
Dünyada 14 şubat tarihinde doğanlar
Doğumlar
- 1404 – Leon Battista Alberti, İtalyan ressam, şair ve filozof (ö. 1472)
- 1468 – Johannes Werner, bir Alman matematikçi idi (ö. 1522)
- 1483 – Babür Şah, Babür İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk Hükümdarı (ö. 1531)
Zahîreddîn Muhammed Bâbur |
|
---|---|
Babür Şah’ın Babürnâme’deki bir minyatürü | |
![]() |
|
![]() |
|
Hüküm süresi | 30 Nisan 1526 – 26 Aralık 1530 |
Önce gelen | İbrahim Ludî (Delhi Sultanı) |
Sonra gelen | Hümayun Şah |
Kabil Hükümdarı | |
Hüküm süresi | 1504 – 1530 |
Semerkand Hükümdarı | |
Hüküm süresi | 1497 – 1498 1500 – 1501 1511 – 1512 |
Fergana Hükümdarı | |
Hüküm süresi | 1494 – 1497 1498 – 1500 |
Doğum | 14 Şubat 1483 Andican |
Ölüm | 26 Aralık 1530 (47 yaşında) Agra |
Defin | Babür bahçeleri |
Eş(ler)i | Ayşe Sultan Begüm Zeynep Sultan Begüm Maham Begüm Dildar Begüm Gülnar Ayça Gulruh Begüm Mubarike Yusufzai |
Çocuk(lar)ı | Hümayun, oğlu Kamran Mirza, oğlu Askarī Mirzā, oğlu Hindal Mirzā, oğlu Alwar Mirza, oğlu Fahr-un-Nisa, kızı Gülrenk Begüm, kızı Gülbeden Begüm, kızı Gülçehre Begüm, kızı |
Hanedan | Timurlu hanedanı |
Babası | II. Ömer Şeyh Mirza, Fergana Emiri |
Annesi | Kutluk Nigar Hanım |
Dini | Sünni İslam |
Babür ve Bebür veya tam adıyla Zahîreddîn Muhammed Bâbur (Çağatay Türkçesi: ظاهيرددين موهاممد بابور; Farsça: ﻇﻬﻴﺮﺍﻟﺪﻳﻦ محمد, بابر, 14 Şubat 1483 – 26 Aralık 1530) Türk lider, Babür İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk hükümdarı. Soyu, baba tarafından Timur anne tarafından Cengiz Han’a dayanan Babür Şah, 1519’dan itibaren Hindistan’a düzenlediği seferler sonunda bütün Kuzey Hindistan’ı kontrol altına alıp 1526’da Delhi Sultanlığı’na son vererek günümüzdeki Afganistan, Pakistan ve Hindistan’ın kuzeyini kapsayan topraklar üzerinde Babür İmparatorluğu’nu kurdu.
Babür Şah’ın Çağatay dönemi edebiyatına önemli katkıları olmuştur. Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı ve yaptıklarını kronolojik olarak anlattığı Babürnâme Türk edebiyat tarihinin nesir türündeki başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. Hatt-ı Baburi denilen yazı şeklini geliştirmiş olan Babür Şah aynı zamanda Çağatay edebiyatının Ali Şir Nevai’den sonraki en büyük şairi olarak kabul edilir. Fars kültüründen de yoğun olarak etkilenmiş olan Babür Şah’ın hem kendisi hem de halefleri üzerindeki bu etki, Hindistan’da bu kültürün önemli derecede gelişmesine sebebiyet vermiştir.
Askeri ve siyasi hayatı
İlk yılları ve Afganistan hakimiyeti

Babür Şah, 14 Şubat 1483 tarihinde günümüzde Özbekistan ve Fergana Vadisi sınırları içerisinde yer alan Andican şehrinde doğdu. Babası, Timur’un üçüncü oğlu Miran Şah’ın torunlarından Fergana valisi II. Ömer Şeyh Mirza, annesi ise Cengiz Han’in torunlarından Yunus Han’ın kızı Kutluk Nigar Hanım’dır. Doğduğunda Timurlu hanedanı Orta Asya’nın küçük bir bölgesine hükmetmekteydi. Babasının ölümünden sonra 1494 yılında 12 yaşında Fergana’da tahta çıktı. Babür, babasının tahtına oturduğu zaman amcası Semerkant Hanı Sultan Ahmet ve dayısı Taşkent Hanı Mehmet, Fergana’ya hücum etmekteydiler. Babür, babasının kumandanları sayesinde bu tehlikeyi atlattı. Babür 1497 yılında, büyük atası Timur’un başkenti olan Semerkant’ı ele geçirmeyi başardı. Fakat Özbeklerin Hanı Şeybânî’ye mağlup oldu. 1501’de Semerkant’ı tekrar ele geçirse de 1503’te tekrar Özbeklere bıraktı. Timur’un soyundan gelen hükümdarların idaresindeki küçük devletler Özbekler tarafından ortadan kaldırılıp Timurluların önemli şehirleri Semerkant, Buhara, Herat, Özbeklerin eline geçip hanedandan olan prensler mirzaların birer birer hayatını kaybetmesi ile Timurlu hanedanından bölgede bir tek Babür kalmıştır. Timur’un mirasına sahip çıkmaya çalışan Babür de, Özbek Hanı Şeybani Han karşısında sürekli mağlup olmaktaydı. Bir keresinde ablasını onun eline bırakıp birkaç sadık adamıyla kaçmak zorunda kalmıştır.
Büyük bir mağlubiyete uğramış olmasına rağmen ümidini kaybetmeyen Babür, Pamir Dağları’na çekilmiş ve yanında bulunan birkaç kişi ile bir Türk kadınının evinde saklanmaktaydı. Bu kadının kardeşi, Timur’la Hindistan seferlerine katılmış ihtiyar bir askerdi ve Hindistan’ın zenginliğini, buraya ait efsaneleri, Hind’in eski tarihini her gece Babür’e anlatıyordu. Tarihe merak saran Babür, atası Timur’un tarihini bularak okumaya başladı. İşte bu dönemde Hindistan’ı zaptetmeyi akılına koydu. Bu idealle, Babür; Horasan İllerindeki Türklere haber gönderdi. Kısa bir süre içinde etrafında 20,000 asker toplamaya muvaffak oldu. Bu ordu ile Hindikuş Dağları’nı aşarak 1504’te Kabil şehrini ele geçirerek kendisini şah olarak ilan etti. Bâbür’ün Kâbil’i ele geçirmesi şehrin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır ve bu konu onun hâtıralarında ayrıntılarıyla yer almaktadır. O dönemde Kâbil Hindistan, Çin, Orta Asya ve İran’dan getirilen ticaret mallarının satıldığı bir pazar haline gelmişti. Babür, 1508 yılının Eylül ayında ilk defa Hindistan’a sefer düzenledi. Üç ay süren bu seferde Hindistan coğrafyasını tanıdı ve pek çok ganimet elde etti.
Şah İsmail ile ittifak ve Şiilik iddiaları

Şeybani Han, 1510 yılında Şah İsmail tarafından yenilip öldürülünce bölgede doğan boşluk sonucu, Babür ata topraklarını kurtarmak için Safevilerin yardımıyla 1512-1513’te Buhara ve Semerkand’ı yeniden ele geçirdi. Şah İsmail’in öğretisi Anadolu’da taraftar toplamasına rağmen Orta Asya’da halk Şiiliği sevmemişti ve büyük tepki göstermişti.
Babür ise politik bir davranış sergileyerek Özbek hanını mağlup eden Şah İsmail ile ittifakı, eski topraklarını ele geçirmek için bir fırsat olarak görmüştür. Sünni olarak yetişmesine rağmen Şah İsmail’e tabi olmuştur. Semerkant’ta kılınan ilk cuma namazında hutbeyi kendi adına değil Şah İsmail ve On İki İmam adına okutmuş, Şah İsmail’e bağlananlar gibi kırmızı başlık giymiştir. Hatıratında pek bahsetmediği bu yıllarda Şiilik inancının esaslarını kabul etmiş ya da kabul eder gibi görünmüştür.
Hatıralarındaki eksik bölümlerin, geçmişindeki bu dönemi silmek için kendisinin çıkardığı bölümler olduğu iddia edilmektedir. Bu ittifak Babür’ün ata toprakları olan Semerkant ve Buhara’yı ele geçirmesini sağlamıştı. Ancak 1514’te Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’i yenilgiye uğratması sonucu Özbeklerin üzerindeki Safevi baskısı kalkınca Babür Şah, kendisine karşı cihat ilan eden Özbekler karşısında yenilgiye uğramış ve vatanından ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu yenilgi ile birlikte Babür, kendisini ihanetle suçlayan Safeviler’in desteğini de kaybetmiştir.
Hindistan hakimiyeti
Semerkant’ta tutunamayacağını anlayıp güneye doğru çekilmeye karar veren Babür, 1518’de gerçekleştirdiği Güney Afganistan seferi ile Hayber Geçidi’ni aşıp Sind bölgesini ele geçirdi. 1519 yılının Kasım ayında Sind nehrini 1500 kişilik kuvvetle sallarla geçip Peşaver yakınlarına geldi. Beş defa Pencap’a sefer düzenledi ve bu seferler neticesinde, Pencap bölgesini ele geçirdi. 1522’de ise Kandehar’ı ele geçirdi. Daha önce beş kez Hindistan’a sefer düzenlemiş olan Bübür altıncı seferinde Hindistan’ın en güçlü lideri Delhi Sultanı, İbrahim Ludî ile Nisan 1526’da Panipat Muharebesi’nde karşı karşıya geldi. Sultan İbrahim Ludî’nin 100.000 asker ve 1.000 filden müteşekkil büyük ordusunu 13.500 askeri ile 7 saat içerisinde büyük bir mağlubiyete uğrattı. Sultan İbrahim Ludi’nin 50 bin askeri savaş esnasında ölmüştür. Zaferin hemen ardından Delhi ve Agra’yı alıp Agra’yı başkent yapmıştır. Bu savaş onun en büyük zaferidir. Savaşın kazanılmasındaki en büyük etken, Babür’ün “asrımızın biriciği” şeklinde andığı Osmanlı subayı Mustafa Rumi’nin başında bulunduğu topçu taburuydu. O dönemde o bölgede Babür’ün ordusu dışında hiçbir ülkenin ordusunda top kullanılmıyordu. Babür’ün kazandığı bu zafer, Hindistan’daki Timuri hanedanının başlangıcı olarak kabul edilir. Zaferden sonra Babür, Agra imparatorluk sarayına girerek kendisini Hindistan imparatoru ilan etti.
Babür’ün Panipat savaşında kazandığı zafer ve Delhi Sultanlığı’na son vermesi Hinduları korkutmuştu. Çitor Racası Rana Saga başkumandanlığında 200 bin piyade, 1000 süvari ve 1000 savaş filinden oluşan Hindu ordusuyla Babür’ün ordusu 15 Şubat 1527’de Kanya savaşında karşı karşıya geldiler. Sabah 9’da başlayan savaş birkaç saat içinde Babür’ün zafer ile sonuçlandı. Babür on mislinden fazla karşı kuvveti üstün ateşli silahlar ve taktik gücü ile yenilgiye uğratmıştı. Babür, Hindistan’ın son büyük hükümdarı olarak kabul edilen Çitor Racası Rana Saga’yı yendikten sonra Gazi unvanını almıştır. Bu zafer Babür’ün Müslüman olmayan bir hükümdara karşı kazandığı ilk zaferdi ve ona İslam dünyasında büyük ün kazandırdı.
Kültürel ve sanatsal faaliyetleri

Sanatı ve sanatçıyı desteklemiş bir kültür adamı olan Babür Şah’ın kendisi de bir sanatkâr ve yazardır. Onun Ali Şir Nevâî’den sonra Çağatay edebiyatının en önemli şairi olduğu pek çok ilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Babür divanında, Risale-i Vâlidiyye Tercümesi’nin yanı sıra, 119 gazel, 18 mesnevi, 210 rübâi, 50 muamma, 19 kıta, 15 tuyug, 79 matla, 7 masnu şiir, 18 nâtamam gazel, 3 nazm, 16 musarra beyit, 5 müfred, 4 mensur parça yer almaktadır. Ayrıca Farsça olarak kaleme alınmış 2 gazel, 12 rübâi, 8 kıta, 17 matla ve bir mensur parça da divanın içinde mevcuttur. Divanda genel olarak aşk, tabiat, güzellik, sosyal hayat, ahlak ve tasavvuf gibi konularda şiirler yer almaktadır. Divanın beş nüshası bulunmaktadır. Bunlar İstanbul Üniversitesi kütüphanesi, Paris Biblioteque Nationale, Topkapı Sarayı Revan Kitaplığı, İstanbul 100. yıl Atatürk Kitaplığı Muallim Cevdet yazmaları ve Hindistan Nevvab Kütüphanesi’ndedir. Türkiye’de Bilal Yücel tarafından yayına hazırlanmış ve Atatürk Kültür Merkezi Yayınları arasından çıkmıştır.
Babür Şah’ın bir başka eseri Aruz Risâlesi’dir. Adından da anlaşılacağı üzere aruzu anlatan bir eserdir. Risalede beş yüzden fazla vezne yer verilmiştir. Eserin Paris Biblioteque Nationale’deki nüshası Fuad Köprülü tarafından ortaya çıkarılmıştır. Eserin bir diğer nüshası ise Tahran’da 1525 yılında kopyalanmıştır.
