etti. İspanyollar ve Portekizliler Birleşik Krallık’ın desteği ile isyan ettiler. Yarımada Savaşı (İspanyol Bağımsızlık Savaşı) adıyla bilinen savaş 6 yıl sürmüş ve acımasız bir gerilla savaşı olarak tarihe geçmiştir. Savaş, Fransa’nın yenilgisi ile sonuçlandı. 1808’de Avusturya da Fransızlara karşı ayrı bir mücadele başlatmıştı. Avusturyalıları Wagram Muharebesi’nde yenen Napolyon, Fransa’ya karşı oluşturulan Beşinci Koalisyon’u dağıttı. Beşinci Koalisyon Savaşı’nı sonlandıran Schönbrunn Antlaşması’nın ardından eşi Josephine’den boşanıp II. Franz’ın kızı Avusturya Prensesi Marie Louise ile evlendi (1810).

Napolyon, Roma İmparatorluğu devrinden beri bu denli büyük bir siyasi birleşme yaşamamış olan Avrupa’da 1811’den sonra 70 milyonun üzerinde insana hükmetmiştir. Çeşitli ittifaklar ve akrabalık ilişkileri kurarak stratejik pozisyonunu korumuş ve Fransa’da yeni bir aristokrat sınıfı oluşturmanın yanı sıra Devrim sırasında ülkeden sürgün edilmiş asillerin de dönmelerine olanak vermiştir.

Polonya milliyetçiliğinin tırmandırdığı gerilim ve Kıta Ablukası’nın ekonomik etkilerinden ötürü Rusya ile ilişkilerin yeniden gerilmesi üzerine Napolyon, Kıta Ablukası’nı güçlendirmek amacıyla 1812 yılında Rusya’ya sefer düzenledi (bkz: Napolyon’un Rusya Seferi) ve bu sefer Fransızlar açısından büyük bir felaket ile sonuçlandı. 1813 yılının başlarında Rusya ve Prusya, Fransa’ya karşı güçlerini birleştirdi ve aynı yılın sonlarında Altıncı Koalisyon’a Avusturya da katıldı. Ekim 1813’te müttefik ordusu Napolyon’u Leipzig Muharebesi’nde yenilgiye uğrattı. Müttefikler 1814’te Fransa’ya bir saldırı başlatıp Paris’i ele geçirdiler ve Nisan 1814’te Napolyon’u tahttan feragat etmeye zorladılar. İmparator, Elba adasına sürgün edildi. Bourbon Hanedanlığı tekrar başa geçti ve Fransızlar devrimden itibaren ele geçirdiği bölgelerin çoğunu kaybetti. Napolyon Şubat 1815’te Elba adasından kaçıp Fransız hükûmetinin başına geçmeyi başardıysa da kendini yeniden koalisyon güçleri ile savaşta buldu. Bu yeni koalisyon Temmuz ayında Waterloo Muharebesi’nde onu kesin bir yenilgiye uğrattı. İngilizlere teslim olan Napolyon, gözlerden uzak bir yerde olan Saint Helena Adası’nda hapse gönderildi. 51 yaşında 1821 yılında mide kanserinden öldü. Cenazesi yakıldı ve vefatı tüm Avrupa’da büyük bir şok ve üzüntü ile karşılandı. 15 Aralık 1840 tarihinde bir milyon kişinin şahitliği ile külleri Paris’e, hâlen bulunduğu Les İnvalides’e defnedildi.

Hayatı

Ailesi, eğitimi ve gençlik yılları

Napolyon’un anne ve babası

15 Ağustos 1769’da İtalyan kökenli bir ailede Korsika adasının Ajaccio kentinde doğdu. Ana dili Korsikaca idi.[1] Doğduğu zaman adı, “Napoleon di Buonaparte” idi, 1796’da soyadını Fransızlaştırarak “Napoléon de Bonaparte” yapmıştır.[2] Avukat Carlo Buonaparti ile Maria Letizia Ramolino çiftinin 8 çocuğundan ikincisi idi. Annesinin sert disiplini altında yetiştirildi. Babası, Cenova Cumhuriyeti’nin bir parçası olan Korsika’nın 1768’de Fransa yönetimine girmesinden sonra Fransız sarayının hizmetine girmiş ve Bounaparte ailesi Fransızlar tarafından 1771’de soylu ilan edilmişti.[1] Ailesi zengin değildi ancak babasının bağlantıları sayesinde Napolyon ve kardeşleri, Fransa’ya gitme ve burslu okumak imkânı elde etti.

Napolyon 1779 yılında ağabeyi Joseph ile birlikte eğitim için Fransa’ya gönderildi. Autun’da bir kolejde Fransızca öğrenmeye başladı ve aynı yıl Brienne’daki askeri okula girdi. Matematikteki başarısı sayesinde[3] 1784’te Parisien École Royale Militaire (Paris Kraliyet Askeri Okulu) adlı askeri akademiye kabul edildi. Matematik ve geometriye olan ilgisini daha iyi değerlendirebilmek için topçu sınıfını tercih etti. Okul sırasında babasının ölümü ile geliri azalan Napolyon, iki yıllık okulu bir yılda bitirdi.

1785 yılının Nisan ayında Valence’daki topçu alayına üsteğmen rütbesiyle katıldı. Askerlik yaşamının ilk sekiz yılında sık sık uzun süreli izin alarak memleketi Korsika’ya gitti.[4]

I. Cumhuriyet dönemi

Napolyon, 23 yaşında, Korsikalı Cumhuriyetçiler arasındayken.

Eylül 1785’te mezun olduktan sonra Bonaparte, La Fère topçu alayında ikinci bir teğmen olarak görevlendirildi. 1789’da Devrim’in patlak vermesine kadar Valence ve Auxonne’da görev yaptı. Bu dönemde Ulusal Meclis tarafından Korsika’ya dönmesine izin verildiğinde akıl hocası Pasquale Paoli’ye katılmak için izin istedi. Paoli, Korsika’nın bağımsızlığı davasını terk ettiği için babasını bir hain olarak gördüğü için Napolyon’a sempati duymuyordu.

