Herhangi bir metni seçin ve dinlemek için simgeye tıklayın!

6 martta ölenler

Ölümler

Ömer Seyfettin
1319 (1903) P.-489[1]
Doğum 11 Mart 1884
GönenBalıkesirOsmanlı İmparatorluğu
Ölüm 6 Mart 1920 (35 yaşında)
ÜsküdarİstanbulOsmanlı İmparatorluğu
Defin yeri Zincirlikuyu Mezarlığıİstanbul
Meslek ŞairöğretmenyazarTürkologasker ve veteriner hekim
Milliyet Türk
Eğitim Askeri Baytar Rüştiyesi
Edirne Askeri İdadisi
Mekteb-i Harbiye-i Şahâne
Edebî akım Türkçülük

Etkilendikleri
Askeri kariyer
Bağlılığı  Osmanlı İmparatorluğu
Branşı  Osmanlı ordusu
Hizmet yılları 1903-1914
Rütbesi  Mülâzım-ı evvel
Birimi 3. Ordu
Batı Ordusu
İzmir Redif Tümeni
Komutası Kuşadası Redif Taburu
Çatışma/savaşları İlinden İsyanı
Trablusgarp Savaşı
Balkan Savaşları
I. Dünya Savaşı
Ödülleri Mecidiye Nişanı Osmaniye Nişanı Liyakat Madalyası İmtiyaz Madalyası

Ömer Seyfettin (11 Mart 1884, GönenBalıkesir – 6 Mart 1920, İstanbul), Türk yazar, şair, askerveteriner hekim ve öğretmenTürk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismi, ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularından olup, Türkçede yalınlaşmanın savunucuları arasındadır.

Yaşamı

“Eskiden Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardı:
1- Rus pençesi
2- Milli gaflet.
Birinci kuvvet artık kırıldı. Fakat ikinci kuvvet hâlâ duruyor. Bu kuvvete karşı uğraşmak, bugün bütün milliyetini idrak etmiş Türkler için farzdır.”

11 Mart 1884 tarihinde babasının görev dolayısıyla bulunduğu Balıkesir ili Gönen ilçesinde doğdu. Binbaşı rütbesine dek yükselen Ömer Şevki Bey’le, İsfendiyaroğulları’ndan Ankaralı topçu kaymakamı Mehmed Bey’in kızı olan Fatma Hanım’ın ikisi küçük yaşlarda ölen dört çocuğundan biridir. Öğrenimine Gönen’de bir mahalle okulunda başladı. Ömer Şevki Bey’in atanması dolayısıyla Gönen‘den ayrılan aile, İnebolu ve Ayancık‘tan sonra İstanbul‘a gelerek, dedesinin Kocamustafapaşa’daki konağına yerleşti.

Ömer Seyfettin, önce İstanbul’un Aksaray bölgesinde bulunan özel Türk okullarından Mekteb-i Osmani’ye, 1893 ders yılı başında Askerî Baytar Rüştiyesi‘nin subay çocukları için açılmış özel sınıfına kaydedildi. Bu okulu 1896’da tamamlayarak Kuleli Askeri İdadisi‘ne yazıldı. Daha sonra Edirne Askeri İdadisi‘ne nakil olarak eğitimine, arkadaşı Enis Avni ile birlikte burada devam etti.[2] İlk edebi çalışmaları olan şiirlerini Edirne’deki öğrenciliği sırasında yazdı.[3]

1900’de idadîyi bitirerek İstanbul‘a döndü ve Mekteb-i Harbiye-i Şahâne‘ye başladı. İstanbul’da Mecmua-i Edebiye dergisinde şiirlerinin yayımlanmasıyla yayın dünyasına girdi. Tenezzüh adlı ilk hikâyesi bu dönemde, 13 Nisan 1902 tarihinde Sabah dergisinde yayımlandı. 9 Ağustos 1903 yılında Makedonya‘da çıkan karışıklık üzerine Mekteb-i Harbiye‘de iken, 2 Ağustos 1903’te Makedonya’da baş gösteren başkaldırı hareketlerinden dolayı onun bulunduğu son sınıf, o bölgede görevlendirilmek üzere “sınıf-ı müstacele” (ivedi mezuniyet) denilen bir hakla okulundan sınavsız şekilde, 19 yaşında mezun oldu. Askerlik yaşamına Kuşadası Piyade Taburu’nda mülâzım-ı sânî rütbesinde başladı. Ancak İzmir’e varmadan taburunun gönderildiği Selânik‘te ve Manastır‘a bağlı Pirlepe‘de görev yaptı. Buradaki başarılardan dolayı iki liyakat madalyasıyla ödüllendirildi. Başkaldırının bastırılmasının ardından, bağlı bulunduğu tabur 6 Eylül 1904’te Kuşadası‘na döndü. 1907 Temmuz’u başlarında, İzmir’de konuşlu Aydın Vilâyeti Jandarma Alay Mektebi’nin kuruluşunda İtalyan subayı Miralay Tomas’a yardım etmek üzere bu okulun kavâid-i dîniyye (inanç yasası) hocalığına tayin edildi. 1909 yılında bir ara Köprülü‘de Askeri Rüşdiye Mektebi’nde beden eğitimi öğretmenliği görevinde bulunduysa da iki yıl süreyle Balkanlar’daki Velmefçe, Pirlepe, Osenova, Pirbeliçe, Serez, İştip, Babina, Demirhisar, Cum‘a-i Bâlâ, Razlık gibi sınır yerleşim yerlerinde çete takibiyle uğraştı. Serez mutasarrıflığı Menlik kazası Razlık kasabası yakınlarında bulunan Yakorit köyünde bölük komutanlığı yaptı.