Babür Şah’ın bir de Hanefi fıkhına ait ‘Mübeyyen Der Fıkh’ isimli bir mesnevisi ve tasavvuf ahlâkına dair Hoca Ahrâr’ın Farsça eserlerinden manzum olarak Türkçeleştirilmiş bir ‘Risâle-i Vâlidiyye’si vardır. Risâle-i Vâlidiyye, Hoca Ubeydullah Ahrar’ın Vâlidiyye adlı Farsça tasavvufi ahlâk risalesinin manzum çevirisidir. Bu eser Babür’ün tasavvufi yönünü ortaya koyan bir eserdir. 243 beyitten oluşan bu eserden sonra Babür’ün tasavvufa yöneldiği söylenir.
Babür Şah’ın en önemli eseri Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı Babürnâme’dir. Babür, bu eserinde çocukluğundan hayatının sonuna kadar bütün hayatını hikâye etmiş, gezip gördüğü yerleri, tanıştığı insanları, kültürleri, coğrafyaları anlatmıştır. Ekber Şah zamanında Çağatay dilinden Farsçaya çevrisi yapılan Babürname, ilerleyen dönemlerde Urduca, İngilizce, Fransızca, Rusça, Japonca başta olmak üzere birçok dile çevrilmiş, 1943-1946 yıllarında kusursuz bir Türkçe çevirisi Rahmeti Arat tarafından yayımlanmıştır.
Babür Şah’ın kendi icadı olan Hatt-ı Baburi ise İslam Hat sanatının yazı üsluplarından biri olmamakla beraber yeni bir alfabedir ve Arap ile Uygur alfabelerinin karışımıdır. Babür Şah’ın devlet adamları ve akrabalarıyla, geliştirdiği bu yazı şekliyle haberleştiği hatta bir de bu harflerle Kur’ân-ı Kerîm yazdırdığı bilinmektedir.
Şahsiyeti
Son derece engin bir kültüre sahip olan Babür, okumaya karşı büyük bir ilgi duymaktaydı. Kendisini unutarak bütün gününü kütüphanelerde geçirebilirdi. Komutanları pek çok zaman bu nedenle ortadan kaybolduğu için endişelenmişlerdir. İyi derecede at binicisi ve avcı olan Babür, iki savaş arasında avlanırken, kimi zaman yollarda şiir yazmak için durur ya da gözlemlerini yazıya dökerdi.
Babür Şah, yakın dostlarıyla sofra sohbetlerinden, çok sevdiği sal gezilerinden, bahçe sefalarından en sıkıntılı zamanlarında bile vazgeçmemiştir. Yakın çevresinden içki diye söz ederdi. Meclislerinde sadece şarap içilmez, majun isimli bir uyuşturucu da kullanılırdı. Gece boyunca yenilir içilir sabahları da sabuhi yapılır yani bir parça daha şarap içilir öğlen tekrar macun yenirdi. Babür, defalarca tövbe edip defalarca tövbesini bozmasına rağmen günlerce devam eden yemek sohbetleri ve içki alemlerinden hiç vazgeçememiştir.
Bazı araştırmacılar onun Hindistan’ı hiç sevmediğini düşünür. Hindistan coğrafyasındaki aşırı sıcaklar, değişik coğrafya, muson yağmurları Babür’ün pek hoşuna gitmemiştir. Aklı her zaman Semerkant, Buhara ve Fergana ovasında olsa da yine de bu yeni topraklara ilgiyle yaklaşmıştır. Biruni’den sonra en ayrıntılı Hindistan tasviri onun eserlerinden okunmaktadır. Hindistan’da kullanılan takvimden halkın giysilerine, Hindistan’ın tüm kuşlarını, hayvanlarını, balıklarını, ağaçlarını, bitkilerini ve meyvelerini Babürname’de birer birer anlatmıştır. Doğa ve canlılar onu çok büyülemiştir. Çiçekleri inceleyerek saatler geçiren Babür’ün, haleflerinin bakıp büyütecekleri bahçeleri onun bahçelere olan tutkusuna dayanmaktadır. İçinde onlarca farklı bitki türünün yaşadığı havuzlarla serinletilen yemyeşil büyük bahçeler yaptıran Babür’ün en sevdiği bahçesi Bağ-ı Vefa idi. Babür’ün bahçeleri, Orta Asya – Hint bahçe örneklerinden günümüze kalması açısından çok önemli olup aynı zamanda Babür’ün doğa aşkı, bahçe yapma merakı ve bahçe vakfetme anlayışının günümüzde hala yaşayan örneğidir. Babürname’de 22 bahçenin adı geçmektedir. Bunların bazılarını kendi yaptırmış bazıları ise sevdiği ve ziyaret ettiği bahçelerdir. Bahçelerde mutlaka su olması gerektiğini düşünen Babür, havuzların açılmasına bizzat göz kulak olmuştur. “Sefasız ve intizamsız Hind’de güzel, planlı ve muntazam bahçeler kurduk” diyen Babür, devasa yapılar yerine günlük hayatı kolaylaştıran, ihtiyaçları gideren şehir düzenlemeleri yaptırmıştır. Bazı şehirlerde camiler inşa ettirmiştir. Babür, Hindistan’da beş yıl gibi kısa bir süre bulunmasına rağmen, yine de birçok eser yaptırmıştır. Panîpat zaferini ebedileştiren Kbil şah Camii, Sambhal Camii ile Agra Camisi bunlardan bazılarıdır.
Ölümü ve mirası


Babur Şah ömrünün sonlarına doğru yaşı çok ilerlememiş olmasına rağmen sık sık hastalanıyordu. Çok sık içtiği şarabı birçok kez bırakmak istemiş, ama başaramamıştı. Haftanın 4 gününü alkole, 3 gününü ise majuna ayırmıştı. Babür’ün yakalandığı Şark çıbanı, siyatik, kulak akıntıları, kan tükürme gibi hastalıkları hem ilerlemiş yaşından, hem de aşırı sıcaklardan iyice dayanılmaz hale gelmişti.
Babur Şah, 26 Aralık 1530’da Agra’da 48 yaşında ölmüştür. Tahtını oğlu Hümayun devraldı. Öldüğünde Agra’ya gömülmüş olan Babür Şah’ın mezarı 1539’da Kabil’e kendi kurduğu Babür Bahçelerine nakledildi. Kabri üzerine torunu Şah Cihan tarafından 1646’da bir türbe inşa edildi. 1842 depreminde zarar gören anıt mezar çeşitli restorasyon çalışmaları ile onarılmıştır.
Babur Şah, ölümünden sonra Hazret-i Firdevs-Mekani ve Hazret- i Giti-Sitani unvanlarıyla anılmıştır. Babür Şah’ın 1526’da kurduğu devlet 1858 senesinde İngilizlerin işgaline kadar, 332 sene varlığını sürdürdü. Babür İmparatorluğu Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Forsuna birer yıldızla işlenen tarihteki 16 Türk devletinden biridir. Aynı zamanda Babür Şah’ın Türkiye’de büstleri vardır ve yanında ona ait olduğu iddia edilen bir bayrak dalgalanmaktadır.
Onu ana yurdundan çıkaran en büyük düşmanı Özbekler de günümüzde Babür’ü kendi ataları olarak kabul ederler. Çünkü Özbekler, Timurlu uygarlığının her açıdan mirasçısı olmuşlardır. Günümüzde Babür’ün heykelleri Özbekistan’da da yükselmektedir. Babür yurdu denilen doğduğu Özbekistan’ın Andican şehrinde Babür’ün heykelinin yanı sıra bu anı parkta Babür’ün temsili mezarı ile birlikte bir de müze bulunmaktadır.
Günümüzde Kırgızistan sınırları içerisinde yer alan Oş şehrinde Süleyman Dağındaki Babür’ün tek odalı köşkü evliya mekanı muamelesi görmektedir. Yerde mihraba yönelik var olan diz izleri inanışa göre Babür’e aittir. Babür’ün Süleyman Dağındaki evine tırmanan yol üzerinde günümüzde çeşitli adetler uygulanmaktadır. Kayadan kaymanın bel rahatsızlığına ve kısırlığa iyi geldiğine, oyuğa el sokup dilenen dileklerin kabul olacağına inanılmaktadır.
Babür, Hindistanlı Müslümanlar, Pakistan ve Bangladeş tarafından da benimsenmektedir. Pakistan’ın 2005 yılında ilk denemelerini gerçekleştirdiği seyir füzesine Babür adı verilmiştir. Hindistan’da okullarda öğrenciler, Babürü kendi tarihlerinin önemli bir figürü olarak okurlar.
Soykütüğü ve Türklük
Babur Şah kendi hatıratlarını yazdığı Vekayî (Baburnâme) adlı eserinde Hindistan’da yaptığı bir seferi anlatırken der ki:
“Bu halkın hayvan sürüleri ordugâhın etrafında ve civarında epeyce çoktu. Hâlâ Hindistan’ı ele geçirmek niyetindeydik. Bihre, Çânâb ve Cenyût gibi birkaç vilayet, kaç zamandır Türk idaresindeydi ve bunları kendi mülkümüz gibi düşünürdük; zorla veya barışla idareyi bizim ele alacağımıza emindik. Bu sebeple bu dağ halkıyla iyi ilişkilerde bulunmak zorunlu ve gerekliydi. Onun için de “Hiç kimse bunların hayvan sürülerine, ip ucu ve iğne kırıklarına bile zarar ve ziyan vermesin” diye ferman buyurdum.”
Ve biraz aşağıda:
“Hembâtû geçidinin başında, yerlilerden birkaç kişi az bir hediyeyle gelip sadakatlerini bildirdiler. Abdürrahim Şagavul da bu gelen adamlarla birlikte, Bihre halkını kazanmaya çalışarak “Bu vilayetler eskiden beri Türk’ün olagelmiştir; sakın ola ki korku ve telaşa yol verip halkı bozulmaya bırakmasınlar; bu vilayet halkıyla samimiyetimiz vardır ve yağmalanmayacaktır” diye söylemesi için Bihre’ye gönderildi.” diye yazmıştır. Yine Vekayîde Babur Şah Delhi Sultanı İbrahim Lûdi’ye göndereceği elçiler dolayısıyla şöyle der:
“Türklerin oturduğu vilayetleri kendimizin saymıştık. Bu yüzden de oralar yağmalanmadı. Halk arasında, barış için elçi giderse, Türklere ait olan vilayetlerin zorluk çıkarmayacakları söyleniyordu.”
Babur Şah, 1526’da Panipat Muharebesi’nden sonra o ana kadar kendisine teslim olmayan Biyâne emirine gönderdiği bir elçiyle birlikte Farsça şu iki beyiti de yollamıştır:
Ey Biyâne emiri, Türkler ile kavgaya girme;
Türklerin çevikliği ve kahramanlığı malumdur.
Çabuk gelmez ve öğüt dinlemezsen,
malum olanı beyana ne lüzum vardır.
Timur | Saray Mülk | ||||||||||||||||||||||||||
Miran Şah | |||||||||||||||||||||||||||
Muhammed | |||||||||||||||||||||||||||
Ebu Said | Yunus Han | ||||||||||||||||||||||||||
II. Ömer Şeyh Mirza | Kutluk Nigar | ||||||||||||||||||||||||||
Babür | |||||||||||||||||||||||||||
- 1602 – Francesco Cavalli, İtalyan besteci (ö. 1676)
- 1750 – René Louiche Desfontaines, Fransız botanikçi (ö. 1833)
- 1759 – Franz de Paula Adam von Waldstein, Avusturyalı asker, kaşif, bitki ve doğa bilimci (ö. 1823)

Franz de Paula Adam Norbert Wenzel Ludwig Valentin von Waldstein (d. 14 Şubat 1759 – ö. 24 Mayıs 1823) Avusturyalı asker, kâşif, bitki ve doğa bilimci. Bitki bilim mahlası Waldst.’dir.
Soylu Waldstein ailesinin bir üyesi olan Kont Emanuel Philibert von Waldstein-Wartenberg (1731–1775) ve eşi Maria Anna Theresia von Liechtenstein’ın üçüncü oğlu olarak Viyana’da doğdu. Küçük kardeşi Kont Ferdinand Ernst Gabriel von Waldstein (1762–1823) Ludwig van Beethoven’in koruyucusu olarak bilinir.
Waldstein, Karolina Ferdinandi (1777-1844) ile evlendi. Asker olarak, Osmanlı İmparatorluğu ve Rus İmparatorluğu’na karşı Habsburg seferlerinde yer aldı.
1789’dan itibaren Pál Kitaibel ile Macaristan florası üzerinde çalıştı. Kitaibel ile birlikte Descriptiones et icones plantarum rariorum Hungariae (“Macaristan’ın nadir bitkilerinin açıklamaları ve resimleri”; MA Schmidt, Viyana, üç cilt, 1802-1812) adlı eseri yazdı.
1814’te Waldstein, Bavyera Bilimler ve Beşeri Bilimler Akademisi üyeliğine atandı. Waldsteinia cinsi ve Campanula waldsteiniana türü onuruna adlandırılmıştır.
- 1763 – Jean Victor Marie Moreau, Fransız general (ö. 1813)
Jean Victor Marie Moreau | |
---|---|
![]() |
|
Doğum | 14 Şubat 1763 Morlaix, Fransa |
Ölüm | 2 Eylül 1813 (50 yaşında) Louny, Avusturya İmparatorluğu (günümüzde Çekya) |
Bağlılığı | ![]() ![]() |
Rütbesi | Mareşal |
Çatışma/savaşları | Fransız Devrim Savaşları |
Jean Victor Marie Moreau (14 Şubat 1763 – 2 Eylül 1813), Napolyon Bonapart’ın iktidara gelmesine yardım eden ancak daha sonra bir rakip haline gelen ve ABD’ye sürgün edilen Fransız general.