Devrimin ilk yıllarını Korsika’da kralcılar, devrimciler ve Korsikalı milliyetçiler arasında karmaşık bir üç yönlü mücadelede savaşarak geçirdi. Ancak Napolyon, Devrim’in ideallerini benimsemeye başladı, Jakobenlerin bir destekçisi oldu ve Paoli’nin politikasına ve onun ayrılma özlemlerine karşı çıkan Fransız yanlısı Korsikalı Cumhuriyetçilere katıldı. Gönüllülerden oluşan bir taburun komutasına verildi ve izin süresini aşmasına ve Fransız birliklerine karşı bir isyana öncülük etmesine rağmen, Temmuz 1792’de düzenli orduda yüzbaşılığa terfi etti. Korsika Fransa’dan resmi olarak ayrıldığını ilan edip İngiliz hükûmetinin korunmasını istediğinde Napolyon ve Fransız Devrimi’ne olan bağlılığı, Korsika’nın Expédition de Sardaigne’ye katkısını sabote etmeye karar veren Paoli ile çatışmaya girdi. Bonaparte ve ailesi, Paoli’den ayrılmaları nedeniyle Haziran 1793’te Fransız anakarasındaki Toulon’a kaçmak zorunda kaldılar.

“Napoleone di Buonaparte” olarak doğmuş olmasına rağmen, bundan sonra Napolyon kendini “Napoléon Bonaparte” olarak tanımlamaya başladı, ancak ailesi 1796’ya kadar Buonaparte adını bırakmadı. Adını Bonaparte olarak imzaladığı bilinen ilk kayıt, 27 yaştaydı.

Düşüş Dönemi

İmparatorluğu dönemindeki olumsuz unsurlar İngiliz donanmasının gücü, İspanya ve İtalya’da akrabalarını tahta geçirmesi, halkın bu kişileri istememesi ve Fransa’ya bağlı devletlerdeki milliyetçilik akımları oldu.

1810 yılının Mart ayında Habsburg hanedanından ikinci eşi Marie-Louise ile evlendi, yasal varisi Napolyon II, 1811’de doğdu.

Ordunun yolunu gösteren bir harita, yolu temsil eden çizgi gittikçe inceliyor. Alttaki grafik yol boyunca sıcaklıkları gösteriyor
Charles Joseph Minard’ın grafiği, Büyük Ordu’nun Moskova’ya yürürken ve geri dönüşte gittikçe azalan büyüklüğünü gösteriyor. Alttaki grafik yol boyunca sıcaklıkları gösteriyor

I. Aleksandr’la yapılan antlaşma, Rusya’ya İngiltere’ye karşı askerî harekâta kadar varacak yaptırımlar uygulama yükümlülüğünü getirmektedir ama I. Aleksandr, bu tür politikalardan kaçınmıştır. Bunun üzerine Napolyon, 1812 yılı ortasında 800 bin kişilik ordusuyla Rusya Seferi’ne girişmiştir. Borodino Muharebesi’nde General Kutuzov komutasındaki Rus ordusunu yenilgiye uğratan Fransız ordusu Moskova’ya girmiştir. Ancak Rusların bu yenilgiden sonra Rusya içlerine çekilmeleri, giderken de Moskova’yı yakmaları ve kışın da bastırması neticesinde Napolyon, ordusunu barındıracağı bir yer olmadığını anlamış ve Çar’ı antlaşma yapmaya davet etmiştir. Ancak I. Aleksandr bu teklifi reddeder. Napolyon ise tek çareyi orduyu Fransa’ya geri götürmekte bulur. Fakat sert kış koşulları geri dönüşü neredeyse imkânsız hale getirir ve Fransız ordusunun yaklaşık olarak dörtte üçünün zayi olmasına sebep olur.

Napolyon’un Elba Adasına sürgüne gönderilişini anlatan Modern kahramanın yolculuğu başlıklı resim, Elba ile Fontainebleau istikametlerini gösteren yön tabelasının önünde eşeğin sırtında oturan I. Napolyon, bir elinde kırık kılıcı ve diğeriyle eşeğin kuyruğunu tutmaktadır. Marş çalan iki davulcu onu takip etmektedir (J. Phillips, Londra, Mayıs 1814)

Ordusunun büyük bir bölümünü Rusya Seferi sırasında kaybeden Fransa, yeni bir ordu oluşturmanın zorluklarına katlanmaya mecbur olmuştur. Üretimden çekilen işgücü ve artırılan vergiler, halkı da Napolyon’a karşı bir tutuma itmiştir. Napolyon, bu dönemde kendine karşı düzenlenen hükûmet darbesini bastırdı ve yeni bir ordu kurdu. Ancak 1813 ve 1814’te baskılar arttı ve halk desteği düştü. Rusya yenilgisi ve içteki karışıklıklar Koalisyon güçlerini cesaretlendirdi. 1813 yılının Ekim ayında Napolyon’un Leipzig Muharebesi’nde uğradığı yenilgi, onu iktidarının sonuna iyice yaklaştırdı.

1814’te düşman orduları Paris kapılarına dayandı. Napolyon imparatorluk tahtını bırakarak Elba Adası’na sürgüne gönderildi.

Yüz Gün

Napolyon Saint Helena’da sürgündeyken

Elba Adası’ndan kaçtı ve gizlice Paris’e döndü. Halk desteği tekrar yükseldi. 7 Mart 1815’te ise tahtına geri döndü. Böylece Napolyon ikinci kez tahta çıktı.

Bir ordu topladı ve Belçika’ya saldırdı. Ancak Haziran ayında İngiliz ve Prusya kuvvetleri tarafından Waterloo’da büyük bir yenilgiye uğradı. Paris’e dönünce tahtına ikinci kez veda etmek zorunda kaldı.