İzmir yaşamı

Ömer Seyfettin, mezuniyetten sonra piyade asteğmeni rütbesiyle, merkezi Selanik‘te bulunan Üçüncü Ordu‘nun İzmir Redif Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’na tayin edildi. İzmir‘de bulunduğu sırada, Makedonya‘da başlayan başkaldırıyı bastırmak üzere Selanik‘e ve Manastır‘a gönderildi, bu bölgede görev yaptı. Buradaki görevinde gösterdiği başarılardan dolayı Altın ve Gümüş olmak üzere iki Liyakat Madalyası ile ödüllendirildi. 1906’da İzmir Jandarma Okulu’na öğretmen olarak atandı. Bu vesileyle İzmir’deki fikrî ve edebî faaliyetleri ve bunlar içerisinde yer alan gençleri tanıma fırsatı buldu. Nitekim batı kültürünü tanıyan Baha Tevfik‘ten Fransızca bilgisini artırmak için teşvik gördü; Necip Türkçü‘den ise yalın Türkçe ve ulusal bir dille yapılan millî edebiyat konusunda fikirler edindi.

Selanik ve Genç Kalemler dergisi

Ocak 1909’da Selanik‘te konuşlu Üçüncü Ordu‘da görevlendirildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’yle olan bağlantısı da bu yıllardan itibaren başlamıştır. Manastır, Pirlepe, Köprülü, Cumâ-yı Bâlâ kasaba ve köylerinde görev yaptı.[2] Razlık (günümüzde Bulgaristan‘da bulunan bir şehir) kasabasının Yakorit köyünde bölük komutanlığı yaptı. Balkan çetecilerinin Türk düşmanlığını dile getirdiği BombaBeyaz LâleTuhaf Bir Zulüm adlı öyküleri, bu görevleri sırasında edindiği izlenimler sonucu yazdı. Yazıları ve öyküleri, İstanbul’da ve Selanik’te çıkan çeşitli dergilerde takma adlarla yayımlandı. Ali Canip‘e yazdığı meşhur mektubu da bu sırada Yakorit‘te yayımlanmıştır. Ömer Seyfettin’in dil konusunda görüşlerini özetleyen bu mektup, Yeni Lisan hareketinin başlamasına vesile olmuştur. 31 Mart Olayı‘nın bastırılmasında görevli olan Selanik konuşlu Hareket Ordusu‘nda bulunan komutanlardan birisiydi. Ancak İstanbul’un siyasi-ideolojik havası ve asker-siyaset ilişkisine tanık olması, askerlikten soğumasına neden oldu.

Ardından 1910 yılında Ziya Gökalp‘in de istek ve yoğun önerisi ile İttihat-Terakki‘nin de tazminatını ödemesiyle, askerlik görevinden ayrıldı. Hayatını yazar ve öğretmen olarak sürdürmek üzere Selanik’e yerleşti. Rumeli‘nin tek Türk bilim ve edebiyat dergisi olarak Selanik’te çıkarılan Hüsün ve Şiir dergisinin ismi, Akil Koyuncu’nun istek ve ısrarı üzerine Genç Kalemlere çevrildikten sonra 11 Nisan 1911’de Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan isimli ilk başyazısı, imzasız olarak yayımlandı.

Balkan Savaşı ve esaret

Genç Kalemler yazı kurulunu oluşturanlar, Balkan Savaşı‘nın başlaması üzerine dağılmak zorunda kaldı. Ömer Seyfettin’in sivil yaşamı bir yıl kadar sürmüştü. Yeniden orduya çağrılan yazar, üsteğmen rütbesiyle 14 Eylül 1912 günü Garp Ordusu’nda 39. Alay’ın 3. Tabur’una katıldı. Komanova’da Sırplar’a, Yanya’da Yunanlılar’a karşı savaştı. 20 Ocak 1913’te Kanlıtepe’de Yunanlılar’a esir düştü. Atina yakınlarındaki Nafliyon kasabasında on ay kadar süren tutsaklık yaşamının 28 Kasım 1913’te sonlanmasının ardından 17 Aralık 1913 günü İstanbul’a döndü.

Tutsaklık süresince gerek okuyarak, gerekse yazarak; yazarlık yaşamı için önemli olacak deneyimler kazandı. MehdiHürriyet Bayrakları gibi öykülerini de bu dönemde yazdı. Öyküleri; Türk Yurdunda yayımlandı.

