Herhangi bir metni seçin ve dinlemek için simgeye tıklayın!

15 Martta ölenler

Ölümler

Jül Sezar

Roma Cumhuriyeti Diktatörü
Jül Sezar
Jül Sezar büstü
Roma Cumhuriyeti diktatörü
Görev süresi
MÖ Ekim 49 – MÖ 15 Mart 44
Yerine geldiği Lucius Cornelius Sulla (Roma Cumhuriyeti diktatörü olarak)
Yerine gelen Augustus (İlk Roma İmparatoru olarak)
Kişisel bilgiler
Doğum MÖ 12/13 Temmuz 100[1]
RomaİtalyaRoma Cumhuriyeti
Ölüm MÖ 15 Mart 44 (55 yaşında)
Senato, Roma, Roma Cumhuriyeti
Ölüm nedeni Suikast
Evlilik(ler) Cornelia Cinna minor (MÖ 84-MÖ 68)
Pompeia (MÖ 68-MÖ 63)
Calpurnia Pisonis (MÖ 59-MÖ 44)
VII. Kleopatra
Çocuk(lar) Julia Caesaris (MÖ 85/84-54)
Caesarion (MÖ 47-30)
Augustus Caesar (evlatlık)

Jül Sezar (LatinceGaius Iulius CaesarLatince telaffuz: [ˈɡajjʊs ˈjuːlɪ.ʊs ˈkae̯sar]; MÖ 12 Temmuz 100[1] – MÖ 15 Mart 44), Romalı asker ve Roma Cumhuriyeti‘nin son diktatörü olan politik liderdir. Aynı zamanda iyi bir hatip ve güçlü bir yazar olan Sezar, dünya tarihinin en etkili insanlarından birisi olarak kabul edilir. Eylemleriyle Roma Cumhuriyeti’nin Roma İmparatorluğu‘na dönüşmesinde ve evlatlığı Augustus‘un ilk Roma imparatoru olmasını sağlayacak olayların başlamasında kritik bir rol oynamıştır.

Roma Senatosundaki optimates kliğine mensup muhalifleri Marcus Porcius Cato ve Marcus Calpurnius Bibulus‘a karşı, populares kliğine mensup bir politikacı kimliğiyle, Marcus Licinius Crassus ve Gnaeus Pompeius Magnus‘la birlikte gayri resmi olarak Roma politik yaşamına birkaç yıllığına yön verecek olan birinci üçlü yönetimi kurdu. Galya‘yı fethederek Roma topraklarını Atlas Okyanusu‘na kadar genişletti ve aynı zamanda MÖ 55 yılında Britanya’nın Romalılarca ilk işgalini gerçekleştirdi. Triumvirliğin yıkılmasıyla birlikte Pompey ve Senato ile arası açıldı. MÖ 49 yılında Lejyonlarının başında Rubicon nehrini geçmesiyle başlayan iç savaş sonucu Roma dünyasının tartışmasız hâkimi haline geldi.

Hükûmetin kontrolünü ele almasının ardından, Roma toplumu ve yönetimini kapsayan geniş bir reform hamlesi başlattı. Hayat boyu diktatör (dictator perpetuus) ilan edildi ve Cumhuriyet bürokrasisini merkezîleştirdi. Ancak Sezar’ın eski arkadaşlarından Marcus Junius Brutus‘un önderliğindeki, Cumhuriyeti eski işleyişine kavuşturmayı hayal eden bir grup senatör tarafından MÖ 15 Mart 44 tarihinde öldürüldü. Suikastın ardından başlayan yeni bir iç savaş, vârisi Gaius Octavianus‘un Roma dünyası üzerinde baskın bir otokratik güç haline gelmesine yol açtı. Sezar, suikastten iki yıl sonra, MÖ 42 yılında Senato tarafından resmen kutsanarak Roma tanrılarından biri ilan edildi. Ayrıca vasiyetiyle birlikte ölümünden sonra servetinin bir kısmını Roma halkına dağıttırdı ve her Roma vatandaşına 300.000 sestertius bıraktı.[2]

Sezar’ın hayatı hakkındaki bilgilerin çoğu veya fazlası, askerî seferlerini anlattığı, kendisi tarafından yazılmış olan “Yorumlar” (Commentarii) adlı hatıralarından ve Cicero gibi politik rakiplerinin mektup ve söylevlerinden, Sallustius‘un tarihsel yazılarından ve Catullus‘un şiirleri gibi çağdaşı kaynaklardan elde edilmiştir. Hayatına dair pek çok ayrıntılı bilgi sonraki yüzyıllarda yaşamış olan AppianSuetoniusPlutarchCassius Dio ve Strabo gibi tarihçiler tarafından aktarılmıştır.

Hayatı

İlk yılları

Jül Sezar’ı temsil eden bir çizim

Sezar, soylarının tanrıça Venüs‘ün sözde oğlu Troyalı prens Aeneas‘ın oğlu Iulus‘tan geldiğini iddia eden ve patrici sınıfından bir aile olan Julia gens‘ine mensuptur.[3][4][5][6]

“Sezar” cognomen‘iYaşlı Plinius‘a göre sezaryenle doğmuş bir atasından gelir (Latince “kesmek” anlamına gelen caedo, caedere, cecidi, caesum fiilinden türemiştir).[7] Historia Augusta‘nın bu konu hakkındaki diğer üç iddiası ise sırasıyla şöyledir: İlki Sezar’ın saçının çok sık olması (Latince caesaries); diğeri gözlerinin parlak gri olması (Latince oculis caesiis); ya da savaşta bir fil öldürmüş olması (mağribi dilinde caesai) nedeniyle bu unvanı almıştır.[8] Sezar’ın bastırdığı sikkeler üzerinde fil bulunması adı geçen son iddiayı destekler niteliktedir.[9]

Antik şecerelerine rağmen Julii Caesare’ler politik olarak etkili bir aile değildi ve mensuplarından sadece üçü konsül seçilebilmişti. Sezar’ın aynı adı taşıyan babası Cumhuriyetin seçimle iş başına gelen üst düzey magistraları arasında ikinci sırada yer alan praetorluk makamına kadar yükselme başarısı göstermiş, belki de ünlü kayınbiraderi Gaius Marius sayesinde Asya eyaleti valiliği yapmıştır.[10] Annesi Aurelia Cotta birkaç konsül çıkarmış etkili bir aileden geliyordu. Sezar’ın vasisi olarak iyi bir hatip ve dil bilimci olan Galya kökenli Marcus Antonius Gnipho‘nun atandığı bilinir.[11] Sezar’ın her ikisinin de adı Julia olan iki kız kardeşi vardı. Sezar’ın çocukluğu ile ilgili kayıtlar çok azdır. Suetonius ve Plutarch‘ın biyografilerinde Sezar’ın hikâyesi birdenbire gençliğinden başlar ve her iki eserde de açılış paragrafları kayıptır.[12]

