Herhangi bir metni seçin ve dinlemek için simgeye tıklayın!

17 nisanda yaşanmış olaylar

17 Nisan, Tarihte bugün Miladi takvime göre yılın 107. günü
Mart – Nisan – Mayıs
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30

Olaylar

  • 1453 – Fatih Sultan Mehmet, İstanbul adalarını fethetti.
  • 1897 – Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan Krallığı arasında, “Otuz Gün Savaşı” olarak da adlandırılan savaş başladı.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı

Fausto Zonaro tarafından çizilen resim, Dömeke Muharebesi’nin zaferle sonuçlanmasından sonra Türk ordusunun Atina’ya ilerleyişi

Tarih 17 Nisan-19 Mayıs 1897
(1 ay, 2 gün)
Bölge
Teselya, Yunanistan Krallığı Epir, Osmanlı İmparatorluğu
Sonuç
Osmanlı zaferi
  • İstanbul Antlaşması
  • Teselya’nın küçük kısımları Osmanlı’ya devredildi
  • Büyük güçlerin müdahalesi ile Girit, Osmanlı’dan özerklik kazandı
Taraflar
Osmanlı İmparatorluğu Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan Krallığı Yunanistan Krallığı
Komutanlar ve liderler
Osmanlı İmparatorluğu II. Abdülhamid
Osmanlı İmparatorluğu Ethem Paşa
Osmanlı İmparatorluğu Ahmed Hıfzı Paşa
Osmanlı İmparatorluğu Resneli Niyazi Bey
Yunanistan Krallığı I. Konstantin
Yunanistan Krallığı Konstantinos Sapountzakis
Güçler
Osmanlı İmparatorluğu 121,500
Osmanlı İmparatorluğu 1,650 süvari
Osmanlı İmparatorluğu 210 top[1]
Yunanistan Krallığı 54,000
Yunanistan Krallığı 500 süvari
Yunanistan Krallığı 136 top[1][2][3]
Kayıplar
Osmanlı İmparatorluğu 1,111 ölü
Osmanlı İmparatorluğu 3,329 yaralı
Osmanlı İmparatorluğu 16 esir
Yunanistan Krallığı 672 ölü
Yunanistan Krallığı 2,481 yaralı
Yunanistan Krallığı 253 esir

1897 Osmanlı-Yunan Savaşı veya Otuz Gün Savaşı 1897 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan Krallığı arasında meydana gelen savaştır. Yaklaşık bir ay süren savaş, Osmanlı ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlandı.

Savaş öncesi

Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan Teselya ve İyon Denizi kıyısındaki Arta limanı 1878 Berlin Antlaşması uyarınca 1881 yılında Yunanistan’a verilmişti. Bu genişlemeden sonra Yunanistan’ın yeni hedefi Epir (Yanya vilayeti) ve Girit adasıydı. Bu bölgelerdeki nüfusun yaklaşık üçte ikisini oluşturan Osmanlı Rumları Yunanistan tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na karşı devamlı kışkırtılıyordu.

Yunanistan’ın Osmanlı idaresindeki Rumları isyana kışkırtmaya devam etmesi üzerine Osmanlı İmparatorluğu da 17 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş ilan etti. Yunanlar özellikle engebeli bölgelerde Osmanlı Ordusunu uğraştırırken Balkanlar’daki diğer devletlerle anlaşıp Osmanlıları iyice zor durumda bırakmayı planlamaktaydılar. Osmanlı kuvvetlerini teşkil eden Müşir Edhem Paşa komutasındaki yaklaşık 120.000 askere karşılık, Yunanistan Kralı I. Yorgi’nin veliahdı Konstantin’in kumanda ettiği Yunan ordusu ise 75.000 kişilik bir kuvvetten meydana geliyordu.

“Bu savaş, Osmanlı İmparatorluğu ve Büyük Devletler’in irâdesine aykırı olarak Yunanistan’ın yayılmacı politikalarının bir neticesi olarak meydana gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu Büyük Devletler’den savaşı engellemelerini beklemiş; fakat bu devletler Yunanistan’a uygulanacak zorlayıcı tedbirler üzerinde uzlaşamadıklarından iki devleti yalnız başlarına bırakmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu barışın devamından yana olmasına rağmen, Yunan çetelerinin sınırı tecavüz etmesi üzerine Yunanistan’a savaş ilân etmiştir.” Ayrıca bu savaşa Yunan Kralı I. Yorgi’nin Danimarka asıllı olması sebebiyle bir miktar Danimarka askeriyle İtalyan gönüllülerinden oluşan bir birlik de Yunanların yanında savaşa katılmıştır.

Savaşın gelişmesi

Dömeke Muharebesi, 17 Mayıs 1897

18 Nisan 1897’de Milona geçidindeki ilk savaş, Osmanlı Ordusu’nun zaferi ile sonuçlandı. Ancak savaşın yavaş tempoda cereyan etmesi üzerine, büyük devletlerden gelebilecek bir müdahaleyi önlemek için Sultan II. Abdülhamid, Edhem Paşa’ya yıldırım harbi emrini verdi. Bu durum üzerine Osmanlı Ordusu, 25 Nisan 1897’de Yenişehir, 28 Nisan’da da Tırhala’yı ele geçirdi. Yunan Ordusu güneydeki Dömeke’ye doğru çekilirken, Edhem Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri doğuya doğru ilerleyerek 8 Mayıs’ta çok büyük stratejik öneme sahip bir liman kenti olan Volos’a girdi. Bundan sonraki muharebenin Dömeke’de olacağı ve bu savaşın da galip tarafı ortaya çıkaracağı belli olmuştu. Yunanlar bu müstahkem mevkiye çok fazla yığınak yapmışlardı. Savunma savaşı yapacak olan Yunanlar, Türkleri püskürteceklerinden eminlerdi. 17 Mayıs 1897 tarihinde çok şiddetli geçen muharebe, Osmanlı Ordusu’nun zaferiyle sonuçlandı. Yunan Ordusu daha güneydeki Lamia’ya doğru düzensiz bir biçimde çekilirken, Osmanlı kuvvetleri onları sür’atle takip etti. Zira Avrupa’da savaşı durdurmaya yönelik diplomatik adımlar atılmaya başlamıştı. Osmanlılar ise Avrupa’dan baskı gelmeden mümkün olduğunca ilerlemek niyetindeydiler.