İstanbul ve Türk Sözü dergisi

Ömer Seyfettin, 28 Kasım 1913’te tutsaklığı bitince İstanbul‘a döndü. Bu sıralarda annesi ölmüş, babası ise yeniden evlenerek İstanbul’dan ayrılmıştı. Kendisini çok yalnız hisseden Ömer Seyfeddin, 23 Şubat 1914’te askerlikten ikinci defa istifa etti. Dârülmuallimîn’de (öğretmen okulu) kıraat (okuma), Kabataş Sultânîsi’nde edebiyat öğretmenliği görevlerini üstlendi. Türk Sözü dergisinin başyazarlığına getirildi ve burada Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. Aynı yıl İstanbul Dârülfünunu’nda kurulan Tedkikat-ı Lisâniyye Encümeni (Dil Araştırma Kurulu) üyeliğine seçildi. 1915’te Harbiye Nezâreti’nin kültür ve sanat adamları için Çanakkale cephesine düzenlediği geziye katıldı.

1915’te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Ethem Bey’in kızı Calibe Hanım’la evlendi. Bu evlilik Fahire Güner isimli bir kız çocuğuna rağmen, 3 Eylül 1918’de sonlandı ve Ömer Seyfettin yeniden yalnızlığa döndü. Gerek bozulan evliliği, gerekse I. Dünya Savaşı yenilgisini görmesi onu etkiledi. Anadolu’da uzun seyahatlere çıkarak bu olumsuz havadan kurtulmaya ve her hafta en az bir öykü yazmaya çalıştı.[4]

Son yılları

Siyasi ve özel yaşamındaki olumsuzluklar, esasen bozulmuş olan sağlığını iyice kötüleştirdi. Manastır yıllarında kumandanı olan Câvid Paşa’nın Kalamış koyundaki yalısını kiraladı. “Münferit Yalı” adını verdiği bu evde tek başına yaşadı. 1917’den öldüğü gün 6 Mart 1920’ye değin geçen sürede, birçok olumsuz duruma rağmen verimli bir öykücülük döneminin içinde olmuştur. Bu dönemde on kitap dolduran yazar, 125 de öykü yazdı. Hikâye ve makaleleri Yeni MecmuaŞairDonanmaBüyük MecmuaYeni DünyaDiken ve Türk Kadını gibi dergilerle VakitZaman ve İfham gazetelerinde yayımlandı. Bir yandan da öğretmenlik görevini sürdürdü.

Ömer Seyfettin’in Zincirlikuyu Mezarlığı‘ndaki kabri.

Ölümü

23 Şubat 1920’de hastalığı ağırlaşan Ömer Seyfettin, Üsküdar‘daki Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. 6 Mart 1920’de 35 yaşında hayatını kaybetti. Önceden teşhis edilememiş olmakla beraber, yapılan otopsi sonucunda hastalığının diyabet olduğu belirlendi.[2] Hastanede kimsenin ziyaret etmemesi ve cenazesine sahip çıkılmaması nedeniyle kimsesiz olduğu düşünülen Ömer Seyfettin’in naaşı, tıp fakültesi öğrencilerinin dersinde kadavra olarak kullanıldı.[5] Naaşının kadavra olarak kullanıldığı fotoğraf bir gazetedeki tıp haberinde yayımlanınca Ömer Seyfettin’i tanıyanlar hastaneye gitti ancak Seyfettin’in başının gövdesinden ayrıldığı anlaşıldı.[6] Ancak bu iddia, söz konusu görselin 1890 yılında Mekteb-i Tıbbiye’de (Tıphane-i Amire) çekilmiş bir kadavra görüntüsüne ait olduğu anlaşıldığından yalanlanmıştır.[7][8] Ayrıca Ali Canip Yöntem ve Halit Fahri Ozansoy, Ömer Seyfettin’i öldüğü gün dahi ziyaret ettiklerini aktarmaktadır.[9] Naaşı önce Kadıköy Kuşdili Mahmutbaba Mezarlığı’na defnedildi. Daha sonra buradan yol geçeceği veya bölgeye araba garajı yapılacağı gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla mezarı, 23 Ağustos 1939’da Zincirlikuyu Mezarlığı‘na nakledildi.[10][11]

Ölümünden sonra

En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, onun hayatını ve mizacını anlatan, en kuvvetli hikâyelerini içeren Ömer Seyfettin ve Hayatı adlı bir kitap yazdı ve bu kitap 1935 yılında yayımlandı. Kısa bir süre sonra da bütün hikâyeleri bir kitap serisi halinde basıldı. Bu hikâyeler günümüzde de okunmaktadır.

Etkisi

Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde kullandığı çocuk teması, eğitsel bakış açısı[12][13] ve modern Türk hikâyeciliğine etkisi,[14] Türkçe öğretimine katkıları[15] akademik çalışmalara konu olmuştur.

