Antalya’nın Tarihi

Antalya Tarihçesi

“Attalos Yurdu” anlamına gelen Antalya, II. Attalos tarafından kurulmuştur. Bergama Krallığı’nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 77’de Komutan Servilius Isauricus tarafından Roma topraklarına katılmıştır. M.Ö. 67’de Pompeius’un donanmasına üs olmuştur. M.S. 130’da Hadrianus’un Attaleia’yı ziyaret etmesi şehrin gelişmesini sağlamıştır. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan ismi görülen Attaleia, Türklerin eline geçtikten sonra büyük bir gelişme göstermiştir. Modern şehir, antik yerleşmenin üzerine kurulduğundan, Antalya’da antik çağ kalıntılarına çok az rastlanmaktadır. Görülebilen kalıntıların ilki, eski liman olarak nitelenen liman mendireğinin bir kısmı ve limanı çevreleyen surdur. Surların park dışındaki kısmında restorasyonu yapılan Hadrian Kapısı Antalya’nın en güzel antik eserlerinden biridir.
Antalya şehri ve çevresine antik çağda, “çok verimli” anlamına gelen Pamphylia, Batı kesimine ise Lykia denirdi. Milattan önce VIII. yüzyıldan itibaren buraya Ege denizinin Batı kıyılarından göçenler; Aspendos ve Side gibi şehirleri kurmuşlardır. II. yüzyıl ortalarında hüküm süren Bergama Kralı II. Attalos, Side’yi kuşatmıştı. Antalya’nın yaklaşık 75 km. doğusundaki Side’yi alamayan kral, şimdiki il merkezinin olduğu yere gelerek bir şehir kurdu. Buraya onun adı verilerek Attaleia dendi. Zaman içinde Atalia, Adalya diyenler oldu. Antalya, onun adından gelmektedir.
Yapılan arkeolojik kazılarda Antalya ve bölgesinde, günümüzden 40 bin yıl önce insanların yaşadığı ispat edilmiştir. Milattan önce 2000 yılından bu yana bölge, sırasıyla;  Hitit, Pamphylia, Lykia, Kilikya gibi kent devletlerinin ve Pers, Büyük İskender ile onun devamı sayılan Antigonos, Ptolemais, Selevkos, Bergama Krallığı’nın idaresine girmiştir. Daha sonra Roma Devleti, hüküm sürmüştür. Antalya’nın antik çağdaki adı Pamphylia idi ve burada kurulan şehirler bilhassa II. ve III. yüzyılda altın çağını yaşadı. V. yüzyıla doğru da eski ihtişamını kaybetti.
Yöre Doğu Roma ya da Türkiye’de tanınan adıyla Bizanslıların hâkimiyeti altındayken, 1207’de Selçuklular tarafından Türk topraklarına katıldı. Anadolu Beylikleri devrinde ise Teke Aşiretinin bir kolu olan Hamitoğulları’nın egemenliğine girdi. Teke Türkmenleri, Türklerin eski yurdu bugünkü Türkmenistan’da da nüfus olarak en büyük boylardan biridir. XI. yüzyılda bir kısmı buraya gelmiştir. Bugün Antalya’nın kuzeyi ile Isparta ve Burdur’un bir kısmı olan Göller Bölgesinin, bir adı da Teke yöresidir. Osmanlılar zamanında Anadolu eyaletine bağlı Teke sancağının merkezi, şimdiki Antalya il merkeziydi. O yıllarda buraya Teke sancağı denirdi. İlin şimdiki adı ise aslında antik çağdaki adının biraz değişmiş şeklidir ve Cumhuriyet döneminde verilmiştir.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Antalya’ya gelen ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, kale içinde dört mahalle ve üç bin ev, kale dışında 24 mahallesi olduğunu belirtir.  Şehrin çarşısı ise kale dışındaymış.  Evliya Çelebi’ye göre limanı, 200 parçalık gemi alacak büyüklüktedir. İdarî bakımdan Konya’ya bağlı Teke Sancağı’nın merkezi olan Antalya, Osmanlı imparatorluğunun son yıllarında bağımsız sancak haline getirildi.
Antalya Valiliği
Antalya Kuşatması
Tarih 5 Mart 1207
Bölge
Antalya, Tekeoğulları (Günümüzde Türkiye)
Sonuç Kesin Anadolu Selçuklu zaferi
Taraflar
 İznik İmparatorluğu  Anadolu Selçuklu Devleti
Komutanlar ve liderler
Aldobrandini I. Gıyaseddin Keyhüsrev

Antalya Kuşatması, 1207 yılında Güneybatı Anadolu’da bir liman şehri Attalia (bugünkü Antalya, Türkiye), Anadolu Selçuklu tarafından fethidir. Antalya Limanı’nın ve Antalya’nın ele geçirilmesi Anadolu Selçuklu Devleti’nin iktisadî yönden gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

Kuşatma

Haçlılar 1191 yılında Kıbrıs Adası’nı ele geçirip buraya yerleştikten sonra gıda maddelerini temin için Anadolu sahilleriyle sıkı ticari ilişkilerde bulunuyorlar ve Türkler ile Rumlar arasındaki savaşlardan faydalanarak Antalya’da yerleşen Aldobrandini’yi Kıbrıs’ın bir tabii olarak himâye ediyorlardı. I. Gıyâseddin Keyhusrev, kuşatmayı kaldırmakla beraber askerlerini dağlara ve yollara yerleştirererek Antalya’yı uzaktan kontrol altına aldı. Şehrin dışarı ile bağlantısını kesiyor ve surlardan dışarı çıkanları esir alarak şehri teslime zorluyordu. Şehirde sıkışan ve Lâtinlerle ihtilafa düşen Rumlar, adil Türk idaresini tercih ettikleri için Selçuklu sultanına gizlice haber göndererek onu şehre davet ettiler ve kendisine yardımcı olacaklarını bildirdiler. Böylece Rumlarla Franklar arasına şüphe ve ayrılık girince sultan harekete geçerek şehri tekrar kuşattı. Savaş şiddetlendi. Konya’nın eski sipahilerinden Hüsâmeddin Yavlak Arslan’ın surlar üzerine çıkıp sultanın sancağını dikmesi üzerine Selçuklu askerleri saldırıya geçerek içeri girdiler ve kale kapılarını açtılar.3 Şaban 603 (5 Mart 1207)’de şehir ele geçirildi.

