16 Nisan, Tarihte Bugün Miladi takvime göre yılın 106. günü
Mart – Nisan – Mayıs | ||||||
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7 |
8 | 9 | 10 | 11 | 12 | 13 | 14 |
15 | 16 | 17 | 18 | 19 | 20 | 21 |
22 | 23 | 24 | 25 | 26 | 27 | 28 |
29 | 30 |
Olaylar
- 1071 – Güney İtalya’da Bizans kontrolünde olan son şehir olan Bari, Norman, Robert Guiscard tarafından ele geçirildi.
Bari | |
---|---|
Comune di Bari
|
|
![]() |
|
![]() Bayrak ![]() Arma |
|
![]() Bari
|
|
Ülke | ![]() |
Bölge | Puglia |
İl | Bari |
İdare | |
• Belediye Başkanı | Antonio Decaro (Demokratik Parti) |
Yüzölçümü | |
• Toplam | 117 km² |
Rakım | 5 m |
Nüfus
(1 Ocak 2019)[1]
|
|
• Toplam | 316.491 |
• Yoğunluk | 2,700/km² |
• Metropol | Yak. 1.000.000 |
Zaman dilimi | UTC+01.00 (OAS) |
• Yaz (YSU) | UTC+02.00 (OAYS) |
Alan kodu | 080 |
Resmî site
http://www.comune.bari.it/ |
Bari, İtalya’nın güneydoğusunda Adriyatik Denizi kenarında bir liman kentidir. Puglia bölgesinin ve aynı adlı Bari ilinin merkezidir. Bari belediyesi sınırları içinde (2010 itibarıyla) nüfus 319.978 kişi, varoş belediyeleriyle birlikte (yak. 230 km² lik) şehirsel alanda nüfus 653.028 ve metropoliten Bari bölgesinde yaklaşık 1 milyondur.
Güney İtalya’nın yarımadasındaki Napoli’den sonra ikinci büyük kenti olan Bari, büyük bir bölgesel merkez ve özellikle Akdeniz’in doğu kesimiyle ilişkilerde önemli bir ticaret (Levante Fuarı) kentidir. Yakın dönemde geleneksel sanayilere, besin sanayisi, kimya, dokuma ve makine sanayileri eklenmiştir. Eski kentin yer aldığı burun, eski ve yeni limanları ayırır; arkada yer alan 19. yüzyıl kenti, dama tahtası biçiminde bir plana göre kurulmuştur.
Tarihi
Roma döneminde bir karayolları kavşağı olan Bari, sırasıyla, Lombardların ve Bizanslıların eline geçti. 841 yılında Araplar tarafından fethedildi ve 871’e dek Abbasi egemenliğinde kaldı. 11. yüzyılın başında özgür bir kentken, 1071’de Roberto Guiscardo tarafından ele geçirildi. Orta Çağ’da, Haçlı seferlerinin başlangıç noktası olan zengin bir kentti. 1813’te Napoléon’un generallerinden Murat kente bugünkü ilk şeklini verdi. Modern kent, 1860’tan sonra hızla gelişti.
Demografi
Bari komününün belediye sınırları içinde nüfusunun 19. ve 20. yüzyıllarda gelişmesi resmî nüfus sayımı sonuçlarına göre şu gösterimde özetlenmiştir:[2] Kişi
İklim
![]() ![]() |
|||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
Aylar | Oca | Şub | Mar | Nis | May | Haz | Tem | Ağu | Eyl | Eki | Kas | Ara | Yıl |
En yüksek sıcaklık (°C) | 24,0 | 24,0 | 27,2 | 32,6 | 39,1 | 41,4 | 43,3 | 44,8 | 39,0 | 35,2 | 26,8 | 23,0 | 44,8 |
Ortalama en yüksek sıcaklık (°C) | 12,6 | 12,9 | 15,0 | 18,0 | 22,8 | 26,8 | 29,2 | 29,2 | 25,9 | 21,5 | 16,8 | 13,9 | 19,6 |
Ortalama sıcaklık (°C) | 8,8 | 8,9 | 10,7 | 13,3 | 17,8 | 21,8 | 24,3 | 24,3 | 21,1 | 17,1 | 12,7 | 10,1 | 15,9 |
Ortalama en düşük sıcaklık (°C) | 4,9 | 4,8 | 6,3 | 8,6 | 12,9 | 16,7 | 19,3 | 19,4 | 16,3 | 12,6 | 8,6 | 6,2 | 11,4 |
En düşük sıcaklık (°C) | −5,9 | −3 | −2,4 | 1,1 | 5,3 | 7,8 | 12,8 | 12,8 | 8,4 | 1,0 | 0,0 | −1,6 | −5,9 |
Ortalama yağış (mm) | 53,7 | 64,2 | 42,0 | 40,5 | 34,9 | 23,3 | 25,4 | 30,4 | 59,7 | 61,5 | 72,7 | 54,3 | 562,6 |
Kaynak: İtalya Meteoroloji Enstitüsü (1971–2000)[3] |
Mimari
1087’de aziz Nicolaus’un kemiklerinin Anadolu’dan Bari’ye götürülmesi kenti kutsal bir merkez haline getirdi. Çok geçmeden 11. yüzyılın sonunda ve 12. yüzyılda yapımına başlanan büyük kilisenin bu benzeri (ilgi çekici piskoposluk tahtı, 1098?) 12. yüzyılın ikinci yarısında yapılan katedraldir.
Kardeş şehirler
Bari şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
Baalbek, Lübnan
Batum, Gürcistan
Guangzhou, Çin[4]
Mar del Plata, Arjantin
Dıraç, Arnavutluk
Korfu, Yunanistan
Banja Luka, Bosna-Hersek
Patras, Yunanistan
Bandung, Endonezya
Sumgayıt, Azerbaycan
Konsolosluklar
Bari’de şu ülkelerin konsoloslukları bulunmaktadır:
|
|
Doğmuş
- Licia Albanese, soprano
- Thiago Alcántara Do Nascimento, futbolcu
- Mario Nuzzolese, gazeteci
- Francesco Rossi, (1650-1725) opera bestecisi
- Giovanni Laterza, editör
- Guido Marzulli, ressam
- Gianrico Carofiglio, yazar
- Marco Misciagna, viyolacı ve kemancı
- 1912 – Amerikalı havacı Harriet Quimby, Manş Denizi’ni uçarak aşan ilk kadın oldu. Quimby, 3 ay sonra yaptığı gösteri sırasında uçağın yere çakılmasıyla öldü.
- 1917 – Bolşevik lider Lenin, sürgünde bulunduğu İsviçre’den Rusya’ya döndü ve Sosyalist Devrim’in başlatılması çağrısında bulundu.
Bolşevizm | |
---|---|
Большевики | |
![]() 1920 Bolşevik Parti toplantısı: oturanlar (soldan sağa) Enukidze, Kalinin, Buharin, Tomski, Laşeviç, Kamenev, Preobrajenski, Serebryakov, Lenin ve Rıkov
|
|
Ardıl | Sovyetler Birliği Komünist Partisi |
Kuruluş | 1903 |
Kapanış | 1952 (Sovyetler Birliği Komünist Partisi olarak yeniden isimlendirildi) |
Merkez | Değişken |
Ürünler | Pravda gazetesi |
Lider | Vladimir Lenin |
Önemli kişiler | Vladimir Lenin Lev Troçki (önceden Menşevik) Josef Stalin Lev Kamenev Yakov Sverdlov Aleksey Rıkov Stepan Şaumyan Mikhail Olminsky Anatoli Lunaçarski Simon “Kamo” Ter-Petrosian Roman Malinovski |
Ana kurum | Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi |
Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin İkinci Kongresi’nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır.
Bölünmenin tarihçesi
Polis baskısı nedeniyle önce Brüksel sonra da Londra’da yapılan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi RSDİP 2. Kongresi 1903 yılı Ağustos ayında toplanır. Toplantıda yeni partinin üyelik esasları ve tanımı üzerinden önemli bir ayrılma yaşanacak ve Rusya’daki devrimci hareketi derinden etkileyecektir. Vladimir İlyiç Ulyanov ya da takma adıyla Lenin parti üyelerinin dar ve aktif bir çevreden oluşmasını, sadece ceplerinde parti kimliği taşıyan ve zaman zaman partiye uğrayanlardan, hatta hiç uğramayanlardan oluşmamasını savunuyordu. Bu faal üyeler profesyonel devrimci kadrolar olarak Çarlık otokrasisine karşı işçi devrimi yapabilecek bir devrimci partinin yaratılabilmesi için zamanlarının çoğunu örgütlenmeyle geçireceklerdir. Bu modele göre sempatizanlar dışarıda bırakılmış olmaktaydı. Partinin iç işleyişinde de demokratik merkeziyetçilik benimsenecekti. Lenin’in bu fikirlerine karşıt olarak ise arkadaşı Julius Martov partinin merkezinde profesyonel devrimcilerin olmasına onay verse de parti üyeliğinin sempatizanlara, devrimci işçilere ve diğerlerine açık olmasını savunuyordu. İkili bu konuyu daha önce de tartışmış olsalar da, görüş ayrılıkları kongrede ayrılığa yol açacaktır. Ayrılık ufak bir konuda ve kişisel ayrımdan kaynaklanıyor görünse de ayrım derinleşecek ve bölünme kaçınılmaz hale gelecektir.
İsmin kökeni
Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar.[1] Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
1905 Devrimi
İki taraf da sürekli olarak yeni üyeler kazanıyor ve kaybediyordu. Rus marksizminin babası olarak adlandırılan Georgi Plehanov ilk başta Lenin ve Bolşeviklerden yana olacak ancak 1904’te ayrılacaktır. Menşeviklerden yana olan Leon Troçki ise Menşeviklerin Rus liberalleriyle uzlaşma girişimleri ve Bolşeviklerle birleşmeme tutumları yüzünden ayrılacaktır.[2] İki taraf arasındaki ayrım Nisan 1905’te Bolşeviklerin ayrı yaptığı ve 3. Kongre olarak adlandıracakları kongre ile derinleşecektir. Menşevikler derhal alternatif bir kongre yapacaklardır. Rus İmparatorluğu Çarlık rejiminin 1905 Devrimi ile sarsıldığı dönemde Bolşevikler azınlıktadır. Ayaklanan halkın kendiliğinden kurduğu Sankt Petersburg İşçi Sovyetinde[3] azınlıkta olsalar da Troçki tarafından etkili bir şekilde temsil edilmektedirler. Buna rağmen Moskova Sovyetinde çoğunluktadırlar. Moskova Sovyetinin Aralık 1905’te aldığı 1905 Moskova Ayaklanması olarak bilinen ayaklanma kararı sonucu kentte iktidar alınacak ancak ayaklanma yaklaşık bir ayda bastırılacaktır.[4]
1906-1907
1905 Devrimi sürmekteyken Bolşevikler ile Menşevikler Stockholm’de Nisan 1906’da yapılan 4. Birleşim Kongresinde yeniden birleşmeye çalışırlar. Menşevikler Yahudiler arasında ayrı bir örgütlenmeyi savunan Genel Yahudi Emek Federasyonu ile ortak hareket edince Bolşevikler azınlıkta kalır. Kongrede birleşim yönünde karar alınsa da her grup kendi yönetimini koruyacaktır. Londra’da Mayıs 1907’de yapılan bir sonraki 5. Kongrede de bu durum değişmez.