Düşünceleri

Evrim kuramına bakış açısı

1839’da Tanzimat Fermanı ile başlayan Türk modernleşmesi[16] Jön Türk’lerin genellikle Fransız ağırlıklı entelektüel kaynaklardan beslenmesi ve İttihat Terakki kadrosunun düsturu haline gelen 19. yüzyıl pozitivizmi ile güçlü bir “bilimci” damara sahip olanların bir hareketi olagelmiştir.[17] Ömer Seyfettin de bu gelenekten gelen, ancak kuşağının, yüzünü batıya çeviren yüzeysel ve kaba çoğunluğundan farklı kişiliklerinden biridir.[18] 19. yüzyıl Türk modernleşmesi entelijansiyası, kabalaştırılmış biçimiyle Darwin ve evrimden de haberdardır. Bu kaba Darwinizm, modernleşme aktörlerinin devindirici motifleri arasında önemli bir yere de sahiptir.[19][20]

Bu dönemde, kuşağını etkileyen felsefi, edebi, siyasi ve bilimsel kuramların farkında olan yazar, Darwin’i ve dönemindeki evrim anlayışını içinde barındıran iki öykü ile karşımıza çıkmaktadır. (4). Bunlar, Gizli Mâbet kitabında yer alan “Kesik Bıyık” ve “Pireler” adlı öyküleridir.[21]

Kesik Bıyık

Seyfettin’in, Kesik Bıyık adlı öyküsünden bir kesit şu şekildedir;[22][23]

“Darwin denilen herifin sözüne inanmalı. Evet, insanlar mutlaka maymundan türemişler! Çünkü işte neyi görsek hemen taklit ediyoruz; oturmayı, kalkmayı, içmeyi, yürümeyi, durmayı, hâsılı hâsılı her şeyi…”

Pireler

Seyfettin’in, Gizli Mâbet kitabındaki bir diğer öyküsü olan ve özellikle Darwin sonrası maddi dünya algısını bir şekilde içeren akılcı Batı tıbbı karşısında eski usul hekimliğin yerildiği, “Pireler” adlı öyküsünden bir kesit şu şekildedir;

“Siz istersiniz muska…siz istersiniz üfürük…Siz istersiniz ilâç! Halbuki hastalıkların evvelâ sebeplerini bulmak lazım! Bu sebep bulununca şifâ bulundu demektir! Senin köpek hasta, niçin?…Allah dünyada hiçbir hayvanı, hiçbir âzâyı vazifesiz yaratmadı. En fena hayvanların, en muzır mikropların bile vazifeleri vardır. Dört ayaklı hayvanlar çok tembeldirler. Allah bunların üzerine pireleri koydu. Niçin? Uyandıkları zaman rahatsız olup tekrar uyumamaları için…Bu pirelerin ısırmalarından kaşınarak hareket, yani jimnastik yapmak için…Siz ne yaptınız? Bu köpeği yıkadınız. Üzerine kolonya sürdünüz. Vücudunda hiç pire kalmadı. Rahat uyumağa başladı. Uyandı tekrar uyudu. Uyandıktan sonra onu uyutturmayacak hayvanlar üzerinde yoktu. Uyuya uyuya iştahı kapandı. Midesi bozuldu. Yemedi, içmedi, hareket etmedi. Vücudu toksin doldu. Hastalandı. Bir ay daha üzerine pire koymaya idiniz, açlıktan halsizlikten ölecekti!…”

“…sonra sineklere, farelere, vızvızlara, kedilere geçti. Küçük buzağıları koşturmak için tabiat, burunlarının dokunamayacağı bir yere, meselâ kuyruklarının dibine bir takım muacciz (taciz eden) sokucu sinekler musallat ediyordu. Darwin’in hakikatlarını dinliyordum…”

Ömer Seyfettin, “Pireler” öyküsünde bahsettiği, Osmanlı’ya dek akseden, “Darwin’in hakikatları” olarak tanımladığı bu kavramsal çerçeve, aslında döneminde Darwin’e de çok yabancı olmayan; evrimsel biyolojinin işleve ilişkin açıklama biçimlerine önemli bir süre egemen olan uyarlanma (adaptasyon) kavramına karşılık gelmektedir. Bu görüşe göre her canlının, canlıdaki her bir organın bir işlevi bulunur. Bu işlevi tanımlayan ise, canlıların içine doğdukları, onların biyolojisinden bağımsız çevrelerin oluşturdukları çözülmesi gereken sorunlardır.

Türk edebiyatı

Ruşen Eşref Ünaydın‘ın 1918’de yayımlanan “Diyorlar ki” adlı kitabında bulunan mülakatında Ömer Seyfettin, kendisini etkileyen edebiyatçılardan şöyle bahsetti:

“Şinasi’den sonraki edebiyata gelince, Kemal Bey’i (Namık Kemal) çok sevdim. ‘Evrâk-ı Perîşân’dan sayfalar ezberledim. Bana hayatiyet veren; beni iyiye, doğruya, güzele samimiyetle alakadar eden Kemal’dir sanıyorum. Ne yalan söyleyeyim, Hâmid’i (Abdülhak Hamit Tarhan) pek o kadar anlayamıyorum. Ekrem Bey’e (Recaizade Mahmud Ekrem) gelince, Nijad’ı için yazdığı şeylere hâlâ bayılırım. Ne müessir şeylerdir. Fikret!.. (Tevfik Fikret) İşte bana ‘mükemmellik’ iştiyakını veren! İdadiye mektebinde iken hep ‘Rübab’ı okuyordum. Halid Ziya, bizim ilk üstadımızdır. Ben bir gece hiç uyumamış, sabaha kadar ‘Bir Ölünün Defteri’ni okumuştum. Onun yalnız lisanı skolastiktir. Yoksa tekniği öyle kuvvetlidir ki Avrupa’nın cenûb-ı şarkîsinde; mesela Romanya’da, Sırbistan’da, Bulgaristan’da, Yunanistan’da o kuvvette bir romancı yoktur.”