Akdeniz’in önemli bir limanı olan Antalya’nın fethi Anadolu Selçuklu Devleti’nin iktisadî yönden gelişmesinde büyük rol oynadığı gibi, deniz kuvvetleri için de bir üs haline geldi. Ayrıca Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, daha önce, mal yüklü gemileri soyulan tacirlere tazminat ödenmesi hususunda özel bir buyruk çıkardığı gibi, ticaret gemi ve kervanlarından alınan bac ve geçiş vergilerini de kaldırdı. Sultan, bunun yanında fetihten sonra Kıbrıs’taki Haçlılar ile ticarî ve iktisadî faaliyetleri içine alan bir de anlaşma yaptı.

Liman, Bizans İmparatorluğu’nun hizmetinde bulunan, ancak bu limanda Mısırlı tüccarlara kötü muamelede bulunduğu söylenen Aldobrandini adındaki Toskanalı bir maceracının kontrolüne geçmişti. Sakinler, şehri kontrol eden ancak Selçuklu Türklerinin komşu kırsalı tahrip etmelerini engelleyemeyen Kıbrıs naibi Gautier de Montbeliard’a başvurdular. Sultan I. Gıyâseddin Keyhüsrev, 1207 Mart’ında şehri ele geçirdi ve valisi olarak teğmeni Mübariz el-Din Ertokuş ibn ‘Abd Allah’ı görevlendirdi.

Antalya, Antalya ilinin merkezi olan şehirdir. Türkiye’de “turizmin başkenti” olarak görülür.[1] Özellikle yaz aylarında turist sayısı artar.

Antalya şehri, 1980 yılından sonra uygun iklim koşulları ve turizm etkinlikleri nedeniyle hızla gelişmiş ve buna paralel olarak il de günümüzde Türkiye’nin en kalabalık beşinci ili olmuştur. Antalya’da ekonomik hayat büyük oranda ticaret, tarım ve turizme dayalıdır.

Antalya ilinin kapsadığı bölge tarih öncesinden günümüze dek pek çok medeniyeti barındırmıştır ve Türkiye’de en çok antik kent bulunan ildir. Sırasıyla Likyalılar, Lidyalılar, Pamfilyalılar, Bergamalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu Hanedanı, Osmanlılar ve son olarak da Türkiye Cumhuriyeti hakimiyetinde bulunan Antalya bu medeniyetlerin hiçbirine başkentlik yapmamıştır.

Antalya 2015 yılı G20 Zirvesi’nin ve Expo 2016’nın ev sahibidir.

Köken bilimi

Antalya’ya adını veren II. Attalos’un şehir merkezindeki heykeli

Helenistik dönemde Bergama Kralı II. Attalos (MÖ 159-138), askerlerine “Gidin ve bana yeryüzündeki cenneti bulun” der. Askerlerinin gösterdiği yeri (bugünkü Antalya) beğenen II. Attalos, bölgenin stratejik önemini dikkate alarak buraya bir liman şehri kurdurur ve kent, kurucusu Attalos’un adına binaen “Ataleia” olarak adlandırılır. Şehrin adı eski Arap kaynaklarında “Antaliye”, Türk kaynaklarında ise “Adalya” olarak geçer. Yerleşme, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak “Antalya” olarak adlandırılmıştır.

Antalya adı, ayrıca biyolojide takson epiteti olarak antalyaensis, antalyensis, antalyanus, antalyana biçimlerinde geçer.

İlk Çağ öncesi

Karain Mağarası girişi

Anadolu’da insana ait bilinen en eski yerleşim alanlarından bir tanesi Antalya kent merkezinden yaklaşık 30 km kuzeybatıda Korkuteli yolu üzerinde Toros Dağlarının Akdeniz’e bakan yamaçlarında bulunan Karain Mağarası’dır. Tarihlendirilmesi günümüzden yaklaşık 500 bin yıl kadar geriye, başka bir deyişle Eski Taş Çağının ilk dönemlerine rast gelmektedir. Bu dönem, günümüzden 2 milyon ile 140 bin yılları arasında kalan evresini içerir. Karain’de mağara adamlarına (homo sapiens neandertalensis) ilişkin kemik kalıntıları da ele geçmiştir. Bunlar, tüm Anadolu’da ele geçen en erken fosil kalıntılarıdır.

Bölgenin en eski tarih öncesi dönem buluntularını içeren Karain Mağarası, Eski Taş Devri ve Cilalı Taş Devrinden, Beldibi Mağarası da Orta Taş Çağından veriler sunarken; Bademağacı Höyüğü’nde yapılan kazılarda Cilalı Taş Çağı yerleşimlerine, buluntularına ve insanın yerleşik hayata geçişinin ilk izlerine rastlanır. Bunlara Karataş, Semahöyük’te yapılan kazılarla elde edilen Erken Tunç Çağı bulguları da eklenince, bölgede Eski Taş Çağından zamanımıza kadar kesintisiz bir uygarlık vardır.

İlk Çağ dönemi

Antalya Bölgesi’nin yakın tarihi, bölgede 1946’dan önce yapılan kazılardan önce karanlıktı. Hititlerin çivi yazılı belgelerinde, adı geçen Ahhiyava ve Arzava ülkelerinin Pamfilya olduğu bilim çevrelerinde kabul görmektedir. Bu bölgedeki araştırmalar ve buluntuların ortaya çıkması ve eldeki verilerle bölgenin karanlık olan bu dönemi de aydınlanmaya başlamıştır.