Hayatı
Doğumu ve eğitimi
Moreau, Breton’daki Morlaix’te doğdu. Babası başarılı bir avukattı ve Moreau’nun orduya girmek istemesine izin vermek yerine, Rennes Üniversitesi’nde hukuk eğitimi alması üzerinde ısrar etti. Moreau, hukuka yatkınlık göstermedi. Derece kazanmak yerine öğrencilere, kahramanları ve liderleri olarak yaşamaya devam etti ve onları provoke ettikleri bir tür orduya dönüştürdü. 1789 yılında Rennes’teki günlük olaylarda öğrencilere liderlik etti.[1]
Orduya katılması

1791’de Moreau, Ille-et-Vilaine gönüllülerinin teğmen albaylığına seçildi. Onlarla Charles François Dumouriez yönetiminde hizmet etti ve 1793’te taburunun iyi düzeni, kendi savaş taktikleri ve cumhuriyetçi ilkeleri ile général de tugay olarak kademe atladı. 1794 yılında Flandre Kontluğu sınırlarında ordunun sağ kanadına komuta etti.
Amerika’ya sürgünü

I. Napolyon’un imparator olmasının ardından, fikir ayrıcalıkları başladı ve araları bozuldu. Moreau, eşi ile birlikte Ağustos 1805’te New York’a sürgün edildi. ABD’de coşkuyla karşılandı, ancak ülke boyunca bir süre seyahat ettiği ve 1806’da bir villa satın aldığı Pensilvanya’ya yerleşti ve tüm askeri hizmet tekliflerini reddetti. 1813’e kadar orada yaşadı, zamanını balıkçılık ve avcılık ile geçirdi. 1812 Savaşı’nın başlangıcında Başkan James Madison ona ABD birliklerinin komutasını teklif etti. Moreau, kabul etmeye istekli olduğunu, ancak imha haberini duyduktan sonra Grande Armée içinde Rusya’da Kasım 1812 yılında Avrupa’ya geri dönmeye karar verdi.
Napolyon’un düşmanları ile bağlantısı
Muhtemelen karısının kışkırtmalarına gelen Moreau, Avrupa’ya döndüğünde cumhuriyetçi entrikaların çemberindeki eski bir arkadaşı XIV. Karl ile müzakere etmeye başladı (önceden: Jean-Baptiste Bernadotte, sonra: Prens Charles John) Rusya imparatoru I. Aleksandr, Prusya Krallığı ve Avusturya İmparatorluğu ile birlikte Napolyon’a karşı bir orduya liderlik etti. Napolyon’un yenildiğini ve cumhuriyetçi bir hükûmetin kurulduğunu görmek isteyen Moreau, İsveç ve Rus liderlere Fransa’yı en iyi nasıl yenebilecekleri konusunda tavsiyelerde bulundu.
Ölümü

Moreau, 27 Ağustos 1813’te Çar ile konuşurken Dresden Muharebesi’nde ölümcül yaralar aldı ve 2 Eylül’de Louny’de öldü.
- 1819 – Christopher Latham Sholes, Amerikalı mucit (ö. 1890)
Christopher Latham Sholes
|
|
---|---|
![]() |
|
Doğum | 14 Şubat 1819 Mooresburg, Montour County, Pennsylvania, ABD |
Ölüm | 17 Şubat 1890 (71 yaşında) |
İmza | |
![]() |
Christopher Latham Sholes (d. 14 Şubat 1819 – ö. 17 Şubat 1890) 1867 yılında gerçek anlamda ilk daktiloyu ve günümüzde halen kullanılan Q klavyeyi icat eden Amerikalı mucit.
Christopher Sholes, boş zamanlarının çoğunu icat yaparak geçiriyordu. Arkadaşı Carlos Glidden ile bir numaralama makinesi icat etti. Daha sonra bu makineyi harf basma makinesine dönüştürmeye karar verdiler. Bugün kullandığımıza benzer bir klavye tasarladı ancak icatlarından çok para kazanamadığı için icadını Remington and Sons adlı bir şirkete sattı. Bu şirket 1874 yılında ilk ürettikleri daktiloyu sattılar. Kısa sürede daktilo çok yaygın hale geldi.
- 1828 – Edmond About, Fransız yazar, romancı ve yayıncı (ö. 1885)
- 1839 – Hermann Hankel, Alman matematikçi (ö. 1873)
- 1855 – Christian Bohr, Danimarkalı doktor (ö. 1911)
- 1866 – William Townley, İngiliz futbolcu ve teknik adam (ö. 1950)
- 1869 – Charles Thomson Rees Wilson, İskoç fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi (ö. 1959)
C. T. R. Wilson
Charles Thomson Rees Wilson |
|
---|---|
![]() 1927
|
|
Doğum | Charles Thomson Rees Wilson 14 Şubat 1869 Midlothian,İskoçya |
Ölüm | 15 Kasım 1959 (90 yaşında) Edinburgh, İskoçya |
Milliyet | İskoç |
Vatandaşlık | İskoçya |
Mezun olduğu okul(lar) | Cambridge Üniversitesi Manchester Üniversitesi |
Ödüller | Nobel Fizik Ödülü![]() Howard N. Potts Madalyası (1925) Franklin Madalyası 1929 |
Kariyeri | |
Dalı | Fizik |
Çalıştığı kurumlar | Cambridge Üniversitesi |
Doktora danışmanı |
J. J. Thomson |
Doktora öğrencileri | Cecil Frank Powell |

Kuantum Mekaniği 1927 Solvay Konferansı
Charles Thomson Rees Wilson, (d. 14 Şubat 1869 – ö. 15 Kasım 1959) yılları arasında yaşamış, X-ışınları, radyoaktivite ve kozmik ışın çalışmalarında kullanılmış “sis odası” buluşuyla 1927 yılında Nobel Fizik Ödülü kazanmış İskoç fizikçi ve meteorologtur.
Biyografisi
14 Şubat 1869 yılında Glencorse, Midlothian, İskoçya’da çiftçi “John Wilson” ve “Annie Clerk Harper” çiftinin çocukları olarak dünyaya gelmiştir. 1908 yılında evlendiği “Jessie Fraser Dick” ile iki kız, iki erkek çocuk sahibi olmuşlardır.[2] 4 yaşında babasını kaybedince, annesi ile birlikte İngiltere’de Manchester şehrine taşındılar. Owen’s Koleji’nde (şu anda Manchester Üniversitesi) eğitimine başladı. Fizik tedavicisi olmak istediğinden ilk yıllarında biyoloji derslerine ağırlık verdi. 1888 yılında Cambridge Üniversitesi’nden burs kazandı. 1892 yılında mezun olduğunda artık fizik ve kimya onun için daha önem taşımaktaydı.
Eğitimi ve kariyeri
Eğitim Öğretim Kronolojisi | ||
---|---|---|
Lise | Manchester Owen’ın College, University | (1888) |
Üniversite | Lisans, Sidney Sussex College, Cambridge Üniversitesi | (1892) |
Araştırma Görevlisi | Cavendish Laboratuvarı, Cambridge Üniversitesi | (1892-1894) |
Akademik Üye | Bradford Gramer Okulu, Frizinghall, İngiltere | (1894-1895 ) |
Akademik Üye | Cavendish Laboratuvarı, Cambridge Üniversitesi | (1894-1900) |
Öğretim Görevlisi | Cambridge Üniversitesi | (1900-1918) |
Öğretim Görevlisi | Elektrik Meteorolojisi, Cambridge Üniversitesi | (1918-1925) |
Profesör | Doğal Tarih Profesörü, Cambridge Üniversitesi | (1925-1936) |
Ödül ve başarıları
Ödülleri ve başarıları | |
---|---|
Royal Society Üyesi | 1900 |
Nobel Fizik Ödülü | 1927 (Arthur H. Compton ile) |
Hughes Madalyası | 1911 |
William Hopkins Ödülü | 1920 |
RSE Gunning Ödülü | 1921 |
Kraliyet Madalyası | 1922 |
Howard Potts Madalyası | 1925 |
Copley Madalyası | 1935 |
Nobel Fizik Ödülü
1893 yılında meteorolojiye ilgi duymaya başladı. 1894 yılında Ben Nevis gözlemevinde bulut oluşumlarını incelemeye başladı. Bulut formasyonlarından çok etkilenen Wilson, bulutları Cambridge’teki laboratuvar ortamında oluşturma çalışmalarına girdi. Buhar içeren havayı kapalı bir ortamda genleştirerek deneyler yapmaktaydı. Yıllar geçtikçe deney ortamını geliştirdi ve sonradan çok kullanılacak sis odasını meydana getirdi. Bu deneyler sırasında iyonların hareketini gözlemleyen Wilson, yeni keşfedilen x ışınlarını kullanarak havanın daha iletken olduğunu keşfetmişti. 1895’te yaptığı bulut odası keşfi ile 1927 yılında Arthur H. Compton ile Nobel Fizik Ödülü’nü kazanmıştır. Wilson sis odası, yüklü taneciklerin izlerini görünür hale getiren bir aygıttır. Kabarcık odası’nın öncüsüdür; ama aşağı yukarı karşıt bir ilkeyle çalışır.
1911 yılında alfa ve beta parçacıklarının izlediği yolu fotoğraflayan ilk bilim adamıydı. 1923 yılında elektronların izlediği yollar üzerine 2 makale çıkardı. Ve bundan sonra sis odası nükleer araştırmalarda önemli bir yer etti.
Sis odası, C.T.R. Wilson tarafından, 1912’de geliştirilmiştir. Wilson, Ben Nevis araştırma laboratuvarında bulut oluşumu üstünde çalışmıştır ve bulut oluşturan küçük su damlacıklarının, toz ya da iyonlaşmış hava moleküllerinde, başka yerlerdekinden çok daha hızlı oluştuğunu fark etmiştir. Havada ilerleyen yüklü tanecik, hava moleküllerinden elektron alarak, iyonlaşmış moleküller oluşturduğuna göre, bulut oluşumu için gerekli koşullar sağlanırsa, taneciğin geçtiği yolda bir dizi damlacığın kalması sağlanabilirdi.
Sis odası, kabarcık odası gibi, yüklü tanecikleri belirlemede kullanılır. Ama, sıvıda gaz kabarcıkları yerine, gazda sıvı damlacıkları oluşmasına dayanarak çalışır.[4]
Wilson sis odası; kozmik ışınlar, radyoaktivite, x-ışınları gibi olguların araştırmalarında ve nükleer silahların geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Wilson yoğunlaşma bulutu adı verilen sistemle duman halkaları şeklinde oluşan ve karakteristik su üzerinde bir nükleer patlama oluşturulur.
Son yılları
1916 yılından sonra yıldırımları araştırmaya yöneldi. 1936 yılında Cambridge’ten emekli oldu. Fakat araştırmalarına devam etti. II. Dünya Savaşı sırasında Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin yıldırımlardan etkilenmemesi için çalışmalar yaptı. 15 Kasım 1959 tarihinde İskoçya’nın Carlops köyünde öldü.
Aldığı Ödüller
1927 yılında Arthur Holly Compton ile birlikte Nobel Fizik Ödülünü aldı.
- 1877 – Edmund Landau, Alman matematikçi (ö. 1938)
- 1882 – John Blyth Barrymore, Amerikalı oyuncu (ö. 1942)
- 1888 – Hermann Reinecke, Nazi Almanyası generali (ö. 1973)
Hermann Reinecke
|
|
---|---|
![]() Hermann Reinecke (solda) Roland Freisler (ortada) ile birlikte Halk Mahkemesi’nde.
|
|
Doğum | 14 Şubat 1888 Lutherstadt Wittenberg |
Ölüm | 10 Ekim 1973 (85 yaşında) |
Milliyet | Alman |
Vatandaşlık | Nazi Almanyası |
Meslek | Asker |
Organizasyon | Alman Ordusu Oberkommando der Wehrmacht |
Tanınma nedeni | Sovyet savaş esirlerine karşı işlediği suçlar, Savaş suçlusu |
Suçlama | Savaş suçu ve İnsanlığa karşı suçlar |
Mahkûmiyet cezası | Ömür boyu hapis |
Herman Reinecke (d. 14 Şubat 1888; Lutherstadt Wittenberg – ö. 10 Ekim 1973), savaş suçlusu Nazi Almanyası generali. II. Dünya Savaşı sırasında Oberkommando der Wehrmacht’daki (OKW) Silahlı Kuvvetler Genel Müdürlüğü’nün başkanı olarak, Nazilerin Sovyet savaş esirlerine karşı işledikleri suçlar kapsamında yaklaşık 3,3 milyon Sovyet savaş esirinin ölümüyle sonuçlanan esir kampı politikalarından sorumludur ve pek çok infazın gerçekleşmesinde önemli rolü bulunmaktadır. Reinecke, yargılandı ve ömür boyu hapse mahkûm edildi.
Askeri kariyer
Reinecke, Mart 1905’te Alman İmparatorluk Ordusu’na öğrenci olarak katıldı. I. Dünya Savaşı sırasında gösterdiği faaliyetler nedeniyle birinci sınıf Demir Haç kazandı ve 1916’da kaptanlığa terfi etti. Ardından Reichswehr yönetiminde ve Berlin’ndeki Reich Savunma Bakanlığı’nda kariyerine devam etti. Nazi liderliği adına siyasi eğitim veren Wehrmacht’ta görev yaptı.
Ocak 1939’da, Reinecke bir ofis başkanı olarak tümgeneralliğe terfi etti OKW içerisindeki Allgemeines Wehrmachtsamt (Silahlı Kuvvetler Genel İdaresi Muhafızları) başkanı oldu. Bu birim tutsak alınan düşman askerlerinin bakımından sorumluydu.