Seyfettin, kendini tanımlayıp dönemin edebiyatının eleştirisini yaparken ise şu ifadeleri kullandı:

“Bana gelince, ortaya esaslı bir eser koymadan sanatkârlık hülyasına kapılmam bile! Edebiyatımızın şiarı, ‘Çok laf, az eser!’dir. Ben şimdilik bu şiarı bozmaya çalışıyorum. Ağustos böceği gibi öterek yan gelmekten ise karınca gibi çalışmak daha iyi değil mi? Şimdiye kadar öttüğümüz elverdi. Biraz da iş yapalım ki çorak edebiyatımız şenlensin. Değil mi?”

Eserleri

Öyküleri

  • 1/2
  • Acaba Ne İdi?
  • Acıklı Bir Hikâye
  • Açık Hava Mektebi
  • Akşam Sefası
  • Ant
  • Antiseptik
  • Apandisit
  • Ashab-ı Kehfimiz
  • Asilzadeler
  • Aşk Dalgası
  • Aşk ve Ayak Parmakları
  • At
  • Ay Sonunda
  • Ayın Takdiri!
  • Bahar ve Kelebekler
  • Baharın Tesiri
  • Balkon
  • Başını Vermeyen Şehit
  • Beşeriyet ve Köpek
  • Beyaz Lale
  • Beynamaz
  • Bilgi Bucağında
  • Binecek Şey
  • Bir Çocuk Aleko
  • Bir Hatıra
  • Bir Hayır
  • Bir Kayışın Tesiri
  • Bir Temiz Havlu Uğruna
  • Bir Vasiyetname
  • Birdenbire
  • Bit
  • Bomba
  • Boykotaj Düşmanı
  • Buse-i Mader
  • Busenin Şekl-i İptidaisi
  • Büyücü
  • Cesaret
  • Çakmak
  • Çanakkale’den Sonra
  • Çirkin Bir Hakikat
  • Çirkinliğin Esrarı
  • Dama Taşları
  • Deve
  • Devletin Menfaati Uğruna
  • Diyet
  • Dünyanın Nizamı
  • Düşünme Zamanı
  • Efruz Bey
  • Eleğimsağma
  • Elma
  • Erkek Mektubu
  • Ezeli Bir Roman
  • Falaka
  • Ferman
  • Fon Sadriştayn’ın Karısı
  • Fon Sadriştayn’ın Oğlu
  • Forsa
  • Foya
  • Gayet Büyük Bir Adam
  • Gizli Mabet
  • Gurultu
  • Hatiften Bir Seda
  • Harem
  • Havyar
  • Hediye
  • Herkesin İçtiği
  • Heykel
  • Horoz
  • Hürriyet Bayrakları
  • Hürriyet Gecesi
  • Hürriyete Layık Bir Kahraman
  • İffet
  • İhtiyarlıkta mı Gençlikte mi?
  • İki Mebus
  • İlk Cinayet
  • İlk Düşen Ak
  • İlk Namaz
  • İlkbahar
  • İnat
  • İrtica Haberi
  • Kaç Yerinden?
  • Karmanyolacılar
  • Kaşağı
  • Kazık
  • Kazın Ayağı
  • Kerâmet
  • Kesik Bıyık
  • Kır Sineği
  • Kıskançlık
  • Kızıl Elma Neresi?
  • Koleksiyon
  • Korkunç Bir Ceza
  • Kurbağa Duası
  • Kurumuş Ağaçlar
  • Küçük Hikâye
  • Külah
  • Kütük
  • Lokanta Esrarı
  • Mahcupluk İmtihanı
  • Makul Bir Dönüş
  • Mehdi
  • Mehmaemken
  • Memlekete Mektup
  • Mermer Tezgâh
  • Miras
  • Muhteri
  • Müjde
  • Mürebbiye
  • Nadan
  • Nakarat
  • Namus
  • Nasıl Kurtarmış?
  • Nezle
  • Niçin Zengin Olmamış?
  • Nişanlılar
  • Pamuk İpliği
  • Pembe İncili Kaftan
  • Pembe Menekşe
  • Perili Köşk
  • Pervanelerin Ölümü
  • Piç
  • Pireler
  • Primo Türk Çocuğu
  • Rüşvet
  • Sahir’e Karşı
  • Sebat
  • Sivrisinek
  • Sultanlığın Sonu
  • Şefkate İman
  • Şîmeler
  • Tam Bir Görüş
  • Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
  • Tavuklar
  • Teke Tek
  • Tenezzüh
  • Terakki
  • Teselli
  • Topuz
  • Tos!
  • Tuğra
  • Tuhaf Bir Zulüm
  • Türbe
  • Türkçe Reçete
  • Tütün
  • Uçurumun Kenarında
  • Uzun Ömür
  • Üç Nasihat
  • Velinimet
  • Vire
  • Yalnız Efe
  • Yaşasın Dolap
  • Yemin
  • Yeni Bir Hediye
  • Yuf Borusu Seni Bekliyor
  • Yüksek Ökçeler
  • Yüz Akı
  • Zeytin Ekmek