Hititler dönemi

Anadolu’da ilk siyasi birliği sağlayan Hitit Devleti’nin kurulduğu dönemde yazı, Anadolu’ya yakın zamanda gelmişti. Anadolu’nun ortasında kurulmuş olan Hitit devleti dönemi, başlangıçta Antalya için sessiz ve karanlık geçti. Bölgenin tarih sahnesine çıkışı Hitit krallarının Batı Anadolu seferleri düzenlemesiyle başlar. Bugünkü Antalya il sınırları içinde kalan Perge, Kesros, Patara gibi eski coğrafya adlarının Hitit çağından kalma olduğunu MÖ 1267-1237 yılları arasında hüküm sürmüş Hitit Kralı III. Hattuşili’nin yıllıklarından öğrenilmiştir. Konya’nın Yalburt’unda bir Hitit hiyeroglifinde Patara’nın “Pataf” biçiminde geçmesi, bu aydınlanmayı güçlendiren buluntulardır. Buradan anlaşılan Hititlerin “Lukka ülkesi” diye adlandırdıkları Akdeniz sahiline kadar uzanmış olmalarıdır.

Hitit İmpratorluğu’nun yıkılmasının sebebi olan deniz kavimleri göçü sırasında bir kısım Akalıların bu bölgeye göç ettiklerinden Yunan mitolojisinde söz edilir. Truva Savaşları’ndan sonra bazı Aka boyları, Amphilokhos, Kalkhas ve Mopsos’un idaresinde Pamfilya’ya geldikleri; Perge, Sillyon, Aspendos ve Selge’yi kurdukları söylenmekle birlikte son bilimsel veriler bu kentleri yörenin yerli halkının kurduğunu göstermektedir. Bu Perge’nin Parha, Aspendos’un Estvedüs, Selge’nin Estlegiis, Silyon’un Selyuüs adlarından da bellidir.

Bölgeye Pamfilyalılar yerleşmeden MÖ 7. yüzyılda önce kısa bir dönem Rodoslular ve Dorluların, Kumluca ve Phaselis’te (Çıralı) bölgesini kolonileştirdiğini Eski Yunan kaynaklarında geçmektedir. Kumluca yakınlarında bulunan Rhodiopolis kenti bunun bir kanıtı sayılmaktadır.

Likya ve Pamfilya dönemi

Anadolu’daki antik bölgelerin dağılışı

Antalya ili, tarihteki antik bölgelerden batı Pamfilya’nın güneydoğu ucunu ve doğu Likya’yı içine almaktadır.

Günümüz Antalyası’nın batı sınırları içinde yerleşen Likyalılar’ın kökenleri tartışılmakla birlikte, Hitit ve Antik Mısır kaynaklarında (MÖ 2000) Lukki veya Lukka adlı bir kavimden bahsedilmektedir. Bu kavim, kendilerini Termili olarak adlandıran Akdeniz kıyılarımızdaki güçlü komşuları Luvilere akrabalıkları ile bilinen Likya ulusundan olması kuvvetli ihtimaldir.

Sınırların nereleri olduğu üzerinde pek çok tartışma olan Pamfilya bölgesinin büyük bölümü günümüzdeki Antalya’nın içindedir. Kelime anlamı olarak “Tüm halklardan olan insanların yaşadığı memleket, Irkların ülkesi anlamlarına gelen Pamfilya’da isminden dolayı pek çok kavmin bir arada yaşadığı düşünülmektedir. Syedra kentinde ele geçen bir kehanet yazıtında “karışık milletlerin ülkesinde yaşayan siz Syedra Pamfuliyalıları…” denmektedir ki; bu yazıt da kentin toplumsal yapısı hakkında bilgi vermektedir.

Pamfilya Helenleri, karşılaştırmalı dilbilim yöntemlerine göre, Anadolu’daki en eski Helen gruplarından birini oluşturmuşlardır. Bunların dilinde Mukenlerin ve Dorların dil özelliklerinden bazılarına rastlanmaktadır. Bu nedenle MÖ ilk bin yılın başlarında Anadolu’ya göç etmiş oldukları kabul edilmektedir. Bunlar Anadolu’da karşılaştıkları insanlarla iç içe geçmiş, onların inanç ve çeşitli kültürel özelliklerinden etkilenmişlerdir.

Yalnızca bu Helenlerin değil, genel olarak Pamfilya’da yaşayan diğer halkların da erken dönem tarihi hakkında pek fazla belge bulunmamaktadır.

Sonuç olarak, ilk çağlardan Roma İmparatorluğu çağına kadar temelde halklar ve kültürler çerçevesinde ele alınmış çalışmalarda, bölgedeki Eski Çağ incelemelerinin henüz bir doygunluğa ulaşmadığı bellidir. Özellikle Roma öncesi evre açısından yanıtlanması gereken pek çok sorun vardır. Bunların açığa kavuşmasında dil incelemeleri büyük bir yer tutmaktadır. Antalya kenti, tüm Anadolu’da en çok yazılı belgenin ele geçtiği kenttir. Bu niteliğiyle Antalya bölgesi tarih, dil ve arkeoloji incelemeleri için önemli bir merkezdir. Son yıllarda Köprüçayı yönünde daha önce örneklerine rastlanmamış olan yeni bir dile ilişkin yazılı kanıtlar bulunmuştur. Bu buluntular bölge incelemelerinin sanıldığından çok daha derin boyutları olduğunu göstermektedir.

Bergama, Roma ve Bizans dönemleri

Roma İmparatoru Hadrianus’un kenti ziyareti onuruna yaptırılan, şehir merkezinin tam ortasında kale içinde yer alan Hadrian Kapısı; halk içindeki ismiyle Üçkapılar

Hıristiyanlığın Anadolu’da hızla yayıldığı MS 5.-7. yüzyıllar boyunca Pamfilya ve Likya, Doğu Roma eyaleti olarak önemlerini korumuşlar, hatta MS 2. yüzyıldaki parlak çağlarına yaklaşır derecede, imar görmüşlerdir. 7. yüzyılın ortalarında Arapların sürekli yağma ve saldırıları her iki bölgeyi büyük ölçüde zarara sokmuş, bu duruma engel olmak isteyen Doğu Romalılar, bölgeyi korumak amacıyla özel bir donanma kurmuşlardır. Roma İmparatorluğu’nun bölgeye egemen olmasından sonra, stratejik yerler veya kentlerin bazıları, ufak keşişlikler halinde Doğu Roma İmparatorluğu egemenliği sırasında yaşamalarını sürdürmüşlerdir.