Sezar’ın gelişim yıllarına tam bir kargaşa hâkimdi. Roma’nın müttefiklerine verilen Roma Yurttaşlığı hakkının geri alınmasının neden olduğu kargaşa, Roma ve İtalyan müttefikleri arasında Sosyal Savaş olarak adlandırılan bir savaşa neden olurken Pontuslu VI. Mithridates Roma’nın doğu eyaletlerini tehdit eder hale gelmişti. Roma siyaseti ana olarak iki hizip olarak bölünmüş, optimates adındaki birinci hizip Senato içerisinde aristokratik yönetimi savunurken, populares hizbi doğrudan seçimleri tercih etmekteydi. Sezar’ın amcası Marius, popularis hizbine mensupken rakibi Lucius Cornelius Sulla bir optimas idi. Hem Marius hem de Sulla Sosyal Savaş sırasında sivrilmişler, her ikisinin de Mithridates’e karşı yapılan seferi komuta etmek istemesine rağmen şans başlangıçta Sulla’ya gülmüştü. Ancak Sulla ordunun komutasını ele almak için şehir dışına çıktığında bir tribün tarafından geçirilen yasa ile komuta Marius’a tevdi edildi. Sulla’nın tepkisi ordusuyla Roma’ya dönmek ve komutanlığını ilan ederek Marius’u sürgüne göndermeyi denemek oldu ancak o sefere çıktığında Marius çoktan geçici bir ordunun başına geçmişti. Marius ve müttefiki Lucius Cornelius Cinna şehri ele geçirdi, Sulla “halk düşmanı” ilan edildi ve Marius’un birliklerinin Sulla’nın destekçilerinden intikamı kanlı oldu. Marius MÖ 86 yılının başlarında öldü ancak hizip etkin bir güç olarak kaldı.[13]

MÖ 85 yılında, Sezar’ın babası bir sabah ayakkabılarını giyerken görünürde herhangi bir neden olmaksızın aniden ölünce [14] henüz on altı yaşında olan Sezar ailenin başına geçti. Ertesi yıl Marius’un tasfiyesi sırasında ölen eski Jüpiter yüksek rahibi Merula‘nın yerine yeni Flamen Dialis olarak atandı.[15] Ardından bu göreve seçilen kişilerin patrici olması zorunluluğuna ilaveten bu kişinin bir patrici ile evli olması gerektiği şeklindeki geleneği, çocukluğundan beri nişanlı olduğu varsıl bir Equestrian aileden gelen Cossutia adındaki kızdan ayrılarak Cinna’nın kızı Cornelia ile evlenmek suretiyle yıktı.[16]

Mithridates ile barış yapan Sulla artık geri dönerek Marius’un destekçilerine karşı iç savaşa devam edebilirdi. Tüm İtalya boyunca süren çarpışmaların ardından MÖ 82 Kasım’ında yapılan Colline Geçidi Savaşını kazanarak Roma’yı ele geçirdi ve kendisini diktatör olarak atadı; her ne kadar bu makama atanan kişi geleneksel olarak sadece altı ay görev yapabilse de Sulla için bir limit belirlenmemişti. Marius’un heykelleri yıkıldı ve mezarı açılarak cesedi Tiber nehri‘ne atıldı. Diğer rakibi Cinna ise askerlerinin isyanı sonucu zaten öldürülmüştü.[17] Sulla’nın yasaklamalarının ardından politik düşmanlarının yüzlercesi öldürüldü ya da sürgüne gönderildi. Sezar, Marius’un yeğeni ve Cinna’nın damadı olarak artık hedefteydi. Önce amcasının kalan mirasından, ardından karısının çeyizinden ve son olarak rahiplik görevinden mahrum bırakıldı ancak karısından boşanmayı reddedince saklanmak için kaçmak zorunda kaldı. Kendisine yönelen tehditlerden, aralarında Sulla’nın destekçilerinin ve Vesta bakirelerinin de bulunduğu aile üyelerinin arabuluculuğu sayesinde, Sulla’nın isteksizce de olsa geri adım atmasıyla kurtulabildi. Sulla’nın “Sezar’da çok sayıda Marius gördüğünü” söylediği iddia edilir.[12]

Erken dönem kariyeri

Sezar Roma’ya dönmek yerine orduya katıldı ve Asya‘da Marcus Minucius Thermus ve Kilikya‘da Servilius Sauricus’un emrinde görev yaptı. Midilli kuşatmasında gösterdiği üstün hizmetlerinden dolayı Corona Civica ile ödüllendirildi. Kral IV. Nikomedes‘in donanmasına eşlik ederek güvenliğini sağlamak için gittiği Bithynia‘da Kralın sarayında uzun süre kalınca tüm hayatı boyunca peşini bırakmayacak olan Nikomedes’le bir ilişki yaşadığı söylentileri ortaya çıktı.[18] Rahiplik görevinden alınması ironik biçimde ona askerî bir kariyer yapmanın yolunu açmıştı; çünkü geleneklere göre bir Flamen Dialis’in atlara dokunması, kendi yatağından başka bir yatakta üç günden fazla ya da Roma dışında bir günden fazla uyuması ya da bir orduya doğru bakması yasaktı.[19]

İki yıl diktatör olarak görev yapan Sulla MÖ 80 yılında istifa etti ve yeniden konsülar bir hükûmet kurup bir yıl konsül olarak görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldı.[20] Sezar sonradan Sulla’nın diktatörlük görevinden ayrılmasıyla alay edecek ve “Sulla politikanın abecesini bilmiyor” diyecekti.[21] Sulla iki yıl sonra MÖ 78’de öldü ve cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı.[22] Sulla’nın öldüğünü duyan Sezar, kendisi için yeterince güvenli hale geldiğine inandığı Roma’ya geri döndü. Tüm mallarına el konulduğundan, Roma’nın dışında alt sınıftan insanların yaşadığı Subura‘da mütevazı bir eve yerleşti.[23] Sezar’ın geri dönüşü Marcus Aemilius Lepidus tarafından Sulla karşıtı bir darbe girişimi olarak değerlendirildi ancak Sezar Lepidus’un liderliğine güvenmediğinden bu plana katılmaktan kaçındı ve[24] bunun yerine yeniden avukatlık yapmaya başladı. Olağanüstü hitabetine eşlik eden heyecanlı jestleri, ince sesi, irtikâp ve yolsuzluk‘tan adı çıkmış eski valilerin ceza davalarındaki insafsızlığı sayesinde tanınan biri haline geldi. Retoriğini mükemmelleştirmek amacıyla MÖ 75 yılında Cicero’yu da eğitmiş olan Apollonius Molon‘un yanına, Rodos‘a gitti.[25]

Sezar Ege Denizi‘ni geçerken[26] Kilikyalı korsanlar tarafından kaçırıldı ve Oniki Ada‘lardan biri olan küçük Farmakos adasında tutsak edildi.[27] Esareti boyunca gururlu bir tavır sergiledi. Korsanlar fidye olarak yirmi talent altın istemeye karar verince, Sezar elli talent altın istemeleri konusunda ısrar etti. Fidyenin ödenmesinden sonra serbest bırakılan Sezar bir donanma topladı ve korsanları kovalayarak yakaladıktan sonra Bergama‘ya hapsetti. Asya eyaleti valisi korsanları idam etmeyi reddederek onları köle olarak satmayı tercih etti ancak Sezar kıyıya geri döndü ve tutsak olduğu zaman söz verdiği gibi korsanları çarmıha gerdirdi. Ardından Rodos’a doğru yelken açtı ancak bir süre sonra Pontus’tan gelen işgal tehdidine karşı koymak için orduya geri çağrıldı.