Şiirleri

  • Aşk
  • Aveng-i Ezhar
  • Bahar Rüzgârı
  • Bir Nale-i Hicran-ı Muvakkat
  • Buse-i Mader (mensur)
  • Hediye (mensur)
  • Hicrân-ı Müzmin
  • İcab-ı Sevda (mensur)
  • Kaşkar
  • Kır Sineği (mensur)
  • Kurşun Kalem (mensur)
  • Mefkure
  • Oh, Sus!..
  • Pembe Menekşe (mensur)
  • Saat
  • Sarhoşluk
  • Sevdiğime
  • Telhi-i Âmâl
  • Terâne-i Giryedâr
  • Türk Dünyası (Kaşgar)
  • Yâd-ı Melûl
  • Yalnızlık
  • Yıkık Han

Risale

  • Yarınki Turan Devleti

Mehmed Emin Resulzâde (AzericeMəhəmməd Əmin Rəsulzadə /mæmˈmæd æˈmin ɾæsulzɑːˈdæ/; 31 Ocak 1884 – 6 Mart 1955), Azerbaycanlı gazeteci, siyasetçi ve devlet adamıAzerbaycan Demokratik Cumhuriyeti‘nin kurucusu.

Resulzade, eşi Hamida ve arkadaşlarıyla birlikte

Müsavat Partisi‘nin kurucu genel başkanı olan Resulzâde, Mayıs-Aralık 1918’de Azerbaycan Millî Şûrası Başkanı olarak görev yapmıştır.[1] Resulzâde Azerbaycan’ın ulusal bağımsızlık hareketine öncülük etmesinden dolayı Azerbaycan tarihinin en önemli şahsiyetleri arasındadır. Onun “Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez!” ifadesi 20. yüzyıl Azerbaycan’ında bağımsızlık hareketinin sloganı haline geldi.[2][3][4]

1947’de Türkiye’ye gelerek, 1949 yılında “Azerbaycan Kültür Derneği”ni kurdu. 6 Mart 1955 tarihinde Ankara‘da öldü.

İlk yılları ve mesleği

Babası Hacı Molla Alekber Resulzade, annesi ise Zinyet Zal’dır. İlk eğitim ve öğretimini ailesi yanında alan Mehmed Emin Resulzade, sonradan Teknik okula katılmıştır. 1902’de “Müslüman Gençlik” kurumunu kurmuştur. 1903’te ilk makalesi “Şark-i Rus” gazetesinde yayınlanmıştır. Sonradan “Hayat”, “İrşad”, “Terakki” ve başka gazetelerde makaleler yazmış, “Tekamül” (Bakü), “İran-i Nov” (Tahran), “Açık Söz” (Bakü 1915-1917), İstanbul‘da yayınlanan “Yeni Kafkasya” (1923-1928), “Azeri Türk” (1928-1929), “Odlu Yurd” (1929-1931) ve 1933-1939’da Berlin‘de yayınlanan “Kurtuluş” dergilerinin ve “İstiklal” gazetelerinin kurucusu olmuştur. 1952’de ise Mehmed Emin Resulzade rehberliği ile “Azerbaycan” dergisi kurulmuştur.

İran‘da kaldığı 1908-1911 döneminde meydana gelen İran inkılabı sonrası isyancıların hürriyet ordusu Tahran‘a girmiş ve İran’da meşrutiyet ilan edilmişti. Mehmed Emin, Tahran’da günlük çıkardığı Batılı tarzdaki ilk gazete olan “Yeni İran” (İran-ı Nev) gazetesinin müdürü ve başyazarı olmasına rağmen, bu girişimden vazgeçerek Türkiye‘ye geldi.

Resulzade’nin gazeteci kimliğinin dışında yazdığı, birtakım kitaplar da yayınlanmıştır. Bunlardan biri olan, “Azerbaycan Cumhuriyeti” adlı kitabını 1922’de Türkiye’de yayınlamıştır.

Siyasi yaşamı

Rus-Japon Savaşı‘nda Çarlık hükûmetinin yenilmesi Rusya‘daki diğer milletler arasında özgürlük hareketleri yaratmış olmasına rağmen, hükûmet toparlanıp 1907 sonlarında bu tip siyasi faaliyetler gösteren kişileri izlemeye almıştır. Bu izlenenlerden biri olan Mehmed Emin Resulzade, 1908-1911 yılları arasında İran‘da çalışıp, Settar Han harekâtı ile yakından ilgilenmiştir.

Resulzade’nin 3 numarada yer aldığı, hem Azerice hem de Rusça yazılmış 1917 Rus Kurucu Meclisi seçim pusulası.