Lenin ve Bogdanov arasında (1908–1909)
Makale serilerinden |
Leninizm |
---|
![]() |
1905 Devriminin 1907 yılına girildiğinde tamamen yenilmesiyle beraber Bolşevikler, Çarlık rejiminin düzenlediği 3. Duma’ya katılıp katılmamayı tartışırlar. Lenin, Grigory Zinoviev ve Lev Kamenev Duma’ya katılmayı savunurken, filozof Aleksandr Bogdanov, Anatoli Lunaçarski ve Mihail Pokrovski Duma’daki vekillerin geri çağrılmasını savunurlar. Bu grup Rusça geri çağırmak fiilinden türetilen Otzovistler olarak anılacaktır. Diğer bir grup ise Duma’da bulunan Bolşevik vekillerin parti yönetiminden bağımsız hareket etmelerinden dolayı ültimatomla uyarılmasını savunurlar. Bu gruba da Ultimatomcular denilecektir. Bolşevikler arasındaki Bogdanov yandaşlığı ve kararsızlık 1908 yılına doğru gelişince Lenin, Bogdanov’un filozof yanına saldırmaya başlar. 1909 yılında yayınladığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm[5] adlı eserde Bogdanov’u idealizm felsefesini savunmakla itham eder. Haziran 1909’da Paris’de Bolşevik yayın organı Proletary tarafından düzenlenen Bolşevik Konferansında Bogdanov eleştirilir ve Bolşevik saflarından atılır.
1910
Partinin ikiye bölünmüş olması ve Çarlık rejiminin yoğun baskısı, güçleri yeniden birleştirme yanlılarını harekete geçirir. Ocak 1910’da Bolşevikler, Otozovistler ve çok sayıda Menşevik grup Paris’de Merkez Komite toplantısı yaparlar. Kamenev ve Zinoviev birleşme gündemine karşı olsalar da Viktor Nogin gibi arabulucu Bolşeviklerin ısrarına boyun eğerler. Lenin birleşmeye şiddetle karşı çıksa da Bolşevik liderlik arasında yapılan oylamada azınlıkta kalır. Menşeviklerle yapılan anlaşmaya göre birleşik partinin yayın organı Troçki’nin Viyana’da çıkarttığı Pravda olacaktır. Ancak Pravda yayın kurulundaki Bolşevik temsilcisi Kamenev Ağustos 1910’da kuruldan istifa edince birlik çabaları sona erer.
1912 ayrı parti
İki grup arasında ilişkiler 1912 yılında kopacaktır. Bu yılın Ocak ayında Bolşevikler sadece kendi örgütüyle topladıkları Prag Konferansında Menşevikler ve Otzovistler partiden resmen atılacaklardır. Bu kongreden sonra Bolşevikler artık kendilerini RSDİP’in hizibi olarak değil ayrı bir parti olarak RSDİP (Bolşevik) olarak tanımlayacaklardır. Bolşevik önderliği ayrı bir parti olmaya karar verse de Bolşevik yanlısı taban örgütü ve işçiler bu hattı izlemekte zorlanacaktır. Ayrıca Duma’daki 6 Bolşevik vekil de parti yönetiminin bu kararını kabul etmez. Sadece Matvei Muranov ayrı bir parti kurulmasından yana olur.[6] Ancak buna rağmen Bolşevik önderlik duruma hakim olacak ve Eylül 1913’te ise ayrı bir Duma grubu kurulacaktır.
İdeolojisi
Bolşevikler Çarlık rejimini kitlesel bir işçi devrimiyle devirecek merkezi ve disiplinli bir partiyi örgütlemeye çalışmıştır. Bolşevikler Rus işçilerine bir ayaklanmada önderlik edebilecek kitlesel ve sınıfın öncüsü militan işçilerin partisini oluşturmaya çalışmıştır. Bolşevik parti lider partisi olmamasına rağmen merkez komitesinde cisimleşmiş olan parti yönetimine demokratik merkeziyetçilik çerçevesinde sıkı sıkıya bağlı bir yapıdaydı. Menşeviklerin uyguladığı parti üyeliği daha esnekti ve diğer siyasi partilerle daha kolay iş birliği yapıyorlardı.[7] Bolşevikler ise özellikle liberal partilerle iş birliği yapmayacak, diğer sosyalist partilerle de tanımlı ittifaklara girecektir.[8]
Bununla birlikte Lenin, Uluslararası Kadınlar Konseyi’nde yaptığı konuşmada bolşevizmi “Burjuva demokrasisinin yalancılığını, ikiyüzlülüğünü açığa çıkaran; toprağın, fabrika ve tesislerin özel mülkiyetini kaldırmasında tüm devlet iktidarını, ezilen ve sömürülen kitlelerin elinde toplayan bir ideoloji” şeklinde tanımlamıştır.
Yeniden isim değişikliği
1952 yılında yapılan 19. Kongre sırasında Genel Sekreter Stalin’in önerisiyle isim değişikliği gündeme gelir:
“ | Artık Menşevikler yok. Neden artık kendimize Bolşevik diyelim ki? Biz artık çoğunluk değiliz, biz bütün partiyiz. | „ |
— Josef Stalin – 1952 |
Stalin’in önerisi kongrede kabul edilir ve Bolşevik Partisinin adı Sovyetler Birliği Komünist Partisi olur. Bundan sonra Bolşevik adlandırması Ekim Devrimi ve Rus İç Savaşı dönemlerine ait olarak kalacaktır.
Ayrıca bakınız
- Bolşevikler
- Sol SR
- Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi
- Rus İç Savaşı
- 1920 – İkinci Anzavur isyanı bastırıldı.
Ahmet Anzavur Ayaklanması | |||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|
İç Cephe-Ayaklanmalar | |||||||
|
|||||||
Taraflar | |||||||
![]() |
![]() |
||||||
Komutanlar ve liderler | |||||||
Çerkez Ethem Yarbay Rahmi Bey[1] |
Ahmet Anzavur | ||||||
Güçler | |||||||
1. Ayaklanma: ~400[1] 2. Ayaklanma: 2000 piyade ve atlı, 4 top, 40 makineli tüfek[1][2] ve Demirci Efe: 600 atlı[1] |
1. Ayaklanma: ~450[1] 2. Ayaklanma: ~7500 isyancı,[1] 1 Birleşik Krallık harp gemisi[1] |
||||||
Kayıplar | |||||||
1. Ayaklanma: 8 ölü, 17 yaralı[1] 2. Ayaklanma: 11 ölü, 34 yaralı[1] |
1. Ayaklanma: 20 ölü, 40 yaralı[1] 2. Ayaklanma: Yüksek[1][2] |
Ahmet Anzavur Ayaklanması (ya da Anzavur İsyanı),[3] Türk Kurtuluş Savaşı’na karşı Anadolu’da düzenlenen ayaklanmalardan biridir. İstanbul Hükümeti’nce desteklenmiş olan Anzavur Ayaklanması’nın adı, ayaklanmaya önderlik eden Anzavur Ahmet’ten gelir. Ahmet Anzavur’un önderliğinde çeşitli aralıklarla gelişen ayaklanmalar, esasen Anadolu’daki direnişi kırmaya yönelen iç isyanlar arasında en önemlisi sayılabilir. Çünkü Batı Cephesi’nin oluşturulması ve Yunanistan işgalinin durdurulmasının gecikmesine sebep olmuştur.[2]
Ayaklanmanın Nedenleri
Birinci Anzavur isyanının nedenleri arasında Birleşik Krallık’ın tahriklerini rolü önde gelir. Birleşik Krallık Mondros Mütarekesi’nden sonra hakim vaziyete geldiği Boğazlar ve Marmara Denizi’ndeki mevcut durumunu korumak ve devam ettirmek, Kuvâ-yi Milliye’yi buralara yaklaştırmamak, burada bir tampon bölge meydana getirmek istiyordu.[1] Ayaklanmaların başlıca sebepleri:[1]
- Boğazlardaki üstünlüğü korumak isteyen ve Anadolu ile Trakya’daki Kuvâ-yi Milliyecilerin birleşmesine karşı olan Birleşik Krallık’ın kışkırtmaları.
- Birleşik Krallık’ın güdümündeki Damad Ferid Paşa’nın yeniden sadrazam olmak ve Kuvâ-yi Milliyecilerden intikam almak istemesi.
- Birleşik Krallık’ın ayaklanmanın işgalci Yunanistan Krallığı’na karşı direnen millî kuvvetleri zayıf düşüreceğini umması.
- Bazı Kuvâ-yi Milliyecilerin yaptığı bir kısım hatalar.
1. Anzavur Ayaklanması
Sivas Kongresi sonrasında İstanbul Hükûmeti, Kuvâ-yi Milliyecilerin dine ve halifeye karşı oldukları propagandasıyla halkı kışkırtıyordu. Eski bir jandarma subayı olan Anzavur Ahmed’i de Kuzey Ege ve Marmara bölgelerindeki direnişi kırmakla görevlendirdi. Anzavur Ahmed Eylül 1919’da Biga, Gönen ve Manyas’ta Kuvâ-yi Milliye karşıtı çalışmalara başladı. 1 Ekim 1919’da başlayan ayaklanmayla, 12 Kasım 1919’da silahlı adamlarıyla Susurluk’a girdi. Ama Kirmastı (Mustafa Kemal Paşa) yakınlarında Çerkes Ethem kuvvetlerine yenildi.
2. Anzavur Ayaklanması
Anzavur Ahmed, Şubat 1920’de ikinci kez ayaklandı. Gâvur İmam adlı bir başka ayaklanmacının denetimindeki Biga’yı üs edindi. Ardından Gönen, Manyas, Ulubat, Susurluk, Bandırma ve Karacabey’i ele geçirdi. Çerkes Ethem ve Danişmentli İsmail Efe komutasındaki Kuva-i Seyyare güçleri, zorlu bir savaşın ardından 16 Nisan 1920’de Anzavur Ahmed’in kuvvetlerini dağıttılar.[1] Bunun üzerine 19 Nisan’da Karabiga’ya kaçan Anzavur oradan da bir Britanya gemisiyle İstanbul’a dönmüştür. Böylece, Batı Cephesi’nin oluşturulmasını ve Yunan işgalinin durdurulmasını geciktiren Anzavur Ayaklanması Nisan ayı sonunda kesin olarak bastırılmış oldu.
3. Anzavur Ayaklanması
Süleyman Şefik Paşa kendisine sonradan katılan Anzavur Ahmet ile anlaşmazlığa düşünce İstanbul’a dönmüş ve Kuvayı İnzibatiye’nin başına Yarbay Senai geçmiştir. Kuvayı İnzibatiye’nin bu dönemdeki amacı Geyve boğazını alarak Eskişehir istikametinin yolunu açmaktır. Bu amaçla top ve makineli tüfeklerle pekiştirilmiş 2.000 kişilik bir kuvvetle Geyve boğazına taarruza karar verilmiştir.[2] Anzavur Ahmet’in komutası altında 15-16-17 Mayıs’ta saldırılar gerçekleştirilmiş, her defasında geri püskürtülen Anzavur Adapazarı’ndan ayrılarak İstanbul’a dönmüştür.[2] 23 Mayıs’ta yeniden temas edilen Kuvayı İnzibatiye birlikleri ağır bir yenilgiye uğratılmış, 3 subay, 40 kadar er esir edilmiş, 4 topla 4 makineli tüfek ve çok sayıda malzeme ele geçirilmiş, Sapanca ve Adapazarı kurtarılmıştır.[2]
- 1925 – Tanin gazetesi süresiz kapatıldı.