Roma’ya dönüşünde, Roma politik yaşamında cursus honorum‘un ilk basamağı olan tribün görevine seçildi. Spartaküs‘e karşı yapılan savaş (MÖ 73 – 71) bu dönemde yapılmıştır ancak Sezar’ın bu savaşta herhangi bir rol oynayıp oynamadığına dair kayıt yoktur. MÖ 69 yılında quaestor seçildi ve aynı yıl teyzesi ve Marius’un dul eşi Julia’nın cenaze töreninde bir konuşma yaptı. Kendi karısı Cornelia da aynı yıl ölecekti. Sezar cenazenin ardından Antistius Vetus’un emrinde quaestorluk görevini yerine getirmek üzere Hispania‘ya gitti. Orada bulunduğu sırada Büyük İskender‘in heykeliyle karşılaştığı ve şimdi İskender’in dünyayı ayakları altına aldığı yaşta olduğunu ve onunla karşılaştırıldığında çok az şey başardığı gerçeğini hoşnutsuzlukla fark ettiği söylenir. Görevinden erkenden ayrılma talebi kabul edilince Roma politik yaşamına geri döndü. Geri döndüğünde Sulla’nın torunu Pompeia ile evlendi.[28] Ardından aedile seçilen Sezar, hâlâ yönetimde olan Sulla yanlısı rejimle çelişen bir hareket olarak Marius’ın zaferleri anısına yapılan zafer anıtlarını restore ettirdi. Ayrıca Sulla’nın yasaklarından fayda sağlayanlara karşı ceza davaları açtı ve meslektaşı Marcus Calpurnius Bibulus‘u gölgede bırakacak biçimde ödünç para ile kamu işleri ve oyunları için büyük miktarlarda para harcadı. Ayrıca iki başarısız darbe girişimi ile de karşı karşıya kaldı.[29]

Sezar’ın yükselişi

Viyana “Sanat Tarihi Müzesinde” bulunan büstü

MÖ 63, Sezar için hareketli bir yıldı. Tribün Titus Labienus‘u, 37 yıl önce politik bir cinayete kurban giden tribün Lucius Appuleius Saturninus‘un ölümüyle ilgili senatör Gaius Rabirius‘a dava açmaya ve bu davaya müdahil iki hâkimden birisi olarak kendisini atamaya ikna etti. Rabirius, Cicero ve Quintus Hortensius tarafından savunuldu ancak vatana ihanetten mahkûm olmaktan kurtulamadı. Temyiz etmek için halka gitmeye hazırlandığı sırada praetor Quintus Caecilius Metellus Celer, askerî bayrağı Janiculum tepesinden sökerek toplantının ertelenmesini sağladı. Labienus kovuşturmayı başka bir duruşmayla yeniden başlatabileceği halde bunu yapmadı ve Sezar’ın istediği şekilde davranarak davayı düşürdü.[30] Labienus, gelecek on yıl boyunca Sezar’ın önemli bir müttefiki olacaktı.

Aynı yıl, Sulla tarafından atanan Pontifex Maximus Quintus Caecilius Metellus Pius‘un ölmesi üzerine Sezar bu göreve talip oldu. Rakipleri optimates kliğinden eski konsüller Quintus Lutatius Catulus ve Publius Servilius Vatia Isauricus idi. Her iki taraf hakkında da rüşvetçilik suçlamaları ortaya atılmıştı. Sezar seçim sabahı annesine, geriye ya bir Pontifex Maximus ya da bir hiç olarak döneceğini; çünkü seçilememesi durumunda kampanyası için aldığı muazzam borç yüzünden sürgüne gönderilebileceğini söylemişti. Sonuçta Sezar rakiplerinin tüm tecrübe ve mevkilerine rağmen, diğer iki adayın oylarının bölünmesi sayesinde rahatça kazandı.[31] Görevine, Via Sacra‘da resmi bir ikametgâh tahsisi ile başladı.[23]

Aynı yıl konsül olarak görev yapmakta olan Cicero, cumhuriyetin kontrolünü ele geçirmek için bir tertip hazırlayan Catilina‘nın planlarını açığa çıkarınca Catulus ve diğerleri Sezar’ın da bu planın bir parçası olduğunu iddia ettiler.[32] Ertesi yıl praetor seçilecek olan Sezar, tertibi düzenleyenlerle nasıl pazarlık yapılacağı hakkında Senatoda yapılan tartışmalara katıldı. Tartışma sırasında Sezar’a bir not ulaştırıldı. İleride onun en acımasız politik rakibi haline gelecek olan Marcus Porcius Cato, Sezar’ı tertipçilerle işbirliği yapmakla suçladı ve kendisine verilen mesajı yüksek sesle okumasını talep etti. Sezar notu ona gönderince, Cato için oldukça utanç verici bir durum olarak, bu mektubun Cato’nun üvey kız kardeşi Servilia tarafından Sezar’a yazılmış bir aşk mektubu olduğu ortaya çıktı. Sezar, tertibi düzenleyenlerin öldürülmesi yerine ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasının daha iyi olacağı fikrini ikna edici biçimde savundu ancak Cato tarafından yapılan bir konuşma sonrası Senato fikrini değiştirdi ve darbeciler idam edildi.[33] Ertesi yıl tertibi araştırmak üzere bir komisyon kuruldu ve Sezar bir kez daha komplo ile suçlandı. Cicero’nun ispat etmesi üzerine, plan hakkında bildiklerini kendi isteğiyle anlattı ve suçsuzluğu anlaşılınca onu suçlayan komisyon üyelerinden biri hapse atıldı.[34]

MÖ 62 yılında praetor olarak görev yaparken tartışmalı kanun teklifleri konusunda tribün Metellus Celer’i desteklemiş ve ikilinin inatçı tutumları yüzünden Senato onları bir süreliğine görevden uzaklaştırmak zorunda kalmıştı. Sezar, görevlerini yerine getirmeye devam etmeyi denemiş ve sadece şiddet tehlikesi baş gösterdiğinde geri çekilmişti. Senato, Sezar’ı destekleyen sokak gösterileri artmaya başlayınca onu görevine iade etme konusunda ikna olmuştu.[35]