Amerika’ya kaçmak istedi, ancak bunu başaramadı ve İngilizlere teslim oldu. İngilizler onu Atlantik’teki Saint Helena’ya götürdü. Son yıllarını bu küçük adada geçiren Napolyon, 5 Mayıs 1821’de 51 yaşındayken mide kanserinden öldü.

Külleri 15 Aralık 1840’ta Paris’e getirilebildi ve Les Invalides’e gömüldü.

  • 1867 – Nebraska, ABD’ye katılarak ülkenin 37. eyaleti oldu.
  • 1872 – Dünyanın ilk ulusal parkı olan Yellowstone Millî Parkı açıldı.
  • 1881 – Rus Çarı II. Aleksandr Narodniklerce öldürüldü.
II. Aleksandr
Rusya imparatoru
Hüküm süresi 3 Mart 1855-13 Mart 1881
Taç giymesi 7 Eylül 1856
Önce gelen I. Nikolay
Sonra gelen III. Aleksandr
Doğum 29 Nisan 1818
Moskova
Ölüm 13 Mart 1881 (62 yaşında)
Sankt-Peterburg
Defin Peter ve Paul Katedrali
Eş(ler)i Marie of Hesse and by Rhine
Çocuk(lar)ı Grand Düşes Aleksandra Aleksandrovna
Çareviç Nikolay Aleksandroviç
III. Aleksandr
Grand Düşes Maria Aleksandrovna
Grand Dük Vladimir Aleksandroviç
Grand Dük Aleksey Aleksandroviç
Grand Dük Sergei Aleksandroviç
Grand Dük Paul Aleksandroviç
Hanedan Romanov Hanedanı
Babası I. Nikolay
Annesi Alexandra Feodorovna (Prusyalı Charlotte)
Dini Rus Ortodoks
İmza

II. Aleksandr (Rusça: Алекса́ндр II Никола́евич, romanize: Aleksándr II Nikoláyevich; 29 Nisan 1818 – 13 Mart 1881), 2 Mart 1855’ten 1881’deki suikastına kadar hüküm sürmüş Rusya imparatoru, Polonya kralı ve Finlandiya büyük düküydü.[1] İmparator olarak yaptığı en önemli reform, 1861’de Rusya’daki serfleri özgürleştirmesi, yani köylü serfliğini kaldırması olmuştur. Bu nedenle kendisi “Kurtarıcı Aleksandr” (Rusça: Алекса́ндр Освободи́тель, romanize: Aleksándr Osvobodítel). olarak anılmaktadır.

Çar, serflerin özgürleştirilmesinin yanı sıra, yargı sistemini yeniden düzenlemek, seçilmiş yerel hâkimler oluşturmak, bedensel cezayı kaldırmak,[2] zemstvo sistemi aracılığıyla yerel özyönetimi teşvik etmek, zorunlu askerlik hizmeti uygulamak, soyluların bazı ayrıcalıklarını kaldırmak ve üniversite eğitimini desteklemek gibi pek çok diğer liberal reformlardan da sorumluydu. Aleksandr, 1866’da kendisine yapılan bir suikast girişiminden sonra, ölümüne kadar daha tutucu bir tutum benimsemiştir.[3]

Aleksandr, dış politikasıyla da dikkat çekmiştir; genel olarak barışçıl bir politika benimsemiş, Amerika Birleşik Devletleri’ni destekleyen ve Büyük Britanya’ya karşı çıkan bir çizgide ilerlemiştir. Amerikan İç Savaşı sırasında Birlik tarafını desteklemiş ve Konfederasyon Donanması’nın saldırılarını caydırmak için New York Limanı ile San Francisco Körfezi’ne savaş gemileri göndermiştir.[4] 1867’de Alaska’yı Amerika Birleşik Devletleri’ne satmıştır; zira uzak koloninin gelecekteki bir savaşta Britanya’nın eline geçmesinden korkmaktaydı.[5] Fransa’nın savaşçı politikalarından uzaklaşarak 1871’de III. Napolyon’un düşüşünden sonra Almanya ve Avusturya ile 1872’de oluşturulan Üç İmparator Birliği’ne katılmış ve böylece Avrupa’daki durumu istikrara kavuşturmayı amaçlamıştır.

Barışçıl dış politikasına rağmen, Aleksandr, 1877-1878 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile kısa süren bir savaş yapmış ve bunun sonucunda Bulgaristan, Karadağ, Romanya ve Sırbistan bağımsızlık kazanmıştır. Uzak Doğu’da Vladivostok’un kurulmasını sağlayan genişlemeleri desteklemiş, Kafkasya’da Çerkes Soykırımı ile sonuçlanan planları onaylamış[6] ve Türkistan’a yönelik genişlemelerine devam etmiştir. Aleksandr, 1878’de Berlin Kongresi’nin sonuçlarından memnun olmamasına rağmen, bu anlaşmaya sadık kalmıştır. İç politikada karşılaştığı en büyük zorluklardan biri, 1863’te Polonya’da meydana gelen bir ayaklanma olmuştur; bu ayaklanmaya yanıt olarak, Polonya’nın ayrı anayasasını iptal etmiş ve bu toprakları doğrudan Rusya’ya dahil etmiştir. Aleksandr, yükselmekte olan devrimci ve anarşist hareketlere karşı ek parlamento reformları önermekteydi; ancak 1881 yılında suikasta uğrayarak hayatını kaybetmiştir.[7]

Hayatı

1825’te I. Nikolay adıyla çar olan Garandük Nikolay Pavloviç ile Aleksandra Fyodorovna’nın (evlenmeden önce Prusya prensesi Charlotte) en büyük oğluydu. Çocukluğu ve gençliği otoriter babasının ezici kişiliğinin gölgesinde geçti. Aleksandr, Şubat 1855’te babası ölünce, Kırım Savaşı’nın en şiddetli günlerinin yaşandığı sırada, 36 yaşında tahta çıktı. Savaş, Büyük Britanya ve Fransa gibi ülkelerle karşılaştırıldığında Rusya’nın ne kadar geri olduğunu açık biçimde ortaya koymuştu. Rusların uğradığı yenilgiler, eğitim görmüş Rus seçkinleri arasında, ülkede köklü bir değişiklik yapılması yönünde genel bir istek uyandırdı. Bu isteğin de etkisiyle Aleksandr, modernleşme yoluyla Rusya’yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine ulaştırmayı amaçlayan bir dizi reform başlattı.