![]() Tanin gazetesi, 21 Temmuz 1944. Gazete, Adolf Hitler’e yapılan suikast girişimini konu alıyor.
|
|
Tür | Gazete |
---|---|
Kuruluş tarihi | 1908 |
Dil | Türkçe |
Son yayım tarihi | 1947 |
Genel merkez | İstanbul |
Tanin, II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’da yayınlanan İttihatçı bir gazete.
Hüseyin Cahit tarafından çıkarılan gazete, Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında ulusal direnişi destekleyen gazeteler arasında yer aldı. Yayını aralıklı olarak 1947’ye kadar sürdürdü.
Gazete, 1908’de Servet-i Fünûn dergisi başyazarı Hüseyin Cahit ile, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım Kadri tarafından kuruldu. Gazete çıkarma fikrini Hüseyin Kazım Kadri önermiş, adını Tevfik Fikret koymuştu.[1] İlk sayısı 1 Ağustos 1908’de yayınlandı. Hüseyin Cahit Bey’in yönettiği gazete, İttihat ve Terakki Partisi ile özdeşleşti; İttihatçıların fikirlerini savunup siyasal hayatı etkiledi. Tevfik Fikret ve Kazım Kadri, bir süre sonra gazeteden ayrıldı. Gazetenin yazı kadrosunda İttihat ve Terakki Fırkası’ndan mebus seçilen Hüseyin Cahit’in yanı sıra Falih Rıfkı (Atay), Enis Avni (Aka Gündüz), Fazıl Ahmet (Aykaç) yer aldı. İttihatçıların dış politikadaki akıl hocası olarak tarif edilen Babanzade İsmail Hakkı, dış politika makaleleri ile gazetede önemli rol oynadı.[2]
Tanin matbaası 31 Mart Ayaklanması sırasında gerici güçler tarafından basıldı. Romanya’ya kaçan Hüseyin Cahit, Mehmet Reşat’ın tahta çıkarıldığı 27 Nisan 1909’da yurda dönerek gazeteyi çıkarmaya devam etti. Gazete, daha sonra da çeşitli saldırılara uğradı.
Tanin, Hükümete yönelik eleştiriler yayınlaması nedeniyle 1912’de kapatıldı. Bu sefer Viyana’ya kaçan Hüseyin Cahit, Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra 31 Ocak 1913’te yurda döndü ve yeniden gazeteyi çıkarmaya başladı. Gazete, 30 Ocak 1914’te İttihat ve Terakki tarafından satın alındı. Bu yıllarda, eski yazarlarından Muhiddin Birgen’in Başyazarlığında ve I. Dünya Savaşı’nın şartları içerisinde İttihat ve Terakki liderlerinin fikir ve görüşlerini yansıtacak biçimde ve silik bir gazete şeklinde çıkmıştır. İttihatçı liderlerin ülkeyi terk etmesinden bir gün önce de Fırka, 31 Ekim 1918’de gazetenin yayımına son vermiştir.[1]
İşgal yılları
İstanbul’un işgalinden sonra işgalci İngiliz kuvvetleri tarafından Malta’ya sürgüne gönderilen Hüseyin Cahit, 1922’de sürgünden döndüğünde Tanin‘i yeniden çıkarmak istedi. Tanin adıyla gazete çıkarmasına izin verilmeyince Renin adıyla çıkardığı gazetede ulusal direnişi destekleyen yazılar yayımlandı. Gazete, bir süre sonra yeniden Tanin adıyla çıkmaya başladı.
Gazete, savaş yıllarında ulusal direnişi desteklese de Halifeliğin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı gibi konularda Hüseyin Cahit’in tutumu nedeniyle Ankara Hükümeti tarafından muhalif bir yayın organı olarak kabul edildi. “Dinsel gericilik” tehlikesine karşı Takrir-i Sükun Kanunu çıktıktan sonra 16 Nisan 1925’te süresiz olarak kapatıldı.
Tan Baskını’ndaki rolü
Tanin Gazetesi, 1943-1947 arasında Hüseyin Cahit Yalçın tarafından yeniden çıkarıldı. Yalçın’ın 3 Aralık 1945 günü gazetede yayımlanan “Kalkın Ey Ehli Vatan” başlıklı makalesinde Tan Gazetesi’nin komünizm propagandası yapmakla suçlaması, ertesi gün Tan Baskını’nın gerçekleşmesinde etkili oldu.
Tanin, 14 Kasım 1947’de 1542. sayısı ile yayın hayatına son verdi.
- 1928 – Yüce Divan Cumhuriyet döneminin ilk mahkûmiyet kararını, Yavuz Zırhlısı’nın tamiratında yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle İhsan Eryavuz’a verdi.
Yüce Divan | |
---|---|
Kuruluş | 23 Aralık 1876 | )
Tür | Ceza yargısı |
Yasal statü | Yüksek mahkeme |
Merkez | Ankara |
Başkan | Kadir Özkaya (Anayasa Mahkemesi Başkanı) |
Başkan Vekili | Hasan Tahsin Gökcan (Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili) |
Cumhuriyet Başsavcısı | Muhsin Şentürk (Yargıtay C. Başsavcısı) |
Cumhuriyet Başsavcıvekili | Rıdvan Gündoğdu (Yargıtay C. Başsavcıvekili) |
Ana kurum | Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi |
Resmî site | AYM Yüce Divan Yargılamaları |
Eski adı | Divân-ı Âli |
Yüce Divan, Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin; Cumhurbaşkanını, TBMM Başkanını, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, bakanları, yüksek yargı mensuplarını, Genelkurmay Başkanını ve kuvvet komutanlarını görevleriyle ilgili suçlarından ötürü yargılarken kullandığı sıfattır.[1] Mahkemenin bu yetkisi Anayasa’nın 148. maddesinin 6. fıkrasına dayanır.[2]
Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır. Divanın savcılık görevini Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ya da vekili yürütür. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğine göre Yüce Divan kararlarına yeniden inceleme yolu açılmıştır.[3] Genel Kurulun yeniden inceleme sonucu aldığı kararlar kesindir.
Tarihçe
[değiştir | kaynağı değiştir]
1876 tarihli Osmanlı anayasası Kanun-ı Esasi, padişah ve devlet aleyhinde suç işleyen bakanlar ile Mahkeme-i Temyiz (Yargıtay) Reis ve Âzalarının yargılanması için dokuz üyeli Daire-i İthamiye (Savcılık) ve 21 üyeli Divan-ı Hüküm adlı iki kısımdan kurulu, Divânı-ı Âli adlı müstakil bir mahkeme öngörmüştür.[4] Bu mahkeme Yüce Divanın Türk hukuk sistemindeki ilk örneğidir.
1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu; görevleri dolayısıyla işledikleri suçlardan ötürü, icra vekillerini (bakanları), Şura-yı Devlet (Danıştay) ile Temyiz Mahkemesi (Yargıtay) Reis ve Azalarını ve Cumhuriyet Başmüddeiumumisini (Cumhuriyet Başsavcısını) yargılaması için Divan-ı Âliyi yeniden düzenlemiştir. Savcılık görevi Cumhuriyet Başmüddeiumumisine verilerek Daire-i İthamiye kaldırılmış ve 21 üyeli tek bir divan kurulmuştur.[5]
1961 ve 1982 Anayasaları, Yüce Divanı müstakil bir mahkeme olarak kurmamış; Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmasını öngörmüşlerdir. Savcılık görevinin Cumhuriyet Başsavcısına verilmesine yönelik hüküm de korunmuştur.[6]
Yüce Divanda yargılanabilen devlet görevlileri
[değiştir | kaynağı değiştir]
Yasama
[değiştir | kaynağı değiştir]
- TBMM Başkanı
Yürütme
[değiştir | kaynağı değiştir]
- Cumhurbaşkanı
- Cumhurbaşkanı Yardımcıları
- Bakanlar
Yargı
[değiştir | kaynağı değiştir]
- Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyeleri
- Yargıtay Birinci Başkanı ve üyeleri
- Danıştay Başkanı ve üyeleri
- Sayıştay Başkanı ve üyeleri
- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili
- Danıştay Başsavcısı
- Hâkimler ve Savcılar Kurulu Başkanvekili ve üyeleri
Komuta Kademesi
[değiştir | kaynağı değiştir]
- Genelkurmay Başkanı
- Kara Kuvvetleri Komutanı
- Deniz Kuvvetleri Komutanı
- Hava Kuvvetleri Komutanı
[7]
Meclis soruşturması ve Yüce Divana sevk
[değiştir | kaynağı değiştir]
Cumhurbaşkanı
[değiştir | kaynağı değiştir]
2017 değişikliği öncesi:
Anayasa’nın 105. maddesine göre cumhurbaşkanı imzaladığı hiçbir karardan sorumlu değildir; kararı ve emirleri aleyhinde yargı organlarına başvurulamaz. Cumhurbaşkanı ancak Meclis üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine ve dörtte üçünün vereceği kararla, vatana ihanetle suçlandırılabilir.
Görevde bulunan veya görevden ayrılmış olan cumhurbaşkanının vatana ihanetten suçlandırılmasını isteyen önerge Meclisi Başkanlığına verildikten sonra derhal Meclisin bilgisine sunulur ve ilgili cumhurbaşkanına bildirilir. Cumhurbaşkanının da dinleneceği bir görüşmeden sonra Meclis, cumhurbaşkanının Yüce Divana sevkine karar verilebilir. Yüce Divana sevk kararında, hangi ceza hükmüne dayanıldığı ve Cumhurbaşkanınca işlendiği ileri sürülen suçun hangi gerekçeyle vatana ihanet sayıldığı da belirtilir.
2017 değişikliği sonrası 105. Madde:
2017 değişikliğiyle Cumhurbaşkanı yürütme görevini tek başına üstlendiğinden yaptığı işlemlerden, eylemlerden ve aldığı kararlardan sorumluluğu bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında meclis soruşturması açılıp sadece görev suçlarından sorumlulukları benimsenmişken; Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açılması ve hem kişisel hem görev suçlarından sorumluluğu benimsenmiştir.
Başbakan (1920-2018) ve Bakanlar
[değiştir | kaynağı değiştir]
Meclis üye tam sayısının en az onda birinin vereceği bir önergeyle görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan başbakan ve bakanlar hakkında, Bakanlar Kurulunun genel siyasetinden veya görevleriyle ilgili işlerden dolayı meclis soruşturması açılması istenebilir. Soruşturma açılabilmesi için cezai sorumluluğu gerektiren fiillerin görev sırasında işlemiş olması gerekir. İlgili bakan veya başbakanın konuşacağı bir görüşmeden sonra, meclis soruşturması açılıp açılmaması hakkında Genel Kurul gizli oyla karar verir.[8]
Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Meclisteki siyasi partilerin, güçleri oranında temsil edilecekleri bir Soruşturma Komisyonu kurulur. Çalışmalarını gizlilikle yürüten Komisyon, kamusal ve özel kuruluşlardan konu ile ilgili bilgi ve belgeler isteyebilir; bunlardan gerekli gördüklerine el koyabilir; Bakanlar Kurulunun tüm araçlarından yararlanabilir; Bakanlar Kurulu üyelerini, diğer ilgilileri, tanık ve bilirkişileri dinleyebilir; adli mercilerden yardım veya hürriyetleri kısıtlayıcı tedbirler isteyebilir. Komisyon, ilgili bakan veya başbakanın savunmasını alır; gerekli gördüğü takdirde alt komisyonlar kurarak çalışmalarını Ankara dışında da taşıyabilir.[8]
Soruşturma Komisyonun sunduğu rapor, Mecliste görüşülerek Genel Kurulda gizli oyla karara bağlanır. Üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ilgili bakan veya başbakan Yüce Divana sevk edilebilir.