Aynı yıl Bona Dea (“iyi tanrıçalar”) festivali Sezar’ın himayesinde ve onun evinde yapılmıştı. Erkeklerin festivale katılmasına izin verilmediği halde genç bir patrici olan Publius Clodius Pulcher kadın kılığında içeri girmeyi başarmış, Sezar’ın karısı Pompeia‘yı açıkça ayartmaya çalışmış, yakayı ele verince de dinsel saygısızlıktan mahkûm edilmişti. Sezar, Roma’nın en güçlü patrici ailelerinden birisini gücendirmemek adına Clodius’un duruşmasında ona karşı tanıklık vermemiş ve Clodius rüşvet ve gözdağı sayesinde beraat etmişti. Bununla beraber Sezar, “karım hakkında hiçbir şüphe olmamalı” diyerek Pompeia’dan boşanmıştı.[36]

Praetorluğunun bitmesinin ardından Sezar Hispania Ulterior eyaletine yönetici olarak atanmış olsa da hâlâ çok borçluydu ve ayrılmadan önce kendisine borç verenleri tatmin etmek durumundaydı. Bu sebeple Roma’nın en zengin adamlarından olan Marcus Licinius Crassus‘a başvurdu. Crassus, Pompey‘in menfaatlerine karşı olan muhalefetinde kendisine destek olması karşılığında Sezar’ın borçlarının bir kısmını ödedi ve geri kalanlarına da garantör oldu. Yine de praetorluğu sona erince dokunulmazlığı kalkacağı için alacaklıları tarafından dava edilebileceğini bilen Sezar, henüz görevi sona ermeden, eyaletine gitmek üzere Roma’dan ayrıldı. Hispania’da Callaici ve Lusitanilerin topraklarını fethetti ve birlikleri tarafından imperator olarak selamlandı. Borçlarla ilgili kanunu reforme etti ve valilik görevini yüksek bir itibarla tamamladı.[37]

Sezar imperator olarak selamlandığı için bir Roma Zafer Alayı ile ödüllendirildi. Ancak Sezar’ın gözü cumhuriyetin en yüksek magistralığı olan Konsüllük görevindeydi. Ortada bir sorun vardı ve Sezar eğer zafer alayına katılırsa bir asker olarak kalmalı ve Roma şehir surlarının gerisinde beklemeliydi ancak konsüllük seçimlerine katılmak istiyorsa komutayı bırakmalı ve şehre sıradan bir yurttaş gibi girmeliydi. Aynı anda iki seçeneğin de gerçekleşmesi olanaksızdı. Senatodan seçimlere in absentia (gıyabında) olarak katılmak için izin istedi ancak bu talep Cato tarafından bloke edildi. Zafer alayı ve Konsüllük arasında bir seçim yapmak durumunda kalan Sezar, Konsüllüğü seçti.[38]

Birinci Konsüllük ve Birinci Triumvirlik

Konsüllük için yarışan üç aday vardı: Sezar, birkaç yıl önce Sezarla birlikte aedile olarak görev yapmış olan Marcus Calpurnius Bibulus ve Lucius Lucceius. Seçim kirli bir mücadeleye sahne oluyordu. Sezar, Cicero’nun desteğini istemiş ve zengin birisi olan Lucceius’la ittifak yapmıştı. Ancak mali durumu Bibulus karşısında yetersiz kalmış ve buna ilaveten rüşvet yemezliği ile ünlü Cato’nun bile Bibulus’tan rüşvet alarak onun tarafını tuttuğu söylentisi yayılmıştı. Sonuç olarak Sezar ve Bibulus, MÖ 59 yılı için konsül seçildiler.[39]

Sezar, borcu yüzünden Crassus‘a politik olarak bağımlı olduğu halde, Senatoda emekli askerleri için doğuda yerleşim yerleri ve tarım arazileri tahsis edilmesi mücadelesinde başarısız olan Pompey ile de iyi geçinmeye çalışmıştı. Pompey ve Crassus, birlikte konsüllük yaptıkları MÖ 70 yılından beri kavgalıydı ve Sezar birisiyle ittifak kurmanın diğerini kaybetmek anlamına geldiğini bildiğinden aralarını bulmaya çalışmıştı. Bu üçlünün, kamu işleri üzerinde kontrolü sağlayabilmek için hem paraları hem de politik nüfuzları vardı. Birinci Üçlü Yönetim olarak bilinen bu gayri resmî ittifak, Pompey’in Sezar’ın kızı Julia ile evlenmesiyle daha da sağlamlaştırıldı.[40] Bu arada Sezar da ertesi yıl konsül seçilecek olan Lucius Calpurnius Piso Caesoninus‘un kızı Calpurnia ile evlendi.[41]

Sezar, Pompey ve Crassus tarafından da desteklen ve kamu arazilerinin fakirlere gerekirse güç kullanılarak dağıtılmasını içeren bir kanun teklifi sunarak ittifakı aleni hale getirdi. Pompey, şehri askerlerle doldurdu ve muhaliflerin gözünü korkutmayı başardı. Bibulus, kehanetlerin olumsuz olduğunu ilan ederek kanunu geçersiz kılmaya çalıştıysa da Sezar’ın silahlı destekçileri tarafından Forumdan uzaklaştırıldı. Lictorlarının taşıdığı fascesler kırılmış, konsüle eşlik eden tribünlerden ikisi yaralanmış ve Bibulus’un üzerine bir kova dolusu dışkı dökülmüş, hayatından endişe eden Bibulus, yılın geri kalanını evinde saklanarak geçirmişti. Sezar’ın kanun yapma yetkisini engellemeye yönelik bu girişim yetersiz kalmıştı. Romalı taşlama ustaları bu yılı “Jül ve Sezar’ın konsüllüğü” olarak adlandırmışlardır.[42]

Sezar ve Bibulus ilk seçildiğinde Cumhuriyet aristokrasisi Sezar’ın gelecekteki muhtemel gücünü engellemeyi denemiş ve İtalya’nın ormanlarını ve otlaklarını ifraz etmişti.[43] Piso ve Pompey’in yardımıyla Sezar bu durumu değiştirdi ve bunun yerine Cisalpina Galya ve İllirya‘ya ilave olarak Gallia Narbonensis eyaletlerinin yönetimine atandı. Bu sayede dört lejyonun komutasını eline almış olmanın yanında beş yıl süreyle hakkında dava açılmasını engelleyen bir dokunulmazlığa da kavuşmuş oldu.[44] Konsüllük görevi sona erince, görev yaptığı süre içindeki yolsuzluklar yüzünden hakkında dava açılma tehlikesi belirince henüz görev süresi bitmeden Roma’dan ayrılarak atandığı eyalete gitti.[45]

Galya’nın fethi

Sezar’ın Galya seferinin ardından basılmış olan MÖ 48 tarihili Gümüş Roma Denarius üzerinde tutsak edilmiş Galyalı başı

Sezar hâlâ çok borçluydu ve bir eyalet yöneticisi olarak para edinmek için ya zorla vergi toplamak[46] ya da askerî bir maceraya girişmekten başka çıkar yolu yoktu. Sezar’ın komutası altında, fethedilmemiş topraklara ve tekinsiz bir yer olarak bilinen özgür Galya’ya sınır komşusu olan eyaletleri İllirya ve Gallia Narbonensis‘de konuşlanmış dört lejyon vardı. Roma’nın müttefiklerinden Aeduiler, Galyalı rakipleri tarafından Ariovistus liderliğindeki Cermen kökenli Suebilerin yardımıyla bozguna uğratılmış ve Helvetler Romalıların savaş amaçladıklarını düşünerek korktukları büyük çaplı bir göçe başlamışlardı. Yeni iki Lejyon toplayan Sezar önce Helvetileri hemen ardından da Ariovistus’u yendi ve ordusunu kış için Sequani topraklarında konuşlandırarak Gallia Narbonensis’in ötesindeki topraklara karşı ilgisinin geçici olmadığı sinyalini verdi.[47]