1911-1913’te İstanbul‘da Türk Ocağı‘nda çalıştı. 1913 yılında Bakü‘ye döndü. Yine basın alanında faaliyetlere devam ettiği gibi, Müsavat Partisi ile de siyaset yapmaya başlamıştır. 1917’deki Ekim Devrimi sonrasında meydana gelen otorite boşluğunda, 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmiş, sonrasında Azerbaycan Millî Şurası başkanı olmuştur. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı süresinde ülkeyi etkileyen birçok yenilik yapmıştır.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Parlamentosu’nun açılışı

Kızıl Ordu‘nun 27 Nisan 1920’de Azerbaycan’ı işgaliyle tutuklanarak hapse atılan Resulzade’nin cezası, Josef Stalin‘in isteğiyle idam cezasından sürgüne çevrildi. Sürgün hayatını; Türkiye‘nin, Polonya‘nın ve Almanya‘nın bazı şehirlerinde geçiren Resulzade, Azerbaycan‘ın bağımsızlığı için çeşitli alanlarda çalışmalarını sürdürdü.

“Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez!”

Fikirleri

  • Bağımsızlığı güçlendirerek, enternasyonalist düşüncelerin önüne geçilebileceğini savunmuştur. Milliyetçilik fikrinin doğal, medeni ve ileri bir düşünce olduğunu, bilim ve kültürün gelişmesini ve yayılmasını teşvik ettiğini belirtmiştir. Bu yaklaşımın, insanlık kültürünün en doğal ve normal gelişim yolu olduğunu ifade etmiştir.
  • Genç nesillere yönelik olarak, önceki nesillere atıfta bulunarak “Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez!” demiştir. Bayrağı tekrar yüceltme sorumluluğu olduğunu vurgulamıştır. Bu yolda kararlılık ve azimle hareket edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Resulzade ve arkadaşları Atatürk’ün kabri önünde

Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk hakkında düşünceleri:

“Ne İngiliz himayesi, ne Amerika mandası altında değil, o kurtuluşu yalnız hakimiyeti milliyeye müstenid, bilakayduşart müstakil bir Türk devleti tesis etmekte görmüştü. Onun dileği ‘Ya ölüm, Ya istiklal’ idi. Anadolu’ya o bu dilekle geçti, efsanevi İstiklal Harbi‘ni başaran baş kahraman, Çanakkale zaferi üzerine, Sakarya ve Dumlupınar gibi zafer taçlarıyla bezendi. Tarihin üç büyük imparatorluğunu dizleri altına alarak istedikleri gibi parçalayan galipler, bir avuç Anadolu mücahitleri karşısında ricate mecbur kaldılar! “Başındaki kumandanı kaçmadıkça, Türk neferi hiçbir zaman kaçmaz” diyen büyük kumandanın sözü doğru çıktı. Ölüm beratı “Sevr” yırtıldı, istiklal vesikası “Lozan” yazıldı. Atatürk, bir milletin halasını yalnız kendisindeki kuvvetten beklemiştir. Bu fikir, onun gençliğe hitabında bilhassa belirtilmiştir. Muazzam eserinin müdafaasını emanet ettiği Türk Gençliğine “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyen Atatürk’ün Türk köylüsü ile neferi hakkındaki samimi fikirleri, malumdur. Ona göre, “Memleketin yegane efendisi köylüdür!”

Hakkında söylenenler

  • Nesib Yusufbeyli: “28 Mayıs 1918 Azerbaycan tarihinde büyük millî arzuların tahakkuk ettiği bir gündür.”
  • Üzeyir Hacıbeyov: “Azerbaycan cumhuriyeti sağlam bir millî fikir ve Türklük şuuru üzerine kurulmuştur. İslam mezhepleri arasındaki zıddiyet ilk defa olarak burada tadile uğramış, Müslümanların tesanüdü fikrine büyük kıymet verilmiştir. Aynı zamanda Azerbaycan, çağdaş bir cemiyet kurmaya, Avrupalı bir zihniyetle çalışmaya azmetmiştir. Bayrağının üç rengi (Mavi, kırmızı, yeşil) bu üç umdenin timsalidir.”

Röportajları

Resulzade hayatının sonlarında, 26 Ağustos 1951, 1952 ve 28 Mayıs 1953’te toplamda üç kez Azerbaycan halkına seslenmiştir.

26 Ağustos 1951

Ölümü

6 Mart 1955 tarihinde, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi kliniğinde diyabet nedeniyle öldü. Son sözleri “Azerbaycan, Azerbaycan, Azerbaycan!” şeklinde oldu.[kaynak belirtilmeli] Ankara Radyosu 7 Mart günü saat 22:45’te, ölüm haberini duyurdu.