1856’da Paris’te Rus kamuoyunca koşulları çok ağır bulunan bir barış antlaşması imzaladı. Daha sonra Rusya’nın ulaşım sorununa el attı. Tahta çıktığında ülkedeki sözü edilebilecek tek demiryolu Moskova ile Sankt-Peterburg arasındaydı. Ölümüne kadar geçen 25 yıllık sürede Rusya’daki demiryollarının uzunluğunu 960 km’den 22,525 km’ye çıkardı. Demiryolları yatırımları o güne değin büyük ölçüde feodal bir tarım toplumu olan Rusya’da, her ülkede olduğu gibi, ekonomik yaşamın canlanması sonucunu doğurdu. Anonim Şirketler, bankalar ve kredi kuruluşları gelişmeye başladı. Rusya’nın temel ihraç ürünü olan tahılın pazara ulaşması kolaylaştı.

II. Aleksandr, çıkarları zedelenen toprak sahiplerinin sert muhalefetine karşın, serfliği kaldıran 19 Şubat 1861 tarihli yasanın hazırlanmasına etkin biçimde katıldı. Bu yasayla, o güne kadar taşınabilir mülk durumunda olan on milyonlarca insan, kişi özgürlüğüne kavuştu. Ayrıca uzun bir zaman dilimine yayılan bir programla köylülere az da olsa toprak dağıtıldı. Bu reform çeşitli nedenlerle başarısızlığa uğradıysa da büyük bir psikolojik etki yarattı. Temel amacı ekonomik bakımdan ayakta durabilecek mülk sahibi bir köylü sınıfı yaratmak olan reform, emeğin özgürleştirilmesi yolunda atılmış en büyük adım oldu.

1864 tarihli yargı yasasıyla tarihinde ilk kez Rusya Batılı ülkeleriyle karşılaştırılabilecek bir adalet sistemine kavuştu. Gene 1864 tarihli bir yasayla yerel yönetimleri düzenleyen ve üyeleri seçimle belirlenen zemstvo (yerel meclisler) kuruldu.Zemstvo köy okulları, kırsal kesimde okuryazarlığın kısa sürede artmasına yardımcı oldu. 1874’te her sınıftan genç ilk kez zorunlu askerlik hizmetiyle yükümlü kılındı. Başta Yahudiler ve değişik mezhep üyeleri olmak üzere, dinsel azınlıklar üzerindeki ağır baskıları azaltmış ya da tümüyle kaldırmıştır. Ama bu uygulamalarına bakarak II. Aleksandr’ı liberal olarak nitelemek yanlış olur. Mutlakiyet ilkelerine sıkı sıkı bağlı olan çar, Rusya’nın henüz meşruti ya da temsili bir yönetime hazır olmadığına inanıyordu.

Rus gençleri arasında nihilist öğretilerin yayılması, radikal bildiriler dağıtılması, gizli derneklerin kurulması ve devrimci hareketin başgöstermesi üzerine, hükûmet 1862’den sonra bu olaylara gittikçe artan bir polis baskısıyla yanıt vermeye başladı. Bir devrimci gencin Aleksandr’a karşı düzenlediği başarısız suikast girişimi, çarın daha da tutucu bir çizgiye kayma sürecini hızlandırdı. Bu arada giderek gizli polisin başı Pyotr Andreyeviç Şuvalov’un etkisine girmeye başladı. Aleksandr’ın aynı dönemde tutkuyla bağlandığı genç Prenses Yekaterina Dolgorukaya’yla ilişkisi aile çevresindeki otoritesinin zayıflamasına yol açtı.

Çar II. Aleksandr ve eşi Maria, oğulları III. Aleksandr ile
II. Aleksandr (Rusya)

Bu koşullarda çar, Slav milliyetçilerinden gelen baskılara karşı direnemedi. 1862 tarihli bir hükûmet kararıyla Çerkesya halkının topraklarına silah zoruyla el kondu, Çerkezya’nın Karadeniz kıyılarını ve doğuda, içerideki dağlık Abadzeh yöresi bütününü kapsayan etnik temizlik uygulaması sonucu, 1 milyonun üzerinde bir Adıge ya da Çerkes nüfusu Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda bırakıldı. Adıge ya da Çerkez toprakları Rus yerleşmecilere, özellikle 1861’de azat edilen toprak kölelerine (serf) tahsis edildi. Ayrıca milliyetçi akımlar sonucu, isteksizce de olsa Osmanlı egemenliği altındaki Slav halklarının savunuculuğunu üstlendi. Sonunda 1877’de Osmanlı’ya savaş açtı (93 Harbi). Rusya’nın kazandığı savaş sonunda, Rus birlikleri Ayastefanos’ta (Yeşilköy) karargâh kurdu. Berlin Konferansı’nda Avrupalı devletler, imparatorluğun savaş kazançlarını büyük ölçüde sınırlandırsa da, Rusya’nın en önemli kazancı Bulgaristan’ın Osmanlı’ya karşı özerklik kazanması oldu. Sofya’da heykeli dikilen II. Aleksandr’ı Bulgaristan bugün de kurucuları arasında anmaktadır.