Göreve gelişinin ikinci yılında sahip olduğu askerî gücü, Cisalpine Galya eyaletinden topladığı iki yeni Lejyonla iki katına çıkardı. Cisalpine Galya eyaleti sakinleri Roma yurttaşı olmadığı için bu eylemin yasallığı tartışmalıydı. Sezar’ın bir önceki yılki eylemlerine karşılık Kuzeydoğu Galya’nın Belgic kabileleri silahlanmaya başladılar. Sezar bu duruma sert bir hareketle cevap verdi ve birleşik Belgic (Belçika) ordusuna karşı başarısız bir muharebenin ardından kabileleri parça parça fethetti. Bu arada Crassus’un oğlu Publius komutasındaki bir Roma Lejyonu da Armorica yarımadasındaki yerel kabilelerin topraklarını fethetmeye başladı.[48]

MÖ 56 yılı baharında Üçlü yönetim, Cisalpine Galya eyaletinin Luca (modern Lucca) kentinde bir araya geldi. Roma’ya tam bir karmaşa hâkimdi ve Clodius‘un popülist kampanyası Crassus ve Pompey arasındaki ilişkinin altını oymaya başlamıştı. Toplantıda Üçlü yönetim yenilenirken Sezar’ın prokonsüllüğü beş yıllık bir süre için yeniden uzatıldı. Crassus ve Pompey’in yeniden konsül seçilmesi ve tıpkı Sezar gibi aynı süreler için Crassus’un Suriye ve Pompey’in Hispania prokonsülü olmaları kararlaştırıldı.[49] Sezar’ın Venetileri deniz savaşında yenmesi ile Armorica’nın fethi tamamlanırken, genç Crassus da güneybatıda Aquitanilerin topraklarının fethini tamamlamıştı. MÖ 56 yılındaki seferin ardından sadece alçak kıyı bölgelerde yaşayan Morini ve Menapi kabilelerinin toprakları Roma’nın kontrolü dışında kalmıştı.[50]

MÖ 55 yılında, Galya’ya karşı Cermen kabileleri Usipeteler ve Tencteriler tarafından gerçekleştirilen bir işgal girişimini defeden Sezar, hemen ertesinde Ren Nehri üzerine bir köprü yaptırdı ve geri dönüp köprüyü sökmeden Cermen topraklarında bir süre dolaşarak gövde gösterisi yaptı. Aynı yıl yaz mevsiminin sonlarında doğru Morini ve Menapilere boyun eğdirdi ve Britonların bir önceki yıl kendisine karşı savaşan Venetilere yardım ettiği gerekçesiyle Britanya’ya geçti. İstihbaratı zayıftı ve Kent kıyılarında bir kıyıbaşını ele geçirdiği halde bu durumu muhafaza etmenin güçlüklerinden dolayı kışı geçirmek üzere Galya’ya geri döndü.[51] Ertesi yıl daha büyük bir güç ve daha iyi hazırlanarak geri dönen Sezar ülkenin içlerine kadar ilerledi ve Trinovanteli Mandubracius‘u, rakibi Cassivellaunus ile anlaşma sağlayarak müttefik kral olarak tespit etti. Ancak Galya’da hasadın kötü gitmesi, Eburoneli Ambiorix‘in liderliğini yaptığı ve Sezar’ı tüm kış ve takip eden yılın ortalarına kadar sürecek bir çatışmaya sürükleyen bir ayaklanmaya neden oldu. Ambiorix’in ortadan kaldırılmasıyla Sezar artık Galya’nın tamamen kontrol altına alındığına kanaat getirdi.[52]

Sezar’ın Britanya’da seferde olduğu sırada Pompey’in karısı olan kızı Julia doğum yaparken öldü. Sezar, ittifak anlaşmasını yenilemek ve desteğini kaybetmemek için Pompey’e Gaius Marcellus‘la evli olan yeğeni Octavia‘yı teklif ettiyse de Pompey bu öneriyi reddetti. Crassus, MÖ 53 yılında, başarısız bir Part ülkesini işgal girişimi sırasında öldü. Roma, şiddetin sınırına gelmişti. Pompey tek başına konsül olarak atandı ve hemen ardından düzeni sağlamak için boş konsül koltuğuna oturması için davet ettiği, Sezar’ın politik rakiplerinden Quintus Metellus Scipio’nun kızı Cornelia ile evlendi. Triumvirlik sona ermişti.[53]

MÖ 52 yılında Arverni kabilesinden Vercingetorix‘in liderliğini yaptığı yeni bir isyan tüm Galya’ya yayıldı. Vercingetorix tüm Galya kabilelerini bir araya getirmeyi başarmış ve Sezar’ı Gergovia Savaşı da dahil birkaç çarpışmada yenerek askeri yeteneğini göstermişti ancak Sezar’ın Alesia Savaşı‘ndaki özenle hazırlanmış kuşatma planı karşısında nihayet teslim olmak zorunda kalmıştı.[54] Ertesi yıl boyunca süren dağınık isyanlara rağmen [55] Galya tam olarak fethedildi.

Vercingetorix, Sezar’a teslim oluyor.

Titus Labienus, Sezar’ın en yüksek rütbeli legatesi olarak Galya seferi sırasında propraetor unvanı aldı.[56] Sezar’ın komutası altında görev yapan diğer dikkat çekici kişiler arasında akrabası olan Lucius Julius Caesar,[56] Crassus’un oğulları Marcus[56] ve Publius,[56] Cicero’nun kardeşi Quintus,[56] Decimus Brutus,[56] ve Marcus Antonius bulunur.[56]

Plutarch, ordunun tüm Galya Savaşları boyunca savaşmak zorunda kaldığı asker sayısının üç milyon civarında olduğunu, bunlardan bir milyonun öldürüldüğünü, geri kalanlardan bir milyonunun da köleleştirildiğini iddia eder. 300 kabileye boyun eğdirilmiş ve 800 kent yıkılmıştır.[57] Avaricum (Bourges) kentinin nüfusunun neredeyse tamamı (toplam 40.000) kılıçtan geçirilmiştir.[58] Jül Sezar, memleketlerinden ayrılan Helvetler kabilesine mensup insan sayısının 368.000 kişi olduğundan, bunlardan 92.000 kişinin silah taşıdığından ve sadece 110.000 kişinin geri dönebildiğinden bahseder.[59] Ancak doğru sayıyı bilebilmenin zorluklarına ilave olarak Sezar’ın propaganda amaçlı verileri ve antik metinlerdeki abartılı rakamlar göz önüne alındığında düşmanın sahip olduğu savaşçı sayısının bu kadar yüksek olamayacağı aşikardır. Furger-Gunti, 60.000 askerden fazla bir mevcuda sahip ordunun planlanan taktik açısından kuşkulu olacağını bu sebeple Helvetilerin 40.000 savaşçıya karşın toplam 160.000 göçmenden oluşmuş olabileceğini iddia eder.[60] Delbrück, sayıyı daha aşağıya çeker ve 100.000 göçmene karşın Romalıların sahip olduğu 30.000 kişilik asker gücünün neredeyse yarısı olan 16.000 savaşçı olduğunu iddia eder.[61]