Dava ve mahkûmiyet

II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Nürnberg Mahkemesi’nde savaş suçlarından ve insanlığa karşı suçlardan mahkûm edildi. Silahlı Kuvvetler Genel İdaresi Muhafızları başkanı olarak, ölümlerin ve infazlara neden olan esir kampı politikasının oluşturulmasından ve uygulanmasından sorumlu tutuldu. Uluslararası Askeri Mahkeme’nin kararı Reinecke tarafından imzalanan tüm savaş kamplarında tutulan Sovyet savaş esirlerinin durumuna ilişkin 8 Eylül 1941 tarihli emirlere atıfta bulundu. Emir şöyle idi;
Bolşevik asker Cenevre Sözleşmesine (…) uygun olarak, onurlu bir rakip olarak muamele gördüğü iddiasını tamamen kaybetmiştir. Başkaldırı, aktif ya da pasif direnç, hemen silah zoruyla (süngü ve ateşli silahlar) kırılmalıdır. . . Silahını kullanmayan ya da yetersiz enerji kullanan emri yerine getiren herkes cezalandırılır (…) Kaçmaya çalışan savaş esirleri derhal vurulur. Hiçbir uyarı atışı yapılmamalıdır. Savaş esirlerine karşı silah kullanılması kural olarak yasaldır.
Reinecke ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Cezası Peck Panel tarafından tekrar gözden geçirildi. Ekim 1954’te serbest bırakıldı.
- 1891 – Vladimir Şileyko, Rus oryantalist (Asurolojist, Hebraist), Akmeist şair ve çevirmen (ö. 1930)
- 1892 – Radola Gajda, Çek komutan ve siyasetçi (ö. 1948)
Radola Gajda | |
---|---|
Radola Gajda
|
|
Doğum | 14 Şubat 1892 Kotor, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu |
Ölüm | 15 Nisan 1948 (56 yaşında) Prag, Çekoslovakya |
Bağlılığı | ![]() ![]() ![]() ![]() |
Hizmet yılları | 1910-1926 |
Rütbesi | Yüzbaşı (Karadağ) Tümgeneral (Çekoslovakya) |
Çatışma/savaşları | I. Dünya Savaşı Rus İç Savaşı |
Radola Gajda veya Rudolf Geidl (14 Şubat 1892, Kotor, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu – 15 Nisan 1948, Prag, Çekoslovakya) Çek komutan ve siyasetçi.
Gençliği
Gidl’in babası Avusturya-Macaristan Ordusunda subaydı. Kotor’da bulunan birlikte görev yapıyordy. Annesi ise Karadağlı bir yoksul asilzadeydi. Ailes Moravya’daki Kyjov’a yerleşince Geidl eğitimine burada devam etti. 1910 yılında Mostar’da bir yıllık zorunlu askerlik eğitmini aldıktan sonra 1912-13 yılındaki Balkan Savaşlarına katıldı. I. Dünya Savaşı’nın başında Avusturya-Macaristan Ordusuna katıldı ve Dalmaçya’da, Saraybosna’da görev yaptı. 1915 Eylül ayında Bosna’da düşmana esir düştü.
Çekoslovak Lejyonu
Yakalanmasının ardından hemen saf değiştirir ve Karadağ Ordusuna yüzbaşı olarak atanır. 1916 yılındaki bozgundan sonra, Rusya’ya kaçar ve buradaki Sırp birliğine katılır. 1916 yılının sonlarına doğru bu birliğin de yenilgisinden sonra 30 Ocak 1917 tarihinde Rusya’daki Çekoslovak Lejyonuna katılır. Burada çeşitli muharebelerde kendisini gösteren Gajda hızla rütbe alır ve yükselir. Rus İç Savaşı sırasında bölgede bulunan ve Batı Cephesindeki muharebelere katılmak için Rusya’dan Avrupa’ya getirilmek istenen lejyonun Sibirya üzerinden Vladivostok’a oradan da ABD üzerinden Avrupa’ya getirilmesi planlanır. Ancak Trans-Sibirya Demiryolu hattı boyunca ilerleme sırasında özellikle Bolşevik karşıtı Beyaz Ordu yanlısı Çekoslovak Lejyonu ile Bolşevikler arasında çatışmalar çıkacak ve lejyon iç savaşa dahil olacaktır. Kızıl Ordu’nun kurulma aşamasında olmasından istifade eden lejyon tren hattı boyunca tüm kentlerde iktidarı Bolşeviklerden alarak Beyazlar verecektir. Gajda bu şekilde Novosibirsk’den İrkutsk’a kadar bölgeye hakim olacaktır. Gajda, Bolşeviklere karşı şiddetli şekilde savaşacak ve Rus İç Savaşı’na bu kadar dahil olması lejyonun Çekoslovakya’nın bağımsızlığı için bir an önce Avrupa’ya dönmesini isteyen siyasetçi Tomáš Garrigue Masaryk ile arasının açılmasına sebep olacaktır.
Gajda’nın yürüttüğü en başarılı askerî harekât Perm’in 24 Aralık 1918 günü ele geçirilmesidir. Çekoslovak Lejyonu şehirde 20 bin esir, 5 bin vagon, 60 top, 1000 makineli tüfek ve donmuş Kama Nehri üzerinde küçük çaplı bir filo ele geçirir. Gajda özellikle Bolşevik karşıtı saldırıları sonucu Beyaz Ordu komutanları arasında aranır olacaktır ve general rütbesine terfi ettirilecektir. Gajda bundan sonra Amiral Aleksandr Kolçak’ın davetine icabet ederek Kolçak birliklerinin komutasını alır.
Sibirya’daki iktidarı çözülmekte olan Kolçak Ordusu Kızıl Ordu birlikleri karşısında yenilecek ve cephe gerisinde partizan ayaklanmalarıyla boğuşmak zorunda kalacaktır. Başarısız olan Gajda, Kolçak ile anlaşamayacak ve 5 Temmuz 1919 günü azledilecektir. Kolçak’a karşı SR’lar tarafından düzenlenen başarısız ayaklanmaya da katılan Gajda Sibirya’dan gemiyle Avrupa’ya kaçar.
Çekoslovakya’daki askeri hayatı
1920 yılı başlarında Çekoslovakya’ya gelen Gajda’nın general rütbesi tanınsa da herhangi bir askerî birlik komuta görevi verilmez. 1920 Kasım ayında Fransa’daki École Supérieure de Guerre Harp Akademisine ve aynı zamanda Institute Technique de Practique Agricole Enstitüsünde ziraatçılık derslerine katılır.
9 Ekim 1922’de ülkesine geri dönen Gajda’ya Kösice, Slovakya’daki 11. Alayın komutası verilir. Bölge halkının gündelik hayatına dair ilgi göstermesi yöre halkı tarafından sevilmesine yol açacaktır. 1 Aralık 1924 günü Prag’daki Genelkurmay Başkanlığının Başkan Yardımcılığına atanır. Genelkurmay Başkanı olan Fransız askerî ataşesi Eugéne Mittelhauser’den sonra aynı göreve gelen Maurice Pellé ile geçinemeyecektir. 1926 yılında Fransız komutanların ülkeden ayrılmasının ardından 20 Mart 1926 günü Genelkurmay Başkanı olur. Görevdeyken özellikle eski lejyon askerlerine sahip çıkacaktır.
Siyasi olaylarda aldığı tavırlar ve bu dönemde yükselişte olan İtalyan faşizmini açıkça desteklemesinden dolayı Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Tomáš Garrigue Masaryk tarafından zorla emekli edilir. Masaryk’in Gajda’nın Benito Mussolini benzeri bir faşist darbe yapmasından korktuğu düşünülmektedir.
Siyasetçi hayatı
34 yaşında emekli olan Gajda siyasete atılır. 1926 yılı sonunda Ulusal Faşist Birliği (Çekçesi: Národní Obec Fašistická, NOF) partisine katılır. Parti Mussolini’nin Ulusal Faşist Partisi örnek alınarak oluşturulmuştur. Gajda 2 Ocak 1927’de bu partinin lideri olur. 1929 seçimlerinde parti parlamentoya girecektir.
Darbe girişimine destek
21-22 Ocak 1933 gecesi Brno’da Židenice Ayaklanması patlak verir. 70-80 yerel faşist hükûmeti devirmek için bir askerî darbe girişiminde bulunur. Ayaklanma derhal bastırılacak ve Gajda ertesi gün ayaklanmayı teşvik etmekten dolayı tutuklanacaktır. İlk başta darbeyle bir bağlantısı bulunamayan Gajda’nın suçsuz bulunması kamuoyundan büyük tepki görünce altı aya mahkûm edilecek ve rütbeleri sökülerek emekli maaşı kesilecektir.
Nazi işgali
Gajda’nın faşist partisi 1935 yılındaki seçimlerinde başarılı olacak ve Gajda parlamentoya seçilecektir. Faşist partisi etkilendiği İtalyan faşizminin etkisiyle Almanya’daki Nazilerin karşısındadır. Bu dönemde Adolf Hitler tarafından Çekoslovakya’dan talep edilen Sudetenland bölgesinin verilmemesini savunan parti Nazi Almanyası ile savaşı savunmaktadır. Savaşın yaklaşmakta olduğu 1939 yılında hakları iade edilerek general rütbesi iade edilir. Bu dönemde yeni kurulan Ulusal Birlik Partisine (Çekçesi: Strana Národní Jednoty) katılır. Nazi işgalinde olan ülke siyasi olarak da kaos içindedir. Çok sayıda darbe girişimi olsa da hepsi bastırılacak ve kalan Çek toprakları da Nazi işgali altına girecektir. İşgal döneminde Gajda siyasi hayattan uzaklaşacaktır. Çek direnişçilerine ve Çek askerlerinin Polonya’ya geçmesine yardımcı olacaktır. Oğlunun da direniş üyesi olduğu bilinmektedir. Bu faaliyetlerinden dolayı Gestapo tarafından soruşturulsa da faşist geçmişinden ötürü tutuklanmayacaktır.
Sonu
II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Kızıl Ordu tarafından Nazi işgalinden kurtarılan Çekoslovakya’da bulunan Gajda NKVD tarafından 12 Mayıs 1945 günü tutuklanır. Çok ağır koşullarda sorgulanacak ve tutuklu kalacaktır. Nisan 1947’de faşizm ve Nazizm propagandası suçlamasından dolayı mahkemeye çıkacak ve savcılık tarafından hakkında ömür boyu hapis cezası istenecektir. Gajda’nın hapiste yattığı iki yıl göz önüne alınarak serbest bırakılmasına karar verilir. Parasız ve unutulmuş bir şekilde birkaç ay sonra ölür.
- 1895 – Max Horkheimer, Alman düşünür ve toplum bilimci (ö. 1973)
- 1898 – Fritz Zwicky, İsviçreli fizikçi ve astronom (ö. 1974)
- 1899 – Onni Pellinen, Finlandiyalı Greko-Romen güreşçisi (ö. 1945)
- 1913 – Jimmy Hoffa, Amerikalı işçi sendikası lideri (kayboldu) (ö. 1975)
- 1914 – Boris Kraigher, Sloven komünist partizan, eski Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti başbakanı (ö. 1967)
- 1927 – Sencer Divitçioğlu, Türk akademisyen (ö. 2014)
Sencer Divitçioğlu
|
|
---|---|
![]() |
|
Doğum | 14 Şubat 1927 İstanbul, Türkiye |
Ölüm | 8 Eylül 2014 (87 yaşında) İstanbul, Türkiye |
Defin yeri | Kilyos Mezarlığı |
Milliyet | Türk |
Vatandaşlık | ![]() |
Eğitim | İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi |
Meslek | Ekonomist, tarihçi |
Tanınma nedeni | Asya tipi üretim tarzı |
Sencer Divitçioğlu (d. 14 Şubat 1927, İstanbul – ö. 8 Eylül 2014, İstanbul), Türk akademisyen ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi.
İktisat ve tarih alanında yaptığı çalışmalar ve Asya tipi üretim tarzına dair analizleriyle tanınmaktadır.
Yaşamı
Sencer Divitçioğlu, 14 Şubat 1927’de İstanbul’da doğdu. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Doktora eğitimini Paris Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi’nde tamamladı. 1957’de Türkiye’ye dönerek İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1959 yılında “Marx’ta İktisadi Büyüme” adlı tezi ile doçent olmaya hak kazandı. 27 Mayıs 1960’tan sonra Turizm Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığına getirildi. Yine bu dönemde Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluşunda bulundu.
1962-1963 döneminde İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde davetli profesör olarak çalıştı. 1967’de Kemal Tahir’in önerisiyle başlayarak tamamladığı Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu adlı çalışması Fransızca, Yunanca dahil birçok dile çevrildi. Bu çalışması çok dikkat çekti. Dönemin iç siyasi tartışmalarda önemli bir argüman oluşturdu. 1968-1969’da tekrar Paris’te bir yıl süreyle, 1973’te Cambridge’de ikinci kez üç ay süreyle çalıştı. 1975’te Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora dersleri verdi.
1976 yılında profesörlüğe yükseldi. 1983 yılında Paris Üniversitesi’nde konuk profesör olarak dersler verdi. Çeşitli iktisat kuramlarını matematiksel bir dille ele alan teorik çalışmaların ardından tarihle uğraşmaya başladı.
1956-82 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde ve 1975’ten itibaren de Boğaziçi Üniversitesi’nde çeşitli doktora dersleri ve teorik iktisat dersleri verdi. 12 Eylül Darbesi sonrası oluşan baskı ortamı sonucu 1402’likler olarak bilinen olay neticesinde görevine son verildi. Bunun üzerine yurtdışında davetli profesör olarak çalıştı (1982-84).