Antalya’nın bugünkü bulunduğu yerde II. Attalos’un zamanında inşâ edilen ilk surların da bu dönemde dikildiği bilinmektedir. MS 130 yılında Roma imparatoru Hadriyanus, Antalya seferi sırasında Hadrian Kapısı’nı yaptırmış, surların doğu bölümünü de onartmıştır.

Ayrıca, Rodos, Venedik, Ceneviz korsanlarının talanları, Kıbrıs Krallarının saldırıları ve Haçlı seferi sırasındaki yağmalar, depremler, bölgenin ekonomik gücü kadar kentleri de yıpratmıştır. Bu sırada özellikle Rodos ve Cenevizliler koruma ve saldırma için, uygun kıyılarda üsler kurmuşlardır. Antalya, Batı Akdeniz kıyısında stratejik konumuyla önemli bir liman olma özelliğinden dolayı, kurulduğu tarihten başlayarak sürekli istilalara maruz kalmıştır.

Selçuklu dönemi

Konumu bakımından savunma olanakları güçlü olan Antalya, 11. yüzyıl sonlarında Türklerin eline geçti. Kent, 1097’de I. Haçlı seferinin sonrasında yeniden Bizans eline geçmiş bulunuyordu. Türkler, 12. yüzyılın ilk yarısında Antalya önlerine kadar gelip, yörede etkili olmaya başladılar. 1148 yılındaki II. Haçlı seferi sırasında buraya gelen Haçlı yazarları, Türklerin şehrin yakınlarına kadar geldiklerini, halkın bu sebeple verimli tarlalarını ekemediklerini belirtir. Bu yüzden şehirdeki halk yiyecek ihtiyacını deniz yolu ile karşılamaktaydı.

Türkler, 1176 Miryokefalon Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu yurt edinmeye başladılar. Bu dönemde II. Kılıç Arslan devletinin güçlü temellere sahip olması için çabalıyordu. II. Kılıç Arslan, bunun için oğullarını Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderdi. En küçük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’i de 1180 yıllarında fethettiği Borgulu’daki (şimdiki Uluborlu) kaleye ve civarına melik olarak gönderildi. II. Kılıç Arslan 1182 yılında Antalya’yı kuşatmış, fakat şehri alamamıştı.

Antalya’nın Selçuklu Dönemi’nden kalan simgesi Yivli Minare

5 Mart 1207 tarihinde Antalya Selçukluların eline geçti. Şehir teslim alındıktan hemen sonra düzenlemeleri yapılmış, tersane yaptırılmış ve kuzeyde Uluborlu’da olan teşkilatın merkezi Antalya’ya taşınmıştır.

Ancak Antalya’daki ilk Selçuklu egemenliği oldukça kısa sürdü. Denizden yardım alabilecek bir şehirle ilgili deneyimleri olmayan Selçuklular, bir cuma namazı vakti Hristiyanların, Türklerin üzerine saldırıp büyük çoğunluğunu katletmesiyle şehri kaybettiler. Antalya’nın bu kaybının nedenlerine ilişkin iki görüş bulunmaktadır. Birincisi, Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölmesinin (1211) ardından ve Selçuklu şehzadelerinin taht kavgası sırasında şehrin kaybedilmiş olabilecği; ikincisi 1214’te Antalya yöresinin kumandanı Ertokuş’un uç askeriyle Sinop fethine katılmak üzere gidip, şehir askeri bakımdan zayıf kalınca şehrin düşmüş olabileceği olasılığıdır.

Selçuklu sultanı olan İzzeddin Keykavus yeniden bir büyük sefere girişti. Şehir Türkler tarafından 22 Ocak 1216 tarihinde yeniden fethedildi. Türklerin güvenliklerini sağlamak üzere şehrin ikamet sahasını ikiye bölen bir koruyucu sur yaptırıldı. Üzerine de bu fethin sebeplerini ve nasıl gerçekleştiğini belirten kitabeler konuldu. Şehri ikiye bölen bu duvara göre batı kesimi Türk ve Müslümanların, doğu kesimi ise Hristiyan ve yerlilerin sahası olacaktı. Ancak on sene sonra Antalya, devrin kaynaklarına aksetmeyen bir büyük imar daha görmüştür. Eski surunun 100 metre kadar doğusundan yeni bir sur daha yapılmıştır. Üzerindeki kitabelere göre 1225 tarihindeki bu inşaatın ilk sebebi şehre yeni Türk yerleşmesini sağlamaktır. İkinci sebebinin limanı korumak amacı olduğunu sanılmaktadır.

Bu yıllarda Alâeddin Keykubat, Alaiye’yi fethetmiş, orada önemli inşaatlar yapmıştır. Alaiye’nin de alınmasıyla Selçukluların Akdeniz’de bir deniz birliği, kurmaları gerekti. Antalya’da çalıştırılan veya oluşturulan tersane, ilk Türk deniz varlığının oluşmasını sağladı. Hemen ardından Alaiye’de de bir tersane inşaatına girişilerek Akdeniz’deki Türk deniz gücü oluşturuldu. Antalya tersanesinin güvenliğini tam olarak sağlamak amacıyla 1225 tarihinde şehir içinde yeni bir düzenlemeye geçildi. Alâeddin Keykubad, şehrin deniz tarafındaki savunmasını güçlendirmişti. 1243 Kösedağ Savaşı’nı kaybeden II. Gıyaseddin Keyhüsrev, bu defa kara tarafındaki savunmayı, yaptırdığı 1244 tarihli bir burç ile güçlendirdi. Antalya kalesinin içkalesi, Ahmedek’i, limanın doğu yakasında iken, Türk kesiminin de kuzeybatısına (bugünkü Tophane’ye) taşındı.