Savaşın sonu

Velestin Muharebesi (1897)

Artık Osmanlı Ordusu’nun Yunanistan’ın başkenti Atina’ya girmesini engelleyecek ciddi bir güç kalmamıştı. Bu konuda Sadrazam Halil Rıfat Paşa, II. Abdülhamid’e görüşünü açıkça belirtmiş ve Atina’ya girilmesi için ricada bulunmuştu. Çünkü Atina’nın alınması Yunanların bir nebze olsun bastırılması demekti. Avrupa Devletleri’nin aralarında anlaşması üzerine, Rus Çarı II. Nikolay II. Abdülhamid’e bizzat telgraf çekerek savaşın durdurulmasını talep etti. Padişahın iradesi uyarınca 19 Mayıs’ta Osmanlı ordusu fiilen savaşı kesti. 20 Mayıs 1897 tarihinde ise mütareke imzalandı.

Savaşın sonucu

İstanbul Antlaşması imzalanmış ve Osmanlılar savaş sırasında ele geçirdiği Teselya’yı boşaltmıştır. Buna karşılık; Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne 4 milyon lira savaş tazminatı, savaş sırasında halka verdiği zararlara karşılık 100 bin lira tazminat ödemiştir. Son olarak, Girit Osmanlı yönetiminde kalmış, ancak padişahın atayacağı Hristiyan bir vali tarafından yönetilmesi kabul edilmiştir.

Ayrıca bakınız

  • İstanbul Antlaşması (1897)
İstanbul Antlaşması
Tür Barış antlaşması
İmzalanma 4 Aralık 1897
Yer İstanbul

İstanbul Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ve Yunanistan Krallığı arasındaki 1897 Osmanlı-Yunan Savaşının sonunda 4 Aralık 1897 tarihinde imzalanmış olan barış antlaşması.[

Arka plan

1896 yılının sonlarında Osmanlı İmparatorluğuna ait olan Girit adasındaki Rumlar isyan etti. 21 Ocak 1897’de Yunanlar Girit’e çıkarak adayı Yunanistan’a bağlamak istediler. Ancak Yunanlar Avrupalıların baskısıyla geri çekildiler. Yunanlar bu sefer de karadan Epir ve Teselya’ya girdiler. Ethem Paşa’nın kumandanlığı altındaki Osmanlı ordusu Teselya’da Yunanları yenilgiye uğrattı. Epir’de Ahmet Hıfzı Paşa kumandanlığı altındaki Osmanlı ordusu da Yunanları yendi. Osmanlı Ordusu iki koldan Yunanistan’ın başkenti Atina’ya doğru ilerlemeye başladı. Rusya Osmanlı İmparatorluğu’nu uyararak savaşın durdurulmasını istedi. Bunun üzerine Padişah II. Abdülhamid ilerlemeyi durdurdu.

Antlaşmanın başlıca maddeleri

10 Eylül 1897’de Osmanlılar ve Yunanlar arasında İstanbul’da bir barış antlaşması yapıldı. Bu antlaşmanın bazı şartları şunlardır:

  1. Osmanlılar savaş sırasında ele geçirdiği Teselya’yı boşaltacaktır. Sınır hattında Osmanlılar lehine küçük değişiklikler yapılacaktır.
  2. Yunanistan Osmanlı Devleti’ne 4 milyon lira savaş tazminatı, savaş sırasında halka verdiği zararlara karşılık 100 bin lira tazminat ödeyecektir.
  3. Girit Osmanlı yönetiminde kalacak, ancak padişahın atayacağı Hristiyan bir vali tarafından yönetilecektir.

Antlaşmanın sonuçları

Bu antlaşmayla Girit özerk hale geldi. Daha sonra Yunanistan Girit’i tekrar işgal etti ve adayı Yunanistan’a bağladı. Balkan Savaşları sonunda imzalanan Atina Antlaşması ile Girit kesin olarak Yunanistan’a bağlandı.

  • 1924 – İtalya’da genel seçimleri, Benito Mussolini’nin faşist partisi kazandı.
  • 1925 – Ankara – Yahşihan Demiryolu hattı işletmeye açıldı.
  • 1928 – Ankara Palas Oteli hizmete açıldı. Mimar Vedat Bey’in (Tek) tasarımıyla, 1926’da yapımına başlanan bina, çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle Mimar Kemalettin Bey’in tasarımıyla tamamlandı.
  • 1939 – Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen ve Başbakanı Abdurrahman Melek, Türk mebusu sıfatıyla TBMM’de yemin ettiler.
Hatay Devleti
État du Hatay (Fransızca)
دولة حطاي (Arapça)
Dawlat Ḥaṭāy
1938-1939
Hatay Devleti bayrağı
Bayrak
Millî marş
İstiklal Marşı

Süre: 1 dakika ve 6 saniye.
Fransız mandası altındaki Suriye haritasında turuncu (kuzeybatı) gösterilmiş Hatay Devleti/İskenderun Sancağı.
Fransız mandası altındaki Suriye haritasında turuncu (kuzeybatı) gösterilmiş Hatay Devleti/İskenderun Sancağı.
Başkent Antakya
Resmî dil(ler) Türkçe

Yaygın dil(ler)
  • Fransızca (ikinci)
  • Levant Arapçası
Hükûmet Cumhuriyet
Devlet Başkanı
• 1938-1939
Tayfur Sökmen
Başbakan
• 1938-1939
Abdurrahman Melek
Yasama organı Hatay Devleti Millet Meclisi
Tarihî dönem İki savaş arası dönem
• Kuruluşu
2 Eylül 1938
• Türkiye’ye ilhak
29 Haziran 1939
Para birimi Türk lirası

Öncüller

Ardıllar
Birinci Suriye Cumhuriyeti
Türkiye
Hatay
Günümüzdeki durumu Türkiye

 

Hatay Devleti (Fransızca: État du Hatay, Arapça: دولة خطاي Dawlat Ḫaṭāy), İskenderun Sancağı’nın 2 Eylül 1938’de bağımsızlığını ilan etmesi ile kurulmuş olan Türk devleti. 29 Haziran 1939 günü devletin yasama organı olan 22 üyesi Türk olan 40 üyeli Hatay Devleti Millet Meclisinin aldığı karar gereği Türkiye’ye katılmış ve Hatay ili olmuştur.

1937’de Milletler Cemiyeti kararıyla Hatay sorununun çözümü için kurulmuştur. Devletin kuruluşu Hatay Millet Meclisinin 2 Eylül 1938 tarihli kararıyla ilan edilmiştir. Devlet Başkanlığına Tayfur Sökmen, Meclis Başkanlığına Abdülgani Türkmen, Başbakanlığa ise Abdurrahman Melek seçilmiştir. Devletin resmî dili Türkçe, ikinci dili ise Fransızca olmuştu ancak Arapça eğitim veren okullar Arapça eğitime devam edeceklerdi. Kuruluş taslağında iç işlerinde bağımsız olarak düşünülmüş; dış ilişkiler, mali ilişkiler, gümrüklerin ve toprak bütünlüğünün Fransa ve Türkiye tarafından denetim ve güvence altına alınmasına karar verilmişti.