1877’deki göreli askeri başarısızlığın etkileri ve onu takip eden diplomatik başarısızlıkla siyasi durum daha da ağırlaşarak, Rusya’da büyük bir bunalıma yol açtı. 1879’da yeniden canlanan devrimci terörizmin hedefi olarak sayısız suikast girişimi atlattı. 13 Mart 1881’de Narodnaya Volya adlı bir örgütünün gerçekleştirdiği bombalı bir suikast sonucunda ağır yaralanarak öldü. II. Aleksandr’ın gerçekleştirdiği reformlar Rusya tarihi için 1. Petro ve Vladimir Lenin’in gerçekleştirdiği reformlar ölçüsünde önemli sayılabilir. II. Aleksandr döneminde Asya’da Rusya’nın genişlemesi hızlandı. 1858 ve 1860’ta Çin’den Primorski Kray’ın alınması, 1860’ta Rusya’nın Uzak Doğu’daki yönetim merkezi niteliğindeki Vladivostok kentinin kurulması, 1860’larda Kafkaslar’ın kesin olarak ele geçirilmesi ve 1870’lerde Orta Asya’nın (Hive, Buhara ve Türkistan) fethedilmesi, Alaska’nın 1867’de A.B.D’ye satılmasıyla yitirilen topraklardan çok daha önemli kazançlardı.

  • 1896 – Adowa Muharebesi: Habeşistan, üstün sayıdaki İtalya kuvvetlerini yendi ve böylece I. İtalya-Habeşistan Savaşı sona erdi.
Adowa Muharebesi
Birinci İtalyan-Etiyopya Savaşı

Etiyopya askerleri, Aziz Gregor’un yardımıyla, savaşı kazanırken. 1965-1975 arasında çizilmiştir.
Tarih 1 Mart 1896
Bölge
Adowa, Etiyopya, Tigray Bölgesi
Sonuç Etiyopya’nın kesin zaferi
Taraflar
 Etiyopya

Destek:  Fransa[1][2]

 İtalya Krallığı
Komutanlar ve liderler
 II. Menelik

 Taytu Betul
 Makonnen
 Mengesha Yohannes
 Mikael Wollo
 Tekle Haymanot

 Oreste Baratieri
 Vittorio Dabormida
 Giuseppe Arimondi
 Matteo Albertone
 Giuseppe Ellena

 Giuseppe Galliano

Güçler
~100.000 (80.000’i ateşli silaha sahip),[3]
8600 at,[3]
Top ve makineli silah sayısı bilinmiyor
17.700 (tümü ateşli silaha sahip),[4]
56 topçu[5]
Kayıplar
3,886 ölü[6]
6,000 yaralı
3643 ölü,[7]
1500 yaralı,
1681 esir

Adowa Muharebesi (İtalyanca: La battaglia di Adua), I. İtalya-Habeşistan Savaşı sırasında 1 Mart 1896’da Orta Etiyopya’nın kuzeyinde bulunan Adowa’da Kral II. Menelik komutasındaki Etiyopya ordusu ile İtalyan kuvvetleri arasında geçen çarpışmadır. Etiyopya’nın kazandığı zafer İtalyanların Afrika’da Fransa ya da İngiliz imparatorluklarına benzer bir imparatorluk kurma girişimlerini engellemiş ve Fransızlara Atlas Okyanusu’ndan Kızıldeniz’e kadar yayılma umudu vermiştir. 19. yüzyılın sonuna doğru, Avrupa ülkelerinin Berlin Konferansı’nda Afrika’nın neredeyse tamamını paylaştığında; sadece Etiyopya ve Liberya bağımsızlığını koruyabilmiştir.[8] Adowa Muharebesi Pan-Afrikanizmin sembolü haline gelmiş ve Etiyopya’nın bağımsızlığını II. İtalya-Habeşistan Savaşı’na kadar korumuştur.[9]

Arka plan

1889 yılında İtalyanlar II. Menelik ile Uccialli Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşma, Etiyopya’nın kuzey topraklarını İtalya Krallığı’na bırakmış, bunun karşılığında II. Menelik’e iktidarının devamı, mali ve askeri yardım sözü verilmiştir. Fakat bu antlaşmanın iki farklı dilde farklı maddeler içermesi tartışmaya yol açmıştır. Antlaşmanın İtalyanca versiyonunun 17. maddesi Etiyopya Kralı’nın İtalya dışında yabancı milletler ile diplomatik ilişki kurması kısıtlamış, Etiyopya’yı İtalya’ya bağımlı hale getirmiştir. Antlaşmanın Amharca halinde ise Etiyopya’nın yabancı milletler ile iletişim kurması için İtalya’dan yardım alabileceği yazmaktadır. Fakat İtalyan diplomatlar bu maddenin bilerek değiştirildiği ve II. Menelik’in bilerek antlaşmanın değiştirilmiş bir kopyasını imzaladığını savunmaktadır.[10]

İtalyan Hükûmeti, Etiyopya’nın antlaşmanın İtalyanca haline uyması için askeri bir çözüm uygulamaya karar verdi. Bunun sonucunda İtalya ve Etiyopya, 1.İtalyan-Etiyopya Savaşı’nda karşı karşıya gelmiştir. 1895’in sonunda doğru, İtalyan güçleri çoktan Etiyopya’nın içlerine doğru ilerlemişti. 7 Aralık 1895’te Makonnen, Welle Betul ve Mengesha Yuhhannes’in komutasında olan büyük bir Etiyopya ordusu küçük bir İtalyan birliğini Amba Alagi Muharebesi’nde yok etmiştir. Bu olay sonucunda İtalyan’lar Tigray Bölgesi’ne geri çekilmiş, iki tarafın orduları burada çarpışmıştır. Savaş 3 ay sürmüş, Şubat ayının sonlarına doğru iki tarafın kaynakları da tükenmeye başlamıştırş. İtalyan ordusunun generali olan Oreste Baratieri, eğer bölgedeki yerel halkın kaynakları tükenirse, II. Menelik’in ordusunun yok olmaya başlayacağını biliyordu. Fakat, İtalyan hükûmeti Baratieri’nin harekete geçmesi konusunda ısrar etmişti.