Antalya sonraki tarihlerde de Selçuklu Sultanlarının kışlık payitahtlarından birisi olmaya devam etti. Hatta bazen doğudan gelen Moğollar’a karşı bir güvenilir yer olarak tercih ediliyordu. Antalya, güneyde Mısır ve Doğu Akdeniz bölgeleriyle ticaret yapan bir yer olarak oldukça etkindi. Devrin kaynaklarından Saltukname’de de Adalya’dan söz edilmektedir. Mevlana, burada çok Hristiyan olduğundan söz ederse de, bu ifadeyi, öteki İç Anadolu şehirlerine göre fazla dediği düşünülmektedir. Çünkü şehrin içindeki ikamet sahalarına göre, Hristiyanlar hiç da aşırı birçoğunluğa sahip değillerdi. Bununla birlikte kentte Frenkler de bulunmakta ve Avrupa ülkeleriyle ticaret yapılmaktaydı.

Anadolu Türk Beylikleri dönemi

Anadolu Selçuklu Devleti’nin son senelerinde İlhanlılar’ın nüfuzu altına girmesiyle, batısındaki uç beyleri toplanarak beylik kurmaya başladılar. Bu sırada 13. yüzyıl başlarında Anadolu Selçukluları tarafından Yalvaç, Borlu ve Eğirdir taraflarına yerleştirilmiş olan Teke aşiretinin bir kolunu teşkil eden Türkmenler de 13. yüzyıl sonlarında, başlarında bulunan Hamid Bey’in torunu ve İlyas Bey’in oğlu Feleküddîn Dündar Bey’in liderliğinde hüküm sürdükleri göller havzasında bağımsızlıklarını ilân ederek Hamitoğulları Beyliği’ni kurmuş ve kendisine önce Uluborlu’yu, daha sonra Eğirdir’i merkez yapmıştır.

Kuruluştan hemen sonra ülkesinin sınırlarını güneye doğru genişleten Dündar Bey, Gölhisar, Korkuteli ve daha sonra memleketin bazı yerlerini gezmeye çıkmış olan Antalya Beyi’nin esir düşmesi üzerine Antalya’yı 1301’de zapt etti. Dündar Bey, Hamitoğullan Beyliği’nin sınırlarını Germiyan ve Denizli’ye kadar genişletmiş ve Antalya’yı kardeşi Yunus Bey’in idaresine verdi. Böylece Hamitoğulları Beyliği, Eğirdir ve Antalya olmak üzere ikiye ayrıldı.

Memluk Sultanı Nasır Muhammed’le Hamitoğulları Beyi Dündar Bey’in oğlu İshak Bey’le yaptığı tartışmadan sonra tutuklanması üzerine, yerine Korkuteli Emiri olan kardeşi Sinânüddin Hızır Bey geçti. Hızır Bey’den ^  sonra yerine sırasıyla Dadı Bey ve Mübârizeddin Mehmet Bey, geçti.

Mübârizeddin Mehmet Bey’in hükümdarlığı Kıbrıs Frankları ile mücadele içerisinde geçti. Antalya, 1216’daki Türk kontrolünden üzerinden sonra ilk kez işgale uğradı. Kıbrıs kralı Pierre I. de Lusignan 24 Ağustos 1361 günü Teke-eli’nin merkezi olan Antalya’yı hücumla zapt etti. Beyliğinin merkezini Korkuteli’ye taşıyan Mehmet Bey, Antalya’yı ele geçirebilmek için önce Kıbrıslılara yiyecek satılmasını yasakladı. Daha sonra Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey ile ittifak kurup ertesi sene 45 bin kişi ve 8 kalyon ile Antalya önüne gelip çok şiddetli bir savaş yaptı ise de şehri alamadı.

Antalya’yı ele geçirmek isteyen Mehmet Bey’in çabaları yörede ona itibar kazandırdı ve Teke Bey adını aldı. O dönemde Anadolu’nun güneyinde Antalya, Finike, Kaş, Kalkanlı, Milli, Gömbe, Elmalı, Korkuteli ve Serik ile sahilde Antalya ve Alanya arasındaki bölge Teke-eli olarak tanınmaya başladı. Antalya’yı geri almak için çeşitli ittifaklar kuran Mehmet Bey, 1373 tarihinde Antalya’yı yeniden fethetti.

Mehmet Bey’den sonra yerine geçen Osman Çelebi ve Mustafa Bey dönemlerinde Teke Beyliği eski önemini yitirdi. Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid 1390’da, Antalya’yı ele geçirdi[I]. Burayı önce oğlu İsa Çelebi’ye, sonra da diğer oğlu Mustafa Çelebi’ye sancak olarak verdi. 1397’de Antalya ile Alanya arasındaki bölge tamamen Osmanlı egemenliğine geçti.

Ankara Savaşı’ndan sonra, Sivrihisar’a gelen Timur’un 10 tümenle gönderdiği Şahruh ve kumandanlarının korkunç tahribi neticesinde Korkuteli ve Kitir dolaylarını, Emir Şah Melik de Antalya başta olmak üzere bütün Teke-eli’ni yağmaladılar.

Timur, Kütahya’ya geldiğinde, Teke-eli’ni, Karamanoğlu Mehmed Bey’e verdi. Timur’a bağlılığını sunan Osman Çelebi Bey, Antalya hariç olmak üzere eski beyliğine yeniden sahip olarak Korkuteli’ni kendisine merkez yaptı.

Osmanlı dönemi

Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye eserinden Antalya limanı ve kıyı kasabası Kemer (1525)
Piri Reis’in tarihi Antalya, Manavgat ve Side haritası

Bugünkü Antalya ili sınırlarıyla Osmanlı Devleti’nin 15. ve 16. yüzyılda bu bölge için hazırladığı idari düzen arasında farklılıklar vardır. Bu yüzyıllarda bu bölgede kabaca Alanya ve Teke sancakları yer almaktaydı.

Ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı sık sık el değiştiren Antalya, Selçuklu Hanedanı döneminde tersanesi ve limanıyla büyük öneme sahipti. Selçuklu egemenliğindeki Antalya, Kıbrıs ile arasında önemli ticari etkinlikler yaparak dönemin en önemli ticaret merkezlerinden birisi oldu. Tahminen 13. yüzyılın sonu ya da 14. yüzyılın başlarında burası Hamidoğulları’nın Antalya şubesinin eline veya Tekeoğulları’nın eline geçti. Tekeoğulları döneminde huzur ve gelişme devam etmiş, imar ve kültürel etkinlikler artmıştır.