1000 Azerbaycan manatı (1993-2001)

8 Mart’ta Mehmed Emin Resulzade’nin arkadaşları Ankara’daki Hacı Bayram Camii‘ndeki tabutunun başında nöbet tuttular. Ankara Belediye Başkanı Kemal Aygün de taziye için oradaydı. Ayrıca cenazenin önünde “Azerbaycan Kültür Derneği”, “Milli Kütüphane”, “Türk Kütüphaneciler Derneği”, “Karslı Yüksek Öğrenci Yardımlaşma Derneği”, “Gazetecler Derneği”, İdil-Ural ve Kırım Türkleri temsilcileri vardı.[5] Cenazede Abdulvahap Yurtsever, Ahmet Caferoğlu, Mirza Bala Mehmetzade, Hamdullah Suphi TanrıöverSadri Maksudi ArsalCafer Seydahmet Kırımer, Abdullah Battal-Taymas, Zeki Velidi Togan gibi önde gelen isimler de oradalardı. Mehmed Emin Resulzade, Ankara‘daki Cebeci Asri Mezarlığı‘na defnedildi.

Türkiye, İran ve Batı Avrupa’da birçok ülkede taziye mesajları yayınlandı. Türkiye’de 1993 yılında yaptırılan bir okula Mehmed Emin Resulzade’nin adı verildi.

Azerbaycan Kabinesi, Bakü’de Mehmed Emin Resulzade için bir anıtın dikilmesine ilişkin 26 sayılı, 13 Ocak 1993 tarihli kararı kabul etti.[6] Azerbaycan cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, 29 Aralık 1993 tarihli “Azerbaycan’ın önde gelen sosyo-politik şahsiyeti Mehmed Emin Resulzade’nin doğumunun 110. yıldönümü hakkındaki” 79 Sayılı Kararnameyi imzaladı.[7][8] İlham Aliyev, 22 Kasım 2013 tarihli “Mehmed Emin Resulzade’nin 130. yıldönümünü kutlamak hakkında” bir kararname imzaladı.[9]

Anısına yapılanlar

Resulzade’nin Ankara’daki heykeli

Mimari yapılar

  • 1992’de Tatar bölgesinin yöneticisi Serdar Hamidov’un girişimiyle Mehmed Emin Resulzade için bir anıt yapıldı.[10]
  • 1993 yılında Zakatala’da Mehmed Emin Resulzade’nin bir heykeli yapıldı.[11]
  • 1999’da Bakü Devlet Üniversitesi’nden Mehmed Emin Resulzade’nin bir büstü kaldırıldı.[12][13]
  • Resulzade’nin adı 2000 yılında Bakü Devlet Üniversitesinden kaldırıldı.[14][15]
  • 2000 yılında Ağcabedi’deki bir büstü kaldırıldı.[12][13]
  • 2007 yılında Ağsu’daki heykeli kaldırıldı.[16]
  • 2007 yılında Kukla Tiyatrosu önüne anıt dikileceği bilgisini veren bir levha konuldu ve yerine çeşme yapıldı.[17][18]
  • 2011 yılında Kobustan’daki heykeli kaldırıldı ve arşivlendi.[12][13]
  • 2012 yılında Sabirabad’daki büstü kaldırıldı.[19][20][21]
  • 2012’de Tatar’daki büstü kaldırıldı.[22][23]

Günümüzde

  • Resulzade’nin Novkhani’de doğduğu ev bir anaokuludur.[12][24]
  • Bakü Devlet Üniversitesi’nin bahçesinde “Buraya Azerbaycan halkının büyük düşünürü, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucusu Mehmed Emin Resulzade’nin büstü dikilecektir” yazılı bir bilgilendirme panosu vardır.[25][26][27][28]
  • Novkhana’da bir heykeli vardır.[12][13]
  • Türkiye’nin başkenti Ankara’da adını taşıyan bir lise bulunmaktadır.[29][30]

Eserleri

  • Azerbaycan Cumhuriyeti Keyfiyeti Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti (İstanbul, 1923)
  • Asrımızın Siyavuşu (İstanbul, 1923)
  • İstiklal Mefkuresi ve Gençlik (İstanbul, 1925)
  • Rusya’da Siyasi Vaziyet (İstanbul, 1926)
  • İhtilalci Sosyalizmin İflası ve Demokrasinin Geleceği (İstanbul, 1928)
  • Milliyet ve Bolşevizm (İstanbul, 1928)
  • Panturanizm ve Kafkasya Problemi (Rusça, Paris, 1930)
  • Azerbaycan Problemi (Almanca, Berlin, 1938)
  • İstiklal Uğrunda Mücadele (Lehçe, Varşova 1938);
  • Azerbaycan Kültür Gelenekleri (Ankara, 1949)
  • Çağdaş Azerbaycan Edebiyatı (Ankara, 1950)
  • Çağdaş Azerbaycan Tarihi (Ankara, 1951)
  • Azerbaycan Şairi Nizami (Ankara, 1951)
  • Milli Tesanüd (Ankara, 1978)
  • Kafkasya Türkleri (İstanbul, 1993)
  • İran Türkleri (İstanbul, 1993)

wikipedia.org

Ayrıca Kontrol Edin

15 Martta ölenler

Ölümler MÖ 44 – Jül Sezar, Romalı asker ve politik lider (d. MÖ 100) Jül Sezar Roma Cumhuriyeti …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Seç ve dinle