29 Şubat gününün akşamında, General Baldiserra raporunda, tugayların 5 günden kısa bir sürede bitap edeceğini, ordunun Asmara’ya kadar geri çekilmesini önermiştir. Meslektaşları ise, geri çekilmenin zaten düşük olan morali iyice düşüreceğini savunmuştur.[11] General Baratieri, karar vermeyi birkaç saat ertelemiş, son dakika istihbaratı beklemek zorunda olduğunu iddia etmiştir. Ertesi günün sabahında saat 9:00’da Baratieri bir saldırının gerçekleştirileceğini duyurmuştur.[12] Gece yarısından hemen sonra askerler harekete geçmiştir.

Muharebe sonrası

İtalyanlar Eritre’ye kaçarken, arkalarında tüm ağır silahlarını ve 11,000 tüfek bırakmışlardır.[13] Paul B. Henze’ye göre “Baratieri’nin ordusu Menelik İtalyanlar’ın kaçarken bıraktığı tüfekleri ele geçirdiğinde yok olmuştu.”

Tuğgeneral Albertone da olmak üzere İtalyan esirleri, zor şartlara rağmen iyi muamele görmüşlerdir. (200 kişi yaralarından dolayı vefat etmiştir.)[14]

Fakat, Etiyopya’nın ele geçirdiği 800 Eritre askerinin sağ elleri ve sol ayakları ampute edilmiştir.[15] Birçok Eritre askeri bu cezadan sağ kurtulamamış, ölene kadar acı çekmiştir.

Komutan Baratieri görevden alınmış ve askerlerini savaş alanında terk etmek ve affedilemez savaş planı yüzünden cezalandırılmıştır.

Muhaberenin kesin sonucu sebebiyle, İtalya Addis Abba Antlaşması’nı imzalayarak Etiyopya’yı bağımsız bir ülke olarak tanımıştır. Bu olaydan 40 sene sonra, İtalyanlar Benito Mussolini’nin önderliğinde II. İtalya-Habeşistan Savaşı’nı başlatmış- ve Etiyopya’yı 1936’da bozguna uğratmıştır. İtalya burayı 5 yıl kontrol altında tuttuktan sonra İngilizler İtalyanlar’ı bölgeden çıkartmıştır.

Günümüzdeki Adowa kutlamaları

Resmi Tatil

Adowa Zaferi, Etiyopya’daki tüm bölgelerde Resmî tatil ilan edilmiştir. Tüm okullar, bankalar, postaneler ve devlet daireleri bu günde kapalıdır.[16]

Halk Kutlamaları

Adowa Zaferi, Etiyopya’nın başkenti olan Addis Ababa’da Menelik Meydanı’nda, devlet görevlilerinin ve halkın katılımı ile kutlanır. Burada, Etiyopya Orkestrası çeşitli vatan şarkıları çalar.[17]

Halk, geleneksel Etiyopya kıyafetlerini giyer, Etiyopya bayrağı ve çeşitli vatani plakartlar taşır ve Shotel denen geleneksel Etiyopya kılıç ve kalkanlarını giyerler. Buna ek olarak; Etiyopya’nın Bahir Dar, Debre Markos gibi büyük şehirlerinde bu zafer seremoniler ile kutlanır.

  • 1896 – Henri Becquerel, radyoaktiviteyi keşfetti.
  • 1901 – Avustralya Ordusu kuruldu.
  • 1912 – Albert Berry, bir paraşüt ile uçaktan atlayan ilk kişi oldu.
  • 1919 – Kore’nin tek taraflı bağımsızlık ilanı (bakınız 1 Mart Hareketi).
  • 1921 – Mehmet Âkif Ersoy’un sözlerini yazdığı “İstiklâl Marşı”, Maarif Vekili (Millî Eğitim Bakanı) Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından, Mecliste ilk kez okundu.
  • 1923 – Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin yeni çalışma dönemini açtı. Mustafa Kemal’in açılış konuşmasını mecliste dinleyiciler balkonundan izleyen Latife Hanım, meclise gelen ilk kadın oldu.
  • 1926 – İtalyan yasaları esas alınarak hazırlanan yeni Türk Ceza Kanunu, TBMM’de kabul edildi.
  • 1931 – Troçki’nin Büyükada’da kaldığı Arap İzzet Paşa Yalısı yandı.
  • 1935 – TBMM, 5. dönem çalışmalarına başladı. Atatürk, 4. kez Cumhurbaşkanı seçildi. TBMM’de ilk kez 18 kadın milletvekili yer aldı.
  • 1936 – ABD’de Hoover Barajı’nın inşaatı tamamlandı. O tarihte dünyanın en büyük beton yapısı ve en büyük hidroelektrik santraliydi.
  • 1940 – Bulgaristan, Tripartite Paktı’nı imzalayarak Mihver Devletleri’ne katıldı.
  Müttefik Devletler
  Pearl Harbor Saldırısı’ndan sonra katılanlar, 1941-1945
  Mihver Devletleri (işgal ve ilhak edilen devletler dâhil)
  Tarafsız devletler

Mihver Devletleri (Almanca: Achsenmächte, İtalyanca: Potenze dell’Asse, Japonca: 枢軸国), II. Dünya Savaşı’nda Müttefik Devletler blokuna karşı temel olarak Almanya, İtalya ve Japonya’nın, bunun dışında Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Finlandiya, Bağımsız Hırvatistan Devleti, Vichy Fransası, Arnavutluk, Habeşistan, Mançukuo, Tayland, Burmanya ve Irak’ın oluşturduğu blok. Ayrıca İran Şahı Rıza Pehlevi Almanya’dan yana tavır almış, İspanya ise Mihver güçlerin bir taraftarı olarak kalmıştır.

Mihver sözcüğü “eksen” anlamına gelir. Eksen (Alm. Achsen) (İng. Axis) sözcüğü bu ittifakı tanımlamak için ilk kez faşist Macar lider Gyula Gömbös tarafından kullanıldı. 1936’da ise Benito Mussolini tarafından ilk kez resmen kullanıldı.