Çalışmaları
Divitçioğlu’nun iktisat teorisi, marksist teori ve Antropolojik tarih (özellikle Türk tarihi) olmak üzere üç ana konuda çalışmaları bulunmaktadır.
Asya tipi üretim tarzı
Sencer Divitçioğlu, Karl Marx tarafından 1850’li yılların başında ortaya atılan Asya tipi üretim tarzı konusunu ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Divitçioğlu’na göre toplumsal üretim ve bunun yeniden üretimi (üretim biçimi) dünyadaki bütün topluluklar için farklı iki ana yoldan gelişmiştir. Bu yollardan bir tanesi klasik yoldur ve Avrupa’ya ve Japonya’ya özgü bir yapısı vardır. Bu yapıya göre Avrupa’da toprak beyleri kendi denetimi altındaki bölgede toprağın sahibi olmaları nedeniyle bulundukları bölgede kralın yetkilerini paylaşır ve kendi kendilerini yönetirlerdi, feodalizm olarak adlandırılan bu üretim yapısı kapitalizmin klasik gelişme yoludur ve kapitalist üretim süreci bu yapı içerisinde meydana gelmiştir. Ancak Divitçioğlu toplumsal gelişim aşamasının özellikle Asya toplumlarında bu yoldan farlı bir seyir izlediğini belirtmiştir. Ona göre Hindistan, Çin, Osmanlı İmparatorluğu gibi Asya toplumlarında, Avrupa’dakinin aksine merkezi otorite, gücünü muhafaza etmek ve yetkilerini paylaşmamak için ülke topraklarını belirli bir bireye ya da aileye mülk olarak devretmez ancak onun belirli şartlar altında ve kendisine bağlı kalacağına inanması suretiyle kullanma hakkını devrederdi, kullanma hakkına sahip olan kişi bu hakkını miras yoluyla da çocuklarına devredemezdi. Böylece merkezi otorite, kullanma hakkını devreden anlaşmayı feshedip bu hakkı bir başka kişiye verebilirdi. Bu nedenle doğu toplumlarında toprak, bireyin değil, devletin mülkiyetindeydi. Bu durum devletin doğu toplumlarında Batı toplumlarına göre farklı algılanmasına neden olmuştur, Doğu toplumlarında devlet “tanrısal bir güce” sahiptir ve asla sarsılmaz bir yapısı vardır.
Sencer Divitçioğlu’na göre Osmanlı toplumu sınıflı bir toplum olmasına karşın, bu toplumda sömürgecilik yoktur. Toprakların mülkiyeti devlete ait olduğu için köylerde yaratılan artık-ürün de devlete aittir. Devletin el koyduğu bu artık ürünün bir kısmı kamu işlerine ve hizmetine harcanmıştır.
Ölümü
[
Üniversiteden emekli olan Divitçioğlu, 8 Eylül 2014’te 87 yaşında öldü.[5] Cenazesi İstanbul’daki Kilyos Mezarlığı’na defnedildi.
Eserleri
- Mikroiktisat (1962)
- Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az-Gelişmiş Ülkeler (1966)
- Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu/Marksist Üretim Tarzı Kavramı (1967; 2003)
- Das Kapital Üstüne Çeşitlemeler (1969)
- Değer, Üretim ve Bölüşüm (1982).
- Kök Türkler (1987)
- Geçivermiş Gelecek (1991)
- Nasıl Bir Tarih? (1992)
- Oğuz’dan Selçuklu’ya (1994)
- Osmanlı Beyliğinin Kuruluşu (1996)
- Ortaçağ Türk Toplumları Hakkında (2001)
- Orta – Asya Türk İmparatorluğu VI. – VIII. Yüzyıllar (2005)
- Orta-Asya Türk Tarihi Üzerine Altı Çalışma (2006)
- Meta Tarih – Ege Beylikleri: Meta History – Egean Beyliks (2008)
- 1928 – Mark Eden, İngiliz aktör (ö. 2021)
- 1929 – Barbara Elaine Ruth Brown, Amerikalı biyolog ve hayırsever (ö. 2019)
- 1932 – Peter Ball, İngiliz piskopos ve cinsel istismar hükümlüsü (ö. 2019)
- 1935 – Patricia Bredin, İngiliz oyuncu ve şarkıcı (ö. 2023)
- 1935 – Christel Adelaar, Hollandalı oyuncu (ö. 2013)
- 1937 – Choi Sang yeop, Güney Koreli avukat ve siyasetçi (ö. 2025)
- 1938 – Anita Thallaug, Norveçli şarkıcı (ö. 2023)
- 1939 – Blowfly, Amerikalı müzisyen, şarkıcı-besteci, rapçi, komedyen ve yapımcı (ö. 2016)
- 1939 – Eugene Fama, Nobel Ödülü sahibi Amerikalı iktisatçı
- 1942 – Michael Bloomberg, Amerikalı politikacı, iş insanı ve hayırsever
- 1942 – Andrew Robinson, Amerikalı oyuncudur
- 1944 – Alan Parker, Britanyalı film yönetmeni (ö. 2020)
- 1944 – Ronnie Peterson, İsveçli eski Formula 1 pilotu (ö. 1978)
- 1945 – Hans-Adam II, Lihtenştayn Prensliği hükümdarı


Hans-Adam II (Johannes (Hans) Adam Ferdinand Alois Josef Maria Marko d’Aviano Pius von und zu Liechtenstein; (d. 14 Şubat 1945, Zürih, İsviçre), Lihtenştayn Prensliği hükümdarıdır. Lihtenştayn Prensi II. Franz Joseph’ın (1906-1989) ve eşi Kontes Georgina von Wilczek’in (1921-1989) oğludur. Ayrıca II. Hans-Adam, Rietberg Kontu ile Troppau ve Jägerndorf Dükü unvanını taşımaktadır.
Kişisel serveti
LGT Bankacılık grubunun sahibi olan Prens Hans-Adam 7,6 milyar dolarlık bir aile bir serveti ve yaklaşık 4,0 milyar dolarlık bir kişisel servete sahip olarak dünyanın en zengin devlet başkanları ve Avrupa’nın en zengin hükümdarlarından biridir. Hans-Adam geniş bir sanat koleksiyonu sahibi olarak Viyana’da Liechtenstein Müzesi’nde halk için koleksiyonuları sergilenmektedir.
Özel hayatı
Hans-Adam, ana dili Almancanın dışında aynı zamanda İngilizce, Fransızca ve İtalyanca bilmektedir. 30 Temmuz 1967’de Liechtenstein’ın başkenti Vaduz’da ikinci kuzeni Marie Aglaë ile evlendi ve eşi Liechtenstein Prensesi oldu. Hans-Adam ve eşinin resmi konutu başkente tepeden bakan Vaduz Kalesidir.
1969 yılında, Hans-Adam, St. Gallen Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Araştırmaları derecesi ile mezun oldu. Prens, Princeton Üniversitesi, LISD Self-determinasyon Liechtenstein Enstitüsü Danışma Kuruluna başkanlık etmektedir. Vienese İzci Grubu “Wien 16-Schotten eski bir üyesidir. Ayrıca, II. Hans-Adam Dünya İzci Vakfı üyesidir.
Kasım 2010 yılında kendisiyle yapılan bir röportajda, Hans-Adam, Amerika Birleşik Devletleri Anayasasında doğrudan demokrasi eksikliği gibi bazı sorunlar gördüğünü söyledi. Ayrıca “Ben burada oturuyorum ve Amerikalılar, II. Dünya Savaşı sırasında ve Soğuk Savaş döneminde bizi kurtardı. Bu yüzden onlar için çok minnettarım” dedi.
- 1945 – Ladislao Mazurkiewicz, Uruguaylı eski millî futbolcu ve teknik direktör (ö. 2013)
- 1946 – Bernard Dowiyogo, Naurulu siyasetçi (ö. 2003)
Bernard Dowiyogo | |
---|---|
2. Nauru Devlet Başkanı | |
Görev süresi 22 Aralık 1976 – 19 Nisan 1978 |
|
Yardımcı | Kinza Clodumar |
Yerine geldiği | Hammer DeRoburt |
Yerine gelen | Lagumot Harris |
Görev süresi 12 Aralık 1989 – 22 Kasım 1995 |
|
Yardımcı | Vinson Detenamo |
Yerine geldiği | Kenos Aroi |
Yerine gelen | Lagumot Harris |
Görev süresi 11 Kasım 1996 – 25 Kasım 1996 |
|
Yardımcı | Vinson Detenamo |
Yerine geldiği | Lagumot Harris |
Yerine gelen | Kennan Adeang |
Görev süresi 18 Haziran 1998 – 27 Nisan 1999 |
|
Yardımcı | Vinson Detenamo |
Yerine geldiği | Kinza Clodumar |
Yerine gelen | René Harris |
Görev süresi 20 Nisan 2000 – 30 Mart 2001 |
|
Yardımcı | Derog Gioura |
Yerine geldiği | René Harris |
Yerine gelen | René Harris |
Görevde | |
Makama geliş 9 Ocak 2003 |
|
Yardımcı | Derog Gioura |
Yerine geldiği | René Harris |
Yerine gelen | René Harris |
Görev süresi 18 Ocak 2003 – 9 Mart 2003 |
|
Yardımcı | Derog Gioura |
Yerine geldiği | René Harris |
Yerine gelen | Derog Gioura |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 14 Şubat 1946 Ubenide |
Ölüm | 9 Mart 2003 (57 yaşında) Washington, D.C. |
Partisi | Demokrat Parti |
Bernard Annen Auwen Dowiyogo (d. 14 Şubat 1946 – ö. 9 Mart 2003), Naurulu siyasetçi. Dowiyogo, Büyük Okyanus’ta Mikronezya ada öbeği içerisinde yer alan Nauru’da 1976 yılından 2003 yılına kadar yedi farklı dönemde devlet başkanlığı makamında bulunmuştur.
Aslen Naurulu olmayan Dowiyogo’nun babası bir Japon savaş subayıydı, annesi ise Kiribati kökenliydi. Nauru’da doğduğu için Nauru vatandaşlığı aldı. Nauru’da temel eğitimden sonra Avustralya’da avukat olarak eğitim aldı. Bu görevini fazla yapmayan Dowiyogo, kısa sürede siyasete atıldı.
1973’te 18 üyeli Nauru parlamentosuna seçildi. Hammer DeRoburt’u değiştirdikten sonra ilk görevini 1976’dan 1978’e kadar cumhurbaşkanlığı yaptı. 1980’lerde, ABD ve Fransa ‘nın Pasifik bölgesindeki nükleer silah testlerini sert bir şekilde eleştirdi.
Kenos Aroi’nin istifa etmesi üzerine 1989’da yeniden başkan oldu. 1992 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakibi Buraro Detudamo’yu on oydan yedisini elde ederek yendi ve yeniden başkan oldu. Ancak 1995’teki bir sonraki seçimlerde Lagumot Harris yenildi. On bir ay sonra, tekrar devirmeyi başardı, ancak Kennan Adeang’ın seçilmesinden sadece 15 gün sonra tekrar düştü. 1998 yılında, Kinza Clodumar’a karşı güvensizlik oyu ile cumhurbaşkanlığını yeniden kazanmayı başardı, ancak 1999’da René Harris’e kaybetti. 2000 ve 2003 yıllarında Dowiyogo, Mart 2003’te göreve gelene kadar üç kez daha seçildi.
Nauru’da yaygın bir hastalık olan diyabetin neden olduğu komplikasyonlar sonucu Washington DC’deki Üniversite Hastanesinde kalp yetmezliğinden öldü.
- 1946 – Gregory Hines, Amerikalı aktör ve dansçı (ö. 2003)
- 1946 – Kemal Unakıtan, Türk bürokrat ve siyasetçi (ö. 2016)
Kemal Unakıtan | |
---|---|
Türkiye Maliye Bakanı | |
Görev süresi 19 Kasım 2002 – 1 Mayıs 2009 |
|
Başbakan | Abdullah Gül Recep Tayyip Erdoğan |
Yerine geldiği | Sümer Oral |
Yerine gelen | Mehmet Şimşek |
Türkiye Büyük Millet Meclisi 22. ve 23. Dönem Milletvekili |
|
Görev süresi 3 Kasım 2002 – 12 Haziran 2011 |
|
Seçim bölgesi | 2002 – İstanbul 2007 – Eskişehir |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 14 Şubat 1946 Domurcalı, Süloğlu, Edirne, Türkiye |
Ölüm | 12 Ekim 2016 (70 yaşında) İstanbul, Türkiye |
Defin yeri | Süleymaniye Camii, İstanbul |
Partisi | Adalet ve Kalkınma Partisi |
Evlilik(ler) | Ahsen Unakıtan |
Kemal Unakıtan, (14 Şubat 1946, Edirne – 12 Ekim 2016, İstanbul), Türk siyasetçi ve ekonomist. 2002 ve 2008 yılları arasında Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan hükûmetlerde maliye bakanı olarak görev yaptı.2002 ve 2007 Türkiye genel seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde yer aldı. 12 Ekim 2016 tarihinde 70 yaşında öldü.
İlk yılları
Kemal Unakıtan, Mustafa Bey ve Hidayet Hanım’ın çocuğu olarak 14 Şubat 1946 tarihinde Edirne’nin Süloğlu ilçesine bağlı Domurcalı köyünde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Edirne’de tamamlamasının ardından, 1968 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden (Bugünkü adıyla Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) mezun oldu. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı’nda Hesap Uzmanı olarak göreve başlayan Unakıtan, Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş’da (SEKA) Genel Müdür Muavinliği ve 1976-1978 yılları arasında SEKA Genel Müdürlüğü görevlerini üstlendi. Ayrıca özel sektörde de çalıştı; çeşitli sanayi kuruluşlarında, finans kurumlarında (Albaraka Türk Finans Kurumu), dış ticaret şirketlerinde Genel Müdürlük, Yönetim Kurulu Üyeliği ve yöneticilik yaptı. Ahsen Hanım ile evli üç çocuk babası olan Unakıtan, İngilizce bilmekteydi.