Bütün karar ve yürütme organları Türk nüfusunun yönetiminde olan devletin statü gereği Fransız Suriye mandasına olan bağımlılığı sorun yaratıyordu. Bu nedenle, aşama aşama gerçekleştirilen değişikliklerle Türkiye’ye bağlanmaya doğru giden Hatay, II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması nedeniyle Fransa’nın da ısrarcı olamamasından ve Türkiye ile savaşmayı göze alamaması sonucunda, Fransa ile Türkiye arasında 23 Haziran 1939 tarihinde Ankara’da, “Türkiye ile Suriye Arasında Toprak Sorunlarının Kesinlikle Çözümüne İlişkin Antlaşma”nın imzalanması ile Fransa, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etmesiyle, 29 Haziran 1939’da Hatay Devleti Millet Meclisi’nin aldığı karar doğrultusunda Türkiye’ye katıldı. Türkiye ise, 7 Temmuz 1939 günü çıkarılan bir yasa ile “Hatay” ilini kurarak katılma işlemini sonuçlandırdı. 23 Temmuz 1939 tarihinde de Fransız birlikleri Hatay’ı terk ettiler.

1936 öncesindeki isim

1921’den itibaren Fransızlar tarafından “Otonom İskenderun Sancağı / Autonome Sandjak d’Alexandrette” (bugünkü tabirle yaklaşık olarak “İskenderun Özerk Bölgesi”) olarak adlandırılan bölge hızla sadece “Sancak” (Sanjak/Sandjak) olarak anılmaya başlanmıştır. Özetle Osmanlı devletinde pek çok yerde idari bölgeleri tanımlayan “Sancak” kelimesi özel ada dönüşmüştür.

İsmail Müştak Mayakon 10 Ekim 1936’da Cumhuriyet gazetesinde “Tarihten Bir Yaprak” başlıklı yazısında bölgenin tarihsel olarak ezelden beri Türk olduğunu vurgular. Yazıya göre Orta Asya’dan gelen Türkler (Hıtay/Kıtay/Katay kavmi), tarihsel olarak kendi isimleri olan Hata ve Ata kelimelerinden yola çıkarak o bölgeye Hatay demişlerdir. Konu Hititler (Etiler) hatta onlardan önce Anadolu’da yaşayan Hattiler ile ilişkilendirilir. Konuya dair ikinci makale aynı yazar tarafından 22 Ekim günü “Hata-Hatay” başlığıyla yayınlanır.

Demografik yapı

Fransız nüfus tahminine gore Hatay’ın 1936’daki nüfus yapısı
Etnik grup Sayı %
Arap Alevîleri 61.600 28%
Sünni Araplar 22.000 10%
Yunanlar ve diğer Hristiyanlar 17.600 8%
Türkler 85.800 39%
Ermeniler 24.200 11%
Çerkesler, Yahudiler, Kürtler 8.800 4%
Toplam 220,000 100%

Popüler kültürde

Indiana Jones: Son Macera filminde Hatay Devleti, başında sultanın bulunduğu bir monarşi olarak yansıtılmakta olup filmde Kutsal Kâse’nin Hatay’ın sınırlarında olduğu iddia edilmektedir.

Galeri

Tayfur Sökmen
Hatay Devlet Başkanı
Görev süresi
2 Eylül 1938 – 29 Haziran 1939
Başbakan Abdurrahman Melek
Yerine geldiği Makam oluşturuldu
Yerine gelen Makam kaldırıldı
Türkiye Büyük Millet Meclisi
5, 6, 7, 8 ve 9. dönem milletvekili
Görev süresi
1 Mart 1935 – 12 Mart 1954
Seçim bölgesi 1935 – Antalya
1939 – Antalya
1943 – Antalya
1946 – Antalya
1950 – Hatay
Kişisel bilgiler
Doğum 1892
Gaziantep, Halep Vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 3 Mart 1980 (88 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Defin yeri Zincirlikuyu Mezarlığı, İstanbul
Partisi Cumhuriyet Halk Partisi
Çocuk(lar) Murat Sökmenoğlu
Mesleği Siyasetçi
Dini İslam
Askerî hizmeti
Çatışma/savaşları I. Dünya Savaşı
Türk Kurtuluş Savaşı

Tayfur Ata Sökmen (1892, Adana – 3 Mart 1980, İstanbul), Milletler Cemiyeti’nin 19 Mayıs 1937’de Hatay için kabul ettiği anayasadan sonra kurulan Hatay Devleti’nin ilk ve tek devlet başkanıdır.

Hayatı

Rüştiyeyi bitirmiş, ayrıca hususi eğitim almıştır. 2. Kolordu emrinde Kuvâ-yi Milliye komutanlığı, Hatay Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti temsilciliği, İskenderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruculuğu ve başkanlığı, Antakya-İskenderun muaveneti İçtimaiye cemiyeti başkanlığı, Hatay Erkimlik Cemiyeti Reisliği yapmıştır. Hatay Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanlığı yapmış, bu görevi, Hatay 29 Haziran 1939’da Millet Meclisi’nin kararıyla Türkiye’ye katılma kararı alıncaya kadar sürdürmüştür. TBMM V., VI., VII., VIII. dönem Antalya ve IX. dönem Hatay milletvekilliği ile cumhurbaşkanınca seçilen Cumhuriyet Senatosu Üyeliği (7 Haziran 1968 – 2 Haziran 1974) yapmıştır. Evli ve altı çocuk babasıdır.

XVII., XVIII. Dönem Hatay, XXI. Dönem İstanbul milletvekilliği ile TBMM Başkanvekilliği görevinde bulunan Murat Sökmenoğlu’nun babasıdır. Ayrıca İstanbul’un Kartal ilçesinde devlete tahsis ettiği bir arsası ve bu arsa üzerinde 2 tane okul bulunmaktadır.

Abdurrahman Melek
Hatay Devleti Başbakanı
Görev süresi
2 Eylül 1938 – 29 Haziran 1939
Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen
Yerine geldiği Makam oluşturuldu
Yerine gelen Makam kaldırıldı
Türkiye Büyük Millet Meclisi
6., 7., 8. ve 9. Dönem Milletvekili
Görev süresi
3 Nisan 1939 – 12 Mart 1954
Seçim bölgesi 1939 – Gaziantep
1943 – Gaziantep
1946 – Gaziantep
1950 – Hatay
Kişisel bilgiler
Doğum 1896
Antakya, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 13 Ocak 1978 (82 yaşında)
Ankara, Türkiye
Defin yeri Karşıyaka Mezarlığı, Ankara
Milliyeti Türk
Evlilik(ler)
Leman Melek
(e. 1923; ö. 1971)

[2][3]

Çocuk(lar) Faik Melek (d. 1924)
Erdem Melek (d. 1927)
Gökçen Erner (d. 1935)
Ebeveyn(ler) Faik Melek
Hatice Melek
Mesleği siyasetçi

Abdurrahman Melek (1896, Antakya – 13 Ocak 1978, Ankara), Milletler Cemiyeti’nin 19 Mayıs 1937’de Hatay için kabul ettiği anayasadan sonra kurulan Hatay Devleti’nin başbakanıdır.