Kuruluşu

Tripartite Paktı (Üçlü Pakt) için kutlama (Eylül 1940, Tokyo)
1941-1942 yıllarında Avrupa

1930’ların ortalarında Mihver (Eksen) Devletleri Nazi Almanyası, İtalya Krallığı ve Japon İmparatorluğu’nun bir araya gelmelerinin ilk adımı, Ekim 1936’da Almanya ve İtalya tarafından imzalanan bir antlaşma ile oldu. Ardından Benito Mussolini, 1 Kasım tarihinde diğer tüm Avrupa ülkelerinin Roma-Berlin ekseninde döneceğini ve böylece Mihver teriminin yerleşeceğini açıkladı.[1][2] Hemen hemen eşzamanlı ikinci adım ise, yine 1936 yılının Kasım ayında, Almanya ile Japonya arasındaki anti-komünist bir antlaşma olan Anti-Komintern Paktı’nın imzalanması idi.[3] İtalya da 1937 yılında bu antlaşmaya katıldı. Roma-Berlin Ekseni, 1939 yılında Çelik Pakt adı altında, 27 Eylül 1940 tarihinde de üç devletin askerî hedeflerinin bütünleşmesine yol açan Tripartite Paktı (Üçlü Pakt) ile askerî bir ittifak haline geldi.[4]

II. Dünya Savaşı sırasındaki en geniş sınırlarında Mihver Devletleri, Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya’nın çoğu bölgesini işgal etmişti. Üçlü zirveler yapılmıyordu, iş birliği yapılsa da, koordinasyon asgari düzeyde kalıyordu. Kısmen Almanya ile İtalya arasında bir miktar koordineli çalışmalar söz konusuydu. Savaş, 1945’te Mihver güçlerinin yenilgisi ve ittifakın dağılmasıyla sona erdi. Müttefiklerin durumunda olduğu gibi, Mihver üyeliği de akışkandı; bazı ülkeler taraflarını değiştiriyor ya da savaş sırasında askerî katılım kararlarını değiştirebiliyorlardı.

Mihver’in temel hedefleri

  • Nazi Almanyası: Adolf Hitler, öncelikle Orta Avrupa, ardından Doğu ve Batı Avrupa’yı Almanya topraklarına katmak amacındadır. İkincil planı ise Asya’yı, özellikle Sovyetler Birliği ve Yakın Doğu’daki stratejik noktaları ele geçirmeyi, komünizmin dünya üzerindeki varlığını ortadan kaldırmayı ve Avrupa’daki Yahudi mevcudiyetinin tasfiye edilmesini amaçlamıştır.
  • İtalya Krallığı: I. Dünya Savaşı’ndan istediğini alamayan İtalya dar bir sömürge alanıyla sanayisini beslemeye çalışıyordu. Ayrıca I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri ile görüş ayrılığına düşen İtalya, Mussolini’nin faşist politikaları nedeniyle Avrupa’da sorun teşkil ediyordu. İtalya’nın eski Roma İmparatorluğu gibi güçlü bir devlet olmasını isteyen Mussolini, Almanya ile yakınlaşarak Mihver Devletleri blokunda savaşa girmiştir. İtalya; Kuzey Afrika ve Balkanlar’da ilerlemiştir.
  • Japon İmparatorlğu: I. Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın Uzak Doğu sömürgeleri Japonya’ya verilmişti. Üstelik Çin’in bir bölümü de Japonya’nın hâkimiyetindeydi. Ancak bu kadar sömürge bile hızla sanayileşen ve büyüyen Japon ekonomisini doyuramıyordu. Ekonomik çıkarlar için ABD ile yakınlaşan Japonya, savaşın patlak vermesi ile Almanya’ya yakınlaşmıştır. Pearl Harbor Saldırısı ile ABD’nin savaşa girmesine neden olmuştur.

Bu üç temel Mihver devletinin dışında Macaristan, Romanya, Finlandiya ve Bulgaristan gibi devletler yeni toprak kazanımları, eski düşmanlarıyla savaşmak için veya işgal altında zorunlu olarak Mihver Devletleri’ne katılmışlardır.

Mihver Devletleri listesi

Büyük Doğu Asya Kongresine (5-6 Kasım 1943) katılanlar: soldan sağa: Ba Maw (Burma Devlet Başkanı), Zhang Jinghui (Mançukuo Başbakanı), Wang Jingwei (Çin Cumhuriyeti Yeniden Düzenlenmiş Ulusal Hükûmeti Cumhurbaşkanı), Hideki Tōjō (Japon İmparatorluğu Başbakanı), Wan Waithayakon (Tayland prensi), José P. Laurel (Filipinler Cumhurbaşkanı), Subhas Chandra Bose (Özgür Hindistan Devlet Başkanı)
  • Nazi Almanyası Nazi Almanyası
  • İtalya Krallığı İtalya Krallığı (1943’e dek),  İtalyan Sosyal Cumhuriyeti (Almanya’nın kuklası, 1943’ten sonra)
    •  Arnavutluk
  • Japon İmparatorluğu Japon İmparatorluğu
  • Macaristan Krallığı (1920-1946) Macaristan Krallığı
  • Romanya Krallığı Romanya Krallığı
  • Slovakya Slovak Cumhuriyeti (1939-1945)
  • Bulgaristan Krallığı Bulgaristan Krallığı
  • Yugoslavya Krallığı Yugoslavya Krallığı (25-27 Mart 1941)
  •  Hırvatistan
  •  Burma
  • Çin Cumhuriyeti (1912-1949) Çin Cumhuriyeti Yeniden Düzenlenmiş Ulusal Hükûmeti
    •  Mengjiang (Japonya’nın kuklası [1939-40], sonra Çin’in özerk bölgesi [1940-45])
  • Finlandiya Finlandiya Cumhuriyeti (1939-1944)
  • Hindistan Özgür Hindistan
  • Irak Krallığı Irak Krallığı (1941)[5][6]
  •  Mançukuo (Japonya’nın kuklası)
  • Tayland Tayland Krallığı
  • Vichy Fransası Fransız Devleti (tartışmalı, Almanya’nın kuklası)
  •  Karadağ
  •  Sırbistan