Maliye Bakanlığı (2002-09)
Siyasi yasaklı Recep Tayyip Erdoğan’ın talebiyle onun yerine aday olarak 2002 genel seçimlerinde AK Parti İstanbul Milletvekili olarak seçildikten sonra 58. Türkiye Hükûmeti’inde Maliye Bakanlığı görevine getirildi. Erdoğan’ın Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nı Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’den alarak, Unakıtan’a bağlamasıyla özelleştirmenin de patronu oldu. 59. Türkiye Hükûmeti’nde Maliye Bakanlığı görevini sürdürdü. Döneminde Türk lirası’ndan 6 sıfır atıldı.
2007 genel seçimlerinde AK Parti’den Eskişehir Milletvekili seçilerek Meclise tekrar giren Unakıtan, 60. Türkiye Hükûmeti’nde de Maliye Bakanı olarak görev aldı. Ancak 1 Mayıs 2009 tarihindeki kabine değişikliği sonucu kabine dışı kaldı. Unakıtan hakkında Ekim 2005, Şubat 2006 ve Mart 2006 tarihlerinde verilen üç ayrı gensoru önergesi de, TBMM Genel Kurulunda reddedildi.[3]
Sağlık sorunları ve vefatı
2005 yılında besin zehirlenmesi yaşayıp vücudunun susuz kalması sonucu böbrekleri iflas eden Unakıtan, Kök hücre operasyonundan istediği sonucu alamamış, 30 yıllık arkadaşı ve dünürü Ali Rıza Üstün’ün kendisine bir böbreğini vermesi üzerine yeni bir operasyon daha geçirmişti. Unakıtan, 2010’lu yıllarda kalbi ve böbreğiyle ilgili sağlık sorunları yaşadı. 2009 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Koroner arter baypas ameliyatı geçirdi. Unakıtan, İsrail’in başkenti Tel Aviv’de yer alan bir merkezde kök hücre nakli yaptırdı. 2013 yılında Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde böbrek nakli oldu.
Kemal Unakıtan bir süredir vücudundaki ödemler nedeniyle Acıbadem Maslak Hastanesi’nde tedavi görmekte iken 12 Ekim 2016 tarihinde 70 yaşında öldü.
Cenaze töreni

Cenaze töreni 13 Ekim 2016’da Süleymaniye Camii’nde gerçekleştirildi. Törene, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, eski Başbakan Yardımcısı ve AK Parti Ankara Milletvekili Ali Babacan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, İstanbul Valisi Vasip Şahin, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir katıldı.
Eleştiriler
2005’te Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Antalya milletvekili Tuncay Ercenk’in “Unakıtan soyadlı kişilerin kurduğu şirketleri” sorması üzerine; “Ne yiyecek bu çocuklar? Soyadını mı değiştirecek babası Maliye Bakanı oldu diye?” şeklinde tepki göstermiştir.
- 1947 – Tim Buckley, Amerikalı şarkıcı, söz yazarı ve gitarist (ö. 1975)
- 1950 – Galip Boransu, Türk piyanist, keyboard ve vokal (ö. 2011)
- 1951 – Kevin Keegan, eski İngiliz futbolcudur
- 1952 – Sushma Swaraj, Hint siyasetçi ve bakan (ö. 2019)

Sushma Swaraj (सुषमा स्वराज; Suṣamā Svarāj,
Yaşamı ve kariyeri
Swaraj 14 Şubat 1952’de Ambala, Haryana’da doğdu. Chandigarh’taki Pencap Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gördü. 1977’de Haryana Eyaleti Parlamentosu’na girdi ve 1987-1990 yılları arasında Hindistan Milli Eğitim Bakanı olarak hükemete dirdi. 1979’dan itibaren Haryana Eyaleti’nde Bharatiya Janata Partisi bölge sorumlusuydu. 1990’dan itibaren Hindistan Parlamentosu’nun üst meclisi Rajya Sabha’nın daimi üyesi oldu.
1996’da Hindistan Parlamentosu’nun alt meclisi olan Lok Sabha’da Güney Delhi’den seçilerek girdi. 1996, 1998, 2000-2003 ve 2003-2004 yılları arasında Hindistan Sağlık Bakanı, Hindistan Basın ve Tekonoloji Bakanı olarak görev yaptı. Ayrıca 12 Ekim 1998’den 2 Aralık 1998’e kadar yedi hafta boyunca Delhi Belediye Başkanı olarak hazır bulundu.
Lok Sabha Meclisi’nin 15. döneminde (2009’dan itibaren) muhalefet lideri olarak hazır bulundu. 26 Mayıs 2014’ten itibaren Narendra Modi Hükûmeti’nde Hindistan Dışişleri Bakanı olarak görevlendirildi.
Özel yaşamı ve ölümü
Sushma Swaraj, 1975’ten kendisinin 2019’da ölümüne kadar 1990’dan 1993’e kadar Mizoram Eyaleti valisi olarak görev yapan siyasetçi Swaraj Kaushal ile evliydi. Kasım 2016’da Swaraj’da böbrek yetmezliği baş gösterince böbrek nakli geçirmesinin muhtemel olduğu açıklandı. Kronik böbrek yetmezliğinin yanı sıra diyabetlede mücadele eden Shujma Svaraj muzdarip olduğu rahatsızlıklara bağlı sebeplerden 6 Ağustos 2019’da Yeni Delhi’de 67 yaşlarında ölmüştür. Cenazesi yakılmıştır.
- 1953 – Hans Krankl, Avusturyalı futbolcu
- 1957 – Veysel Güney, Türk devrimci ve Devrimci Yol’un İskenderun sorumlusu (ö. 1981)
Devrimci Yol | |
---|---|
![]() |
|
Kısaltma | DEV-YOL |
Slogan | “Tek Yol Tek Seçenek Halkın Kendi İktidarıdır!” |
Öncül |
|
Ardıl |
|
Kuruluş | 1 Mayıs 1977 | )
Kapanış | 1985 |
Merkez | Ankara (1977-1980) İstanbul (1980-1980) Almanya / Suriye(1980-1985) |
Lider | Oğuzhan Müftüoğlu(1980 öncesi) Nasuh Mitap(1980 öncesi) Taner Akçam(1980-1985) |
Önemli kişiler | Ali Başpınar, Melih Pekdemir, Ali Alfatlı, Mehmet Ali Yılmaz, Baha Çetintaş |
Üyelik | 37.595 (1980) |
Devrimci Yol (DEV-YOL), 1974 sonrası Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin fikrî ve örgütsel olarak devamı niteliğinde olan bir harekettir. 1974 affı sonrası eski THKP-C ve DEV-GENÇ kökenli kadrolar geçmişin değerlendirmesini esas alan tartışmalar yürütmüştür. Kökeni THKP-C Genel Komitesi içerisinde yaşanan ayrılığa kadar giden farklı değerlendirmeler, sürecin ayrılıkla sonuçlanmasına neden olmuştur. Yürütülen tartışmalarda THKP-C ve Mahir Çayan’ın geliştirdiği ideolojik-politik görüşlerin doğruluğunu savunan grup Devrimci Yol’un ilk çıkış noktasıdır.
Devrimci Gençlik dergisi ve Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (DEV-GENÇ) etrafında yürütülen çalışmalar sonucunda Devrimci Yol Bildirgesi yayınlanmıştır. 1 Mayıs 1977 yılında ilk sayısını çıkaran Devrimci Yol dergisi, yüz binlere varan tiraja ulaşmıştır. 12 Eylül darbesi karşısında direnişi esas alan bir çizgi geliştiren Devrimci Yol, özellikle kırsal alanda yürüttüğü faaliyetler sonucu çok sayıda militanını kaybetmiştir.
Parti anlayışı
Devrimci Yol, kendisini klasik örgüt formlarından ayırarak “partileşme süreci” yaşayan farklı bir hareket olarak tanımlar. Sıkıyönetim askeri savcıları tarafından ise örgüt olarak tanımlanmaktadır.
Nisan 1977’de yayınlanan Devrimci Yol Bildirgesinde parti kurma fikrini alır. Partinin işçi sınıfının öz örgütü olması zorunluluğundan bahseder ve bunun nasıl olmaması gerektiğini açıklar. Söylenen en net söylem parti için herhangi bir şablon kullanılmayacağı, partinin, somut koşulların doğru bir şekilde yapılacak analizlerinden çıkacağıdır.
Temel görüşleri
Devrimci Yol, döneminde Türkiye’ye özgü bir hareket yaratma çabasındadır. Devrimci Yol çevresi, 1975-1980 yıllarındaki, sosyalist hareketlerin, partilerin birçoğunun içinde olduğu SBKP-ÇKP-AEP kamplaşmasının dışında kalır. Türkiye’ye özgü olan bir sosyalizm ve örgütlenme arayışları, Devrimci Yol hareketinin öne çıkmasını, kitleselleşmesini sağlayan başlıca faktör olarak gösterilebilir. O zamanlar Devrimci Yol’un sıkça kullandığı ve tartışıldığı “Söz, yetki, karar, iktidar halka”, “Üreten biziz yöneten de biz olacağız”, “Direniş Komiteleri”, “Halk komiteleri”, “sosyalist demokrasi” gibi slogan ve kavramlar, o yıllarda Devrimci Yol çevresi tarafından solun gündemine sokulmuş ve tartışılmıştır.
Cunta öncesi dönemde Devrimci Yol’un temel teorik sistematiğinde, Kürdistan’ın sömürge olduğu yolundaki tezler mahkûm edilmiştir. “Kendi demokratik devrim sürecini tamamlamamış bir ülkenin, hele hele kendisi sömürge konumundayken emperyalist olduğu iddiası tamamen Marksist-Leninist toplum ve tarih modelini doğru analiz edememek ve emperyalizm tanımını kavrayamamak” olarak yorumlanmış, bu nedenle Kürt Solu’nun tepkisini almış, yer yer Kürt fraksiyonları ile silahlı çatışmalar da yaşamıştır.
THKP-C’ye bakışı
Devrimci Yol, THKP-C’yi kendisinden önceki tutucu soldan ilk kopuş olarak tanımlar. 12 Mart Darbesi öncesindeki devrimci mücadele ve devrimci hareketlerin teorik kavramları, özellikle Mahir Çayan tarafından ortaya atılan THKP-C hareketine ait tezler (birleşik devrimci savaş, politikleşmiş askeri savaş, öncü Savaşı, evrim-devrim aşamaları, suni denge, silahlı propaganda gibi konular) en çok tartışılan konuları oluşturur. 12 Mart sonrası tartışılan bu teoriler üzerinden iki eğilim ortaya çıkmıştır. Bir eğilime göre darbenin başarısı, geçmiş devrimci anlayışın yanlışlığını ortaya koymuştur. Bu düşünce etrafındakiler bir geçmiş eleştirisi ve reddiyesi etrafında yoğunlaşırken (KSD, Halkın Yolu vb.) bunun karşısında ise bu eğilimlere tepki olarak, THKP/C hareketinin dogmatik bir yorumuna dayanan eğilimler (Acilciler, MLSPB vb.) ortaya çıkarak THKP-C’nin basit-karikatürist bir taklidi olarak dar pratikçi bir tutuma yönelirler. Devrimci Yol bu iki eğilimden de farklı bir anlayışla hareket etmeye başlar.
Türkiye Tahlili
Devrimci Yol, 1970’lerdeki Türkiye siyasal yaşamının çalkantılı durumunun, Türkiye’nin 1950’lerde içine girdiği ekonomik ve siyasi sistemin 1970’lere gelindiğinde tümüyle tıkanmış durumda olmasından kaynaklanan bir sonuç olduğunu söylemektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu iç ve dış çeşitli etkenlerin baskısıyla çok yönlü ve derin bir bunalıma sürüklenmesi olarak yorumlamaktadır. Bu bunalımda mevcut iktidar odaklarının kendi iktidarlarının devamı için aşırı baskı politikalarına yöneldiği ve devlet desteğiyle örgütlendirilen bir faşist terör dalgasının bütün ülkeyi kapladığı görüşündedir.
Devrimci Yol Türkiye’yi ekonomik, politik kültürel ve askeri açılardan emperyalizmle bağımlı olarak tarif eder. Türkiye kapitalist ekonomisinin kendi dinamikleri ile değil yukarıdan aşağıya ve dışa bağımlı bir biçimde kurulduğunu ve başından itibaren tekelci bir karaktere sahip olduğunu söyler. Türkiye’nin 1900’lü yıllardan itibaren burjuvazinin önderliğinde bir demokratik devrim sürecinde olduğunu ancak gerçek bir demokratik devrimin (emperyalist dönemde) burjuvazi önderliğinde tamamlanmasının olanaklı olmadığı, bunu proletaryanın önderliğindeki bütün halkın demokratik iktidarının gerçekleştireceği fikrindedir. Toprak reformunun özellikle doğuda çözülmediğini, feodalizmin ülkede tasfiyesinin gerçekleştirilemediğini belirtir. Çözülememiş bir başka burjuva demokratik devrim sorunu olarak gördüğü mesele ise ulusal sorundur. Devrimci Yol bu sorunun feodalizmin tasfiyesi ile bağlantılı olduğu tespitini yapar. Ülkenin durumunu uluslararası tekellerle bütünleşmiş yerli burjuvazi ve toprak ağalarının ortaklığında oligarşik bir diktatörlük olarak tanımlarken, bu ittifakın içindeki çelişkiler ve ekonomik platformda bir takım anti-feodal tedbirler nedeniyle bu iki öge arasındaki dengenin tekelci burjuvazi lehine bozulduğunu tespit eder. Kapitalizmin temellerinin sağlam olmaması ve halen kapitalizm öncesi sorunlarla uğraşılması, ülkede klasik bir burjuva demokrasisini dahi kurulamadığını bunun yanında işçi hareketinin de güçlü olmamasından kaynaklı olarak çalışan kesimin ağır bir sömürü altında bulunduğunu iddia eder. Hakim kesimin kendi içindeki bu çelişkilerinin, ülkeyi yönetmelerine olanak tanımadığını ve dışa bağımlı ekonominin sürekli sallantıda olmasının da kendiliğinden ve gittikçe keskinleşen bir sosyal muhalefete neden olduğunu, bunun da halka karşı daha fazla baskı ve faşizmle yanıt bulduğunu iddia eder.