Bölge, Osmanlıların elindeyken Karamanoğulları’nın ve ara sıra da bazı Avrupalı devletlerin saldırılarına uğradı. Antalya, yeniden Osmanlıların eline geçtikten sonra Anadolu eyaletine bağlandı. Ayrıca, Antalya bir süre şehzade sancağı olarak Osmanlı sancaklarından bir tanesi oldu. Şehzade Korkut 1502’den 1511 yılına kadar sekiz sene burada valilik yaptı. Antalya’nın Korkuteli ilçesi de ismini Şehzade Korkut’un bu bölgedeki hükümdarlığından aldı.

Bu bölgede, Osmanlı idaresi altındayken 1511 yılında ortaya çıkan Şahkulu İsyanı, 16. yüzyıldaki Celali isyanları ve Körbey isyanı hariç önemli bir olaya rastlanmaz. Ancak bu ayaklanmalar neticesinde yeni fethedilen Modon, Koron gibi adalara büyük sürgünler oldu, İran’a büyük miktarda göçler yaşandı. Bunlarla birlikte, bazı olumsuz davranışta bulunanlar daha sonraki yıllarda yani Kıbrıs’ın fethiyle birlikte buranın iskân ve imarı amacıyla sürgün edildiler. Bu tür olaylar bölgenin siyasi, sosyal, kültürel ve nüfus yapısını etkiledi.

Teke Sancağı’nın kuruluşunda özellikle coğrafi konumu ve tarihi şartlar önemli rol oynadı. Yine bu sancağın gelişmesinde eski çağlardan beri önemli ticaret yolları üzerinde bulunması da etkili oldu. Bölge Osmanlı egemenliğine geçince Anadolu eyaletine bağlandı ve 19. yüzyıla kadar bu şekilde devam etti. Tanzimat dönemiyle başlayan idari düzenleme sonucunda Teke Sancağı, Karaman eyaletine; 1865 yılında çıkarılan Vilayet Nizamnamesiyle de Konya vilayetine bağlandı. Bu dönemde Teke Sancağı’nın Antalya, Akseki, Alaiye ve Kızılkaya’yla birlikte beş kazası bulunmaktaydı. Bunun sonucunda daha önce sancak olan Alanya ve kazaları Teke Sancağı’na bağlandı. 1890 yılı kayıtlarına göre Teke Sancağı’nın, İstanos, Bucak, Kızılkaya, Beşkonak, Millü, İğdir ve Serik nahiyelerinin bağlı olduğu Antalya kazası, İbradı nahiyesinin bağlı olduğu Akseki kazası, Finike nahiyesinin bağlı olduğu Elmalı kazası ile Kaş kazasından oluştuğu görülmektedir. 1902 tarihinde Teke Sancağı, Antalya, Akseki, Alanya, Elmalı ve Kaş kazaları ile 11 nahiye ve 524 köyden meydana gelmekteydi. Antalya, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Konya’dan ayrılıp bağımsız bir sancak olma özelliği kazandı.

Şah Kulu Ayaklanması

1511 yılında çıkan bu ayaklanmadaki neden, tarihi kaynaklarda adı “Karabıyıkoğlu”, “Şeyhoğlu” veya “Şeytankulu” olarak da tanıtılan ancak daha çok Şah Kulu veya Şah Kulu Baba Tekeli diye de tanınan kişidir. Şah Kulu, Şah İsmail’inköyündendir.^

Körbey Ayaklanmas babası Şeyh Haydar’ın halifelerinden Hasan Halife’nin oğludur ve Teke sancağındaki Istanos‘a bağlı Yalınlı veya Kızılyaka ı

Celali isyanları zincirinin bir parçası olarak bilinen Körbey Ayaklanması, 17. yüzyılın ortalarında Antalya mutasarrıflığı yapmakta olan ve Körbey lakabı ile tanınan Mustafa Paşa tarafından 1659 yılında çıkartıldı.

Mustafa Paşa, elindeki servetine ve Antalya kalesinin savunma açısından sağlamlığına da güvenerek, Osmanlı Devleti’nin kendisine karşı koyamayacağını düşünerek isyan etti. İsyan hareketi üzerine karadan ve denizden gönderilen kuvvetler sayesinde, Antalya kuşatılarak top ateşine tutuldu ve kale içerisinde mahsur kalan halk, en sonunda kaleyi hükûmet kuvvetlerine teslim etmek zorunda kaldığı gibi, Mustafa Paşa’yı da isyanı bastırmakla görevli Köse Ali Paşa’ya verdi. Mustafa Paşa donanma gemilerinde boğularak öldürüldü. Ona bağlı olanlar da idam edildiler.

Millî Mücadele dönemi

Fransız kuvvetleri Antalya’nın 130 km güneybatısındaki Kaş’a iniyor
Sevr Antlaşması’ndan sonra Antalya’nın kontrolü İtalya Krallığı’na geçmişti.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan Mondros Ateşkes Antlaşması’yla Antalya ve çevresi İtalya Krallığı’na verilmişti. Bu dönemde işgalciler istedikleri gibi Anadolu’yu istilâ etti. Anadolu limanları İtilaf Devletleri’nin gemileri ile doldu, askerî okulları boşaltıldı, askeri daireleri yıkıldı ya da yakıldı; ilçe ve köylerde kontrol yabancıların eline geçti. 28 Mart 1919 Cuma günü İtalyanlar tarafından Antalya işgal edilmiştir.

Antalya yöresinde Yörük Ali Efe’nin evinde kentin ileri gelenlerinden bir grup, Antalya Rumlarının dışarıdan ufak bir yardım gördükleri takdirde isyana kalkışarak memleketin İtilaf kuvvetlerine teslim olacağı tehlikesine karşı Antalya’yı korumak konusunda toplantı yapmaya karar verdiler. Ancak yapılan toplantılardan bir sonuç alınamadı. Bir müddet sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden bölgesel savunma cemiyetlerinin kurulduğunun duyulması ve 19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan gelen haberler Antalya’da bir savunma cemiyeti kurulması fikrini yeniden gündeme getirdi.