Halep Sultaniyesi ve Beyrut Üniversitesi’nde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu, doktorluğa başladı.

Hatay’ın Türkiye’ye katılması mücadelesinin önde gelen liderlerinden biri oldu. Hatay Erkinlik Cemiyeti’nin İstanbul Şubesi başkanlığını yaptı. Cenevre’de Fransızlarla yapılan Hatay müzakerelerine katılan Türk Heyetinde yer aldı. Hatay Devletinin kuruluşundan önceki dönemde Hatay Valiliği’ne atanarak Hatay Devleti’nin kuruluşunun hazırlıklarını yürütmüş, Hatay Devleti kurulunca Atatürk’ün onayıyla bu devletin başbakanlığına tayin edilmiştir. Hatay Devleti Başbakanı ve Hatay henüz Türkiye’ye iltihak edilmemişken, aynı zamanda yürütmek üzere Gaziantep milletvekilliğine seçilmiştir (Mart 1939). TBMM’de 6. 7. ve 8. dönem Gaziantep, 9. dönem Hatay milletvekilliği yaptı.

Daha sonraki yıllarda (1958-1961) TC Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyeliği ve bir dönem başkan vekilliği görevlerinde de bulunmuştur.

Abdurrahman Melek’in 1939 öncesi çekilmiş bir fotoğrafı

Hatay’ın Fransızlardan geri alınması için verilen mücadelenin başından sonuna kadar içinde olmuş ve çalışmış bir kimse olarak anılarını Hatay Nasıl Kurtuldu adlı kitabında topladı ve bu eser Türk Tarih Kurumu tarafından 1966’da basıldı.

Dr. Abdurrahman Melek, 13 Ocak 1978 tarihinde Ankara’da öldü. Kabri, Karşıyaka Mezarlığı’ndadır.

  • Hatay Sorunu

Hatay sorunu, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık verme kararı üzerine 1936 yılında ortaya çıkmış, 1939 yılında Türkiye’nin ilhakı ile sonuçlanmıştır. Günümüzde hâlâ Suriye ve Türkiye arasında dönem dönem tartışmalara yol açan bir problem olmaya devam etmektedir.

Milli mücadele ve Cumhuriyet dönemi

Mondros Mütarekesi’nden sonra İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi oluşmuştur. 20 Ekim 1921‘de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 7. maddesine göre sancak, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmî dil Türkçe olacak ve para birimi olarak da Türk lirası geçerli olacaktır.

Lozan Antlaşması’nda ise Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra göre Hatay, Türkiye sınırlarının dışında kalmıştır.

1936 yılında Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran anlaşmada İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yer almıyordu. Fransa, Suriye’den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekteydi. Türk Hükümeti durumu kabul etmedi. Cenevre’deki Milletler Cemiyeti toplantısında Fransa ile yapılan görüşmeler netice vermeyince, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya resmî bir nota vererek, Suriye’ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedi.[6] Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında: “… Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan, İskenderun — Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler” diyordu. Fransız Büyükelçisi ile olan bir konuşmasında ise: “Hatay benim şahsî davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” demiştir. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş ve bir seçimle nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar vermiştir. Atatürk’ün Hatay’ı silah zoruyla alabileceğini düşünen Fransızlar askerî bir anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edilerek, bunun için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri, Hatay’a girdi. Sancağa giren ilk Türk birliğinin alay kumandanı Şükrü Kanatlı halka yaptığı konuşmada “Atatürk’ün, Ordunun, anayurdun Hataylılara selamını getirdim” diyerek seslenmiştir. Türk askeri Hatay halkı tarafından büyük sevinçle karşılanmıştır ve Hatay’da “yaşa Atatürk” diyerek tezahüratlar yapılmıştır. 13 Ağustos’ta seçimler yapıldı ve meclisin çoğunluğunda Türkler yer aldı. Böylece bağımsız Hatay Cumhuriyeti, 2 Eylül 1938’de kuruldu. Bu Cumhuriyet ise, 29 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararını aldı.

Suriye’de yansıması

Bu gelişmeler üzerine Arap basını Türkiye’ye, Fransa’ya, İngiltere’ye ve Başbakanlarına ağır bir dille saldırmıştır. Suriye basını, Sancak konusunda Türkiye ile işbirliği yaptıkları ve konunun çözümünde Suriyelilerin ve Arapların isteklerini dikkate almadıkları için İngiltere ve Fransa’yı suçladı. Şam’da çıkan Fetel-Arab gazetesi, imzalanan antlaşmayı bunun sonucu olarak Suriye topraklarından aziz bir parçasının ayırılmasının Türkiye’nin Arap alemine bir tecavüzü olarak değerlendirilmiştir. Fransa’nın Hatay’ın Suriye’den koparılmasına izin vermesinin sebebini de Fransa’nın Türkiye’den daha fazla çıkarının olmasına bağlamıştır. Suriye’nin bu durumun engellenmesi için acilen tedbir alması gerektiği tavsiyesinde bulunmuştur.

Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına Suriye Meclis Başkanı Fransız hükûmetine ve Milletler Cemiyeti Konseyi’ne birer telgraf çekerek protesto etmiştir. Hatay’ın kendi topraklarının bir parçası olduğu, alınan kararları ve katılma işlemlerini kabul etmeyeceğini açıklamıştır. Nitekim Suriye, bağımsızlığını ilan ettiği gün Şam’daki yabancı büyükelçiliklere yolladığı notada, Fransa’nın Suriye adına yaptığı uluslararası antlaşmalara saygılı olmak kararında bulunduğunu bildirmesine rağmen, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını hiçbir zaman kabul etmeyecektir.

1980 sonrası

Suriye, 1982 yılındaki ders kitaplarında Hatay’ı kendi toprağı olarak göstermiştir. 1989 yılında Suriye Enformasyon Bakanı Muhammed Salman bir röportajında Hatay’ın Türkiye’ye ait olmadığını söylemiştir.