Yüce Divana sevk edilen bakan, bakanlıktan düşerdi. Başbakanın Yüce Divana sevki hâlindeyse hükûmet istifa etmiş sayılırdı. 2017 anayasa değişikliği sonrası Anayasanın 113. Maddesinin mülga edilmesi nedeniyle bu uygulama son bulmuştur.
Yargılama süreci
[değiştir | kaynağı değiştir]
Anayasa hükümlerine göre, Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu bakar.
Yüce Divanda sorgusu yapılan sanığın, sonraki oturumlara gelmemesi durumunda duruşmadan vareste tutulma (duruşmaya gelmek zorunda sayılmama) istemi bulunmasa bile gıyabında duruşmaya devam edilerek kamu davası sonuçlandırılabilir. Müdafiyse her zaman duruşmada hazır bulunabilir.
Sanığın sorguya çekilmesi sırasında, üyelerle cumhuriyet başsavcısı ya da vekili, başkanın izni ile sanığa soru sorabilir.
Yüce Divan üyeleri
[değiştir | kaynağı değiştir]
Yüce Divan üyeleri aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin üyeleridir. Görev süreleri 12 yıldır. Ayrıca 65 yaşına gelen üyeler -on iki yılı tamamlamamış olsa bile- yaş haddinden emekliye ayrılır.
# | Adı | Görevi | Görev başlangıcı | Görev bitişi | Kontenjan | Seçen |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | Kadir Özkaya | Başkan | 22 Aralık 2014 | 22 Aralık 2026 | Danıştay | Recep Tayyip Erdoğan |
2 | Hasan Tahsin Gökcan | Başkan Vekili | 24 Mart 2014 | 24 Mart 2026 | Yargıtay | Abdullah Gül |
3 | Basri Bağcı | 6 Nisan 2020 | 6 Nisan 2032 | Yargıtay | Recep Tayyip Erdoğan | |
4 | Engin Yıldırım | Üye | 15 Nisan 2010 | 9 Şubat 2031 | Yükseköğretim Kurulu | Abdullah Gül |
5 | Emin Kuz | 14 Mart 2013 | 12 Mayıs 2024 | Üst düzey yönetici veya avukat | Abdullah Gül | |
6 | Rıdvan Güleç | 17 Mart 2015 | 17 Mart 2027 | Sayıştay | TBMM | |
7 | Recai Akyel | 29 Ağustos 2016 | 29 Ağustos 2028 | Üst düzey yönetici veya avukat | Recep Tayyip Erdoğan | |
8 | Yusuf Şevki Hakyemez | 20 Eylül 2016 | 20 Eylül 2028 | Yükseköğretim Kurulu | Recep Tayyip Erdoğan | |
9 | Yıldız Seferinoğlu | 25 Ocak 2019 | 25 Ocak 2031 | Üst düzey yönetici veya avukat | Recep Tayyip Erdoğan | |
10 | Selahaddin Menteş | 8 Temmuz 2019 | 8 Temmuz 2031 | Recep Tayyip Erdoğan | ||
11 | İrfan Fidan | 25 Ocak 2021 | 25 Ocak 2033 | Yargıtay | Recep Tayyip Erdoğan | |
12 | Kenan Yaşar | 1 Şubat 2022 | 1 Şubat 2034 | Baro Başkanı | TBMM | |
13 | Muhterem İnce | 17 Ekim 2022 | 17 Ekim 2034 | Sayıştay | ||
14 | Yılmaz Akçil | 30 Ocak 2024 | 16 Ağustos 2033 | Danıştay | Recep Tayyip Erdoğan | |
15 | Ömer Çınar | 20 Nisan 2024 | 20 Nisan 2036 | Yükseköğretim Kurulu | Recep Tayyip Erdoğan |
Ayrıca bakınız
[değiştir | kaynağı değiştir]
- Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi
- Türkiye Anayasa Mahkemesi başkanları listesi
Yavuz (muharebe kruvazörü)
![]() SMS Goeben |
|
Tarihçe | |
---|---|
![]() |
|
Adı | Goeben |
Adının geldiği yer/kişi | August Karl von Goeben |
Sipariş | 8 Nisan 1909 |
İnşa eden | Blohm & Voss, Hamburg |
Kızağa konuluşu | 28 Ağustos 1909 |
Denize indirilişi | 28 Mart 1911 |
Görevlendirme | 2 Temmuz 1912 |
Akıbet | Osmanlı İmparatorluğu’na transfer 16 Ağustos 1914 |
Tarihçe | |
![]() ![]() |
|
Adı | Yavuz Sultan Selim |
Adının geldiği yer/kişi | I. Selim |
Satın alınışı | 16 Ağustos 1914 |
Görevlendirme | 16 Ağustos 1914 |
Hizmetten çıkışı | 20 Aralık 1950 |
Adının değişmesi | Yavuz 1936 |
Liste dışı | 14 Kasım 1954 |
Akıbet | 1973’te hurdaya çıktı |
Genel karakteristik | |
Sınıf ve tipi | Moltke sınıfı muharebe kruvazörü |
Deplasman | Tasarım: 22,979 t Tam yük: 25,400 t[1] |
Uzunluk | 186.6 m[1] |
Genişlik | 30 m[1] |
Su çekimi | 9,19 m[1] |
Kurulu güç | Tasarım: 52,000 hp (39,000 kW) Maksimum: 85,782 hp (63,968 kW)[2] |
İtme gücü | 4 pervane, Parsons buhar türbini |
Hız | Tasarım: 25.5 knot (47.2 km/sa; 29.3 mil/sa)
Maksimum: 28.4 knot (52.6 km/sa; 32.7 mil/sa)[1] |
Menzil | 14 knot (26 km/sa; 16 mil/sa) hızla 4,120 deniz mili (7,630 km; 4,740 mil)[1] |
Kişi kapasitesi | 43 subay 1,010 asker[1] |
Silah donanımı | 10 × 28 cm SK L/50 topu (5 × 2) 12 × 15 cm top 12 × 8.8 cm top[1] |
Zırh | Kemer: 280–100 mm Barbetler: 230 mm Taretler: 230 mm Güverte: 76.2–25.4 mm Zırhlı kule: 350 mm[3] |
Yavuz (Kaiserliche Marine’de: SMS Goeben, 1914-1930: Yavuz Sultan Selim, 1930-1936: Yavuz Selim, 1936 – 1954: Yavuz, NATO flama numarası: B70), Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesinde önemli rol oynayan savaş gemisidir.
Alman İmparatorluk Donanması için kardeş gemisi SMS Moltke ile beraber 1911’de Hamburg tersanelerinde yapılan Moltke sınıfı iki gemiden biri olan SMS Goeben, önceki nesil Alman savaş kruvazörü SMS Von der Tann ile benzer bir tasarıma sahipti; ancak boyutları daha büyük, zırh koruması daha fazlaydı ve üzerinde iki ana top bulunan fazladan bir tarete sahipti. İngiliz rakibi Indefatigable sınıfı muharebe kruvazörlerine kıyasla Goeben ve Moltke kayda değer biçimde daha büyük ve daha zırhlıydılar.[a]
1912’de SMS Goeben, hafif kruvazör SMS Breslau ile birlikte Akdeniz Tümeni’ni (Mittelmeer Division) oluşturdu ve Balkan Savaşları boyunca Akdeniz’de devriye görevi üstlendi. 28 Temmuz 1914’te I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Goeben ve Breslau İngiliz Akdeniz Donanması’nın takibinden kaçarak İstanbul’a ulaştılar. İki gemi 16 Ağustos 1914’te Osmanlı Donanması’na verildi. SMS Goeben, Osmanlı hizmetine girdiğinde Yavuz Sultan Selim veya kısaca Yavuz adını aldı. 1936 yılında adı resmen TCG Yavuz (“Türkiye Cumhuriyeti Gemisi Yavuz“) olarak değiştirildi. 1938 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşını İstanbul’dan İzmit’e taşıdı. Yavuz, 1950 yılında hizmetten çekilene dek Türk Deniz Kuvvetleri’nin amiral gemisi olarak görev yaptı.

TCG Yavuz, Alman hükûmetinin Türkiye’nin gemiyi geri almaları teklifini reddetmesinin ardından 1973-1976 yılları arasında söküldü. Alman İmparatorluk Donanması tarafından inşa edilen gemilerin en son söküleni olan Yavuz, aynı zamanda tüm muharebe kruvazörleri ve dretnotlar arasında en uzun süre hizmette kalanıdır.[4]
İnşası
[değiştir | kaynağı değiştir]

Alman İmparatorluk Donanması (Kaiserliche Marine), üçüncü Alman savaş kruvazörü olan Goeben’i 8 Nisan 1909’da “H” geçici adı ve 201 inşa numarasıyla Hamburg’daki Blohm & Voss tersanesine sipariş verdi. Omurgası 19 Ağustos’ta kızağa kondu, teknesinin inşası tamamlandıktan sonra gemi 28 Mart 1911’de denize indirildi. Donatımının tamamlanmasının ardından 2 Temmuz 1912’de Alman Donanması’na katıldı.[1] Adını Fransa-Prusya Savaşı’nda rol alan General August Karl von Goeben’den almaktadır.[5][6]
1911 yılında denize indirilen dördüncü Alman savaş kruvazörü olan Goeben, döneminin en güçlü ve en hızlı gemileri arasına girdi.[7]
Goeben 186.6 metre uzunluğunda, 29.4 metre genişliğinde ve tam yükle 9.19 metre su çekimine sahipti. Geminin normal ağırlığı 22,616 t (22,259 long ton), tam yüklü ağırlığı 25,300 t (24,900 long ton) idi. Goeben, toplam 52,000 shp (39,000 kW) güç üreten iki set Parsons buhar türbini ve 24 kömürle çalışan Schulz-Thornycroft su borulu buhar kazanı ile maksimum saatte 25.5 deniz mili (47.2 km/sa; 29.3 mil/saat) hıza ulaşabiliyordu. Geminin maksimum menzili ise saatte 14 deniz mili (26 km/sa; 16 mil/saat) hızla 4,120 deniz miliydi (7,630 km; 4,740 mil).[1]
Geminin ana silahları 10 adet 28 cm’lik (11 inç) toptu. Bu toplar beş ikiz tarette yer alıyordu. İkincil silahları geminin ortasında kazamatlarda yer alan 12 adet 15 cm’lik (5.9 inç) top ile başta, kıçta ve kumanda kulesiyle kaptan köşkü etrafında yer alan 12 adet 8.8 cm’lik (3.5 inç) toptan oluşuyordu. Gemide ayrıca su hattının altında dört adet 50 cm’lik (20 inç) torpido tüpü bulunmaktaydı.[1] Toplam 32 topu olan zırhlının 28 cm’lik ana toplarının atış menzili 23.700 metreydi. Topların akıllıca yerleştirilmeleri sayesinde ağır topların tümünü aynı anda atışa yönlendirebilme olanağına sahipti. Hatta bunu sağlamak için kanat taretlerinden birinin diğer yöne güverte üzerinden aşırtarak atış yapabiliyordu.[6]
Balkan Savaşları
[değiştir | kaynağı değiştir]

Ekim 1912’de Birinci Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Alman Genelkurmayı, Alman gücünü Akdeniz’de gösterecek bir Akdeniz Kuvveti (Mittelmeer-Division) kurulmasına karar vererek Goeben ile hafif kruvazör Breslau’yu İstanbul’a gönderdi. İki gemi 4 Kasım’da Kiel’den yola çıkarak 15 Kasım 1912’de İstanbul’a vardılar. Nisan 1913’ten sonra Goeben, aralarında Venedik, Pula ve Napoli’nin de bulunduğu birçok Akdeniz limanını ziyaret ettikten sonra Arnavutluk sularına yöneldi. Bu yolculuğun ardından filo tekrar Pola’ya döndü ve 21 Ağustos-16 Ekim 1913 arası bakım için Pola’da kaldı.[8]
29 Haziran 1913’te İkinci Balkan Savaşı’nın başlamasıyla Akdeniz Kuvveti tekrar bölgede konuşlandı. 23 Ekim 1913’te Konteramiral Souchon, kuvvetin komutasını devraldı. Goeben ve Breslau Akdeniz’deki faaliyetlerine devam etiler ve I. Dünya Savaşı başlayana kadar 80 civarında liman ziyaret ettiler.[8] Donanma, Goeben’i kardeş gemi SMS Moltke ile değiştirmeyi planladıysa da, Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da suikasta uğraması ve ardından Büyük Güçler arasında gittikçe tırmanan gerilim bu planın uygulanmasını engelledi.[9]
Suikastin ardından Amiral Souchon İtilaf Devletleri ile İttifak Devletleri arasında savaşın kaçınılmaz olduğunu değerlendirdi ve gemilerine bakım için Pola’ya gitme emrini verdi.[8] Almanya’dan gelen mühendisler gemi üzerinde bakım çalışması yaptı.[10] Goeben‘in 4.460 kazan borusu değiştirildi ve gemi genel bir bakımdan geçirildi. Bakımların tamamlanmasının ardından gemiler Messina’ya doğru yola çıktılar.[8]
Birinci Dünya Savaşı
[değiştir | kaynağı değiştir]
Goeben ve Breslau’nun takibi
[değiştir | kaynağı değiştir]


Kayzer II. Wilhelm, savaş çıkması durumunda Goeben ve Breslau’nun ya batı Akdeniz’de akınlar yaparak Kuzey Afrika’daki Fransız askerlerinin Avrupa’ya dönmesini engellemesini,[10] ya da Cebelitarık’tan geçip Atlas Okyanusu’na çıkarak Alman sularına dönmesini emretmişti. Hangi görevi yapacakları, filo komutanının taktik duruma göre vereceği karara bağlıydı.[11] 3 Ağustos 1914’te iki gemi Cezayir’e doğru yoldayken Amiral Souchon Almanya’nın Fransa’ya savaş ilan ettiği haberini aldı. Kayzer’in emrine uyan Goeben Philippeville (bugünkü Skikda, Cezayir) kentini 10 dakika boyunca bombaladı. Bu sırada Breslau da Bône (bugünkü Annâbe) şehrini bombalamaktaydı.[12] Kayzer’in emirlerini açıkça hiçe sayan amiraller Alfred von Tirpitz ve Hugo von Pohl, Kayzer’e bilgi vermeden Souchon’a bombardımanın ardından İstanbul’a hareket etme emri verdiler.[11]
Goeben‘in İstanbul’a ulaşacak kadar kömürü olmaması sebebiyle Souchon, gemilerini Messina’ya yönlendirdi. Almanlar, İngiliz muharebe kruvazörleri HMS Indefatigable ve HMS Indomitable ile karşılaştılar ancak Almanya henüz İngiltere ile savaşa girmediği için bir çatışma olmadı. İngiliz gemileri Goeben ve Breslau‘yu takibe aldılar, fakat Almanlar İngilizlerden kaçmayı başararak 5 Ağustos’ta Messina’ya vardılar.
Messina’da yakıt ikmali, İtalya’nın 2 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etmesi sebebiyle karmaşık bir hal aldı. Uluslararası kurallara göre savaş gemileri, tarafsız bir limanda en fazla 24 saat kalabiliyorlardı.[12][13] Limandaki Alman taraftarı İtalyan denizcilik otoritesi, Goeben ve Breslau’nun limanda 36 saat kalarak bir Alman kömür gemisinden kömür ikmali yapmalarına izin verdi.[14] Fazladan geçen zamana rağmen Goeben‘in kömür depoları İstanbul’a varacak kadar yakıtla doldurulamamıştı, bu sebepten Amiral Souchon Ege Denizi’nde bir başka Alman kömür gemisiyle buluşma ayarladı.[12] Fransız komutan Amiral Lapeyrère, Almanların ya Akdeniz’den çıkış yapacağını ya da Pola’ya giderek Avusturya donanması ile buluşacağını düşünüyordu. Bu nedenle Fransız Akdeniz filosu batı Akdeniz’de kaldı.[15]
Souchon’un iki gemisi, 6 Ağustos gününün erken saatlerinde Messina Boğazı’nın güneyinden geçerek limandan ayrılıp Doğu Akdeniz’e doğru yola çıktılar. Peşlerindeki iki İngiliz muharebe kruvazörü 100 mil gerilerindeydi, üçüncü İngiliz muharebe kruvazörü HMS Inflexible ise Bizerte, Tunus’ta kömür almaktaydı. Souchon’un yolundaki tek İngiliz kuvveti Tümamiral Ernest Troubridge komutasında zırhlı kruvazörler HMS Defence, HMS Black Prince, HMS Duke of Edinburgh ve HMS Warrior‘dan oluşan[16] 1. Kruvazör Filosu’ydu.[17]
Almanlar, Troubridge’i şaşırtmak amacıyla öncelikle Adriyatik Denizi’ne yöneldiler. İngiliz filosu, Almanları Adriyatik’in girişinde karşılamak için yola koyuldu. Hatasının farkına varan Troubridge, rotasını tersine çevirdi ve hafif kruvazör HMS Dublin ve iki destroyerine Almanlar üzerine torpido saldırısı yapma emrini verdi. Breslau‘nun gözcülerinin İngiliz gemilerini farketmesi üzerine iki Alman gemisi de karanlıktan yararlanarak takipçilerinden kaçmayı başardılar. Goeben‘in 28 cm’lik toplarına karşı elindeki dört eski zırhlı kruvazörle çıkmanın intihar olacağını düşünen Troubridge 7 Ağustos günü erken saatlerde kovalamacayı bıraktı.[18] Souchon için İstanbul yolu böylece açılmış oldu.[19]
Goeben, Nakşa açıklarında kömür depolarını doldurdu.[19] 10 Ağustos günü öğleden sonrası iki gemi Çanakkale Boğazı’na girerek bir Osmanlı öncü gemisi rehberliğinde Marmara Denizi’ni geçtiler.[20] Tarafsızlık kurallarının çevresinden dolanmak için 16 Ağustos’ta Almanlar iki geminin Osmanlı Donanması’na katıldığını ilan ettiler. 23 Eylül’de Amiral Souchon Türk donanmasının komutasına getirildi. Goeben yeniden adlandırılarak Yavuz Sultan Selim, Breslau ise Midilli isimlerini aldılar. Gemilerin Alman mürettebatı Osmanlı üniformaları giydiler ve fes taktılar.[21]
Karadeniz Operasyonları
[değiştir | kaynağı değiştir]
1914
[değiştir | kaynağı değiştir]

29 Ekim’de Yavuz, Çarlık Rusyası’na karşı ilk operasyonuna çıkarak Sivastopol limanını bombaladı. Bombardıman sırasında Osmanlı İmparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemişti. Bombardıman sırasında 25.4 cm’lik (10 inç) bir top mermisi Yavuz‘un arka bacasına isabet etti ancak patlamadı ve önemsiz bir hasara yol açtı.[22] Geminin aldığı başka iki isabet de küçük çaplı hasar yarattı. Yavuz ve eskortları bombardıman sırasında aktif olmayan bir Rus deniz mayını tarlasından geçtiler.[23] Türk sularına dönüş yolunda Yavuz, Rus mayın gemisi Prut ile karşılaştı ancak Prut güvertesindeki 700 mayınla kendini batırdı.[24] Bu karşılaşma sırasında Prut‘a eskortluk yapan Rus destroyeri Leytenant Puşçin ise Yavuz‘un ikinci bataryasından açılan ateşten isabet eden iki 15 cm’lik mermi ile hasara uğratıldı. Bombardımana tepki olarak Rusya, 1 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na katılmasına sebep oldu. 3 Kasım’da Fransız ve İngiliz gemileri Çanakkale Boğazı’ndaki Türk savunma tabyalarını bombaladı, iki gün sonra da resmen savaş ilan ettiler.[22] Frut ve Leytenant Puşçin gemilerinin başına gelenleri göz önünde bulunduran Rusya, tüm Karadeniz filosunu bir araya toplayarak Yavuz‘un tüm donanma gemilerini teker teker batırmasının önüne geçmeye çalıştı.[25]
Yavuz ve Midilli, 18 Kasım’da Trabzon’un bombardımanından dönen Rus Karadeniz Filosu’yla Kırım’ın 17 deniz mili (31 km; 20 mil) açığında karşılaşarak Sarıç Burnu Muharebesi’ne girişti. Öğle saatleri olmasına rağmen hava sisliydi ve filoların büyük gemileri birbirlerini ilk başta göremediler. Rus Karadeniz Filosu, 1905 Rus-Japon Savaşı’nın deneyimiyle savaştan önce birçok geminin ateşinin bir ana gemi tarafından yönlendirilerek tek bir düşman üzerine yoğunlaştırılmasına dayanan bir savaş taktiği geliştirmişti. Rus zırhlısı Yevstafi, filonun ana gemisi İoann Zlatoust zırhlısı Yavuz‘u görene dek ateş etmedi. Ana gemiden Yevstafi‘ye ulaşan hatalı atış komutları, geminin kendi hesabı olan 7.000 metreden 4.000 metre fazlasına göreydi, bu sebepten Yevstafi, Yavuz dönüp ana bataryasından ateş etmeye başlamadan önce kendi hesaplarına göre ateş açtı.[26] Rus gemisinin ilk salvosundan bir 12 inçlik mermi, Yavuz‘un 15 cm’lik ikincil bataryalarından birinin kazamat zırhını kısmen delerek ateşlenmeye hazır cephanelerin bir kısmını havaya uçurdu ve silahın tüm mürettebatının ölümüne yol açan bir yangın başlattı.[27] Toplam 13 mürettebat öldü, üç mürettebat ise yaralandı.[22]
Yavuz ateşe karşılık verdi ve Yevstafi‘yi orta bacasından vurdu; isabet eden mermi bacadan geçip ateş kontrol telsizinin antenini parçaladı. Telsiz bağlantısını kaybeden Yevstafi, Ioann Zlatoust‘un hatalı menzil ölçümünü düzeltemeyince filonun geri kalanı ya hatalı atış komutlarını kullandılar ya da Yavuz‘u hiç göremediler ve hiçbir isabet kaydedemediler. Bu sırada Yavuz, Yevstafi zırhlısını dört kez daha vurdu, mermilerden biri patlamadı.[27] Tümamiral Wilhelm Souchon 14 dakikalık muharebenin ardından temas kesmeye karar verdi.[28] Atılan 19 mermiden isabet eden dört 28 cm’lik (11 inç) mermi toplam 34 Rus mürettebatı öldürdü, 24’ünü yaraladı.[29]
Sonraki ay, 5-6 Aralık’ta Yavuz ve Midilli asker nakliye hatlarını korudu, 10 Aralık’ta ise Yavuz Batum’u bombaladı.[22] 23 Aralık’ta Yavuz ve Hamidiye üç taşıma gemisine Trabzon’a dek eskortluk yaptı. 26 Aralık’ta başka bir asker transferi operasyonundan dönerken Yavuz, İstanbul Boğazı girişinin bir deniz mili açığında bir mayına çarptı.[30] Geminin sancak tarafında, komuta kulesinin altında patlayan mayın geminin teknesinde 50 metrekarelik bir delik açtı ancak su geçirmez torpido bölmesi hasar görmedi. İki dakika sonra Yavuz bu kez iskele tarafından başka bir mayına çarptı. İkinci mayın iskele ana top bataryasının hemen ön kısmında 64 metrekarelik bir delik daha açtı. Su geçirmez bölmeler 30 cm kadar çöktü ancak geminin daha fazla su almasını engelledi. Ancak gemi açılan iki delikten toplamda 600 ton su almıştı.[22] Osmanlı İmparatorluğu’nda Yavuz‘un tamiri için yeterli büyüklükte bir tersane olmadığı için tamiratlar gemi etrafına geçici sandık barajlar kurularak ve gemideki su boşaltılarak gerçekleştirildi. Gemideki delikler betonla kapatıldı. Beton yamalar kalıcı tamirat yapılana dek birkaç yıl boyunca iş gördüler.[30]
1915
[değiştir | kaynağı değiştir]

Hâlâ hasarlı olan Yavuz, 28 Ocak ve 7 Şubat’ta iki kez Boğaziçi’nden çıkarak Rus donanmasından kaçması için Midilli‘ye ve Hamidiye kruvazörüne yardım etti. Daha sonra mayın hasarının tamiri için mayıs ayına dek tamirde kaldı.[30]
1 Nisan’da Yavuz, tamiri tamamlanmadığı halde Midilli ile beraber bir kez daha İstanbul’dan ayrılarak Hamidiye ve Mecidiye kruvazörlerinin Odessa bombardıman görevinden dönüşlerinde korumaya gitti. Hamidiye ve Mecidiye, şiddetli akıntılar nedeniyle rotalarından 15 deniz mili saptılar, rota düzeltmesinin ardından Odessa’ya yöneldiler ancak Mecidiye bir mayına çarparak batınca saldırı iptal edildi.[31] Bu sıralarda Yavuz ve Midilli Sivastopol açıklarına varıp iki buharlı kargo gemisi batırdı. Rus filosu gün boyunca iki gemiyi takip etti, gün batımında ise birçok destroyeri torpido saldırısı için ana filodan bağımsız gönderdi. Sadece Gnevny destroyeri iki gemiye yeterince yaklaşıp bir torpido atışı yaptı ancak ıskaladı. Yavuz ve Midilli İstanbul’a hasar görmeden döndüler.[32]
25 Nisan’da Rus donanması, müttefiklerin Gelibolu çıkarması ile aynı günde İstanbul Boğazı’nın girişindeki tabyaları bombaladı. İki gün sonra Yavuz, müttefik askerlerini bombalamak için Turgut Reis drednot-öncesi zırhlısı ile birlikte Çanakkale Boğazı’na doğru yola çıktı. Şafakta HMS Queen Elizabeth tarafından salınan bir gözetleme balonu iki gemiyi bombardıman pozisyonu alırken tespit etti. Queen Elizabeth tarafından atılan ilk 15 cm’lik mermi Yavuz‘un çok yakınına düşünce Yavuz ateş pozisyonundan çıkıp denize inen uçurumların yakınına yol aldı, bu sayede İngiliz gemisinin toplarının ateş alınından çıktı.[33] 30 Nisan’da Yavuz bir kez daha ateş açmak için pozisyon aldı ancak bu kez de Çanakkale’deki Türk karargahını bombalamak içi pozisyon alan ön dretnot zırhlı HMS Lord Nelson tarafından görüldü. İngiliz gemisi Yavuz görüş alanından çıkana dek beş isabetsiz atış yapabildi.[34]
1 Mayıs günü Rus donanmasının İstanbul Boğazı girişindeki tabyaları bir kez daha bombalaması üzerine Yavuz, Beykoz koyuna doğru yola çıktı. 7 Mayıs civarı Yavuz bir kez daha Karadeniz’e açılarak Sivastopol’e dek Rus gemilerini aradı ancak bulamadı. Ana toplarında az cephane kalması sebebiyle Sivastopol’ü bombalamadı. 10 Mayıs sabahı dönüş yolundayken gemi gözcüleri iki Rus ön-dretnotu olan Tri Sviatitelia ve Pantelimon gemilerini gördüler. Yavuz iki gemiyle çatışmaya girdi. Çatışmanın ilk 10 dakikasında Yavuz ciddi bir hasara yol açmayan iki isabet alınca Amiral Souchon çatışmayı keserek Rus hafif gemilerinin takibinde İstanbul’a yöneldi. Yavuz‘un çatışma boyunca ateşlediği 160 mermiden hiçbiri düşman gemilerine isabet etmedi.[35][36] Mayıs ayının ilerleyen günlerinde geminin 15 cm’lik toplarından ikisi kıyıda kullanılmak üzere gemiden söküldü.[1] Kıç güvertedeki dört adet 8.8 cm’lik top da aynı zamanda gemiden söküldü,[37] 1915 sonlarında bu silahlar yerine dört adet 8.8 cm’lik uçaksavar topu monte edilecekti.[38]

18 Temmuz’da Midilli bir kez daha mayına çarparak 600 ton su aldı. Hasarlı gemi Zonguldak’tan İstanbul’a kömür taşıyan konvoylara eskortluk edemeyecekti. Bu durum üzerine Yavuz eskortluk görevine getirildi. 10 Ağustos’ta Yavuz, Hamidiye ve üç torpido botu eşliğinde yol alan beş kömür gemisinde oluşan konvoyu koruma görevine çıktı. Yolculuk esnasında Rus denizaltısı Tyulen konvoya saldırarak kömür gemilerinde birini batırdı. Ertesi gün Tyulen ve başka bir denizaltı Yavuz‘a saldırmayı denedi ancak atış pozisyonu almayı başaramadılar.[39]
5 Eylül’de Rus destroyerleri Bystry ve Pronzitelni, Hamidiye ve iki torpido bot eşliğinde bir Türk konvoyuna saldırdılar. Hamidiye‘nin 15 cm’lik topları çatışma sırasında görev dışı kalınca Yavuz çatışmaya gönderildi ancak çok geç kalmıştı. Yavuz vardığında Türk kargo gemileri, Ruslar tarafından ele geçirilmemeleri amacıyla karaya oturtulmuştu.[39]
21 Eylül’de Yavuz, Türk kömür gemilerine saldıran üç Rus destroyerini uzaklaştırmak için bir kez daha İstanbul’dan demir aldı. Konvoy eskortluğu görevleri, 14 Kasım’da Rus denizaltısı Morzh İstanbul Boğazı’nın hemen girişinde Yavuz‘a iki torpido ateşleyip neredeyse vurduğunda sona erdi. Amiral Souchon Yavuz‘un karşı karşıya olduğu riskin çok fazla olması sebebiyle konvoy sistemini askıya aldı. Bunun yerine sadece Zonguldak’tan İstanbul’a bir gecede varabilecek kadar hızlı olan gemilerin yola çıkmasına izin verildi. Zonguldak’tan yola çıkan gemiler İstanbul Boğazı girişinde pusudaki denizaltılara karşı savunma sağlayacak olan torpido botlar ile buluşacaklardı.[40] Yaz sonunda iki yeni Rus dretnotu İmperatritsa Mariya ve İmperatritsa Yekaterina Velikaya gemilerinin tamamlanması, Yavuz‘un faaliyetini daha da zorlaştırdı.[41]
1916-17
[değiştir | kaynağı değiştir]

Amiral Souchon, 8 Ocak’ta Yavuz‘u Zonguldak’tan gelen boş bir taşıma gemisini bölgedeki Rus destroyerlerinden koruması için bölgeye gönderdi ancak Ruslar Yavuz varmadan önce gemiyi batırdılar. Dönüş yolculuğunda Yavuz, Imperatritsa Ekaterina ile karşılaştı. İki gemi 18.500 metre mesafeden başlayarak topçu düellosuna giriştiler. Yavuz güneybatıya yöneldi ve çatışmanın ilk dört dakikasında ana toplarından beş salvo ateşledi. İki gemi de rakibini vurmayı başaramadı ancak yakınına düşen mermilerin şarapnelleri Yavuz‘a isabet etti.[42] Normalde Imperatritsa Ekaterina‘dan çok daha hızlı olmasına rağmen Türk muharebe kruvazörünün teknesi bakımsızlıktan midye bağlamıştı ve pervane şaftları kötü durumdaydı. Yavuz, bu yüzden 23.5 knot (43.5 km/sa; 27.0 mph) hıza ulaşabilen güçlü Rus gemisinden kaçmakta zorlandı.[43][b]
Ruslar, Kafkasya’daki çatışmalarda ciddi miktarda osmanlı toprağı ele geçirmişlerdi. Rus ordusunun daha fazla ilerlemesini engelleme amacıyla Yavuz, cepheye asker taşımakla görevlendirildi. 429 subay ve asker, bir dağ topçu bataryası, makineli tüfek ve havacılık birlikleri, 1000 tüfek ve 300 sandık cephane Yavuz tarafından 4 Şubat’ta Trabzon’a taşındı.[44] 4 Mart’ta Rus donanması makineli tüfek ve atlarıyla beraber 2.100 asker gücünde bir birliği Pazar limanının iki yanına indirdiler. Türk birlikleri baskına uğramış, ilçeyi boşaltmak zorunda kalmışlardı.[45] Bir diğer çıkarma da Trabzon’un 5 mil doğusundaki Kavata koyunda gerçekleşti.[46] Haziran sonlarında Türkler karşı saldırıya geçerek Rus cephesini 35 kilometre (20 mil) kadar yardılar. Yavuz ve Midilli Türk saldırılarını desteklemek için birçok kıyı operasyonunda bulundular. 4 Temmuz’da Yavuz Tuapse limanını bombalayarak bir buharlı gemi ve bir motorlu uskuna batırdı.[47] Türk gemileri, iki Rus dretnotu Sivastopol’den ayrılıp onlara saldırmadan geri dönebilmek için kuzeye yöneldiler. Gemiler İstanbul’a dönünce,[48] Yavuz eylül ayına dek sürecek olan pervane şaftı bakımına alındı.[49]
Osmanlı’nın içinde bulunduğu kömür kıtlığı gittikçe kötüleşince, Amiral Souchon Yavuz ve Midilli‘nin faaliyetlerine 1917 boyunca ara verme kararı aldı.[50] Eylül ayında Koramiral Rebeur-Paschwitz Amiral Souchon’un yerine gemilerin komutasını aldı. Bolşevik devriminin ardından Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Aralık 1917’de ateşkes ilan edilmesi ve Mart 1918’de Brest-Litovsk Barış Antlaşması’nın imzalanması sonucunda Anadolu’dan tekrar kömür sevkiyatı başladı.[51]
1918
[değiştir | kaynağı değiştir]

20 Ocak 1918’de Yavuz ve Midilli Koramiral Rebeur-Paschwitz komutasında Çanakkale Boğazı’ndan çıktılar. Rebeur-Paschwitz’un amacı Filistin cehpesindeki İtilaf Devletleri gemilerini kendi üzerine çekerek Türk askerlerini rahatlatmaktı.[51] Boğaz çıkışında Yavuz, İmroz (Gökçeada) Deniz Muharebesi olarak adlandırılan çatışmada, Gökçeada’da demirli duran ve kendilerini koruması gereken ön-dretnotlar tarafından korunmayan iki İngiliz savaş gemisi HMS Raglan ve HMS M28‘i gafil avlayarak batırdı. Rebeur-Paschwitz daha sonra Mondros Limanı’na saldırmaya karar verdi, orada İngiliz ön-dretnotu HMS Agamemnon Türk gemilerine saldırmak için istim alarak hazırlık yapıyordu.[52] Yolculuk sırasında Midilli birçok mayına çarparak battı,[51] Yavuz da üç mayına çarpmıştı.[53] İngiliz destroyerleri HMS Lizard ve HMS Tigress‘in takibi altında Çanakkale’ye doğru çekilen[54] Yavuz, Çanakkale Boğazı girişinde Nağra Burnu dolaylarında bilinçli olarak karaya oturtuldu.[51] İngilizler karaya oturmuş olan Yavuz‘a Kraliyet Donanması Hava Kuvvetleri’nin 2. filosunun bombardıman uçaklarıyla saldırı düzenlediler ve iki isabet sağladılar ancak uçakların attığı hafif bombalar gemiye ciddi bir hasar veremedi. Monitör tipi savaş gemisi HMS M17 24 Ocak gecesi Yavuz‘a topçu ateşi açtı ancak yalnızca on mermi attıktan sonra Türk sahil bataryalarının ateşinden kaçmak zorunda kaldı.[55] HMS M17‘den sonra HMS E14 denizaltısı gemiyi batırması için görevlendirildi ancak geç kalmıştı;[56] eski Alman ön dretnotu Turgut Reis Yavuz‘u kurtararak İstanbul’a kadar çekti.[57] Yavuz ciddi bir hasar almıştı, bir kez daha gemi teknesini onarmak için geçici sandık barajlar kuruldu,[58] tamiratlar 7 Ağustos-19 Ekim arası sürdü.[57]
Yavuz, Brest-Litovsk Antlaşması imzalandıktan sonra 30 Mart 1918’de Osmanlı mütareke komisyonu üyelerini taşıyan gemilere Odessa’ya kadar eskortluk yaptı. İstanbul’a dönüşünün ardından mayıs ayında tekrar denize açılarak Sivastopol’e vardı, burada teknesi temizlendi ve tamir edildi. Yavuz ve birçok destroyer 28 Haziran’da kalan Sovyet savaş gemilerini enterne etmek[59] üzere Novorossiysk’e doğru yola çıktı ancak Türk gemileri vardıklarında Sovyet gemileri mürettebatları tarafından batırılmışlardı. Destroyerler bölgede kaldı, Yavuz ise Sivastopol’e döndü. 14 Temmuz’da gemi kuru havuza alını ve savaşın sonuna dek orada kaldı.[60] Sivastopol’deyken teknenin altındaki midyeler temizlendi. Yavuz daha sonra İstanbul’a döndü, burada mayın hasarının tamiri için beton sandık barajlar kurularak 7 Ağustos-19 Ekim arası mayından hasar gören üç kısımdan biri tamir edildi.[43]
2 Kasım’da Alman donanması geminin mülkiyetini resmi olarak Türk hükûmetine devretti.[61] Sevr Antlaşması şartları gereği Yavuz‘un savaş tazminatı olarak İngiliz Kraliyet Donanması’na teslim edilmesi gerekliydi. Ancak Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı dolayısıyla Sevr Anlaşması uygulanamadı. Türklerin Kurtuluş Savaşı’ndaki zaferi üzerine 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nda ise yeni Türkiye Cumhuriyeti, Yavuz da dahil olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nun donanmasının büyük bir kısmını elde tutmayı başardı.[62]
I. Dünya Savaşı sonrası ve Cumhuriyet dönemi
[değiştir | kaynağı değiştir]




Türkiye tarafından 1920’ler boyunca ortaya konan birçok denizcilik politikası arasında tek tutarlı nokta, Yavuz‘un onarılarak yeni cumhuriyetin donanmasının amiral gemisi olmasıydı.[63] Gemi 1926 yılına dek İzmit’te atıl durumda kaldı; sadece iki kazanı çalışır durumdaydı, hareket edemiyordu ve 1918 yılında çarptığı iki mayından kalan hasar hala tamir edilmemişti.[64][65][66] Açık denizde batma riski çok fazla oluğu için Yavuz‘u tamiratlar için başka bir ülkeye göndermek mümkün değildi, bu sebeple yeterli bütçe ayrıldıktan sonra Almanya’dan 26.000 tonluk bir yüzer havuz satın alındı.[67] Aralık 1926’da Fransız şirketi Atelier et Chantiers de St. Nazaire-Penhöet ile geminin Gölcük Donanma Tersanesi’nde tam bir onarım ve yenilemeye girmesi konusunda anlaşmaya varıldı.[65] Tamiratlar 1927 yılında başladı ancak tamiratlar esnasında yüzer havuzun birçok bölümü çöktü. Yavuz bu çökmeden hafif hasar gördü, yüzer havuzun tamiratı geminin onarım sürecinin uzamasına sebep oldu. Denizcilik Bakanı İhsan Eryavuz yüzer havuzun alımında yolsuzluk yapılmasına ilişkin soruşturma sonucunda görevden alındı ve milletvekilliği düşürüldü.[67] Yolsuzluk iddiaları sonucunda gecikmeler arttı ve sonunda Denizcilik Bakanlığı lağvedildi. Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, yolsuzluk soruşturmasının ardından tüm donanma inşa programlarını yavaşlattı. Yavuz‘un tamirinin devamı, Eylül 1928’de Yunan Donanması’nın Ege Denizi’nde yaptığı büyük çaplı tatbikatın ardından Türk hükûmetinin Yunan deniz üstünlüğüne karşı önlem alma kararını vermesinden sonra önem kazandı.[68] Türk hükûmeti ayrıca İtalyan tersanelerine dört destroyer ve iki denizaltı siparişi verdi.[69] Bunun üzerine Yunan hükûmeti, Türklere 10 yıl boyunca deniz kuvvetlerinin sınırlandırılmasına ilişkin Washington Denizcilik Antlaşması benzeri bir anlaşma yapma teklifi sundu. Teklife göre Yavuz tekrar hizmete alınmayacak, Yunanlar ise iki yeni kruvazör inşa etme hakkına sahip olacaktı. Türk Hükûmeti, Yavuz‘u Sovyet Donanması’nın Karadeniz’deki gücünü dengelemek için kullanmayı hedeflediğini açıklayarak teklifi reddetti.[70] Bu cevap üzerine Yunan hükûmeti iki destroyer siparişi verdi.[71]
Geminin tamiratı sırasında önemli değişiklikler yapıldı. Mayınlardan aldığı hasar tamir edildi,[53] deplasmanı 23.100 tona yükseltildi ve teknesi elden geçirildi. Bu değişiklikler sonucunda geminin uzunluğu yarım metre azalırken genişliği 10 cm kadar arttı. Modernizasyon kapsamında geminin buhar kazanları yenilendi ve ana topları için Fransa’dan alınan ateş kontrol sistemi kuruldu. Bu modernizasyon sırasında kazamatlarda yer alan iki 15 cm’lik top da kaldırıldı.[64] Jutland Muharebesi’nin ardından diğer devletler gemilerinin cephaneliklerini koruyan zırhları kalınlaştırma yoluna gittiler ancak tamirat sırasında Yavuz‘un cephaneliğini koruyan 5 cm’lik (2 inç) zırh koruması arttırılmadı.[66] Yavuz 1930 yılında Türk Donanması’na tekrar katılarak donanmanın bayrak gemisi oldu.[72]
Onarım ve modernizasyonların ardından yapılan testlerde gemi, beklenenden daha başarılı sonuçlar verdi. Hız denemesi, silah ve atış kontrol testleri son derece başarılıydı. Yavuz‘la beraber savaş grubunu oluşturacak dört destroyer de 1931 ve 1932 yıllarında hizmete alındı fakat bu destroyerlerin gerçek performansı, tasarım özelliklerine hiçbir zaman ulaşamadı.[73] Yavuz‘un tekrar hizmete girmesi planları üzerine Sovyet Donanması Parizhskaya Kommuna zırhlısı ve Profintern hafif kruvazörünü 1929 sonlarında Baltık Denizi’nden Karadeniz’e transfer ederek Türk donanması ile eşitlik sağlamaya çalıştı.[69]
Geminin adı 1930 yılında resmi olarak Yavuz Sultan Selim‘den Yavuz Selim‘e, 1936’da ise Yavuz‘a çevrildi.[74] Yavuz, 1933’te Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’yü Varna’dan İstanbul’a taşıdı. Sonraki yıl Türkiye’yi ziyarete gelen İran Şahı’nı Trabzon’dan Samsun’a götürdü.[72] 1937 yılında Yavuz ve donanmanın diğer gemileri İngiliz Donanma Ataşesi tarafından kısmen zayıf hava savunma silahları sebebiyle “modası geçmiş” olarak değerlendirildi. 1938 yılında kısa bir yenilemeden geçen Yavuz, Kasım 1938’e Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşını İstanbul’dan İzmit’e taşıdı.[64][65][75] 1938’de Türk hükûmeti donanmasını genişletme planlarına başladı.[76] Bu planlara göre deniz filosu iki adet 10.000 tonluk kruvazör ve on iki destroyerden oluşacak, Yavuz ise 1945’te ikinci kruvazörün hizmete girmesine dek donanmada kalacaktı. Donanma ayrıca 1950-1960 yılları arasında 23.000 tonluk bir gemi daha inşa etmeyi planlıyordu. Hükûmetin planları yaklaşan II. Dünya Savaşı sebebiyle tüm tersanelerin kendi ülkeleri için savaş gemisi üretmeye öncelik vermesinden dolayı uygulanamadı.[77]
Yavuz II. Dünya Savaşı boyunca hizmette kaldı. Kasım 1939’da Yavuz ve Parizhskaya Kommuna Karadeniz’deki en büyük iki gemiydi. Life dergisinin bir haberine göre Yavuz, Sovyet gemisinin bakımsız durumu sebebiyle Karadeniz’de üstün olan gemiydi.[78] 1941 yılında geminin uçaksavar bataryaları güçlendirilerek dört 88 mm, on 40 mm ve dört 20 mm uçaksavar topu eklendi. Daha sonra bu rakamlar yirmi iki 40 mm ve yirmi dört 20 mm topa yükseltildi.[64]
Nisan 1946’da Amerikan zırhlısı USS Missouri, hafif kruvazör USS Providence ve destroyer USS Power, Türk büyükelçisi Münir Ertegün’ün naaşını İstanbul’a getirdiler.[79] Yavuz, gemileri İstanbul Boğazı girişinde karşıladı. Burada Yavuz ve Missouri ondokuzar pare top atışı ile birbirlerini selamladılar.[80] 1948’den sonra gemi Gölcük[65] veya İzmit[64] dolaylarında kaldı.
Yavuz, 20 Aralık 1950’de aktif görevden alındı, 1952 yılında Türkiye’in NATO’ya üye olmasıyla B70 borda numarasını aldı[81] ve 14 Kasım 1954’te donanma envanterinden düşüldü.[64][65] Türk hükûmeti 1963 yılında Alman hükûmetine Yavuz‘u satın almaları için teklifte bulundu, fakat teklif reddedildi.[64] Türk hükûmeti gemiyi 1971’de sökülmek üzere M.K.E. Seyman’a sattı.[65] 7 Haziran 1973’te söküm alanına çekilen Yavuz, Şubat 1976’da tam olarak sökülmüştü.[64][65] Söküldüğü zaman, tüm dünya donanmalarında kalan tek drednottu.[82]
Yavuz sökülmeden önce dört pervanesinden biri, 150 mm’lik toplarından biri ve muharebe yedek idare bölümü Beşiktaş’taki İstanbul Deniz Müzesi’ne getirilmiş, pervanelerinden ikisi ve 150 cm’lik toplarına ait iki namlu Gölcük Deniz Üssü’ne konulmuş, direklerinden biri ise Heybeliada’daki Deniz Lisesi Komutanlığı’na dikilmiştir.[83]

İhsan Eryavuz | |
---|---|
![]() |
|
Türkiye Bahriye Vekili | |
Görev süresi 22 Kasım 1924 – 1 Kasım 1927 |
|
Başbakan | Fethi Okyar İsmet İnönü |
Yerine geldiği | Yeni makam |
Yerine gelen | Makam kaldırıldı |
Türkiye Büyük Millet Meclisi 1., 2., 3. Dönem Milletvekili |
|
Görev süresi 23 Nisan 1920 – 26 Ocak 1928 |
|
Seçim bölgesi | 1920 – Cebelibereket 1923 – Cebelibereket 1927 – Cebelibereket |
Kişisel bilgiler | |
Doğum | 1877 Üsküdar, Osmanlı İmparatorluğu |
Ölüm | 6 Mart 1947 (70 yaşında) İstanbul, Türkiye |
Partisi | Cumhuriyet Halk Partisi |
Bitirdiği okul | Mühendishane-i Berr-i Hümâyun |
Mesleği | Asker |
Ödülleri | İstiklâl Madalyası |
Askerî hizmeti | |
Bağlılığı | ![]() |
Hizmet yılları | 1901-1919 |
Rütbesi | Binbaşı |
Çatışma/savaşları | Balkan Savaşları I. Dünya Savaşı Türk Kurtuluş Savaşı |
İhsan Eryavuz (1877, Üsküdar – 6 Mart 1947, İstanbul), Türk asker ve siyasetçi.
Yaşamı ve kariyeri
Mühendishane-i Berr-i Hümâyun’u bitirerek topçu subayı oldu. Binbaşı rütbesindeyken emekli olarak ticarete atıldı. Türk Kurtuluş Savaşı’na katıldı. 1, 2 ve 3. dönem Cebelibereket (Osmaniye) milletvekili olarak TBMM’ye katıldı. 1922-23 arasında Ankara İstiklâl Mahkemesi başkanlığı yaptı. 1924 yılından 1928 yılına kadar Fethi Okyar ve İsmet İnönü hükûmetlerinde bahriye vekili olarak görev yaptı. Türkiye İş Bankası kuruculuğu ve yönetim kurulu üyeliği yaptı.[1]
Yavuz zırhlısının onarımı için havuz alımı sırasında bir Fransız şirketinden rüşvet aldığı iddiasıyla Yüce Divanda yargılandı ve 1928 yılında hüküm giydi. Olay tarihe Yavuz-Havuz Yolsuzluğu olarak geçti; verilen karar ise Yüce Divanın cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararı oldu. 26 Ocak 1928 tarihinde milletvekilliği düştü.[2]
Özel yaşamı
İhsan Bey, doğuda görevli iken, Almanya’ya sevk edilmesi kararı alındı. Bunun üzerine Samsun’a geldi. Ailesini Samsun’a yerleştirdi. Ancak Almanya’ya gidemedi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a annesinin evine taşındı.
Evli ve iki çocuk babasıydı.
- 1939 – Saldıray Denizaltısı Kiel’den İstanbul’a geldi.
- 1939 – İran Veliahtı Rıza Pehlevi’nin düğün töreni için İran’a giden Türk heyeti Tahran’a vardı.
- 1941 – II. Dünya Savaşı: 500 Alman uçağı Londra’yı bütün gece bombaladı.
- 1943 – Dr. Albert Hofmann, LSD’nin psychedelic (sanrı yaratan, hayal gördüren) etkilerini keşfetti.
- 1945 – Kızıl Ordu Berlin’e girdi ve Berlin Muharebesi başladı.
- 1947 – Bir yük gemisinde meydana gelen patlama sonucu Texas City’de başlayan yangın neredeyse 600 kişinin ölümüne sebep oldu.
- 1948 – Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü kuruldu.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD) (İngilizce) |
|
---|---|
![]() |
|
![]() Kurucu ülkeler (1961) Diğer üye ülkeler |
|
![]() Wikimedia | © OpenStreetMap
|
|
Kuruluş | 16 Nisan 1948 |
Merkez | Paris, Fransa |
Üyeler |
38 ülke
|
Resmî diller | İngilizce, Fransızca |
Genel Sekreter | Mathias Cormann |
Resmî site | www.oecd.org |
Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü bazen de İktisadi İş Birliği ve Gelişme Teşkilatı (İngilizce: Organisation for Economic Co-operation and Development –OECD, Fransızca: Organisation de coopération et de développement économiques) uluslararası bir ekonomi örgütüdür.
OECD, 14 Aralık 1960 tarihinde imzalanan Paris Sözleşmesi’ne dayanılarak, 1961’de kurulmuştur ve savaş yıkıntıları içindeki Avrupa’nın Marshall Planı çerçevesinde yeniden yapılandırılması amacıyla 1948 yılında kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (OEEC) doğrudan mirasçısıdır. Üyelerinin büyük bir bölümü Avrupa Birliği ve İUT üyeleridir, çoğunluğu da gözlemci üyelerdir. OECD ülkeleri sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerden oluşmaktadır. Örgüte günümüzde 38 ülke üyedir.
Amaçları
[
Örgütün tüzüğe bağlanmış amaçları şunlardır:
- Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standartının iyileştirilmesi, sürekli ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması;
- Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi;
- Uluslararası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi.
- OECD’ye üye veya bu örgüte üyelik talebinde bulunan ülkeler, sosyo-politik ve ekonomik yaşamda, aşağıda belirtilen üç ilkeyi vazgeçilmez değerler olarak benimsemişlerdir:
- Demokrasi;
- İnsan haklarına ve yurttaş özgürlüğüne bağlılık;
Bu ilkeler, aynı zamanda, yukarıda belirtilen amaçların gerçekleştirilmesine de hizmet ederler. OECD, bir taraftan bu ilkelerin üye ülkelerde güçlendirilmesine katkı sağlarken diğer taraftan da örgüte üye olmayan ülkelerde ilkelerinin tanıtımını yapmaktadır.
Üye ülkeler
OECD’nin 2021 yılı itibari ile 38 üye ülkesi bulunmaktadır.[1] Ayrıca Avrupa Komisyonu da OECD’ye katılım gösterir. Yugoslavya, örgüt faaliyetlerine özel bir statüde iştirak etmekteydi. 1992 yılında dağılması ile örgüt ile ilişkisi sona erdi.[2]
Üye ülkelerden 30’u (* ile gösterilmiştir) Dünya Bankası tarafından 2005’te yüksek gelirli ülkeler arasında gösterilmiştir.
Kurucu üyeler (1961): | |
|
|
Sonradan katılanlar: | |
|
|
- 1959 – Ankara Üniversitesi’nde okuyan bir grup genç, Said-i Nursi’ye “Ankara Üniversitesi Nur Talebeleri” imzasıyla Şeker Bayramı tebriği gönderdiler.
- 1968 – Türkiye İşçi Partisi (TİP) yöneticileri Rıza Kuas ve Prof. Sadun Aren hakkında, “Akdeniz Ülkeleri İlerici ve Anti Emperyalist Partiler Konferansı”na katıldıkları için soruşturma açıldı.
- 1971 – Türkiye İşçi Partisi yönetimine “Kürtçülük” iddiasıyla dava açıldı.
- 1972 – İnsanoğlunun 5. Ay yolculuğu ‘Apollo 16’ uzay aracı ile başladı.
- 1973 – Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) davası başladı. 256 sanıktan 10’u için idam istendi.
- 1974 – Eski Demokrat Partililere siyasal hakları geri verildi.
- 1975 – Başkent Phnom Penh’in düşüşüyle, Kamboçya Kızıl Kmerler’in kontrolüne girdi.
- 1980 – Türkiye’de 12 Eylül 1980 Darbesi’ne Giden Süreç (1979- 12 Eylül 1980): İstanbul’da Amerikalı bir astsubay ile bir Türk arkadaşı, Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan adlı sol görüşlü militanlar tarafından öldürüldü. Gaziantep’te bir polis, Mardin’de 2 öğrenci, Aydın’da bir öğretmen, Ankara ve İstanbul’da 2 işçi öldürüldü.
- 1982 – Eski CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesince tutuklandı.
- 1984 – Kültür ve Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, “Çıplak denize girmek isteyen turist Türkiye’ye gelmesin” dedi.
- 1984 – Orhan Pamuk, “Sessiz Ev” adlı eseriyle Madaralı Roman Ödülü’nü aldı.
- 1988 – FKÖ İkinci Komutanı Ebu-Cihad, İsrail askerleri tarafından öldürüldü.
- 1995 – Güney Afrika Cumhuriyeti ağır insan hakları ihlalleri olduğu gerekçesiyle Türkiye’ye silah ambargosu koydu. Ambargo, 16 Nisan 1997’de kaldırıldı.
- 1996 – Emir Hattab komutasındaki 50 kişilik Çeçen grubu 223 Rus askerini öldürdü ve 50 araçlık konvoyu imha etti. Bu olay tarihte Şatoy Pususu olarak bilinir.
- 1999 – Harvard Üniversitesi, Tansu Çiller’e fahri doktorluk verilmediğini açıkladı.
- 2001 – Eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan suikastı zanlılarından olduğu belirtilen Mehmet Fidancı, İstanbul’da yakalandı.
- 2007 – Amerika Birleşik Devletleri’nin Virginia Teknik Üniversitesi’nde Cho Seung-Hui adlı öğrencinin gerçekleştirdiği silahlı saldırıda, kendisi de dahil 33 kişi öldü, 29 kişi de yaralandı.
- 2017 – Türkiye’de yönetim biçimini, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak değiştirmek için halk oylaması yapıldı.