 

  • 1941 – Alman birlikleri Bulgaristan’a girdi.
  • 1946 – Bank of England kamulaştırıldı.
  • 1947 – Uluslararası para fonu (International Monetary Fund, IMF), finans işlemlerine başladı.
  • 1947 – İffet Halim Oruz’un çıkardığı Kadın gazetesi yayına başladı. Gazete, 1979 yılına kadar, 32 yılda 1125 sayı olarak çıktı.
  • 1952 – Dünya gazetesi yayın hayatına başladı.
  • 1953 – Stalin kalp krizi geçirdi. Dört gün sonra da öldü.
  • 1954 – Porto Riko’lu milliyetçiler, Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’ne saldırdı, beş senatör yaralandı.
  • 1958 – İzmit Körfezi’nde çalışan Üsküdar vapuru, saatteki hızı 130 kilometreyi bulan kasırga yüzünden Soğucak mevkiinde battı. Resmi sayılara göre 300’e yakın yolcudan 272’i öldü; 21 kişi kurtuldu.
  • 1959 – Kıbrıs’a dönen Makarios, Kıbrıslı Rumlar tarafından büyük bir tezahüratla karşılandı.
  • 1960 – 1000 siyah öğrenci, ABD’nin Alabama eyaletinde ayrımcılığı protesto etti.
  • 1961 – Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) kuruldu.
  • 1963 – İstanbul Boğazı’nda Dolmabahçe açıklarında çarpışan iki Sovyet tankerinden, denize sızan ince mazotun alev almasıyla Yüzer Karaköy İskelesi ve Kadıköy vapuru yandı.
  • 1963 – Kürt lider Molla Mustafa Barzani, Amerikan Associated Press’e verdiği bir demeçte, Irak Hükûmetinin, Kürdistan’a özerklik tanımaması halinde kuvvetlerini yeniden harekete geçireceğini söyledi. Barzani, Irak Başbakanı Kasım’ın devrilmesinde, Kürt mücadelesinin rol oynadığını ileri sürdü. “Muhtar bir Kürt bölgesinin kuruluşuna muhalefet eden başka herhangi bir kişinin de akıbeti aynı olacaktır” dedi.
  • 1966 – SSCB uzay sondası Venera 3, Venüs yüzeyine çarparak düştü.
  • 1974 – Watergate skandalı: 7 kişiye skandaldaki rolleri nedeniyle dava açıldı.
  • 1975 – Avustralya’da renkli televizyon yayınları başladı.
  • 1978 – Charlie Chaplin’in cenazesi, İsviçre’deki mezarlıktan çalındı.
  • 1978 – Adnan Menderes’in oğlu, Adalet Partisi Aydın milletvekili Mutlu Menderes, trafik kazası sonucu öldü.
  • 1980 – Voyager 1 uzay sondası, Satürn’ün Janus adlı uydusunun varlığını tescil etti.
  • 1983 – Hakkâri’de Bir Mevsim adlı film, Berlin Film Şenliği’nde 4 ödül alarak, şenlikte en çok ödül alan birkaç filmden biri olarak sinema tarihine geçti.
  • 1989 – Türkiye’nin ilk özel TV kanalı Star 1, Eutelsat F 5 uydusundan test sinyali yayınlamaya başladı.
  • 1992 – Türkiye’nin ikinci özel TV kanalı ve yarışma programlarıyla ünlü Show TV, yayın hayatına başladı.
  • 1992 – İstanbul Kuledibi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’na bombalı saldırıda bulunuldu.
  • 1992 – Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti’nde ayrılıkçı referandum kararı alınması ve ‘Kanlı Düğün’ ismiyle anılan olay Bosna Savaşı’nı tetikledi.
  • 1994 – Nirvana, son konserini Münih’te verdi.
  • 1994 – AzInTelecom kuruldu.
  • 1996 – Uluslararası Narkotik Kontrol Stratejisi Raporu’nda, Türkiye kara para aklayan ülkeler arasında sayıldı.
  • 1997 – “Persona non grata” (istenmeyen kişi) ilan edilen İran’ın Erzurum Başkonsolosu Said Zare ülkesine geri döndü. İran da misilleme olarak Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Osman Korutürk ile Urumiye Başkonsolosu Ufuk Özsancak’ı “persona non grata” ilan etti.
  • 1998 – Titanik, dünya çapında 1 milyar dolar üstü hasılat yapan ilk film oldu.
  • 1999 – Ottawa Antlaşması yürürlüğe girdi.
  • 2000 – Finlandiya Anayasası yeniden yazıldı.
  • 2002 – ABD kuvvetleri Afganistan topraklarına girdi.
  • 2002 – Çevre gözlem uydusu Envisat fırlatıldı.[1]
  • 2005 – Türkler: Bir İmparatorluğun Mimarları ve Mimar Sinan’ın Dehası adlı fotoğraf sergisi, Londra’da açıldı.
  • 2006 – İngilizce Wikipedia, Jordanhill railway station maddesiyle bir milyonuncu maddeye erişti.
  • 2007 – Danıştay 2. Daire üyelerine yönelik saldırıyla ilgili davada; savcı, olayın faili Alparslan Arslan ile Osman Yıldırım, İsmail Sağır ve Erhan Timuroğlu için anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmak için silahlı örgüt kurmak ve yönetmek suçundan, dörder kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi.
  • 2009 – Ciner Yayın Holding bünyesinde ve Fatih Altaylı’nın editörlüğünde yayınlanan Gazete Habertürk yayına başladı.
  • 2014 – Çin’in Kunming şehrinde meydana gelen bıçaklı saldırıda 33 kişi öldü 148 kişi yaralandı.

 

wikipedia.org

Ayrıca Kontrol Edin

16 Martta ölenler

Ölümler 37 – Tiberius, Roma İmparatoru (d. MÖ 42) Tiberius Augustus İmparator Tiberius büstü 2. Roma imparatoru Hüküm süresi 17 …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Seç ve dinle