Karasu sınır sorunu

Suriye’nin 16 Ağustos 1981’de karasularını 35 deniz mili olarak ilan etmesinden sonra ortaya çıkan bir sorundur. Bu sorunun müzakereleri aşamasında konu İskenderun’a bilmukabele Hatay’a bağlanmıştır

Türk uçağının düşürülmesi

21 Ekim 1989 Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’ne bağlı araştırma uçağı, Hatay’ın Altınözü ilçesinde sınırı ihlal eden Suriye’ye ait mig-21 jeti tarafından düşürüldü. Olayda; İsmail Faik Ayten, Talat Gencer, Yusuf Gören, Fikri Köşker ve Selahattin Çelik vefat etmiştir. İlk diplomatik girişimlerde Suriye heyeti olayın bir Asala veya PKK saldırısı olduğunu ileri sürse de sonradan yapılan incelemelerde Suriyeli pilotların kendi inisiyatifleri dahilinde bu saldırıyı yaptığı belirtildi. Kimi insanlar bu olayı Suriye-Türkiye arasındaki su ve terör sorunu sonrası yapılmasından dolayı bizatihi Suriye devleti tarafından yapıldığını iddia etmişlerdir.

2000 sonrası ve günümüz

2000 yılının başlarında iki ülke için de yumuşayan dış politika Hatay için de olumlu bir süreç izledi. Ankara ve Şam hükûmeti arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasıyla her iki ülke de kendi sınırlarını tanımış oldu. Ancak 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı ve devamında başlayan göç dalgası, Hatay’daki demografik yapının değişimi konusunu gündeme getirmiş ve Hatay sorununun bir parçası olabileceğinden şüphelenilmiştir.

  • 1940 – Köy Enstitüleri Kanunu kabul edildi.

Köy enstitüsü

Köy enstitüsü, Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3802 sayılı yasa ile açılan okul türü. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel bizzat yönetti.

Türkiye’de köy enstitüsü fikri ilk kez Amerikalı eğitim filozofu John Dewey tarafından savunuldu. Dewey, özellikle kırsal bölgelerdeki okulların toplum yaşam merkezi haline getirilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’de okulun yerel koşullara uyarlanması sorunu eğitim felsefesinin özünü oluşturuyordu. Köy Enstitüleri, John Dewey’in iş ve eğitimi birleştirme fikrini yerine getirmek için tasarlanmıştır. Mezunların aynı anda hem okul öğretmenleri hem de toplumun eğitmeni olması bekleniyordu. Öğrenciler aslında kendi okullarını, evlerini, kışlalarını, iş yerlerini vb. inşa ettiler ve birlikte yaparak ve yaşayarak üretim ile eğitimi kaynaştırdılar.

Köy enstitülerinin kapatılma süreci 1946 yılında Reşat Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla CHP döneminde başlamıştır. Reşat Şemsettin Sirer birçok köy enstitüsünü kapatmıştır, bunlardan birisi Hasanoğlan Köy Enstitüsü’dür.

Watson Dickerman, Kate Vixon Wofford gibi Amerikalı eğitimciler köy enstitüleri ile ilgili çalışmalar yapıp olumlu ifadelerde bulunmuşlardır.

Kuruluşu

Öğrenciler ve öğretmenler yeni kurulacak Hasanoğlan Köy Enstitüsünün tabelasını dikiyor

Neredeyse tüm Anadolu’nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önüne alınarak, dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu zeki çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular. Geleneksel öğretmen okullarında yetişmiş öğretmenler için köylerde öğretmenlik yapmak, istenerek yapılacak bir görevden çok zorunluluk olarak algılanıyordu. Gönüllü ve özverili öğretmenlerin sayısı azdı. Oysa okuma yazma oranı Cumhuriyet ilk kurulduğu yıllarda %5 bile değildi. Bunun yanında nüfusun %80’lik bölümü köylerde yaşıyordu. Köy Enstitüleri’nin kurulması ve yaygınlaşması konusunda pedagoji uzmanı Halil Fikret Kanad’ın önemli çalışmaları vardı. Kanad, zorunluluktan değil özveriyle öğrenci yetiştirecek köye göre öğretmen fikrini savunmuştu.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye’de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern ve ilmi tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi tatbik ediliyordu. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50’lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi.

Genel bilgiler

1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmişti.

Köy Enstitüsü uygulaması Hasan Âli Yücel’in 1946’da Milli Eğitim Bakanlığından ayrılmasına değin devam etmiştir. Hasan Âli Yücel’den sonra 1946 yılında CHP döneminde köy enstitüleri kapatılmaya başlandı ve yerine Köy Öğretmen Okullarına dönüşüm gerçekleştirildi. Bu olay 1946’da Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer döneminde gerçekleşti. Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren, Yüksek Köy Enstitüsü bölümü 27 Kasım 1947’de, eğitmen kursları ise 28 Haziran 1948’de CHP döneminde kapatılmıştır. 1950 tarihinde Demokrat Parti iktidara geldiğinde Köy Öğretmen Okulları’nın da kapatılması konuşulmaya başlandı. Köy enstitülerinin yerini alan Köy Öğretmen Okulları da Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954’te kapatılmıştır. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy Öğretmen Okullarında 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.

Köy Enstitülerinin listesi

Listedeki adlar köy enstitüler kurulduğunda sahip olduğu adlardır.

Ad/Bulunduğu İl Kuruluş Tarihi 1946’ya Kadar Çalışan Müdürlerin Adı
Akçadağ/Malatya 1940 Şinasi Tamer, Şerif Tekben
Akpınar-Ladik/ Samsun 1940 Nurettin Biriz, Enver Kartekin
Aksu/Antalya 1940 Talat Ersoy, Halil Öztürk
Arifiye/Sakarya 1940 Süleyman Edip Balkır
Beşikdüzü/Trabzon 1940 Hürrem Arman, Osman Ülküman
Cılavuz/Kars 1940 Halit Ağanoğlu
Çifteler/Eskişehir 1939 Remzi Özyürek, M. Rauf İnan, Osman Ülkümen
Dicle/Diyarbakır 1944 Nazif Evren
Düziçi/Adana 1940 Lütfi Dağlar
Erciş/Van 1948 İbrahim Oymak
Gölköy/Kastamonu 1939 Ali Doğan Toran
Gönen/Isparta 1940 Ömer Uzgil
Hasanoğlan/Ankara 1941 Lütfi Engin, Hürrem Arman, M. Rauf İnan
İvriz/Konya 1941 Recep Gürel, İ. Safa Güner
Kepirtepe/Kırklareli 1939 Nejat İdil, İhsan Kalabay
Kızılçullu/İzmir 1939 Emin Soysal, Hamdi Akman, Talat Ersoy
Ortaklar/Aydın 1944 Hayri Çakaloz
Pamukpınar/Sivas 1941 Şinasi Tamer, Hüseyin Civanoğlu
Pazarören/Kayseri 1940 Sabri Kolçak, Şevket Gedikoğlu
Pulur/Erzurum 1942 Ahmet Korkut, Aydın Arıkök
Savaştepe/Balıkesir 1940 Sıtkı Akkay

Öğretmen ve öğrenci sayısı

Yıllara göre enstitülerin, bu enstitülerde görevli öğretmenlerin ve öğrencilerin sayılarındaki artış tabloda görülmektedir.