Antalya Müdafaa-i Heyeti Milliye Cemiyeti

Bölgede yaşanabilecek olası bir işgale karşı direniş için aralarında müftü Yusuf Talat, belediye başkanı Hüsnü Karakaş’ın bulunduğu bir grup kurulacak derneğin şekli hakkında mutasarrıfla görüşmeleri gerekiyordu. Ancak Mutasarrıf Cemal Bey, bir türlü bu fikre yanaşmıyor ve görüşmek isteyen grubu reddediyordu. Uzun uğraşlar sonucunda grup hasta yatağındaki Cemal Bey’i ziyaret etti ve ne gibi tedbirler alınması gerektiği tartışıldı. Mutasarrıf Cemal Bey bir cemiyet kurulması konusunda ikna edildi ve heyet toplandı. Belediye Dairesi’nin bir odasında “Müdafaa-ı Heyeti Milliye Cemiyeti” unvanı ile çalışmaya başladı. Bu cemiyet 4 Eylül 1919’daki Sivas Kongresi’ndeki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulması kararı uyarınca bu cemiyetin bir kolu olarak Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını aldı. Dernek 4 yıl 24 gün çalıştıktan sonra üzerine düşen vatani görevini tamamlamış olarak kapanış belgesini Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne sundu. Dernek başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa 11 Haziran 1923 tarihinde derneğin kapanış belgesini uygun bulup onayladı.

Büyük Taarruz’da Antalya

26 Ağustos’ta Türk Ordusunun saldırıya başlamış olduğu ufak tefek haberlerle duyuldu. 29 Ağustos’ta Afyonkarahisar ilinin Türklerin eline geçmesi haberinin şehre gelmesi Antalya’daki Türkleri sevindirdi. 30 Ağustos Zaferi, Dumlupınar Yunan mevzilerinin düşmesi; sevinç dalgası ile Türkler kutlamalara başladılar. Ayrıca Türkler zaferi kutlarken, bir yandan da geceleri çiftliklerin civarında İtilaf kuvvetlerinin bir çıkartma yapması ihtimalini önlemek için hazırlıklar yapıldı.

7 Eylül günü zafer kutlanmak için Mavnacılar Cemiyeti iskelede tertip ettikleri gece deniz eğlencesine bütün alay subaylarını davet ettiler. Üç gün sonra Türk ordusunun 9 Eylül’de ve saat 10’da İzmir’e girildiği haberi alındı. Eğlencelere Rumlar da ayrıca bir şenlik düzenleyerek sokakları dolaştılar ve “Yaşasın Türkler ve Ordu, Kahrolsun düşmanları” diye bağırdılar. Merkez Kumandanlığı önünde büyük bir zafer kemeri kuruldu. Bütün halk ve asker tarafından resmi geçit yapıldı, nutuklar söylendi, şiirler okundu, sabaha kadar eğlenildi.

11 Eylül’de Antalya’da zafer alayı tertip edildi. Gece fener alayları sabaha kadar devam ettirildi. O gün Balıkesir ve Bursa’nın ele geçirildiği haberleri de alındı. 12 Eylül’de dahi depo alayı ayrıca zaferi kutlamak için bir eğlence düzenledi. Bu eğlence, Şarampol’deki Talim Meydanı’nda yapıldı. Gece Şarampol’den başlayıp Fener’de sonuçlanan bir fener alayı yapıldı. Kutlamalar, askeri yürüyüşler ve müsamereler Kasım ayına kadar sürdü.

Türkiye Cumhuriyeti dönemi

Şehir merkezinden bir görünüm (Aralık 2019)

29 Ekim 1923’ten sonra ülkenin tamamında olduğu gibi Antalya’da da pek çok değişim göstermiştir. Osmanlı döneminde sancak olan bölge cumhuriyet dönemiyle birlikte il haline gelmiştir. 1923-50 döneminde küçük ölçeklerde gelişen ilin nüfusu özellikle de ilin merkezinin nüfusu 1950 yılından sonra yoğun göç almaya başlamıştır.

Antalya’da 1950-60 yılları arası dönem; sanayileşmenin başlamasıyla birlikte kırdan kente göçle gelen nüfus artışının görüldüğü, bunun sonucunda daha iyi iş, daha iyi çalışma, dinlenme ve barınma arzularıyla kente gelen kişilerin bu ihtiyaçlarına cevap verecek kenti kurma çabalarının görüldüğü bir zaman sürecidir. Kentte 1950’den sonra da artarak devam edecek olan göçün, mekânda yaratacağı sosyal, kültürel ve fiziksel değişimler de bu dönemde yavaş yavaş başlamıştır.

Kentte 1960-70 yılları arası dönemde, kentleşme hareketlerinin mekânsal etkileri görülmeye başlanmıştır. Bu dönem, üretimde farklılaşmayı getiren, sosyo-ekonomik ve kültürel değişime yol açan yeni bir yerleşme biçimlenmesinin başladığı dönem olması açısından önem taşımaktadır. 1960-1965 yılları arasında Kalekapısı çarşısı oluşmuş, 1965-1970 yılları arasında, Kalekapısı ile Belediye işhanı arasında, caddenin güneyinde bugünde kullanımı devam eden ticaret fonksiyonları yerini almıştır. 1970 yıllarında Vakıf İşhanı yapılmıştır. Doğal ve kültürel kaynak potansiyeli yüksek bir kent olan Antalya’nın 1969 yılında turizmde öncelikli alanlar olarak belirlenmesiyle planlama ve yatırım önceliği artmıştır. 1960-70 dönemi Antalya’nın hızlı nüfus artışı ve kentleşmeden doğan sosyal, kültürel ve mekansal değişimlere hazırlıksız yakalandığı bir süreçtir.