İç Savaş Tezi
Devrimci Yol Türkiye’de II. Dünya Savaşı öncesi Avrupa’da aşağıdan yukarı gelişen faşizmin aksine yukarıdan aşağı yapılanan bir faşizmin bulunduğunu ve bunun emperyalizme bağımlı yeni sömürge devlet yapısından kaynaklandığını söyler. Faşizme karşı mücadelenin, devletin yapısının değiştirilmesini hedefleyen bir program çerçevesi içinde bir devrim sorunu olarak görülmesi gerektiğini ve bir açık faşizm tehlikesinin somut olarak gündeme geldiği durumlarda temel alınması gerekenin faşizmle mücadele olduğunu ileri sürmüştür. 1977-1980 yılları arasında yaşanan siyasal çatışma ortamı, Devrimci Yol çevresi tarafından iç savaş olarak tanımlanmakta idi. O günlerde içsavaş tanımı yapan başka bir siyasi hareket yoktur. Devrimci Yol Türkiye’de ilan edilmemiş, üstü örtülü, cephelere ayrılmamış bir savaş yaşanmakta olduğunu ve buna göre örgütlenmek gerektiğini savunuyordu. Devrimci Yol’un bu tespiti sağ militan gruplarla mücadelede onu öne çıkaran, bu mücadelenin odağı haline getiren faktör oldu.
Direniş Komiteleri
Devrimci Yol toplumda var olan militan sağ hareketlere karşı her türlü direnme eğiliminin, Direniş Komiteleri adı altında bir araya getirilmesi gerektiğini düşünmekte idi. Hareketin önderleri Direniş Komiteleri tartışmasını solun gündemine getirdi. Bu öneri özellikle THKP-C kökenli gruplar arasında yoğun tartışmalara neden oluyor ve Devrimci Yol, THKP-C ve Mahir Çayan’ı reddetmekle suçlanıyordu.
Devrimci Yol’a göre Direniş Komiteleri ihtiyaçtan doğmuştu ve halkta var olan ve aslında kendiliğinden gelişen direnme eğilimlerinin bir çatı altında toplanması, aynı politik hatta duruşlarının sağlanması bir zorunluluktu. O dönemde Türkiye’de günlük yaşamda can güvenliği en elzem sorunlardan biri haline gelmişti. Siyasal nedenlerle günde 5-10 insan hayatını yitiriyor, şehirler, mahalleler, sokaklar, okullar, işyerleri saflaşmanın içine giriyordu. İdeolojik saflaşma sürecini yaşayan toplum, hızla fiziki bir saflaşmaya gidiyordu. Ev ev, sokak sokak yaşanan ayrışmada bireyler bir tercih yapmak zorunda kalıyordu.
Devrimci Yol çevresinin ortaya attığı Direniş Komiteleri, bir bakıma kendileri adına bu kaosun önüne geçebilmenin çabasıydı. Kimin ne yapacağı, ne zaman yapacağı bilinmediği bir siyasal çatışma yerine, anti-faşist mücadele olarak adlandırdıkları mücadelede derli toplu bir hat oluşturmayı zorunluluk olarak görüyorlardı.
“Faşist güçlerin, halk yığınlarını yıldırmaya yönelik saldırıları, geniş halk yığınları arasında bir savunma ihtiyacının doğmasına neden olmakta; çatışmanın genişleyip yaygınlaşması, anti-faşist bir dayanışma eğiliminin doğmasına ve gelişmesine neden olmaktadır. Direniş komiteleri bu eğilimin devrimci bir doğrultuya kanalize edilmesi, bağımsız bir devrimci hareketin, halk iktidarını hedefleyecek şekilde ve tüm anti-faşist halk güçlerinin birleşik devrimci savaşının örgütlendirilmesi doğrultusunda kavranılmasının bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.”
Faşizme karşı mücadeleyi devrim sorunu olarak gören Devrimci Yol önderleri, Devrimci Yol dergilerinde sık sık çıkan yazılarla sayıları hızla artan Direniş Komiteleri’ni kontrol etmeye ve politik bir zemine çekmeye çalışıyorlar ve sivil faşist gruplarla çatışmanın yaşanmadığı ya da yaşanarak başarı elde edildiği alanlarda da, komitelerin kurulması, kurulmuş komitelerin devam ettirilmesini öneriyorlardı. Devrimci Yol’a göre bu mücadelede yakalanan güç, devrimci bir yola kanalize edilmezse elden kaçabilirdi. Bu yüzden Direniş Komiteleri’ni yalnızca sivil faşist güçlere karşı kavga zemini olarak düşünmek yanlıştı. Devrimci Yol bu komiteleri, ayrıca halka sosyalizmi yaşatabilecekleri ve onları alıştırabilecekleri bir alan olarak görüyordu. Direniş Komiteleri, kurulması amaçlanan sosyalizmin iktidar organlarının nüveleri olarak görülüyordu.
“Direniş Komiteleri en geniş anlamda, devrimci halk iktidarının birer nüveleri olarak kavranmalı ve bu doğrultuda derinleştirilip geliştirilmelidir.”(Aynı kaynak)
“Direniş Komiteleri mücadelesinin başarıya ulaştırılabilmesi, böyle bir devrimci önderliğin (proleteryanın öncü savaşçı partisinin) varlığına kopmaz bir şekilde bağlıdır.”(Aynı kaynak)
Tarihi
Devrimci Yol çevresinin ideolojik-politik görüşlerini açıklayan, dünya, Türkiye ve devrimin yolu konusunda Devrimci Yol’un yaklaşımlarını ortaya koyan Devrimci Yol Bildirgesi 1977’nin Nisan ayı içerisinde yayınlanır. Devrimci Yol Dergisi, 1 Mayıs 1977’de kamuoyunun karşısına çıkmıştır.
12 Eylül öncesi
Devrimci Yol 1980’in ilk aylarında bir askerî darbenin gündemde olduğunu ve diğer gruplarla ortak bir siyaset geliştirmeyi, ortak eylemlerinin genişletilmesini ve buna benzer bazı önlemleri içeren bir politika benimsedi. Bu politika diğer gruplara da götürülerek tartışıldı ancak diğer gruplarla sürdürülen bu girişimler ilke tartışmaları ve polemikleri içinde yaşanan diğer olumsuzluklarla birlikte sonuçsuz kaldı. 12 Eylül’den önceki olaylara bakıldığında Fatsa, Çorum, Tariş olaylarının yanında Türkiye solunun çok yoğun bir şekilde iç mücadelelerle, çatışmalarla meşgul olduğu görülecektir.
Devrimci Yol bu dönem içinde bir askerî darbenin gündeme geldiğini ekonomik temellere dayandırarak açıklamıştı. Demokratik ülkelerde uygulanamayacak kadar sert IMF politikalarını uygulamak isteyen egemenlerin böyle bir darbeye ihtiyaç duymaya başladığını yazıyordu.
“Bu alınan tedbirler ise (…) ordunun devreye sokulması yoluyla, daha ileriki bir aşamada ordunun aracılık edeceği açık faşist bir rejime geçiş sağlamaktan başka bir anlama gelmez.”
“…Bu gelişmelerin en son geldiği yer sivil sıkıyönetim uygulamalarıdır. Bugün (bir yanda) polis tarafından her türlü işkence uygulamaları faşist katliamları takviye edecek şekilde sürdürülürken, sözde anarşiyi önleme uğruna giderek artan biçimde ordu devreye sokulmaktadır. Bu gelişmelerin Latin Amerika ülkelerinde sıkça rastlanan türden sol görünümlü bir hükûmet aracılığıyla yürütülen baskıcı bir yönetim doğrultusundaki bir gelişme sayılması gerektiği söylenebilir ki, bu tür yönetimleri çoğunlukla açık faşist bir yönetimin izlemesi kaçınılmaz bir şeydir.”
Fatsa yerel yönetimi
Devrimci Yol’un Ordu’nun Fatsa ilçesinde giriştiği Yerel Yönetim deneyi örgütün yönetim anlayışına örnek gösterilir. Fatsa’da terzi Fikri Sönmez bağımsız aday olarak belediye başkanı seçilir. Bu ilçedeki faaliyetler tüm Türkiye’de ilgi ile izlenir. İlçe Nokta Operasyonu adı verilen askeri bir harekâta maruz kalır. Fikri Sönmez ve birçok insan tutuklanır; belediye yönetimi dağıtılır.
12 Eylül Darbesi sonrası
12 Eylül Darbesi sonrası Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri’nce açılan siyasi davalarda onbinlerce insan yargılandı. Hukuk dışı olduğu iddia edilen bu mahkemelerde birçok idam ve müebbet hapis cezası verildi.
Türkiye’nin birçok ilinde ve bazı ilçesinde Devrimci Yol davaları açıldı. Karadeniz, Akdeniz, Ege, İç Anadolu ve Marmara’da yoğun yargılanmalar yaşandı. Askeri mahkemelerce kimi dosyalar birleştirildiği için net bir sayı ortaya koymak zordur. Türkiye’nin tamamında 40 civarında Devrimci Yol davasının açıldığı söylenebilir. Ankara Merkez Devrimci Yol davasının sanık sayısı 1.000 civarındaydı. Sanık sayısı Artvin’de 898 ve Fatsa’da 900’dü. Bu rakamlar Devrimci Yol’un darbe öncesindeki kitleselliği hakkında fikir verebilir.
36 davada 251’i kadın olmak üzere toplam 4.403 sanık yargılandı.
20 ve altı | 21-25 | 26-30 | 31-40 | 41 ve üzeri | Yaşı belirsiz |
---|---|---|---|---|---|
198 |
1.320 |
740 |
477 |
307 |
542 |
Bu rakamlar, Devrimci Yol davalarında yargılanan insanların genellikle genç yaşta -25 yaş ve altı- olduğunu gösterse de, 30 yaş ve üstü yaşlar da kayda değer bir rakamdadır.
Öğrenciler | Memurlar | İşçiler | Ev kadınları | İşsiz | İmam | Belediye başkanı | Belirsiz | Çiftçiler | Esnaf | Üst meslek | Alt meslek |
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
747 |
511 |
1062 |
103 |
400 |
7 |
5 |
348 |
593 |
290 |
30 |
110 |
Memurlar grubu mühendis, teknisyen, subay, polis, hemşire, muhtarlardan; üst meslek grubu müteahhit, tüccar, serbest muhasebeci vb. mesleklerden; alt meslek grubu pazarcı, seyyar satıcı, garson, komi, boyacı, şoför, muavin vb mesleklerden; belirlenemeyenlerin bir bölümünü 15 yaşın altındaki çocuklardan oluşmaktadır.
Bu sayılar, Devrimci Yol hareketinin gençlik hareketi olmaktan öteye gitmeye çalıştığının bir göstergesi sayılabilir.
Üniversite | Lise | Ortaokul | İlkokul | Okuma yazması olmayan | Belirlenemeyen |
---|---|---|---|---|---|
486 |
858 |
279 |
8599 |
65 |
1857 |
1981 | 1982 | 1983 | 1984 |
---|---|---|---|
1,153 |
922 |
317 |
288 |
İdam | Müebbet | 21 yıl üstü | 11-20 yıl | 0-10 yıl |
---|---|---|---|---|
80 |
123 |
12 |
214 |
1771 |
Bu dönemde açılan 720 sanıklı Devrimci Yol davası henüz tamamen sonuçlanamamıştır.
1985 sonrası
1985’ten itibaren, Devrimci Yol’u canlandırmak ve büyütmek için yürütülen çalışmalar 1988 sonrasında üniversite gençliği, işçiler ve kamu çalışanları içinde gelişen muhalefet hareketleri içinde gelişme alanı buldu. Bu dönemde, söz konusu toplumsal muhalefet hareketleri içerisinde etkili olan Devrimci Yol kökenli kadrolar, devrimciler ismiyle merkezi bir yapısı olmaksızın çalışmalar yürüttü.
Tepkiler
- Kenan Evren 12 Eylül askerî darbesini savunurken “Biz gelmeseydik Fatsa’dakiler gelecekti.” demiştir.
- Örgütün amblemi Yumruklu Yıldız’ın ünlü karikatürist Selçuk Demirel tarafından yapıldığı söylense de, Selçuk Demirel Hürriyet gazetesine verdiği röportajda “böylesi güzel bir amblemi ben yapmak isterdim, ben yapmadım fakat yapanı tanıyorum.” demiştir.
- 12 Eylül öncesi Devrimci Yol siyasal grubunun istihbarat alanında da “Devrimci İstihbarat Teşkilatı” DİT adıyla azımsanmayacak ölçüde örgütlenmiştir.
Veysel Güney
|
|
---|---|
![]() |
|
Doğum | 14 Şubat 1957 Davulku, Hekimhan, Malatya, Türkiye |
Ölüm | 10 Haziran 1981 (24 yaşında) Gaziantep, Türkiye |
Ölüm sebebi | İdam |
Vatandaşlık | Türkiye |
Organizasyon | Devrimci Yol |
Veysel Güney (14 Şubat 1957, Davulku, Hekimhan, Malatya – 10 Haziran 1981, Gaziantep), Devrimci Yol’un İskenderun sorumlusu militan. Üsteğmen Şahin Akkaya’yı öldürme suçundan mahkûm olmuştur. 12 Eylül Darbesi’nden sonra 1980-1984 arasında idam edilen 17’si sol görüşlü 50 mahkûmdan biridir.
Arka plan
Gaziantep’te 28 Aralık 1980 gecesi ihbar üzerine bir evi aramak isteyen güvenlik güçleri, evde bulunan Veysel Güney ve arkadaşını uyardı. Güney ve arkadaşı, lambaları söndürüp kapıyı açmadı. Kapının güvenlik güçlerince zorla açılmasının ardından içeriden ateş açıldı. Çıkan çatışmada Topçu Üsteğmen Şahin Akkaya ile Komiser Muavini Atilla Çınar ağır yaralandı. Üsteğmen Akkaya hastanede öldü. Atilla Çınar ise kurtuldu. Militanlardan Güney yaralı olarak ele geçirilirken diğer militan öldürüldü.
8 Haziran 1981 Pazartesi günü saat 16.00’da Millî Güvenlik Konseyinin 58. birleşimi Orgeneral Kenan Evren tarafından açıldı. Veysel Güney’in idamı görüşülürken Adalet Komisyonu Başkanı Hâkim Albay Feridun Balatlıoğlu, Güney ve olay hakkında bilgi verdi:
“Hükümlü: Veysel Güney, Ali oğlu Malatya Hekimhan nüfusuna kayıtlı, okur – yazar, işçi, 1957 doğumlu.
Suç: Kendisinin cezadan kurtulmasını temin maksadıyla kasten adam öldürmek ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet.
Suç tarihi: 28. 12. 1980
Suç yeri: Gaziantep Alleben Mahallesi, İncirlipınar Sokak Yüksel Apartmanı, daire 12.
Olay: Yasa dışı Dev-Yol Örgütünün Gaziantep İli Merkez Kuruluşu soruşturmasını yürütmekte olan İl Emniyet Müdürlüğü, yapılan bir ihbarı değerlendirerek tespit olunan adrese bir baskın düzenlemiş ve 28 . 12 . 1980 günü sabaha karşı saat 02.30’da Top. Üsteğmen Şahin Akkaya yönetimindeki güvenlik timi baskın planını uygulamıştır. Yüksel Apartmanı 12 numarada barınan 2 «terörist teslim olun» çağrısına ateş açarak cevap vermişler ve böylece başlayan silahlı müsademe esnasında Üsteğmen Şahin Akkaya, hükümlü Veysel Güney tarafından başından silahla vurularak öldürülmüştür. Daha sonra apartmanın aydınlık boşluğundan aşağı inen ve buradan kaçmak isteyen hükümlü, bulunduğu yerde yaralı olarak ele geçirilmiştir.”
Yakalanmasının ardından Veysel Güney’in ilk ifadesini alan Emekli Savcı Mete Göktürk, “Adaleti Gördünüz mü?” adlı kitabında olayı şöyle anlatmaktadır:
1980 yılı sonuydu. Gaziantep’in Kolejtepe mevkiinde bir apartmanın en üst katında yasadışı örgüte mensup iki kişinin barındığı haber alındı. Güvenlik güçleri tarafından eve yapılan operasyonda, biraz aceleci davranılması nedeniyle çatışma çıkmıştı. Bir militan ölmüş, bir teğmen şehit düşmüştü. Çatışmanın yaşandığı apartmanın havalandırma boşluğundan kaçmaya çalışırken yakalanan ve görevlilerce feci şekilde dövülerek ağır şekilde yaralanan Veysel Güney’in hastanede ilk ifadesini ben aldım. Hazırlık soruşturmasını ben yaptım.
Yargı süreci ve idamı
Çatışmada öldürülen Üsteğmen Şahin Akkaya’nın faili olarak Adana Bölgesi Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Numaralı Askerî Mahkemesi’nde yargılanan Veysel Güney, “kendisinin cezadan kurtulmasını temin maksadıyla kasten adam öldürmek” suçundan Türk Ceza Kanunu’nun 450/9 maddesi uyarınca idama ve 6136 sayılı Kanun uyarınca 10 yıl hapis ve 50 bin lira ağır para cezasına çarptırıldı.
Güney’in yargılanmasında görev alan Emekli Savcı Mete Göktürk, “Adaleti Gördünüz mü?” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:
Çatışmada, Güney’in silah kullandığına ilişkin bir kanıt elde edememiştik. Benim ilk tespitlerimle mahkeme kararında varılan sonuç örtüşmüyordu. O günlerde yaşanan ortamın olağandışılığı da göz önüne alındığında, yargılamanın tarafsız ve adil yapılmamış olacağına ilişkin kuşku duyuyordum.
O dönemde Güney’le aynı cezaevinde kalan Aydın Kışılı, Güney’in ağır işkenceye maruz kaldığına tanık olduğunu iddia etmiştir.
Temyiz safhasında, verilen hüküm 21 Nisan 1981’de Askerî Yargıtay tarafından oy birliği ile onanmak suretiyle kesinleşti. Ölüm cezasının yerine getirilmesine dair kanun, 8 Haziran 1981’de Orgeneral Kenan Evren başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi tarafından oy birliği ile kabul edildi ve Resmî Gazete’de yayımlandı.
Güney’in infazı 10 Haziran 1981 tarihinde saat 02.40’ta Gaziantep E Tipi Cezaevi’nde gerçekleştirildi. İnfazı, 12 Eylül döneminin 6. idamı oldu. Aydın Kışılı, infaza tanık olan bir gardiyandan duyduğunu iddia ettiği sözleri şöyle aktardı:
Veysel infaz bahçesine getirildiğinde başı dimdikti. Üzerinde infaz kıyafeti yoktu. Sivil giysiler vardı. Kendisinden son isteği sorulduğunda, “Benim sizlerden bir isteğim olamaz!” dedi. Darağacına yürü denmesine fırsat bırakmadan, başını önüne eğmeden, en küçük bir tereddüt göstermeden yürüdü. Sehpaya çıktı. Cellat boynuna ipi geçirmeye hazırlandığında “Sehpaya kimse dokunmasın” diye uyardı. Ardından öyle bir bağırdı ki, yer-gök inledi. Ne dediğini anlayamadık bile. Slogan bitince cellata ‘ipi boynuma geçir’ dercesine baktı. Boğazına ilmek geçirildi. Cellat Veysel’in isteğine uyarak sehpadan uzaklaştı. Kanımız donmuş gibi, pür dikkat onu izliyorduk. Üzerine bastığı sehpaya ayağıyla vurdu, kendi infazını kendi gerçekleştirdi.
Güney’in idamından önce Güney’in yanında olan Emekli Savcı Mete Göktürk, “Adaleti Gördünüz mü?” adlı kitabında şöyle yazmaktadır:
Saat 02.00’de Veysel’in annesi babası ve erkek kardeşi geldi. Güvenlik açısından sakıncalı bulunduğu için, cemsenin içerisinde oturan Veysel’le birer dakika görüşmelerine izin verildi. Kucaklaşmalarına dahi izin verilmedi. Anne ve babası ağlıyordu. Kardeşinin, ‘Sen inandığın bir dava uğruna ölüyorsun. Bunun için onur duymalısın. Korkmadan git ölüme’ dediğini duydum. Kardeş Güney’in anında eli kelepçelendi ve sorgulanmak üzere götürüldü. Annesi ağlıyordu, ‘Kulunuz köleniz olayım, bu oğlumu bari bana bağışlayın’ diye yalvarıyor, kendini askerin ayaklarına atıyordu. Bu çırpınışlar ne Veysel’i, ne de kardeşini kurtaramadı.
Veysel’in son isteği, sigara içmek ve babasına mektup yazmaktı. Yazdı, ancak mektup, örgüt propagandası içerdiği gerekçesiyle babasına verilmeden mahkeme dosyasına kondu. Yarım kalmış sigara paketi ve çakmağını babasına vermemizi de istedi.
İdam sehpasına çıkarken Che Guevara’nın ünlü ‘Ölüm hoş geldi, safa geldi’ dizelerini bağıra bağıra okuyordu. O ölüme giderken yanında avukatı dahil hiç kimse yoktu. Ona yabancı olmayan tek şey kendi sesiydi. Ayağının altındaki sandalyeyi, slogan atarak kendisi itti.
Güney’in son mektubu, 25 yıl sonra ailesine iletildi. “Ben kimseyi öldürmedim, suçsuzum.” diye yazan Güney, mektubunu tek dörtlük bir şiir ile sonlandırdı:
Mezarımı yol kenarına kazın
Üzerine devrim şehidi yazın
Başına yumruklu yıldız kazın
Gidiyorum ölümsüzlüğe hoşçakalın…
Mezarının akıbeti
Cenazesi ailesine teslim edilmeyen Veysel Güney’in mezarının akıbeti bilinmemektedir. Konuyla ilgili Güney’in ailesinin ve bazı dernek ve vakıfların çabaları sonuçsuz kalmıştır. 2006’da Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer, Güney’in mezar yerinin Adalet Bakanlığı tarafından bilinip bilinmediğine ve ailesine bildirilmesi için Bakanlığın bir çalışma başlatıp başlatmadığına dair Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soru yönergesi verdi. Önergeyi cevaplayan Adalet Bakanı Cemil Çiçek; idam sonrasında Güney’in cesedinin Gaziantep Belediyesi görevlilerine teslim edildiğini, ailesinin girişimleri sonucunda “hüviyeti meçhul” olarak defnedildiği tespit edilen bir cesedin 2006’da yapılan DNA testleri neticesinde Güney’e ait olmadığının belirlendiğini kaydetti.[12] İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’in 2008’de verdiği soru önergesini cevaplayan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Güney’in cesedini teslim aldığı kaydedilen Yüzbaşı Burhan Erdem’in 1997’de emekliye ayrıldığını ve yönergede cevaplandırılması istenen diğer hususlara ilişkin Jandarma Genel Komutanlığında herhangi bir bilgi veya belge bulunmadığını belirtti. 2012’de Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Veli Ağbaba ve 29 milletvekili, Güney’in mezar yerinin bulunması amacıyla bir meclis araştırması açılmasına ilişkin önerge verdi.
- 1959 – Süleyman Seyfi Öğün, Türk akademisyen ve siyaset bilimcisi
- 1960 – Meg Tilly, Amerikalı-Kanadalı aktris
- 1967 – Stelio Hacı-İoannou, Kıbrıslı Rum kökenli ingiliz vatandaşı girişimci
- 1967 – Mark Rutte, Hollandalı siyasetçi
- 1968 – Scott McClellan, Amerikalı bürokrattır
- 1969 – Neslihan Acar, Türk sinema ve dizi oyuncusu
- 1970 – Simon Pegg, İngiliz aktör, yazar ve film yapımcısı
- 1970 – Antonia Truppo, İtalyan oyuncu
- 1971 – Gheorghe Mureşan, Romanyalı eski NBA oyuncusu
- 1971 – Kerem Tüzün, Türk müzisyen
- 1972 – Najwa Nimri, Ürdün asıllı İspanyol şarkıcı ve oyuncu
- 1972 – Rob Thomas, Amerikalı şarkıcı
- 1974 – Gina Lynn, Porto Rikolu porno oyuncusu
- 1974 – Valentina Vezzali, İtalyan eskrimci ve politikacı
- 1975 – Mirka Francia, Kübalı voleybolcu
- 1976 – Aylin Aslım, Türk rock müzisyeni
- 1977 – Cadel Evans, Avustralyalı eski profesyonel yol bisikleti
- 1978 – Richard Hamilton, Amerikalı basketbolcu
- 1978 – Darius Songaila, Litvan profesyonel basketbolcu
- 1981 – Matteo Brighi, İtalyan eski futbolcudur
- 1982 – İbrahim Çelikkol, Türk dizi ve sinema oyuncusu
- 1982 – Özge Borak, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu
- 1983 – Bacary Sagna, Senegal asıllı Fransız futbolcu
- 1984 – Eser Yenenler, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu
- 1985 – Karima Adebibe, İngiliz oyuncu ve manken
- 1985 – Philippe Senderos, İsviçreli eski millî futbolcu
- 1986 – Kang Min-soo, Güney Koreli futbolcu
- 1987 – Edinson Cavani, Uruguaylı millî futbolcu
- 1988 – Ángel Di María, Arjantinli futbolcu
- 1989 – Néstor Calderón, Meksikalı futbolcu
- 1989 – Adam Matuszczyk, Polonyalı millî futbolcu
- 1990 – Chris Babb, Amerikalı profesyonel basketbolcu
- 1990 – Sefa Yılmaz, Türk futbolcu
- 1992 – Christian Eriksen, Danimarkalı millî futbolcu
- 1992 – Freddie Highmore, İngiliz oyuncu
- 1996 – Lucas Hernández, Fransız millî futbolcu
- 1996 – Viktor Kovalenko, Ukraynalı futbolcu
- 1997 – Breel Embolo, İsviçreli futbolcu
- 1997 – Hung Hau-Hsuan, Tayvanlı e-sporcu
- 1999 – Antonina Skorobogatçenko, Rus hentbolcu
- 2000 – Aşkın Mert Şalcıoğlu, Türk rapçi, şarkıcı ve söz yazarı (ö. 2018)
- 2003 – Serdar Saatçı, Türk profesyonel futbolcu
wikipedia.org