Yıllara göre köy enstitülerinde okuyan öğrenci sayıları
Yıllara göre köy enstitülerindeki öğretmen sayıları
Öğretim yılı Kadın öğretmen sayısı Erkek öğretmen sayısı Toplam öğretmen Öğrenci sayısı Enstitü sayısı
1937-1938 5 21 26 286 2
1938-1939 7 34 41 796 3
1939-1940 10 50 60 1567 4
1940-1941 46 189 235 5665 14
1941-1942 80 214 294 8052 17
1942-1943 101 259 360 10161 18
1943-1944 128 298 426 14166 18
1944-1945 145 360 505 15561 20
1945-1946 119 403 522 15529 20

1939-1950 yılları arasında Köy enstitülerinde yetişen köy öğretmenlerinin toplam köy öğretmenleri içindeki yeri.

Sene Toplam köy öğretmeni sayısı Köy enstitüsü kökenli köy öğretmeni sayısı
1939 6847 0
1946 11533 5225
1950 18426 13182

Dersler

Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülere alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu. Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atölyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu.[19][20] Hasanoğlan Köy Enstitüsü, diğer köy enstitülerini kuran köy enstitüsü öğrencileri tarafından inşa edilmişti.[21] Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve hatta müzik aletleri çalmayı öğretiyordu.

Hasan Âli Yücel Milli Eğitim Bakanlığı döneminde dünya klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Köy enstitüleri öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu sayede zeki köy çocuklarından engin entelektüel birikimleri olan aydınlar oluşuyordu. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyordu. Aşık Veysel köy enstitülerinde müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını gösteriyordu.

Hasan Âli Yücel, uygulamalı tarım dersini denetliyor.

Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler kızlı ve erkekli zeybek ve halk oyunları oynayarak sabah sporlarını da yapmış oluyorlardı. Daha sonra kahvaltı ardından zorunlu okuma saati vardı. Kahvaltıyı kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu.

Bu bakımlardan köy enstitüleri yaparak öğrenim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir örnek oluşturmuş ve birçok akademik inceleme ve araştırmaya örnek olmuştur.

Aşağıdaki çizelgede Köy Enstitülerinde uygulanan derslerin 5 yıla dağılımı görülmektedir.

Ders Hafta
Kültür Dersleri 114
Ziraat Dersleri ve Çalışmaları 58
Teknik Dersler ve Çalışmalar 58
Beş Yıllık Sürekli Tatiller 30

Beş yıllık eğitim süresince kültür derslerinin içeriğinin toplam saatleri aşağıdaki tabloda verilmiştir.

Ders Saat
Türkçe 736
Matematik 598
Fizik 276
Tarih 232
Yurttaşlık bilgisi 92

Sanat

Köylerde büyümüş öğrencilere klasik müzik enstrümanları ve geleneksel sazları çalması öğretiliyordu. Aşık Veysel, enstitüleri gezip öğrencilere saz çalmasını gösteriyordu. Hasanoğlan Köy Enstitüsü bu konuda en zengin enstrüman envanterine sahipti. Daha sonra açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki derslere Ankara Konservatuvarı öğretmenleri geliyordu. Köy kökenli öğrencilerden kurulu orkestralar müzik eserlerini seslendiriyordu.

Mandolin, taşınması ve öğreniminin kolaylığı nedeniyle yaygınlıkla kullanılan enstrümanlardan biriydi. Müzik grupları, 17 Nisan şenlikleri, sınıf geceleri veya okulu ziyaret eden bir yönetici için kısa hazırlık provaları yaptıktan sonra konserler vermekteydi.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde gerçekleştirilen bir bitirme töreni programı, enstitülerde yapılan sanatsal faaliyetlerin kapsamı konusunda örnek olarak gösterilebilir. İstiklal Marşı ile başlayan programda sırasıyla; konuşma korosu (sağlık kolu mezunları), marş ve türküler (Akın Marşı, Halay Başı Türküsü), oyunlar (Arpazlı, Biço), mandolin konseri (Arılar, Semada Yıldızlar – öğretmen kolu mezunları), marş ve türküler (Vatan Marşı, Ördek isen Göle Gel Türküsü – yüksek kısım mezunları), oyunlar (Bengi, Dağlı), keman konseri (Mozart’tan rondolar; Allegro Vivo, Allegretto, Allegro A’la Turca – güzel sanatlar kolu), koro (Asker Dönüşü, Köy Okulu, İndim Dere Beklerim, Çoban – güzel sanatlar kolu), temsil (Anton Çehov’un Teklif adlı oyunu), konuşma ve diploma töreni, İleri Marşı (topluca), zeybek ve oyunlar (dışarıda topluca) yer almıştı. Programda ayrıca şiirler okunmuş ve müzik dersliğinde piyano ve saz konserleri verilmiştir. Sergilenmiş olan, yönetmenliğini Cüneyt Gökçer’in yaptığı oyunun yanı sıra enstitüde son bir yıl içinde sergilenen diğer tiyatro oyunları Molière’in Zoraki Tabip ve Kibarlık Budalası adlı oyunları, Sofokles’in Kral Oedipus’u, Gogol’ün Müfettiş’i ve Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı oyunudur.

Enstitülerde hazırlanan programlar, toplumun sanat ve kültür hayatına katkıda bulunulması amacıyla çevre il ve köylere de götürülerek sergilenmiştir.

1945 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ndeki müzik enstrümanları listesi şöyleydi.

Çalgı aleti Sayısı
Mandolin 259
Plaklar (Klasik Müzik) 160
Keman 55
Bağlama 37
Akordeon 8
Radyo 3
Piyano 3
Davul 3
Amplifikatör 1
Pikap 1
Metronom 1

Köy Enstitülerinin kapatılması

CHP dönemi 1946-1947 eğitim yıllarında köy enstitüleri kapatılmaya başlanmıştır. Bu dönem, İsmet İnönü tarafından atanan CHP’li Reşat Şemsettin Sirer’in yeni Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemdir. 1946 itibarıyla eğitim kurumlarında büyük bir maiyet değişikliği yaşandı.