1974 yılından itibaren Antalya’da, güney kısmının turizm alanı ilanı ve altyapı çalışmalarının başlaması, liman inşaatının tamamlanması, havalimanı kapasitesinin arttırılması, eski liman ve Kaleiçi projesinin uygulamaya konulması, Fethiye-Kaş yolunun yapılması, Antalya’nın ülke çapında çok önemli bir turistik merkez işlevi yüklenmesi sonucunda kent 1970’lerden 1990’lı yılların sonuna kadar düzensiz bir şekilde yapılaşmıştır. Antalya kent yapısı özellikle 1990’ların sonundan başlayarak önceki döneme göre daha fazla göç almış ve bu da şehirdeki doğal dokunun bozulmasına, konut talebinin artmasına ve kentin kalabalıklaşmasına sebep olmuştur.

Antalya, 2 Eylül 1993’te çıkarılan 504 sayılı kanun hükmünde kararname ile büyükşehir unvanı kazandı. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları valilik binası merkez kabul edilerek yarıçapı 30 kilometre olan dairenin sınırlarına genişletildi. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu.

Atatürk’ün Antalya ziyaretleri

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Antalya’yı ziyaret ettiği sırada kaldığı ev

Türkiye Cumhuriyeti kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ilki 6 Mart 1930’da olmak üzere 3 kez Antalya’yı ziyaret etmiştir. Atatürk’ün ilk Antalya ziyareti Türkiye ile İtalya Krallığı arasında yakın zaman önce doğan politik sorunların sonucunda gerçekleşmiştir.

İtalya’da iktidarda bulunan ve Doğu Akdeniz’de kendine üsler arayan Benito Mussolini’nin Türkiye’ye atadığı büyükelçi, Mustafa Kemal’le yaptığı görüşmede ülkesinin Antalya ve Muğla çevresinde bazı hakları olduğuna sözü getirir. Bunun üzerine Mustafa Kemal büyükelçiden iki dakikalık izin isteyerek yan odaya geçer. Gazi Mustafa Kemal odaya döndüğünde üzerinde Kurtuluş Savaşı sonunda mareşal apoleti takılmış üniformasıyla içeri girer, makamına oturur ve büyükelçiye dönerek: “Buyurun sayın büyükelçi, sizi dinliyorum.” der. Bu olaydan kısa bir süre sonra Antalya’ya gelmek için yola çıkan Mustafa Kemal, uluslararası politika yönünden oldukça kritik dönemde şehre gelmiş ve ülkesinin güney kıyılarındaki kentlerine verdiği önemi göstermiştir.

Altı günlük ilk ziyareti sırasında Antalya’nın çeşitli yerlerini görmüş ve incelemelerde bulunmuştur. Antalya’yı ne kadar beğendiğini 8 Mart 1930 günü gezisi sırasında Lara’dan Beydağları’na bakarken “Hiç şüphesiz ki Antalya, dünyanın en güzel yeridir.” sözüyle ifade etmiştir. 11 Mart günü ilk ziyaretini tamamlayan Mustafa Kemal aynı günün akşamı Ankara’ya dönmüştür. Bu ziyaret sırasında Atatürk’ün kaldığı ev yol genişletme için yıkılmış, uygun yere aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir. Günümüzde Antalya Atatürk Müzesi olarak hizmet vermektedir.

Atatürk’ün ikinci ziyareti 26 Ocak 1931 tarihinde başladığı yurt gezisinin bir parçası dahilinde gerçekleşmiştir. Seyahati, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılması sonuçlarını uzman bir heyet ile yerinde tetkik etmek ve yapılması gereken işleri tespit edilmek üzere yapılmıştı. Bu amaçla 8 Şubat 1931’de Ege Vapuru ile İzmir’den Antalya’ya yola çıkıp 10 Şubat 1931’de sabah Antalya’ya geldi. Deniz motoru ile iskeleye çıkan Atatürk buradan alay karargahına, hükûmet konağına, belediyeye ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nı ziyarette bulunarak, memleket işleri üzerinde yetkililerle uzun uzun görüştü. Buradaki görüşmelerini tamamlayan Atatürk, Silifke’ye hareket etti.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Antalya’yı üçüncü ve son ziyareti 18 Şubat 1935 tarihinde gerçekleşti. İstanbul’dan Ege Vapuru ile hareket eden Atatürk, 16 Şubat 1935 tarihinde Çeşme önlerinde Zafer torpidosuna geçti. Aynı torpido ile Alanya’ya doğru hareket etti. 18 Şubat günü Alanya’da üç saat kadar kaldıktan sonra öğleye doğru Antalya’ya geldi. Atatürk Antalya’ya üçüncü kez adımını attığında, tıpkı ilk gelişinde olduğu olduğu gibi Türkiye ile İtalya Krallığı arasında yeni bir siyasi kriz yaşandı. İtalya liderliği devam eden Mussolini, savaş gemilerini bir süredir Antalya yakınlarına demirlemiş durumdaydı. İtalyan hava kuvvetleri de Antalya üzerinde uçuşlar yapmaktaydı. 18 Şubat gün boyunca şerefine çeşitli etkinlikler düzenlenen Atatürk, günün akşamında yemek masasında bu konuyu yetkililerle tartışırken, Türk Hava Kuvvetleri pilotlarından İtalyan deniz güçlerine intihar saldırısı düzenlenmesini istemişti. Bu istek kabul pilotlarca kabul edildi. Mustafa Kemal, ertesi gün (19 Şubat) Afet İnan ve beraberindeki heyetle birlikte Ege Vapuru’na binerek Antalya’dan ayrıldı. Atatürk ve pilotlar arasında geçen bu yazışmaların da ulusal ve uluslararası kamuoyuna ulaşmasına izin verildi. Kısa bir süre sonra İtalyan hava ve deniz kuvvetleri Akdeniz’in güneyine çekildiler.

wikipedia

Ayrıca Kontrol Edin

Afyonkarahisar Coğrafyası

Coğrafya   Türkiye’nin 81 ilinden biri olan Afyonkarahisar, Anadolu yarımadasının batıya yakın ortasında ve Ege Bölgesinin iç kesiminde yer …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir