
28 Şubatta ölenler
Ölümler
- 628 – II. Hüsrev, Sasani İmparatorluğu’nun 590-628 yılları arasındaki hükümdarı (d. 570)
II. Hüsrev Orta Farsça: 𐭧𐭥𐭮𐭫𐭥𐭣𐭩 |
|
---|---|
İran ve İran olmayanların Krallarının Kralı[a] | |
![]() 611’de basılmış II. Hüsrev’in altın dinarı
|
|
Sasani İmparatorluğu’nun şehinşahı | |
Hüküm süresi | 590 |
Önce gelen | IV. Hürmüz |
Sonra gelen | Behrâm-ı Çûbîn |
Hüküm süresi | 591 – 25 Şubat 628 |
Önce gelen | Behrâm-ı Çûbîn |
Sonra gelen | II. Kubâd |
Doğum | y. 570 |
Ölüm | 28 Şubat 628 Tizpon |
Eş(ler)i |
|
Çocuk(lar)ı | Aşağı bakınız |
Hanedan | Sasani Hanedanı |
Babası | IV. Hürmüz |
Annesi | İsimsiz soylu bir kadın |
Dini | Zerdüştçülük |
II. Hüsrev (klasik kaynaklarda Chosroes II; Orta Farsça: 𐭧𐭥𐭮𐭫𐭥𐭣𐭩; Modern Farsça: Husrō), ayrıca Hüsrev Pervîz (Farsça: خسرو پرویز, “Muzaffer Hüsrev”), bir yıl kesinti hariç 590’dan 628’e kadar hüküm süren İran’ın son büyük Sasani kralı (şah) olarak kabul edilir.[1]
II. Hüsrev, IV. Hürmüz’ün (h. 579-590) oğlu ve I. Hüsrev’in (h. 531-579) torunudur. İdamından beş yıl sonra başlayan Müslümanların İran’ı fethinden önce uzun bir saltanat süren İran’ın son kralıdır. Tahtını kaybetti, ardından Bizans imparatoru Mauricius’in yardımıyla geri aldı ve on yıl sonra Orta Doğu’nun zengin Roma eyaletlerini fethederek Ahameniş İmparatorluğu’nun başarılarını taklit etmeye devam etti; saltanatının büyük bir kısmı Bizans İmparatorluğu ile savaşlarda ve Behrâm-ı Çûbîn ve Vistahm gibi gaspçılara karşı mücadele ile geçti.
Bizanslılar Mauricius’u öldürdükten sonra II. Hüsrev Bizanslılara karşı 602’de savaş başlattı. II. Hüsrev’in kuvvetlerinin Bizans İmparatorluğu’nun topraklarının çoğunu ele geçirmesi ona “Muzaffer” sıfatını kazandırdı. 626’da Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in kuşatması başarısız oldu ve artık Türkler ile müttefik olan Herakleios, İran’ın kalbinin derinliklerinde riskli ama başarılı bir karşı saldırı başlattı. İmparatorluğun feodal aileleri tarafından desteklenen II. Hüsrev’in hapsedilen oğlu Şeroe (II. Kubâd), II. Hüsrev’i hapse atıp öldürdü. Bu, imparatorlukta bir iç savaş ile fetret devrine ve Bizanslılara karşı savaşta tüm Sasani kazanımlarının tersine çevrilmesine yol açtı.
Nizâmî-i Gencevî’nin (1141-1209) ünlü bir trajik aşk romanı Hüsrev ve Şirin ve Firdevsî’nin Şehnâme’si gibi Fars edebiyatı eserlerinde Hüsrev’in yaşamının son derece ayrıntılı bir kurgusal versiyonu bir kral kadar aşık olarak onu kültürün en büyük kahramanlarından biri yaptı. Hüsrev ve Şirin, aksilikler ve zorluklarla dolu uzun bir flört döneminden sonra kraliçesi olan Arami/Roma prensesi Şirin’e olan aşkının hikâyesini anlatır.
İsmi
“Khosrow”, adının bilginler tarafından kullanılan Yeni Farsça versiyonudur; asıl adı Orta Farsça, Husraw‘dır ve kendisi Avestaca Haosrauuah (“iyi bir üne sahip olan”) isminden türetilmiştir.[2][3] Adı, Yunanca Chosroes, Arapça Kisra olarak çevrilmiştir.[3] Adı “Perviz” sıfatıyla birlikte Gürcüce K‛asre Ambarvez (800 yılı civarında yazan Pseudo-Juansher) ve Ermenice Aprouēž Xosrov olarak kaydedilmiştir.[4][5]
Arka Plan
II. Hüsrev y. 570 yılında doğdu; IV. Hürmüz ile İran’ın Yedi Büyük Evinden biri olan İspahbudhan Hanedanından isimsiz bir soylu kadının oğludur.[1] Annesinin kardeşleri Vinduyih ve Vistahm, II. Hüsrev’in erken yaşamında derin bir etkiye sahip olacaktı.[1] Hüsrev’in baba tarafından dedesi, ünlü Sasani şahı I. Hüsrev Anuşirvan’dı (h. 531-579), babaannesi ise Hazar kağanının kızıydı.[6] Hüsrev’den ilk kez 580’lerde, Kafkas Albanyası’nın başkenti Partaw’dayken bahsedilir. Orada kaldığı süre boyunca krallığın valisi olarak görev yaptı ve İberya Krallığı’na son vermeyi ve onu bir Sasani eyaleti haline getirmeyi başardı.[1] Ayrıca II. Hüsrev, tahta çıkmadan bir süre önce Mezopotamya’da Arbela valisi olarak da görev yaptı.[7]
Behrâm-ı Çûbîn’in isyanı
IV. Hürmüz’ün tahttan indirilmesi

590’da IV. Hürmüz, önde gelen generali Behrâm-ı Çûbîn’i gözden düşürdü ve görevden aldı. Hürmüz’ün eylemlerinden çileden çıkan Behrâm, isyan ederek karşılık verdi ve asil statüsü ve büyük askeri bilgisi nedeniyle askerleri ve diğer birçok kişi isyanına katıldı. Daha sonra Horasan’a yeni bir vali atadı ve ardından Tizpon’a gitti.[8] Sasani Hanedanı’nın meşruiyeti, krallık halesi Khvarenah‘ın Part İmparatorluğu’nu fethinden sonra ilk Sasani şahı olan I. Erdeşîr (h. 224-242) ve ailesine verildiği inancıyla tesis edilmişti.[9] Ancak bu şimdi, Behrâm-ı Çûbîn tarafından tartışılmaya açılmış böylece Sasani tarihinde ilk kez bir Part hanedanının isyan ederek Sasani ailesinin meşruiyetine meydan okunmasıydı.[10][9]
Bu arada, Hürmüz, Süryani yazar Joshua Styliti’ye göre “Hürmüz’den eşit derecede nefret eden” kayınbiraderleri Vistahm ve Vinduyih ile uzlaşmaya çalıştı.[1][11] İki kardeş görünüşte kansız bir saray darbesi ile Hürmüz’ü devirdiler.[1][11] Hürmüz’ü kızgın bir iğneyle kör ettirdiler ve tahta II. Hüsrev’i oturttular.[12][1] 590 yazında bir zaman iki kardeş Hürmüz’ü en azından II. Hüsrev’in zımni onayıyla öldürttü.[1] Yine de Behrâm, bu sefer Hürmüz’ün intikamını alma bahanesiyle Tizpon’a yürüyüşüne devam etti.[13]
Hüsrev, daha sonra havuç ve sopa tavrı takındı ve Behrâm’a Sasani krallığı üzerindeki kendi haklı iddiasını vurgulayan bir mesaj yazdı: “kralların kralları, yönetimin hükümdarı, halkların efendisi, barışın prensi, insanların kurtuluşu, tanrılar arasında iyi ve ebediyen yaşayan insan, insanlar arasında en saygın tanrı, çok şanlı, galip, bir güneşle birlikte doğan ve geceye gözlerini ödünç veren, ataları aracılığıyla ünlü olan, nefret eden kral, Sasanileri meşgul eden ve İranlıları krallıklarını kurtaran hayırsever Hüsrev’den İranlıların generali dostumuz Behrâm’a, … Kraliyet tahtını da yasal bir şekilde devraldık ve hiçbir İran geleneğini bozmadık…. Tacı çıkarmamaya o kadar kesin karar verdik ki, eğer bu mümkün olsaydı, diğer dünyalara hükmetmeyi bile bekliyorduk. …. Refahını istiyorsan, yapılması gerekeni düşün.”[14]
Çatışma

Ancak Behrâm bu uyarıyı görmezden geldi – birkaç gün sonra Tizpon yakınlarındaki Nehrevan Kanalı’na ulaştı ve burada Hüsrev’in sayıca çok fazla olan adamlarıyla savaştı, ancak birkaç çatışmada Behrâm’ın adamlarını geride tutmayı başardı. Ancak Hüsrev’in adamları sonunda morallerini kaybetmeye başladılar ve sonunda Behrâm’ın güçleri tarafından yenilgiye uğratıldılar. Hüsrev, iki dayısı, eşleri ve 30 soyludan oluşan bir maiyetiyle birlikte daha sonra Bizans topraklarına kaçtı, Tizpon ise Behrâm’ın eline geçti.[1] Behrâm-ı Çûbîn, 590 yazında, ilk Sasani kralı I. Erdeşîr’in (h. 224-242) Arşaklıların tahtını gasp ettiğini ve şimdi onların yönetimini yeniden tesis ettiğini iddia ederek kendisini kralların kralı ilan etti.[8]
Behrâm-ı Çûbîn, Zerdüşt’ün binyılının sonunda, Ak Hunlar/Hunlar ve Romalılar ile kaos ve yıkıcı savaşların meydana geleceği ve ardından bir kurtarıcının ortaya çıkacağına dair Zerdüştçülük apokaliptik inancıyla davasını desteklemeye çalıştı. Gerçekten de, Sasaniler, Zerdüşt’ün dönemini Seleukos İmparatorluğu dönemiyle (MÖ 312) yanlış tanımlamışlardı, bu da Behrâm-ı Çûbîn’in yaşamını Zerdüşt’ün binyılının neredeyse sonuna getirdi, bu nedenle pek çok kişi tarafından vadedilen kurtarıcı Kay Bahram Varjavand olarak selamlandı.[8] Bahram, Arşak İmparatorluğu’nu yeniden kuracak ve yeni bir bin yıllık hanedan yönetimine başlayacaktı. Önde, sakallı ve iki hilal ile mazgal şekilli bir taç takan, yüceltilmiş bir figür olarak taklit edilirken, arka yüzünde iki görevli tarafından çevrili geleneksel ateşgede gösterilen madeni paralar basmaya başladı.[8] Ne olursa olsun, birçok soylu ve rahip hala deneyimsiz ve daha az baskın olan II. Hüsrev’in yanında yer almayı seçti.[8]
Bizans imparatoru Mauricius’un (h. 582-602) dikkatini çekmek için II. Hüsrev Suriye’ye gitti ve Sasani işgali altındaki Martyropolis kentine Bizans’a karşı direnişlerini durdurması için bir mesaj gönderdi, ancak sonuç alamadı.[15] Daha sonra Mauricius’un kabul ettiği Sasani tahtını yeniden kazanmak için yardımını istediği bir mesaj gönderdi; karşılığında Bizanslılar Amida, Carrhae, Dara ve Martyropolis kentleri üzerinde yeniden egemenlik kazanacaktı. Ayrıca, İran’ın İberya ve Ermenistan’ın işlerine müdahale etmeyi bırakması ve Lazika’nın kontrolünü fiilen Bizanslılara bırakması gerekiyordu.[1]
İran’a dönüşü

591’de Hüsrev, Konstantina’ya taşındı ve Behrâm-ı Çûbîn’in Mezopotamya’daki topraklarını işgal etmeye hazırlanırken, Vistahm ve Vinduyih, yine Ermenistan’da bir ordu yetiştiren Bizans komutanı İoannis Mistakon’un gözetiminde Azerbaycan’da bir ordu kuruyorlardı. Bir süre sonra Hüsrev, Bizans’ın güneydeki komutanı Comentiolus ile birlikte Mezopotamya’yı işgal etti. Bu işgal sırasında Nisibis ve Martyropolis hızla onların tarafına geçti,[1] ve Behrâm-ı Çûbîn’in komutanı Zatsparham yenildi ve öldürüldü.[16] Behrâm’ın diğer komutanlarından biri olan Bryzacius, Mosil’de yakalandı, burnu ve kulakları kesildi ve ardından Hüsrev’e gönderildi ve orada öldürüldü.[17][18] II. Hüsrev ve Narses daha sonra Behrâm-ı Çûbîn’in topraklarının daha derinlerine girerek Dara’yı ve ardından Şubat ayında Mardin’i ele geçirdi ve burada Hüsrev yeniden kral ilan edildi.[16] Bundan kısa bir süre sonra Hüsrev, İranlı destekçilerinden biri olan Mahbodh’u Tizpon’u ele geçirmesi için gönderdi ve bunu başardı.[19]

Aynı zamanda, Vistahm ve Vinduyih komutasındaki 8.000 İranlı ve II. Muşeg Mamikonyan komutasındaki 12.000 Ermeni kuvveti Adurbadagan’ı işgal etti.[8] Behrâm-ı Çûbîn, II. Muşeg’e bir mektup yazarak kuvveti bozmaya çalışırken, mektupta şöyle deniyordu: “Siz mevsimsiz bağlılık gösteren Ermenilere gelince, Sasani hanedanı sizin topraklarınızı ve egemenliğinizi yok etmedi mi? Aksi halde neden atalarınız isyan edip hizmetlerinden kendilerini kurtardılar, bugüne kadar ülkeniz için savaştılar?”[20] Behrâm-ı Çûbîn mektubunda, II. Hüsrev’e ihanet etme teklifini kabul etmesi halinde Ermenilerin Part hanedanı bir aile tarafından yönetilen yeni İran imparatorluğunun ortakları olacağına söz verdi.[21] Ancak Muşeg teklifi reddetti.[21]
Behrâm-ı Çûbîn daha sonra Blarathon Muharebesi’nde yenildi ve onu 4.000 adamla doğuya doğru kaçmaya zorladı. Nişabur’a doğru yürüdü ve burada hem peşinden gelen bir orduyu hem de Qumis’te bir Karenid soylusu tarafından yönetilen bir orduyu yendi. Sürekli sıkıntı içinde, Ceyhun nehrini geçti, burada Türklerin Kağanı-büyük olasılıkla Behrâm-ı Çûbîn’in birkaç yıl önce Türklere karşı yaptığı savaşlarda yendiği ve yakaladığı aynı Türk prensi Birmudha- tarafından onurlu bir şekilde karşılandı.[13][8] Behrâm-ı Çûbîn hizmetine girdi ve orduda komutan olarak atandı ve orada daha fazla askeri başarı elde etti.[22][8] Behrâm-ı Çûbîn, Kağan’ı kardeşi Byghu’nun (muhtemelen Yabgu unvanının yanlış bir çevirisi) kışkırttığı bir komplodan kurtardıktan sonra oldukça popüler bir figür oldu.[13] Ancak II. Hüsrev, Behrâm-ı Çûbîn yaşadığı sürece kendini güvende hissetmiyordu ve onu öldürtmeyi başardı.[8] Suikastın, başta kraliçe olmak üzere Türk kraliyet ailesinin üyeleri arasında hediye ve rüşvet dağıtımı yoluyla gerçekleştirildiği rivayet edilir.[22] Behrâm-ı Çûbîn’in destekçilerinden geriye kalanlar kuzey İran’a geri döndüler ve Vistahm İsyanı’na katıldılar (590/1–596 veya 594/5–600).[23]
İmparatorluğun güçlendirilmesi
Hristiyanlık
Hüsrev’in hükümdarlığı yeniden kurulduğunda, amacı, Hristiyan tebaalarına hoşgörü ve destek göstermek de dahil olmak üzere, krallığı üzerindeki hakimiyetini pekiştirmekti.[24] Huzistanlı bir Hristiyan olan eşi Şirin, eşlerinin en etkilisiydi ve Mezopotamya Histiyanlarının yararlandığı kraliyet lütfunda önemli bir rol oynuyordu. Tizpon’da sarayın yanına bir kilise ve manastır yaptırmış, bu kilise rahiplerin maaşları ve kıyafetleri için hazinenin bir kısmını kullanmıştır.[1] Hîre ve çevresinde yerleşik bir bağımlı devlet olan Arap Lahmîlerr, artık Sasani sarayını kızdırmadan açıkça Nestûrî Hristiyanlığı’na geçebilirlerdi.[1]
Vistahm İsyanı
Zaferinden sonra Hüsrev, dayılarını yüksek mevkilerle ödüllendirdi: Vinduyih hazine ve birinci bakan oldu ve Vistahm, Ispahbudhan’ın geleneksel vatanı olan Taberistan ve Horasan’ı kapsayan Doğu’nun spahbed görevini aldı.[11][25] Ancak kısa süre sonra Hüsrev niyetini değiştirdi: Kendisini babasının cinayetinden ayırmaya çalışırken, dayılarını idam etmeye karar verdi. Sasani hükümdarlarının aşırı güçlü kodamanlara karşı geleneksel güvensizlikleri ve Hüsrev’in Vinduyih’in himayeci tavrına kişisel kızgınlığı kesinlikle bu karara katkıda bulundu. Doğudaki kardeşine kaçmaya çalışırken yakalanan bir Süryani kaynağına göre Vinduyih kısa süre sonra idam edildi.[11][26]

Kardeşinin öldürüldüğü haberi üzerine Vistahm açık bir isyan çıkardı. Dineverî’ye göre, Vistahm, Part (Arşak) mirası aracılığıyla tahttaki iddiasını ilan eden Hüsrev’e bir mektup gönderdi: “Sen yönetmeye benden daha layık değilsin. Gerçekten, İskender ile savaşan Darius’un oğlu Darius soyundan geldiğim için daha çok hak ediyorum. Siz Sasaniler hile ile bize [Arşaklılara] üstünlük sağladınız, hakkımızı gasp ettiniz ve bize haksızlık ettiniz. Atanız Sasani bir çobandan başka bir şey değildi.” Kısa bir süre önce Behrâm’ın isyanı gibi Vistahm’ın isyanı da destek buldu ve hızla yayıldı. Yerel kodamanların yanı sıra Behrâm’ın ordularının kalıntıları, özellikle Vistahm Behrâm’ın kız kardeşi Gordiya ile evlendikten sonra ona akın etti. Vistahm, kendisini boyun eğdirmek için yapılan birkaç çabayı püskürttü ve kısa süre sonra, Ceyhun nehrinden batıda Erdebil bölgesine uzanan bir bölge olan İran krallığının tüm doğu ve kuzey çeyreğine hakim oldu. Hatta doğuda sefere çıktı ve burada Mâverâünnehir’in iki Ak Hun prensi Shaug ve Pariowk’u boyun eğdirdi.[11][27] Vistahm’ın isyanının tarihi belirsizdir. Sikkesinden isyanının yedi yıl sürdüğü bilinmektedir. Genel olarak kabul edilen tarihler yaklaşık 590-596’dır, ancak J.D. Howard-Johnston ve Parvaneh Pourshariati gibi bazı akademisyenler, Ermeni Vahewuni isyanıyla aynı zamana denk getirmek tarihi daha sonra 594/5’e ittirirler.[23]
Vistahm, Media’yı tehdit etmeye başladığında, Hüsrev dayısına karşı birkaç ordu gönderdi, ancak kesin bir sonuç elde edemedi: Vistahm ve takipçileri dağlık Gilan bölgesine çekilirken, kraliyet ordusunun birkaç Ermeni birliği isyan etti ve Vistahm’a katıldı. Son olarak Hüsrev, Kumis yakınlarında Vistahm ile savaşan Ermeni Smbat Pakraduni’nin hizmetine başvurdu. Savaş sırasında Vistahm, Hüsrev’in ısrarı üzerine Pariowk tarafından (veya alternatif bir anlatıma göre karısı Gordiya tarafından) öldürüldü. Yine de, Vistahm’ın birlikleri Qumis’teki kraliyet ordusunu püskürtmeyi başardı ve isyanı nihayet sona erdirmek için ertesi yıl Smbat tarafından başka bir sefere ihtiyaç duyuldu.[11][28]
Lahmî hanedanının kaldırılması
600 yılında II. Hüsrev, muhtemelen Arap kralının kızı al-Ḥurqah’ı kendisine vermeyi reddetmesi ve İranlı kadınlara hakaret etmesi nedeniyle Hîre’de Lahmîlerin Kralı III. Nu’man’ı idam etti.[29] Daha sonra merkezi hükûmet batı sınırlarının çöle olan savunmasını devraldı ve Lahmîlerin tampon devleti ortadan kayboldu. Bu durum daha sonra Müslüman Halifelerin Hüsrev’in ölümünden on yıldan daha kısa bir süre sonra Aşağı Irak’ı işgalini ve fethini kolaylaştırdı.[30]
Bizans-Sasani Savaşı (602-628)
İlk İran işgali ve hakimiyeti


Hükümdarlığının başlangıcına doğru II. Hüsrev, Bizans İmparatorluğu ile iyi ilişkiler içindeydi. Bununla birlikte, 602’de İmparator Mauricius, Bizans tahtını gasp eden General Phocas (h. 602-610) tarafından öldürüldüğünde, Hüsrev Konstantinopolis’e karşı bir saldırı başlattı; görünüşte Mauricius’un ölümünün intikamını almak için, ancak amacı açıkça, mümkün olduğu kadar çok Bizans toprağını almaktı.[1] II. Hüsrev, Şehrbârâz ve diğer en iyi generalleri ile birlikte, 604’te Dara ve Edessa’yı hızla ele geçirdi ve Hüsrev’in Behrâm-ı Çûbîn’e karşı askeri yardım karşılığında Mauricius’a verdiği topraklardan önce Sasani-Bizans sınırlarının 591 öncesi sınıra geri dönmesini sağlayacak şekilde kuzeyde kaybedilen toprakları geri aldı. Kaybettiği toprakları geri aldıktan sonra, Hüsrev savaş alanından çekildi ve askeri operasyonları Şehrbârâz ve Şahin Vahmanzadegan’a bıraktı. Sasani orduları daha sonra Suriye’yi ve Küçük Asya’yı işgal etti ve yağmaladı ve 608’de Kalkedon’a ilerledi.
610’da Herakleios, Phocas’a isyan etti ve onu öldürdü ve kendisini Bizans İmparatorluğu’nun imparatoru olarak taçlandırdı. Daha sonra II. Hüsrev’in sarayına diplomatlar göndererek onun ile barış görüşmeleri yapmaya çalıştı. Ancak Hüsrev onların teklifini reddetti ve şöyle dedi: “O krallık benimdir ve Mauricius’un oğlu Theodosius’u imparator olarak tahta geçireceğim. [Herakleios’a gelince], gitti ve bizim emrimiz olmadan yönetimi aldı ve şimdi bize hediye olarak bizim hazinemizi sunuyor. Ama onu elime alana kadar durmayacağım.” Hüsrev daha sonra diplomatları idam ettirdi.[31]
613 ve 614’te General Şahrbaraz Şam ve Kudüs’ü kuşattı ve ele geçirdi ve Gerçek Haç zafer yürüyüşünde taşındı. Kısa bir süre sonra, Şahin Anadolu’da yürüdü ve Bizanslıları defalarca yendi; 618’de Mısır’ı fethetti. Bizanslılar, iç çekişmeler tarafından bölünmüş ve İmparatorluğu Tuna’nın ötesinden işgal eden Avarlar ve Slavlar tarafından baskı altında olduklarından çok az direniş gösterebildiler.[32] 622/3’te Sasanilerin eline geçen foğu Ege Denizi’ndeki Rodos ve diğer birkaç ada, Konstantinopolis’e deniz saldırısında tehdit oluşturdu.[33][34][35][36] Herakleios’un hükûmeti Afrika’daki Kartaca’ya taşımayı düşündürecek kadar Konstantinopolis’teki umutsuzluk hakimdi.[37]
Türk-Ak Hun istilası
Yaklaşık 606/607’de Hüsrev, IV. Smbat Pakraduni’ni Sasani Ermenistan’ından geri çağırdı ve onu orta İran’da İsfahan’a kadar akın etmiş olan Türk-Ak Hunlara püskürtmek için gönderdi. Smbat, Datoyean adlı İranlı bir prensin yardımıyla, Türk-Ak Hunluları İran’dan püskürttü ve Smbat’ın krallarını teke tek dövüşte öldürdüğü söylenen doğu Horasan’daki topraklarını yağmaladı.[38] Hüsrev daha sonra Smbat’a Hüsrev Şun (“Hüsrev’in Sevinci veya Memnuniyeti”) unvanını verirken,[38] oğlu II. Varaztirots Pakraduni, Javitean Hüsrev (“Ebedi Hüsrev”) onursal unvanını aldı.[38][39]
Sebeos olayı şöyle anlatır:
“ | O [Hüsrev] büyük bir filin süslenmesini ve odaya getirilmesini emretti. Varaztirots’a [Smbat’ın oğlu] (kral tarafından Javitean Hüsrev olarak adlandırıldı) [filin] üstüne oturmasını emretti. Ve kalabalığın üzerine hazineler saçılması emretti. [Smbat’a] büyük bir memnuniyet [ifade eden] bir hrovartak yazdı ve onu büyük bir onur ve ihtişamla saraya çağırdı. [Smbat], [Hüsrev’in] saltanatının [618–19] 28. yılında öldü.[40] | ” |
Bizans karşı saldırısı ve dirilişi

622’de, Sasanilerin Ege Denizi bölgesinde kaydettikleri büyük ilerlemeye rağmen, Bizans İmparatoru Herakleios, güçlü bir kuvvetle sahaya çıkmayı başardı. 624’te kuzey Adurbadagan’a ilerledi ve burada Hüsrev’e isyan eden Faruk Hürmüz ve oğlu Rüstem Farukzâde tarafından karşılandı.[41] Herakleios daha sonra Adur Guşnasp tapınağı da dahil olmak üzere birçok şehri ve tapınağı yağmalamaya başladı.[32]
Birkaç yıl sonra, 626’da Lazistan (Kolhis) bölgesini ele geçirdi. Aynı yılın ilerleyen zamanında Şahrbaraz, Boğaziçi’nde Kalkedon’a ilerledi ve İran’ın Avar ve Slav müttefiklerinin yardımıyla Konstantinopolis’i ele geçirmeye çalıştı. 626 Konstantinopolis kuşatmasında, birleşik Sasani, Slav ve Avar kuvvetleri Bizans başkentini ele geçirmeyi başaramadı. Avarların şehri fethedecek sabrı ve teknolojisi yoktu. Üstüne üstlük, kuşatma harbi uzmanı olan İranlılar, Bizans donanmasının yoğun bir şekilde boğazı korumaları nedeniyle askerlerini ve teçhizatlarını, Slav ve Avar müttefiklerinin bulunduğu Boğaziçi’nin karşı yakasına taşıyamadılar. Ayrıca, Konstantinopolis Surları kuşatma kulelerine ve makinelerine karşı kolayca savundu. Diğer bir sebep ise Perslerin ve Slavların deniz surlarını görmezden gelip bir iletişim kanalı kuracak kadar güçlü bir donanmaya sahip olmamasıydı. Avarlar için erzak eksikliği sonunda kuşatmayı terk etmelerine neden oldu.[42] Bu manevra başarısız olduğu için kuvvetleri yenildi ve ordusunu daha sonra 628’de Küçük Asya’dan geri çekti.
627’deki Üçüncü Göktürk-Sasani Savaşı’nın ardından Herakleios, Ninova Muharebesi’nde İran ordusunu yendi ve Tizpon’a doğru ilerledi. Hüsrev, en sevdiği konutu Dastagird’den (Tizpon yakınlarında) direnmeden kaçtı.[32] Herakleios daha sonra Dastagird’i ele geçirdi ve yağmaladı.
Tahttan indirilişi ve ölümü

Dastagird’in ele geçirilmesinden sonra, Hüsrev’in oğlu Şeroe, Sasani İmparatorluğu’nun feodal aileleri tarafından serbest bırakıldı. Ispahbudhan spahbed Faruk Hürmüz ve iki oğlu da Mihran ailesinden Şahrbaraz, II. Varaztirots Pakraduni tarafından temsil edilen Ermeni fraksiyonu ve son olarak Kanārangīyān ailesinden Kanadbak ile birlikte serbest bırakıldı.[43] 25 Şubat gecesi, genellikle hüküm süren şahın adını haykıran Sasani başkenti Tizpon’un gece nöbetçisi, bunun yerine bir coup d’état gerçekleştiğini gösteren Şeroe adını haykırdı.[44] Ordusunun başında Aspad Gushnasp ile Şeroe, Tizpon’u ele geçirdi ve II. Hüsrev’i Mehr-Sepand (Maraspand olarak da bilinir) isimli birisinin evine hapsetti. Artık II. Kubâd olarak hanedan adı alan Şeroe, daha sonra Aspad Gushnasp’a görevden alınan şah aleyhindeki suçlamaları yönetmesini emretti. Ancak Hüsrev, tüm suçlamaları birer birer reddetti.[45]
Kubâd kısa süre sonra, Hüsrev’in en sevdiği oğlu olan varisi Merdanşah da dahil olmak üzere tüm erkek ve üvey erkek kardeşlerini idam ettirdi. “Tüm iyi eğitimli, yiğit ve şövalye adamlarının”[6] tüm kardeşlerinin öldürülmesi, Sasani hanedanını gelecekteki yetkin bir hükümdar olmaktan çıkardı ve “çılgın bir öfke” ve “pervasız” olarak tanımlandı.[46] Üç gün sonra Mihr Hürmüz’e Hüsrev’i idam etmesini emretti. Ancak babasının öldürülmesinden sonra Kubâd, Mihr Hürmüz’ü de öldürdü.[47] Hüsrev’in kızları Purandoht ve Azarmidoht’un Kubâd’ı barbarca davranışları nedeniyle eleştirdiği ve azarladığı ve bunun onu pişmanlık ile doldurduğu rivayet edilir.[48] İranlı soyluların desteğiyle Kubâd, daha sonra Bizans imparatoru Herakleios ile barışarak Bizanslıların kaybettikleri tüm toprakları, ele geçirdikleri askerleri, savaş tazminatı, Gerçek Haç ve Kudüs’te kaybedilen diğer kutsal emanetleri geri almasını sağladı.[49][50]
Kubâd’ın eylemleri nedeniyle, hükümdarlığı Sasani tarihinde bir dönüm noktası olarak görülür ve bazı bilim adamları tarafından Sasani İmparatorluğu’nun çöküşünde önemli bir rol oynadığı tartışılır.[46] Hüsrev’in devrilmesi ve ölümü, soyluların en güçlü üyelerinin tam özerklik kazanması ve kendi hükûmetlerini kurmaya başlamasıyla kaotik bir iç savaş ile sonuçlandı. Fars (Parsig) ve Part (Pahlav) soylu aileleri arasındaki düşmanlıklar da yeniden başladı ve ulusun zenginliğini böldü.[6] Hüsrev’in sekiz yaşındaki torunu III. Yezdicerd’in tahta çıkmasıyla iç savaş nihayet sona erdi.[51] Ancak genç kral, son darbesini 651’de Arapların İran’ı fethi sırasında vuran, dağılmakta olan bir imparatorluğu miras aldı.[52]
- 1648 – IV. Christian, Danimarka ve Norveç kralı (d. 1577)
IV. Christian | |
---|---|
![]() |
|
Danimarka ve Norveç kralı | |
Hüküm süresi | 4 Nisan 1588 – 28 Şubat 1648 |
Taç giymesi | 29 Ağustos 1596 |
Önce gelen | II. Friedrich |
Sonra gelen | III. Frederik |
Doğum | 12 Nisan 1577 Frederiksborg, Danimarka |
Ölüm | 28 Şubat 1648 (70 yaşında) Rosenborg, Danimarka |
Eş(ler)i | Kirsten Munk |
Hanedan | Oldenburg Hanedanı |
Babası | II. Frederik (Danimarka kralı) |
Dini | Luthercilik |
IV. Christian (12 Nisan 1577 – 28 Şubat 1648), 1588’den 1648’e Danimarka ve Norveç kralı, ayrıca Holstein ve Schleswig Dükü. 59 yıllık saltanatı ile en uzun Danimarka ve İskandinav hükümdarıdır. Oldenburg’un bir üyesi olan Christian, Danimarka’ya 1596’da, 19 yaşında kral oldu.
Birçok reform ve proje başlatmış olan en popüler, hırslı ve proaktif Danimarka krallarından biri olarak hatırlanıyor. IV. Christian, krallığı için Avrupa’da neredeyse eşsiz bir istikrar ve zenginlik elde etti.[1] Danimarka’yı, özellikle Almanya’nın çoğunu harap eden, Danimarka ekonomisini baltalayan ve Danimarka’ya fethedilen bölgelerinin bir kısmına mal olan Otuz Yıl Savaşı (1618-48) dahil olmak üzere sayısız savaşlara katıldı.[2] 1925 yılına kadar kullanılan bir isim olan Norveç başkenti Oslo’yu kendi adı Christiania olarak yeniden adlandırdı.[3]
Torstenson Muharebesi

İsveç, Otuz Yıl Savaşı’ndaki fetihleri sayesinde Danimarka’ya güneyden ve doğudan saldırma şansı yakaladı; Hollanda ittifakı onları denizde koruma sözü verdi. Mayıs 1643’te İsveç Özel Konseyi savaşa karar verdi; 12 Aralık’ta Bohemya’dan ilerleyen İsveç Sahası Mareşal Lennart Torstensson, Danimarka’nın güney sınırını geçti; ve Ocak 1644’ün sonuna kadar tüm Yutland yarımadasını İsveç ele geçirdi. Bu beklenmedik saldırı, Danimarka üzerinde felç edici bir etkiye sahipti.[4]
IV. Christian bu saldırıların altında kalmadı, gece gündüz orduları toplayıp filoları donatmak için çalıştı. İsveç hükûmeti Skåne’de ki saldırıları Şubat 1644’e kadar erteledi ve Danimarkalılar yeterli savunma hazırlıkları ve Malmö’nin önemli kalelerini korumak için zaman kazandı.[4] Danimarka filosu, Mareşal Torstensson’un Yutland’dan Funen’e geçmesini engelledi ve 16 Mayıs 1644 tarihli Eylem’de Torstensson’un yardımına gelen Hollanda yardımcı filolarını yendi.[5]
Danimarka donanması daha sonra Kiel Körfezi’ndeki İsveç gemilerini abluka altına aldı. Ancak İsveç filosu kaçtı ve Eylül sonunda Fehmarn ve Lolland arasındaki inatçı bir kavgadan sonra Danimarka filosunun İsveç ve Hollanda’nın kombine donanmaları tarafından imha edilmesi, Danimarka’nın askerî kaynaklarını tüketti. 8 Şubat 1645’te barış imzalandı.[4]
- 1687 – Ermeni Süleyman Paşa, Osmanlı devlet adamı (d. 1607)
Ermeni Süleyman Paşa | |
---|---|
Osmanlı Sadrazamı | |
Görev süresi 19 Ağustos 1655 – 28 Şubat 1656 |
|
Hükümdar | IV. Mehmed |
Yerine geldiği | Kara Murad Paşa |
Yerine gelen | Deli Hüseyin Paşa |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 1607 |
Ölüm | 28 Şubat 1687 Üsküdar |
Ermeni Süleyman Paşa (Ermenice: Էրմենի Սուլեյման Փաշա) veya Damat Süleyman Paşa (d.1607 – ö. 28 Şubat 1687) IV. Mehmed saltanatında 19 Ağustos 1655 – 28 Şubat 1656 tarihleri arasında altı ay on gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı.
Hayatı
Malatyalıdır.[1][2] “Koca” lakabıyla da anılır.[3]
Sarayın kapı ağalığının olan ak-ağa İsmail Ağa’nın Yakın akrabası idi. İsmail Ağa aracılığı ile ilk defa İbrahim Paşa sarayına verildi ve sonra da Enderun’da eğitim gördü., Önce Hasodada “tülbent ağalığı” görevi verildi; sonra rikapdarlığa atandı ve 1640’ta Sultan İbrahim döneminde “silahtarlığa” çıktı.[1][2][3]
1644’te Rumeli Beylerbeyi görevi verildi ve kubbealtı vezirliği rütbesine atandı. Sonra kubbealtı vezirliği görevi değişmeden “Yeniçeri Ağası” olarak göreve getirildi.[1] Daha sonra yine vezirlik rütbesi ile Erzurum valisi olarak atandı. Bu görevi yapmakta iken Erzurum’da 10 yıl önce idam edilmiş Abaza Mehmed Paşa olduğunu iddia eden bir düzmece kişinin çıkarttığı karışıklıklarla uğraştı. Onu yakalatıp 24 Mayıs 1646’de idam ettirip kellesini İstanbul’a gönderdi. Gönderilen kellenin Abaza Mehmed Paşa’ya ait olup olmadığı hakkındaki şüpheleri gidermek için de İstanbul’a çağrıldı. Takiben Haziran 1647’de Ceşme’den Girit adasına Anadolu askerini gönderme görevi verildi. Sonra Sakız Muhafızı olarak atandı.[3]
İstanbul’a dönüşünde vezâret hasları ile tekrar kubbe veziri oldu. Mayıs 1655’te İpşir Mustafa Paşa idam edildikten sonra ondan dul kalan I. Ahmet’in kızı ve padişah IV. Mehmet’in halası olan Ayşe Sultan’la evlenip saraya damad oldu. Onunla beş ay nikâhlı kaldı. Ayşe Sultan 6 ay Süleyman Paşa’nın zevceliğinden sonra onun nikâhında ölmüştür.[1][4]
Sadrazam Kara Dev Murat Paşa Ağustos 1655’te sadrazamlıktan azledildiğinde sedarete geçirildi. Altı ay süren sadrazamlığı sırasında Girit Savaşı ve Kandiye Kuşatması devam etmekteydi. Anadolu’da ve Kırım’da isyanlar almış yürümüştü.[1]
Devlet maliyesi bozuktu ve tedavülde olan para enflasyon dolayısıyla devamlı değer kaybetmekte idi. Mali sıkıntıyı gidermek için iki, ūç yıl gelecekte toplanması gereken devlet vergileri peşin olarak vergi iltizamcılarına satılmakta; yahudi sarraflardan zuyuf akçe alınarak kapıkulu halkına ulufe olarak dağıtılmskta idi. Devlet memuriyetleri altı yedi ayda bir satışa çıkartılmakta idi. Her ulufe dağıtımı için istikraz olarak Enderun hazinesinden birkaç yuz kese alınmaktadı. Tevcihler, müsadereler ve istikrazlarla devlet geliri aranılmakta idi. Buna rağmen bu gelirler ulufe ve maaşlara yetişmemekteydi. Süleyman Paşa defterdar Halıcızade Mehmed Paşa’nın tavsiyesine uyarak tedavüldeki parayı ıslah etmek bahanesi ile piyasadaki sahih akçeleri toplantip onlar yerine gümüş içeriği daha düşük bir yeni akçe bastırdı. Ama bu yeni kızıl (bakırı çok) akçalara ahali arasında verilen “çingene akçası” veya “meyhane akçası” isiminden anlaşılacağı üzere bu para ıslahı başarılı olmadı.[2][3]
1656 başlarında Girit’ten dönen yeniçerilerin ulufelerini almak için Saray’a gönderdikleri temsilcileri Ağa Kapısı’na başvurduklarında Kulkethüdası Osman Ağa tarafından tahkir edilip uzaklaştırıldılar. Kapıkulu askerleri zaten bu yeni akça ile ulufe almayı kabul etmemekteydiler. Sarayın ilerigelenleri ve Valide Turhan Hatice Sultan kararı ile 28 Şubat 1656’da sadrazamlıktan azledildi.[2][5] Yerine sadrazam olarak getirilmesi istenen Girit’te bulunan Gazi Deli Hüseyin Paşa’ya daha haber gitmeden Kaptan-ı Derya ve İstanbul Sedaret Kaymakamı Zurnazen Mustafa Paşa kışkırtması ile 29 Şubat 1656’de sonradan Vaka-i Vakvakiye adı verilen büyük bir kapıkulu askeri ayaklanması ortaya çıktı.[2][6]
Süleyman Paşa azlindan sonra Silistre’ye valilikle yollandı.[7] Daha sonra Süleyman Paşa iki defa İstanbul’da “Sedaret Kaymakamlığı” görevini yaptı.[1] 1659’da başlayan sedaret kaymakamlığı sırasında 1660’ta İstanbul’da büyük bir yangın çıktı. Eyaletine döndüğü zaman eyalet askerleri ile Don Kazakları üzerine bir sefer yapıp onların Osmanlı topraklarına girmelerini bir müddet için durdurdu. 1665’te yeniden İstanbul’da sedaret kaymakamlığı yaptı ve yine bu sırada daha küçük olmakla beraber bir daha İstanbul yangını ile uğraştı.[6]
Yaşı ilerlediği için İstanbul’da oturtuldu ve kendisine gelir sağlamak üzere Çankırı sancağı arpalık olarak verildi. 1666’da bir ara Erzurum Valiliği görevi de verildi ise de pek ihtiyar olduğu için bu uzak mevkiye gidemeyip bu görevden azledildi. Sonra yine Çankırı sancağı arpalığı ile uzun müddet Üsküdar’da konağında oturdu. Yaşı 80’i geçtiği bir zamanda Üsküdar’daki konağında 28 Şubat 1687’de öldü. Vefatından sonra evinin bahçesine gömüldü.[1][2]
Değerlendirme
Uzunçarşılı onu şöyle değerlendirmiştir:[1]
Halim, selim ve makus talihi idi. Sedareti devletin en buhranlı zamanına rastlamıştır.
TDV İslam Ansiklopedisi’ndeki maddede hakkında şunlar denilmektedir:[3]
Kaynaklarda yumuşak tabiatlı, saf, dindar, ancak şanssız bir devlet adamı olarak nitelendirilir.
- 1702 – Müneccimbaşı Ahmed Dede, Osmanlı tarihçisi (d. 1631)
- 1810 – Jacques-André Naigeon, Fransız sanatçı ve ateist filozof (d. 1738)
- 1812 – Hugo Kołłątaj, Polonyalı Katolik rahip, sosyal ve politik aktivist, politik düşünür, tarihçi ve filozof (d. 1750)
- 1869 – Alphonse de Lamartine, Fransız yazar, şair ve politikacı (d. 1790)
- 1916 – Henry James, Amerikalı yazar (d. 1843)
- 1925 – Friedrich Ebert, Almanya’nın ilk cumhurbaşkanı (d. 1871)
Friedrich Ebert | |
---|---|
![]() |
|
Almanya Cumhurbaşkanı | |
Görev süresi 11 Şubat 1919 – 28 Şubat 1925 |
|
Yerine geldiği | Yeni makam |
Yerine gelen | Paul von Hindenburg |
Almanya Şansölyesi | |
Görev süresi 9 Kasım 1918 – 11 Şubat 1919 |
|
Yerine geldiği | Prens Maximilian |
Yerine gelen | Philipp Scheidemann |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 4 Şubat 1871 Heidelberg |
Ölüm | 28 Şubat 1925 (54 yaşında) Berlin, Almanya |
Partisi | SPD |
İmzası | ![]() |
Friedrich Ebert (4 Şubat 1871, Heidelberg – 28 Şubat 1925, Berlin), Alman sosyal demokrat politikacı. 1913’te Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) başkanlığına seçildi. 1919’da “Reichspräsident” ünvanı ile Weimar Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü.
Hayatı
Friedrich Ebert, 4 Şubat 1871 tarihinde Heidelberg’de doğdu. Babası Karl Ebert bir terzi idi. Friedrich, 9 kardeşi arasında yedinci olarak dünyaya geldi. Annesi Protestan, babası ise Katolik idi.[1][2]
Friedrich, ilkokulu sıradan bir öğrenci olarak tamamladı. Ardından saraçlık üzerine meslek eğitimine başladı ama bu eğitimini tamamlamadı. 1888 ile 1891 yılları arasında güney, batı ve kuzey Almanya’yı dolaştı. Bu seyahatleri sırasında aralarında Karlsruhe, Münih, Mannheim, Kassel, Hannover, Braunschweig, Elberfeld (bugün Wuppertal’e bağlı), Remscheid, Quakenbrück ve Bremen’in de olduğu birçok kentte kaldı.[3][4]
Ebert, bu seyahatleri sırasında sendikalar, işçi ve işveren kuruluşları ile meslek loncalarını yakından inceleme fırsatı elde etti. 1889’da Almanya Sosyalist İşçi Partisi’ne (SAP) üye oldu.[5][6] Aynı yıl saraçlar meslek odasına da kaydoldu. Yine bu dönem, Ebert’in Marksist metinlerle tanıştığı bir süreci de teşkil eder. Bu sürecin sonunda sosyal demokrat görüşleri benimsedi ve çok geçmeden sosyalizmin temsilcisi olarak adlandırıldı. 1905 yılında Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nde (SPD) genel sekreter olarak görev aldı. Partiye getirdiği birçok yenilik sayesinde partinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı.[5]
1913 yılında parti başkanı August Bebel’in ölmesinin ardından, başkan seçildi. Ebert, Almanya’nın I. Dünya Savaşı’na girmesi taraftarıydı. Nitekim bu konuda verdiği maddi desteğin, savaş bütçesine çok büyük yararı oldu. Ancak büyük yenilgi ardından imparatorluğun da yıkılması üzerine, Ebert zor durumda kaldı.[1][7]
Ebert’in karşısındaki sol yanlı grup partiden ayrıldı ve kendilerince Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’ni (USPD) kurdu. Partiden bir grup daha ayrılarak da Almanya Komünist Partisi’ni (KPD) oluşturdu. Sosyal Demokrat Parti, Demokrat Parti ve Katolik Merkez Partisi birleştiler ve isimlerinin Siyah-Kırmızı-Altın Koalisyonu olduğunu ilan ettiler.
Baden prensi Maximilian’ın başkanlık ettiği Siyah-Kırmızı-Altın Koalisyonu’na bağlı üç partiden oluşan bir hükûmet kuruldu. Parlamenter demokrasiye bu yolla ulaşılması amaçlanıyordu. Ebert ise böyle bir devrimin oluşmasını istemiyordu, bunun için elinden geleni yaptı. Almanlar 1918 yılında barışı sağlamaya yönelik bir devrimci ayaklanma başlattılar. Çünkü Alman halkı, II. Wilhelm’in barışı getirmekte başarısız olduğuna inanıyordu.
Devrimci bu hareket Berlin’de etkisini artırarak sürdürüldü. Sonunda II. Wilhelm tahttan indirildi. Bunun ardından Baden prensi Maximilian, Ebert’e şansölyeliği devretti. Halk Temsilcileri Konseyi adında yeni bir hükûmet kuruldu. Ebert bu konseyin ile İşçi ve Asker konseyinin elindeki yetkiyi kısa sürede seçimle oluşturmayı hedeflediği Alman Parlamentosu’na geçirmeyi amaçlıyordu. Bu amaç doğrultusunda devrimi engellemek adına yeni Genelkurmay Başkanı Wilhelm Groener ile gizli bir antlaşma yaptı. Bu esnada ülkede birçok çatışmalar meydana geliyordu. Bu çatışmaların sonunda ise toplumsal devrim bastırılmış oldu.
1919 yılının ocak ayında seçimler yapıldı. Şubatta, seçimleri kazanan Siyah-Kırmızı-Altın Koalisyonu’na dayanan yeni bir hükûmet kuruldu ve koalisyonun cumhurbaşkanlığına Ebert seçildi. 11 Ağustos’ta Weimar Anayasası yürürlüğe kondu.
Dönemde mali sıkıntılar, suikastlar, komplolar baş gösterdi. Rejimin tehlikeye girdiğini düşünen Ebert, aşırı uçları önlemek amacı ile Reichswehr’e güveniyordu. Ancak Fransızların Ruhr bölgesini işgal etmesinin ardından ortalık iyice karıştı.
Ebert’e yönelik karalamalar ve sarf edilen sözlerin ardı arkası kesilmedi. Savaş esnasında bir grup işçinin grevini desteklediği gerekçesi ile devlete ihanet ettiği öne sürüldü. 1925 yılında grip olduğuna inanılan Ebert, Şubat ayı ortalarında hastalandı. Durumu takip eden iki hafta boyunca bozulmuş sağlığına safra kesesi hastalığı muzdarip oldu. 23 Şubat gecesi akut septik oldu ve apandisit olduğu ortaya çıktı. Ertesi gün erken saatlerde acil bir apandisit uygulandı. Dört gün sonra, 54 yaşında, septik şoktan öldü ve Heidelberg’e gömüldü.
- 1932 – Guillaume Bigourdan, Fransız astronom (d. 1861)
- 1936 – Charles Nicolle, Fransız biyolog, akademisyen ve Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü sahibi (d. 1866)
- 1941 – XIII. Alfonso, İspanya Kralı (d. 1886)
XIII. Alfonso | |||||
---|---|---|---|---|---|
![]() |
|||||
İspanya kralı | |||||
Hüküm süresi | 17 Mayıs 1886 – 14 Nisan 1931 | ||||
Önce gelen | XII. Alfonso | ||||
Sonra gelen | Niceto Alcalá-Zamora (cumhurbaşkanı olarak) I. Juan Carlos (kral olarak) |
||||
Doğum | 17 Mayıs 1886 Madrid, İspanya |
||||
Ölüm | 28 Şubat 1941 (54 yaşında) Roma, İtalya |
||||
Defin | El Escorial | ||||
Eş(ler)i | Victoria Eugenie of Battenberg | ||||
|
|||||
Hanedan | Bourbon Hanedanı | ||||
Babası | XII. Alfonso | ||||
Annesi | Maria Christina of Austria | ||||
Dini | Roma Katoliği |
XIII. Alfonso (17 Mayıs 1886 – 28 Şubat 1941), 1886-1931 yılları arasında İspanya kralı.[1]
Hayatı
Babası XII. Alfonso’nun ölümünden sonra doğdu ve annesi Maria Christina’nın naipliğinde hemen kral ilan edildi. Annesinin naipliği döneminde, İspanya son sömürgeleri olan Küba, Porto Riko ve Filipinler’i de kaybetti. 17 Mayıs 1902’de 16 yaşında taç giydi ve tüm krallık yetkilerini devraldı.[2] Siyasi otoritesinden büyük ölçüde yararlandı. Seçim sonuçlarını dikkate almaksızın Muhafazakârları ve Liberalleri dönüşümlü olarak hükûmete getirme politikasını sürdürdü. Ama bu hükûmet değişikliklerini sağlayabilmek için siyasete daha çok müdahale etmek zorunda kaldı. 1902-1923 arasında İspanya’da 33 hükûmet değişikliği oldu. Bunun sonucunda parlamenter sistem ve Alfonso giderek saygınlıklarını yitirdi. 31 Mayıs 1906’daki düğününde kendisine ve gelin Victoria Eugenia’ya karşı suikast girişiminde bulunuldu. Bunu bir dizi benzer girişim izledi.
Antonio Maura hükûmetinin 1909’daki başarısızlığından sonra, Alfonso’nun durumu daha da sarsıldı. I. Dünya Savaşı sırasında titizlikle koruduğu tarafsızlık politikasıyla pek çok çevrenin takdirini kazandı. Ama, savaş sonrası dönemde yönetimdeki ağırlığını artırmaya başladı. Hatta parlamentodan kurtulmanın yollarını aradı. Parlamentoya danışmadan 1921’de Fas Savaşı’na girdi ve bu müdahalesi son derece olumsuz sonuçlar doğurdu. Kurulan soruşturma komisyonu, tüm suçun ona ait olduğuna karar verdi. Ama, raporun açıklanmasına kısa bir süre kala yapılan askerî darbe, onu bu aşağılayıcı durumdan kurtardı.
Alfonso tahttan indirilmesinden sonra parlamenter sisteme son verilmesine yardımcı olarak ve Primo de Rivera diktatörlüğünü destekleyerek İspanya’da krallığı tehlikeye attı. Primo de Rivera Ocak 1930’da iktidardan düşünce, General Damaso Berenguer başkanlığındaki bir geçici hükûmet kralı kurtarmak için göreve çağrıldı. Alfonso, anayasal rejimi seçimler yapılmaksızın geri getirmek için çeşitli yollara başvurdu. Sonunda Nisan 1931’de belediye seçimlerinin yapılmasını kabul etti. Seçim sonuçları en azından önemli kentlerde, Cumhuriyetçi partilere büyük bir kayma olduğunu gösterdi. Cumhuriyetçiler kralın tahttan çekilmesini istediler. Ordunun desteğini de yitiren Alfonso tahttan çekilmeyi reddetmekle birlikte 14 Nisan 1931’de İspanya’dan ayrılmak zorunda kaldı. 1932’de malvarlığına da el kondu. Önce Fransa’ya, ardında İtalya’ya geçti ve orada öldü. General Francisco Franco yeniden İspanyol vatandaşlığına almasına ve el konan mülklerini geri vermesine karşın bir daha İspanya’ya geri dönmedi.
- 1958 – Osman Zeki Üngör, Türk besteci ve orkestra şefi, İstiklâl Marşı’nın bestecisi (d. 1880)
- 1963 – Rajendra Prasad, Hindistan’ın ilk cumhurbaşkanı (d. 1884)
Rajendra Prasad | |
---|---|
![]() |
|
Prasad, 1950 | |
1. Hindistan Cumhurbaşkanı | |
Görev süresi 26 Ocak 1950 – 13 Mayıs 1962 |
|
Başbakan | Jawaharlal Nehru |
Yerine geldiği | Makam yeni oluşturuldu |
Yerine gelen | Sarvepalli Radhakrishnan |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 3 Aralık 1884 Ziradei, Britanya Hindistanı |
Ölüm | 28 Şubat 1963 (78 yaşında) Patna, Bihar, Hindistan |
Partisi | Hindistan Ulusal Kongresi |
Evlilik(ler) | Ravanashi Devi Prasad |
Bitirdiği okul | Kalküta Üniversitesi |
Dini | Hinduizm |
Rajendra Prasad (Hintçe: राजेन्द्र प्रसाद 3 Aralık 1884 – 28 Şubat 1963), Hint bağımsız aktivist, avukat, bilgin ve siyasetçi daha sonra Hindistan cumhurbaşkanı olup Hindistan’ın ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Mahatma Gandhi’nin destekçisi olmuştur. 1931’de Gandhi ile birlikte Tuz Martı olarak bilinen isyana katıldığı için İngilizler tarafından hapse atılmıştır.
- 1966 – Charles Bassett, Amerikalı elektrik mühendisi ve ABD Hava Kuvvetleri test pilotu (d. 1931)
- 1985 – Mazhar Şevket İpşiroğlu, Türk sanat tarihçisi (d. 1908)
- 1986 – Olof Palme, İsveçli siyasetçi ve devlet adamı (d. 1927)
- 1986 – Orhan Adli Apaydın, Türk hukukçu ve yazar, İstanbul Barosu eski başkanlarından (d. 1926)
- 1990 – Salim Başol, Türk hukukçu, Yassıada Yargılamalarını yapan Yüksek Adalet Divanı’nın başkanı (d. 1908)
- 2006 – Owen Chamberlain, Amerikalı fizikçi ve Nobel Ödülü sahibi (d. 1920)
- 2007 – Arthur M. Schlesinger, Jr., Amerikalı tarihçi (d. 1917)
- 2008 – Senih Orkan, Türk oyuncu (d. 1932)
- 2011 – Annie Girardot, Fransız oyuncu (d. 1931)
- 2011 – Jane Russell, Amerikalı sinema oyuncusu (d. 1921)
- 2013 – Bruce Reynolds, İngiliz çete lideri (d. 1931)
- 2013 – Donald Arthur Glaser, Rus asıllı Amerikalı fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi (d. 1926)
- 2015 – Yaşar Kemal, Türk romancı, senaryo ve öykü yazarı (d. 1923)
- 2016 – George Kennedy, Amerikalı oyuncu (d. 1925)
- 2017 – Elisabeth Waldheim, eski Avusturya first ladylerinden (d. 1922)
- 2018 – Barry Crimmins, Amerikalı aktör (d. 1953)
- 2019 – Norma Paulus, Amerikalı hukukçu ve siyasetçi (d. 1933)
- 2019 – André Previn, Alman-Amerikalı film müziği bestecisi, piyanist ve orkestra şefi (d. 1929)
- 2020 – Freeman Dyson, İngiltere doğumlu Amerikalı teorik fizikçi ve matematikçi (d. 1923)
- 2021 – Sabah Abdülcelil, Iraklı eski millî futbolcu ve teknik direktör (d. 1951)
- 2021 – Milan Bandić, Hırvat siyasetçi (d. 1955)
- 2021 – Aqel Biltaji, Ürdünlü politikacı (d. 1941)
- 2021 – Johnny Briggs, İngiliz aktör (d. 1935)
- 2021 – Glenn Roeder, İngiliz teknik direktör ve eski millî futbolcu (d. 1955)
- 2021 – Yusuf Şaban, Mısırlı aktör (d. 1931)
- 2022 – John A. Murphy, İrlandalı siyasetçi ve tarihçi (d. 1927)
- 2022 – Yadlapati Venkata Rao, Hint siyasetçi (d. 1919)
- 2022 – Sadi Somuncuoğlu, Türk siyasetçi ve gazeteci (d. 1940)
- 2023 – Kazım Akşar, Türk oyuncu (d. 1953)
- 2023 – Abduh Bisisi, Suudi Arabistanlı profesyonel futbolcu (d. 1977)
- 2023 – Sabih Kanadoğlu, Türk hukukçu, eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı (d. 1938)
Resim : Haber7.com
Sabih Kanadoğlu | |
---|---|
Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı | |
Görev süresi 21 Ocak 2001 – 20 Mayıs 2003 |
|
Yerine geldiği | Vural Savaş |
Yerine gelen | Nuri Ok |
Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanı | |
Görev süresi 26 Aralık 1994 – 21 Ocak 2001 |
|
Yerine geldiği | Yeni makam |
Yerine gelen | Nuri Ok |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 20 Mayıs 1938 Menemen, İzmir, Türkiye |
Ölüm | 28 Şubat 2023 (84 yaşında) Ankara, Türkiye |
Bitirdiği okul | Hukuk Fakültesi, İstanbul |
Mesleği | Hukukçu |
Sabih Kanadoğlu (20 Mayıs 1938, İzmir – 28 Şubat 2023, Ankara), Türk hukukçu. 2001-2003 yılları arasında Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcılığı görevinde bulundu.
Yaşamı
Sabih Kanadoğlu, 20 Mayıs 1938’de İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. İstanbul Kabataş Erkek Lisesini bitiren Kanadoğlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1959 yılında mezun oldu.
Burhaniye hakim adayı olarak mesleğe başladı. Sırasıyla Orhaneli ve Erzurum Cumhuriyet Savcılığı, Bingöl Sulh Hakimliği, Tokat ve Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, İzmir Ceza Hakimliği ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi ile Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlıkları görevlerinde bulundu.
19 Temmuz 1984 tarihinde Yargıtay üyeliğine seçildi. Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından ilki 26 Aralık 1994 tarihinde, ikincisi de 28 Aralık 1998 tarihinde olmak üzere iki kez Yargıtay 11. Ceza Dairesi Başkanlığına seçildi. Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından gösterilen adaylar arasından 21 Ocak 2001 tarihinde Ahmet Necdet Sezer tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. 20 Mayıs 2003 tarihinde yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrıldı.
2006 yılında Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV)’ın kurucuları arasında yer aldı.[1] 26 Mayıs 2012 tarihinde Türk Hukuk Kurumu Başkanlığına seçildi.
Evli ve üç çocuk sahibi olan Kanadoğlu, 28 Şubat 2023 tarihinde Ankara’da tedavi gördüğü hastanede 84 yaşında öldü.[2] 1 Mart’ta Kocatepe Camii’nde düzenlenen cenaze töreninin ardından Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde defnedildi.[3]
Parti kapatma davaları ve 367 krizi
Kanadoğlu, Vural Savaş’ın emekli olmasından sonra başsavcılık görevine seçilmiş ve Anayasa Mahkemesi’nde Fazilet Partisi ve Halkın Demokrasi Partisi’nin kapatılması davalarında süreci yürütmüştü.
Sabih Kanadoğlu, 2007 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında cumhurbaşkanı seçilebilmek için gereken nitelikli çoğunluğun sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğunu iddia etmiş ve mecliste seçim krizi çıkmasına sebep olmuştu.[2]
Eserleri
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Hukuku, Alaturka Demokrasi ve Unuttuk adlı üç eseri ve çeşitli yerlerde yayımlanmış makaleleri vardır.
- 2023 – Geneviève Lhermitte, 28 Şubat 2007’de beş çocuğunu katleden Belçikalı ev hanımı (d. 1966)
- 2023 – Cevad Tebatebayi, İranlı akademisyen (d. 1945)
- 2023 – Indrek Toome, Sovyet-Eston komünist siyasetçi ve iş adamı (d. 1943)
- 2023 – Grant Turner, Yeni Zelandalı milli futbolcu (d. 1958)
Tatiller ve özel günler
- Sivil Savunma Günü
- Trabzon’un Of ilçesinden Rusya ve Ermenistan birliklerinin çekilişi (1918)
wikipedia.org