Köy enstitülerine öğretmen yetiştiren, Yüksek Köy Enstitüsü bölümü 27 Kasım 1947’de, eğitmen kursları ise 28 Haziran 1948’de kapatılmıştır. Bakan Reşat Şemsettin Sirer döneminde yapılan büyük değişimlerden birisi; Köy Enstitülerinin üretime dayalı eğitim sistemi kaldırılmış, yerine tüketime dayalı köy öğretmen okulları açılmıştır. Bakan Sirer, 1947 yılında bazı köy enstitülerini devre dışı bıraktı ve köy enstitülerinde öğrencilerin ikinci sınıftan itibaren başlayan bazı dallarda ustalaşma ve kendini daha da geliştirme uygulamasını yürürlükten de kaldırdı. Ayrıca Sirer’in emriyle oluşturulan yeni düzende yeni okulların, 1946 öncesi esas köy enstitüsü mezunlarıyla ilişiği kesildi ve aradaki bağ koparıldı. Bakan Sirer en başından beri Köy Enstitülerinin başarılı olacağına inanmıyordu ve bir konuşmasında “Köy Enstitülerinde, hem öğretmen, hem demirci, hem marangoz çıkacak? Bu bir hayaldir!” demişti. Reşat Şemsettin Sirer bu görüşlerini de dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile paylaştı. Kapatılma ve dönüşüm sonrası köy enstitülerinin devamı olan Köy Öğretmen Okulları eğitime devam etmiştir.

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti sonrası köy öğretmen okulları bir süre daha eğitime devam edebilmiştir. Reşat Şemsettin Sirer, 3 Mart 1951 tarihli Ulus gazetesinde yayınlanmış bir yazısında övünerek “…bu Enstitüler, dört yıldan (1947’den) beri birer öğretmen okulundan başka bir şey değillerdir” dedi. Köy Enstitülerinin yerini alan Köy Öğretmen Okulları ise 1954 yılında Demokrat Parti iktidarında kapatılmıştır.

CHP içerisinden Köy Enstitülerine yönelik görüşler

Demokrat Parti’nin kurulmasından sonraki süreçte de Köy Enstitülerine yönelik ilk eleştiri CHP içerisinden yapıldı.[26] CHP içerisinde Köy Enstitülerini eleştiren ve savunan iki farklı görüş bulunmaktaydı.

1946 yılının son günlerinde CHP Maraş milletvekili Emin Soysal, Köy Enstitülerini TBMM kürsüsünden eleştirdi. CHP milletvekili emekli general Naci Tınaz, Köy Enstitüleri’nin aksayan yönlerini ele alarak eleştirdi, CHP milletvekili Vehbi Kocagüney de bu eleştiriye katılıyordu. CHP milletvekili İsmail Hakkı Baltacıoğlu ise Köy Enstitülerinin hedefine ulaşamadığını iddia ederek dile getirdiği eleştiride şunları söyledi: “Köy Enstitüleri meselesi… Fikrim yanlış anlaşılmasın… Fakat hedefte isabetsizlik vardır zannediyorum ve Milli Eğitim Bakanı’nın (Reşat Şemsettin Sirer) haklı olarak tekrar nazarı dikkati celb etti. Ben de buna iştirâk ediyorum.” CHP milletvekili ve partinin eski genel sekreterlerinden Saffet Arıkan Köy Enstitülerini savunan vekillerden biriydi, CHP milletvekili Niyazi Aksu da Köy Enstitülerini savunanlar içerisinde yer aldı.

CHP milletvekili Fahri Kurtuluş yaptığı bir meclis konuşmasında şunları söyledi: “Köy Enstitülerini benim için daima bir mesele olarak kalmıştır. Fakat Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer ile yaptığım temastan sonra bir inşirah (ferahlık) buldum. Alınmış olan tedbirlerin kısa bir zaman sonra hepimizi tatmin edeceğine ve bu enstitülerin bizim hissiyatımıza göre bir mevki alacağına hiç şüphemiz kalmayacaktır…”

CHP milletvekili Mustafa Reşit Tarakçıoğlu ise köy enstitüleri konusunda olumlu hayale kapılanları eleştirdi ve köylülerin enstitülere yönelik yaptığı şikayetleri konuşmasında dile getirdi. 1946-1947 dönemi Mecliste Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi dolayısıyla söz alan bazı CHP’li vekiller Köy Enstitülerinin eksik yanlarını, işlemeyen kısımlarını ve hatalarını eleştirdi. CHP milletvekili Eyüp Durukan da, Emin Soysal gibi Köy Enstitülerine yönelik eleştirici konuşmalar yapan sözcülerin başında gelmekteydi. Demokrat Parti henüz yeni kurulduğu 1946-1947 döneminde Köy Enstitüleri konusunda daha sessiz bir tavır takındı.

Kapatılmaya sebep olan süreç

II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı ve Boğazlarda askeri üs istemesi üzerine, Millî Şef de ABD’den destek istemişti. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile finansal yardıma başlamıştı ama karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Millî Şeflik, “5 yıllık kalkınma planları” ve “Köy Enstitüleri” gibi uygulamaların kaldırılmasını talep etti.

1946 yılında hükûmetin yaklaşan seçimleri yitirme kaygısıyla CHP içinden muhalif milletvekillerinin başını çektiği örgütlü muhalefetin kampanyasıyla, müfredatında ve yapılanmasında kuruluş amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. İlerleyen yıllarda da, daha önceleri sıkı sıkıya bağlı olduğu “iş için iş içinde eğitim” ilkesinden uzaklaştırıldı. Demokrat Parti iktidara gelmeden evvel CHP döneminde birçok köy enstitüsü kapatıldı. Ardından tamamen öğretmen okullarına dönüştürülerek 1954’te tabelaları indirildi.

Cumhuriyet Halk Partisi içinden Köylüyü Topraklandırma Yasasına karşı çıkan bir kesim milletvekili Demokrat Partiyi kurdu. Reşat Şemsettin Sirer döneminde kapatılan enstitüler ve değişimler sonrası 1954 yılına gelene kadar artık hiçbir özelliği ve ayrıcalığı kalmamış geride kalan son köy enstitülerini artık kendi adlarıyla sürdürmenin abes olmasından ötürü, Demokrat Parti’nin bu enstitüleri öğretmen okullarına çevirerek kapattığı iddia edilmiştir.[31] Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir karşı devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi. 1945 yılında Köy Enstitüleri hakkında komünistlerin, dinsizlerin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu söylenerek saldırı kampanyaları başlatılmıştı. Parlamentoda bütçe görüşmelerinde milletvekili Emin Sazak’ın Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyorlar demesi üzerine Hasan Âli Yücel, Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir şeklinde cevap vermişti. 1950 öncesi kapatılmaya başlanan köy enstitüleri, köy öğretmen okullarına dönüşümü sonrası 1954 yılında tamamen kapatılmıştı.

Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı eleştiriler birkaç ana başlık altında toplanabilir. Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu ve enstitü müdürü bile buna uyup aynı üniformayı giyiyordu. Öğrenciler bizzat yönetime katılıyorlardı. Bu ve benzeri sebepler ile enstitülere komünistlik suçlamaları yapılıyor arada bir ihbar mektuplarını dikkate alan polisin baskınlarına uğruyordu. Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu. Köylüler okul ve enstitü inşaatlarına yardım ile devlet tarafından mükellef kılınmıştı. Bu zorlamalar köylülere angarya olarak geliyordu. Öğrencilerin boğaz tokluğuna öğrenim görecekleri kendi okullarının inşasında çalıştırılmaları eleştirilmekteydi. Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Bu geçimsizlikler köy öğretmenlerinin toprak ağalarının seçtirdiği milletvekillerine şikayet olarak ulaşıyordu. Bu durum toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara’ya baskı yapmalarına neden oluyordu.

Halk arasında yayılan bir kısmı kasıtlı söylentiler de etkili olmuştu. İvriz Köy Enstitüsü’nden M. Ali Eren (1911-2001), “Düşünceler ve Anılar II” adlı eserinde şunları aktarmaktadır:

..bir gün sabaha doğru tan yeri ağarırken, okul bekçisinin “Mehmet Ali Bey, Mehmet Ali Bey” diye bağırdığını duydum. “Kalk, hemşerilerin geldi.” dedi. O sırada okulda daimi elektrik yoktu. Bir motordan sağlanan elektrik gece yarısı kesiliyordu. Kapıyı açtım: Önde aksakallı bir erkek ve arkasında 7 kadın vardı. Hepsi birden ağlıyorlardı. “Hoş geldiniz hemşeriler” dedim. Onlar sızlanmalarını daha da hızlandırıp, hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Neden sonra sakinleşen hemşeriler, dün akşam bir haber aldıklarını, enstitüde okuyan 20 Beyağıllı kızın okuldan kaçtıklarını, onunun İvriz Çayı’nda boğulduğu, onunun da kaybolduğu haberini aldıklarını söylediler. Onlara, “Çocuklarınız yatakhanelerinde mışıl mışıl uyuyorlar, hiçbir şeyleri yok.” dediysem de, benim sözüme inanmadılar. Mecburen giyindim. Kurallara göre kız yatakhanelerine erkek öğretmenler giremez, yalnızca bayan öğretmenler girerdi. Bu nedenle onları yanıma alarak, bayan kimya öğretmeninin yanına gittim. Öğretmeni uyandırdım. Bu velileri kız yatakhanesinin önüne kadar götürmesini ve çocuklarını uyandırarak, bu velilere gösterdikten sonra, tekrar yatırmasını istedim.
Söylediklerim yapıldı. Veliler rahat bir nefes aldılar. Ama zamanla veliler, çocuklarını birer ikişer okuldan kaçırdılar…

Kuruluşunda emeği geçenler

John Dewey

ABD’li Eğitim Profesörü, 1924 yılında Mustafa Kemal tarafından Türkiye’ye davet edildi. Kendisinden Türkiye de Eğitim Nasıl olmalıdır niteliğinde bir rapor hazırlanması istendi. Hazırladığı Rapor zamanın yöneticileri tarafından incelendi. Profesör John Dewey’nin Raporları”, Maarif Vekaleti Mecmuası, Mart 1925, No. 1. Yayınlandı. Türkçe çevirisi birkaç kez 1939’da, Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel zamanında yayınlandı.

Mustafa Kemal Atatürk

Kurtuluş Savaşı sonrasında vatandaşların sadece %3-4’ünün okuma yazması vardı. Halkın %80’i köylerde yaşıyordu. Atatürk ilk defa Köy Enstitülerinin kuruluş yasalarını çıkardı. İlk önce askerliğini çavuş olarak yapmış erlerden köy öğretmeni yetiştirilip köylerine öğretmen olarak gönderilme projesini önerdi ve bu proje uygulandı.

Hasan Âli Yücel

İsmail Hakkı Tonguç

İsmet İnönü

İsmet İnönü 1966 yılında geride bıraktığı hayatı boyunca hatırlanacak en önemli eserlerinin Köy Enstitüleri ve çok partili hayata geçiş olacağını söyledi. 1941 yılında Köy Enstitüleri hakkında şu ifadeleri dile getirmişti: “Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim.

Halil Fikret Kanad

Yoğun muhalefet ortaya çıkmadan önce Köy Enstitülerinin arkasında durdu ve her türlü desteği verdi. Toprak reformunu desteklediğini açıklamıştı. 1946 seçimlerinde CHP’ye oy kaybettireceği endişesi ile Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına karar verdi.[43]

  • 1946 – Son Fransız birlikleri Suriye’den çekildi.
  • 1954 – Çanakkale Anıtı’nın temeli atıldı.
  • 1961 – ABD’nin desteklediği sürgündeki Kübalılar, Fidel Castro’yu devirmek üzere Küba’ya çıkarma yaptı. Domuzlar Körfezi Harekatı olarak bilinen çıkarma, Fidel Castro’nun zaferiyle sonuçlandı.
  • 1969 – Çekoslovakya Başbakanı Aleksandr Dubçek, Sovyet askerî müdahalesinin ardından istifa etti. Yerine Gustav Husak atandı.
  • 1972 – ABD’de, Nixon yönetiminin 1972 seçimlerinde siyasal rakiplerini yasa dışı dinleme faaliyetleri açığa çıkarıldı. Watergate adıyla anılan olaya adı karışan üç danışman ve bir savcı istifa etti.
  • 1974 – Madaralı Roman Ödülü’nü “Demirciler Çarşısı Cinayeti” adlı eseriyle Yaşar Kemal aldı.
  • 1982 – Kanada Anayasası kabul edildi.
  • 1982 – Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Balıkesir’de konuştu: “… ‘Tek yol devrimdir!’ diyerek yine Marksist-Leninist propaganda yapanlara elbette müsaade edemezdik. Çünkü Atatürk’ün koyduğu inkılapçılık, şimdiki adıyla ‘devrimcilik’ bu değildir.”
  • 1993 – Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal kalp yetmezliği nedeniyle öldü. Atatürk’ten sonra görev başında ölen ikinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü nedeniyle ülke çapında 5 günlük yas ilan edildi. Yurtta ve temsilciliklerde bayraklar yarıya indirildi, maçlar iptal edildi ve radyo ve televizyonların program akışları değiştirildi.
  • 1999 – Bakü – Supsa Boru Hattı’nın resmi açılışı yapıldı.
  • 2005 – Bülent Dikmener Haber Ödülü, Uğur Dündar ile Sadi Özdemir’e verildi.
  • 2005 – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Mehmet Ali Talat kazandı.

wikipedia.org

Ayrıca Kontrol Edin

5 Mayısta ölenler

Ölümler 311 – Galerius (Gaius Galerius Valerius Maximianus), Roma İmparatoru (d. 250) 1306 – Konstantinos Paleologos, Paleologos Hanedanı’ndan Bizanslı prens (d. 1261) 1705 – I. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Seç ve dinle