Askerî kariyeri

Sezar adı, sahip olduğu askeri yeteneklerden dolayı tarihçiler tarafından tarihin en önemli askerî taktisyen ve stratejistleri olarak kabul edilen Büyük İskenderSun TzuHalid bin VelidHannibalCengiz Han ve Napolyon Bonapart‘la birlikte anılmıştır. Sezar, gerek Galya savaşları sırasındaki Gergovia savaşında, gerekse iç savaş sırasındaki Dyrrhachium savaşında taktik açıdan göz alıcı zaferler kazanmıştır. Ancak, Sezar’ın taktik dehası kendini Galya Savaşları sırasındaki Alesia kuşatmasında, iç savaş sırasındaki Pharsalus Muharebesi‘nde, Pompey’in sayıca fazla birliklerini geri püskürtmesiyle ve Pharnaces’in ordusunu Tokat’ın Zile ilçesinde gerçekleşen Zela savaşında[62] yok etmesiyle göstermiştir.

Sezar’ın hangi topraklarda ya da hangi hava koşullarında olursa olsun seferlerindeki başarısının sırrı, komuta ettiği Lejyonların sahip olduğu sıkı ama adil disiplindi. Sezar birinci sınıf piyade ve süvarilere sahip olmanın yanında müthiş Roma ağır silahlarına ve üstün mühendislik yetenekleriyle donatılmış bir orduya sahipti. Aynı zamanda manevra yapan birliklerin ulaştığı hız efsane haline gelmişti; Sezar’ın ordusu bazen bir günde o zaman için inanılmaz bir mesafe olan 40 mil (yaklaşık 64 km.) yol alabiliyordu. Sezar’a ait Galya Savaşı Üzerine Yorumlar adlı kitapta anlatılanlara göre, oldukça sarp ve yüksek bir plato üzerine kurulmuş olan bir Galya şehrinin kuşatması sırasında, Sezar’ın mühendisleri sert kayadan bir tünel açmış ve şehrin su çektiği kaynağa ulaşıp yönünü değiştirerek ordunun kullanımına tahsis etmişti. Su kaynağı kesilen şehir bir süre sonra teslim olmak zorunda kalmıştı.

İç savaş

Gaius Julius Caesar’ı tasvir eden bir gravür

MÖ 50 yılında Pompey‘in önderliğindeki Senato, prokonsüllük görevinin sona erdiği gerekçesiyle Sezar’a Roma’ya geri dönmesi ve ordusunu terhis etmesi emrini verdi. Dahası, Senato Sezar’ın in absentia (gıyabında) ikinci kez konsül seçilmesini de yasakladı. Sezar, konsüllerin kullandığı dokunulmazlık hakkı ya da ordusunun gücü arkasında olmadan Roma’ya girmesi halinde kovuşturmaya uğrayacağını ve politik olarak dışlanacağını düşünüyordu. Pompey, Sezar’ı başkaldırı ve vatana ihanetle suçladı. Sezar’ın 10 Ocak MÖ 49’da generallerin ordularıyla geçmelerinin yasak olduğu Rubicon nehrini “Lejyon XIII Gemina” ile geçmesiyle Roma’da iç savaş başlamış oldu. Plutarch, Sezar’ın Rubicon’u geçtiğinde Atinalı bir oyun yazarı olan Menandros‘a ait ἀνερρίφθω κύβος deyişini kullandığını söyler.[63] Suetonius bu deyişin Latince karşılığını alea iacta est yani “ok yaydan çıktı” olarak verir.[64]

Güneye kaçan Metellus Scipio ve Genç Cato’nun da aralarında bulunduğu Optimatlar, özellikle Kuzey İtalya’daki şehirlerin çoğunluğunun teslim olmasının ardından yeni toplanan birlikler sayesinde biraz nefes aldılar. Samarium’da giriştikleri bir lejyon toplama girişimi, lejyonun kayda değer bir çarpışmaya katılmadan teslim olmasıyla sonuçsuz kaldı. Sezar’ın sahip olduğu tek lejyon olan Onüçüncü Lejyon‘dan çok daha fazla bir güce sahip olmasına rağmen Pompey’in savaşmaya pek niyeti yoktu. Sezar, Senato ve Lejyonlarını kıstırarak Pompey’i kaçmadan yakalama umuduyla onu Brindisium‘a kadar kovaladı. Pompey onu atlattı ve Sezar’ın barikatları yıkmasından hemen önce limandan demir alarak kurtulmayı başardı.

Limanda bulunan tüm gemiler Pompey tarafından birliklerinin tahliyesi için kullanıldığından onu takip etmek mümkün değildi ve bunu üzerine Sezar yönünü Hispania’ya çevirdi. Roma’yı Marcus Aemilius Lepidus‘un prefect’liğine ve İtalya’nın geri kalanını tribün Marcus Antonius‘un kontrolüne bırakan Sezar, şaşırtıcı bir hızla 27 gün içinde Hispania‘ya ulaştı ve kendisine katılan iki Galya Lejyonu ile Pompey’in vekillerini bozguna uğrattı. Hemen ardından Pompey’le hesaplaşmak üzere doğuya, Yunanistan’a doğru ilerledi. 10 Temmuz MÖ 48’de Dyrrhachium‘da yapılan savaş sırasında tahkimat hattının yıkılması nedeniyle neredeyse felaketle sonuçlanabilecek bir bozgundan kıl payı kurtuldu. Sezar, kısa süre sonra yapılan Pharsalus Muharebesi ile kendisinden çok daha güçlü (Sezar’ın piyadelerinin iki katı piyade ve kayda değer miktarda süvari fazlası) olan Pompey’i MÖ 48 yılında kesin olarak yenilgiye uğrattı.

Roma’da Sezar diktatör olarak atanırken Marcus Antonius da onun Magister Equitum‘u olarak göreve başladı. Bu göreve atanmasından sadece 11 gün sonra diktatörlükten istifa eden Sezar, Publius Servilius Vatia ile ikinci kez Konsül seçildi.

Sezar, Pompey’i Kral XIII Ptolemaios‘un hizmetinde çalışan eski bir Romalı subay tarafından öldürüleceği İskenderiye‘ye kadar kovaladı. Ardından XIII. Ptolemaios ve onun kız kardeşi, karısı ve aynı zamanda vekil kraliçe olan Firavun Kleopatra VII arasındaki iç savaşa müdahil oldu. Bunun sebebi belki de Ptolemaios’un Pompey’in katlindeki rolüdür. Sezar Kleopatra’nın tarafını tuttu. Anlatılanlara göre XIII. Ptolemaios’un mabeyincisi Pothinus tarafından kendisine hediye olarak takdim edilen Pompey’in kesik başına ağlamıştı. Her halükârda, Ptolemaik güçler MÖ 47 yılında yapılan Nil Muharebesi ile Sezar tarafından yenildiler ve hemen ardından Sezar’dan Caesarion adlı bir çocuğu olduğundan şüphelenilen Kleopatra, tahta çıkarıldı. Sezar ve Kleopatra İskenderiye iç savaşı sırasında elde ettikleri zaferi MÖ 47 yılı baharında Nil üzerinde düzenledikleri bir zafer alayı ile kutladılar. Kraliyet kayığına eşlik eden 400 gemi, Sezar’a Mısır Firavunlarının sahip olduğu ihtişamı yansıtmayı amaçlıyordu.

Sezar ve Kleopatra hiç evlenmediler zira Roma kanunlarına göre bunu yapmaları mümkün değildi. Evlilik kurumu sadece Roma yurttaşları arasında yapıldığında geçerli oluyordu ve Kleopatra Mısır kraliçesiydi. Sezar’ın evliliği 14 yıl önce bir çocuk sahibi olmadan sona erdiğinden Kleopatra ile olan ilişkisi Romalılar tarafından zina olarak değerlendirilmedi ve Sezar, Kleopatra ile olan ilişkisini sorunsuzca sürdürebildi. Kleopatra Roma’yı birkaç kez ziyaret etti ve bu ziyaretlerinde Sezar’ın Romanın hemen dışında, Tiber kıyısındaki villasında ikamet etti.

MÖ 47 yılının ilk aylarını Mısır’da geçiren Sezar, daha sonra Orta Doğu‘ya yöneldi ve Pontus kralı II. Farnekes‘i yok edeceği Zela Savaşı‘nı kazandı. Ardından Pompey’in Afrika’da kalan senatoryal destekçileri ile hesaplaşmak üzere Afrika’ya geçti. Kısa süre sonra MÖ 46 yılında yapılan Thapsus Muharebesi‘nde Metellus Scipio (bu savaşta öldü) ve Genç Cato’ya (intihar etti) karşı görkemli bir zafer kazandı. Bununla beraber, Pompey’in oğulları Gnaeus Pompeius ve Sextus Pompeius, Sezar’ın eski Legatesi ve Galya savaşlarının iki numaralı komutanı Titus Labienus ile birlikte Hispania’ya kaçtı. Sezar takibe devam etti ve geri kalan son muhalifleri de MÖ 45 yılı Mart ayında yapılan Munda Muharebesi ile yok etti. Bu süre zarfında, Sezar MÖ 46 yılında Marcus Aemilius Lepidus‘la üçüncü ve MÖ 45 yılında meslektaşı olmadan dördüncü defa Konsül seçildi.

İç savaşın ardından

Hispania‘da seferde olduğu sırada, Senato Sezar’a in absentia (gıyabında) onur payeleri vermeye başladı. Sezar düşmanlarını yasaklamak yerine hepsini affettiği için kendisine karşı güçlü bir muhalefet yoktu. 21 Nisan tarihinde Munda’da elde ettiği zaferin onuruna büyük oyunlar ve kutlamalar düzenlendi.

Sezar, Roma sikkeleri üzerine kendi büstünü resmettiren ilk kişidir.

MÖ 45 yılı Eylül ayında İtalya’ya geri dönen Sezar vasiyetini hazırladı ve yeğeni Gaius Octavius‘u (Octavian) unvanı da dahil olmak üzere sahip olduğu her şeyin mirasçısı olarak tayin etti. Sezar ayrıca Octavian’ın kendisinden önce ölmesi durumunda ikinci vâris olarak Marcus Junius Brutus‘u belirledi. Bazı kaynaklarda Brutus’u evlatlık oğul ilan ettiği de söylenir.

Sezar devlet sübvansiyonlu hububatın satın alınmasını sıkı bir şekilde düzenledi ve alıcıların sayısını belirli bir rakamda sabitleyerek hepsini kayıt altına aldırdı. Fakirler için ayrılan tahıl paylarının satılmasını da yasakladı. MÖ 47-44 arasında emekli askerleri için arazi tahsisi ve Roma dünyası boyunca emekli asker kolonileri kurulmasıyla ilgili planlar hazırladı.

Sezar MÖ 63 yılında, görevleri arasında takvimi ayarlamak da bulunan Pontifex Maximus seçilmişti. Bu yetkiyle mevcut takvim sistemi üzerinde gerçekleştirdiği revizyon, yaptığı en etkili ve uzun soluklu reformlardan biri olarak tarihe geçti. Sezar MÖ 46 yılında her dört yılda bir artık yıl hesabına dayalı 365 günlük takvim sistemini geliştirdi (Jülyen takvimi olarak bilinen bu takvim Papa XIII. Gregory tarafından 1582 yılında revize edilerek günümüzde kullanılan Gregoryen takvimi oluşturulmuştur). Bu reformun bir sonucu olarak 455 gün uzunluğundaki standart bir Roma yılı mevsimlere bölünmüş oldu. Gregoryen takviminin 7. ayına Sezar’ın onuruna “July” (Latince Iulius’tan türetilmiştir) adı verilmiştir.[65] Bu dönemde Sezar Forumu ve içinde bulunan Venüs Genetrix Tapınağı ile birlikte pek çok kamu binası inşa edildi.

Suikast girişimi

Morte de Césare (Sezar’ın ölümü), Vincenzo Camuccini tablosu

Antik biyografi yazarları Sezar ve Senato arasındaki gerilimi ve onun olası krallık iddiasını ayrıntılı biçimde tasvir ederler. Bu olaylar Sezar’ın Senatoda bulunan politik rakipleri tarafından suikast sonucu öldürülmesinin başlıca nedenidir.

Plutarhos farklı bir anlatımla, Sezar’ın Senatoya adına tevcih edilen onurların olması gerekenden daha fazla olduğunu bildirdiğini ancak nankör birisi olarak görülmemek için bu pozisyonları kabul ettiğini aktarır. Kendisine Pater Patriae (“Vatanın Babası”) unvanı da verilmiştir. Üçüncü kez Diktatör seçilmiş ve hemen ardından aslında onu on yıllık bir süre için diktatör yapacak şekilde birbirini izleyen dokuz tek yıl için Diktatör olarak atanmıştır. İlave olarak üç yıllık bir süre için praefectus morum (ahlak prefect’i) seçilmiştir.

Sezar, Senato tarafından “ömürboyu diktatör” anlamına gelen Dictator Perpetuus olarak adlandırılmıştır. Cumhuriyet tarihinde İlk kez olmak üzere, ön yüzünde bu unvan ve Sezar’ın profilden figürü arka yüzde ise tanrıça Ceres ve Sezar’ın unvanı olan Augur Pontifex Maximus bulunan bir Roma denarius‘u basılmıştır. Cumhuriyet döneminde konsüllerin ve diğer kamu memurlarının imajlarının sikkeler üzerine basılması alışılagelmiş bir durum olsa da Diktatör unvanın sikke üzerine ilk kez basılıyor olması oldukça anlamlıydı.

Cassius Dio, MÖ 44 yılında bir senatör heyetinin Sezar’a tevcih ettikleri yeni onursal payeleri bildirmek üzere onu ziyaret ettiğinden bahseder. Sezar heyeti ayakta karşılamak yerine Venüs Genetrix Tapınağında oturarak kabul etmeyi tercih etmişti. Dio’ya göre bu durum gücenmiş senatörlerin Sezar’a suikast düzenlemesinin başlıca nedeniydi. Yine Dio’nun yazdığına göre Sezar’ın yandaşları bu hareketin nedeni olarak Sezar’ın ağır bir ishal geçiriyor olmasını göstermiş ancak düşmanları onun hiç kimsenin yardımı olmadan eve gittiğini gördüklerini iddia etmişlerdir.

Suetonius, Sezar’ın ayağa kalkmamasının nedeni olarak Cornelius Balbus tarafından engellenmesini gösterir. Suetonius ayrıca yüce Sezar Roma’ya döndüğünde toplanan kalabalıkla ilgili bir hikâye anlatır; Kalabalıktan birisi Sezar’ın Rostra‘da bulunan heykeline defne dalından bir çelenk koymuştu. Tribünler Gaius Epidius Marcellus ve Lucius Caesetius Flavius duruma müdahale etmiş ve bu çelengin Jüpiter ve hükümdarlığı sembolize etmesi nedeniyle kaldırılmasını emretmiş, bunu duyan Sezar da tribünleri sahip oldukları resmi güçten men etmişti. Suetonius’a göre Sezar bu noktanın bir adım ötesi olan krallık unvanından ilgisini kesememiştir. Suetonius ayrıca kalabalıktan birisinin Sezar’a Latince kral anlamına gelen “rex” şeklinde hitap ettiğinden bahseder. Sezar’ın bu sesleniş üzerine “Ben Sezar’ım, Kral değil”, şeklinde bir kelime oyunu ile cevap verdiği rivayet edilir. Ayrıca, Sezar Lupercalia festivali sırasında Rostra’da konuşma yaparken, onunla birlikte konsül seçilmiş olan Marcus Antonius defalarca başına bir çelenk takmaya çalışmıştır. Sezar bu çelengi Jüpiter Opitimus Maximus’a sunmak üzere bir kenera koymuştur.

Plutarch ve Suetonius’un bu olayları tasvir ediş şekilleri aşağı yukarı aynıdır ancak Dio, Sezar’ın heykeline çelenk ya da diadem takmak isyeyenlerin tribünler tarafından hapse atıldıklarını yazar. Ayrıca Sezar’a “rex” diye bağırılması olayının Alban Tepesinde gerçekleştiğini ve bağıran grubun yine tribünler tarafından hapse atıldığını yazar. Plebler, bağıran kişinin fikirlerini özgürce söyleyememesini protesto etmişlerdir. Sezar, Tribünleri Senatonun huzuruna çıkarmış, olayları senatörlerin oyların sunmuş ve hemen ardından da onları görevden alarak isimlerini kayıtlardan çıkarttırmıştır.

Suetonius ilave olarak Lucius Cotta’nın, Part ülkesini ancak bir kralın fethedebileceği kehanetine dayanarak, Senatoya Sezar’ın kral olarak kabul edilmesini içeren bir öneri sunduğunu aktarır. Sezar gerçekten de Part Ülkesini fethetmeye niyetlenecek ve bu durum ikinci üçlü yönetim sırasında Marcus Antonius’un hayli başını ağrıtacaktı.

Brutus, arkadaşı ve karısının kardeşi Cassius ve diğer adamlarla birlikte kendilerine Liberatores adını vererek suikast planını hazırlamaya başladılar. Şamlı Nikolaos tarafından kağıda dökülerek günümüze ulaşması sağlanan pek çok plan üzerinde tartışmalar yapıldı:

Suikastçılar asla açık açık bir araya gelmediler ancak küçük gruplar halinde bir birlerinin evinde toplandılar. Suikastın yeri ve zamanı hakkında beklenebileceği gibi çok sayıda tartışma yapıldı ve öneriler gündeme geldi. Bazıları bu denemenin Sezar’ın yürüyüş yapmaktan en çok keyif aldığı Via Sacra‘da, tek başına yürürken yapılmasını önerdiler. Bir diğer fikir ise suikastın, Sezar’ın, yeni seçilen magistraları atamak için Campus Martius‘da bulunan bir köprüden geçişi sırasında yapılmasıydı; Bir kura çekilecek ve kurada çıkan Sezar’ı köprüden aşağı iterken diğerleri koşup onu öldürecekti. Üçüncü bir plan ise Gladyatör oyunlarının gelmesini beklemekti. Suikast teşebbüsü için kullanılacak silahların ortaya çıkması durumunda bile, bu oyunların doğası gereği dikkat çekmeyeceği öngörüsü bu fikrin avantajlı yanıydı. Ancak çoğunluğun fikri Sezar’ın, sadece senatörlerin girmesine izin verilen ve senatörlerin giydiği togaların suikastte kullanılacak Hançerleri saklamak için gayet uygun oluşu nedeniyle, Senato binasında öldürülmesi yönündeydi. Günün kazananı bu plan oldu.

Sezar’ın öldürülmesinden iki gün önce Cassius suikastçılarla bir toplantı yaptı ve eğer birileri planlarını öğrenirse hançerlerini kendilerine saplamalarını söyledi.

Suikast

Sezar’ın ölümü, Jean-Léon Gérôme
Sezar’a ait diyabaz büst

MÖ 15 Mart 44 tarihinde bir grup senatör, Senatoya gücüne geri vermesini rica eden bir dilekçe taslağını okuması için Sezar’ı foruma çağırdı. Ancak dilekçe bir kandırmacaydı. Suikast planını dehşet içindeki bir Liberator, Servilius Casca‘dan bir gece önce kısmen öğrenen ve işlerin kötüleşmesinden korkan Marcus Antonius, Sezar’ı merdivenlerde engellemek için foruma gitti. Ancak Sezar’ın yolu Campus Martius‘da bulunan Pompey Tiyatrosundan geçerken bir grup senatör tarafından kesildi ve Sezar doğu portikosuna bitişik bir odaya doğru yönlendirildi.

Sezar sahte dilekçeyi okumaya başladığı sırada dilekçeyi kendisine sunmuş olan Tillius Cimber, Sezar’ın togasını aşağı indirdi. Sezar, Cimber’e “Ama bu bir vahşet!” (“Ista quidem vis est!”) diye bağırdığı sırada, Casca hançerini çekti ve diktatörün boğazını bir yandan diğer yana kesti. Sezar hemen etrafından döndü ve Casca’nın kolunu yakalayarak “Casca, seni hain, ne yapıyorsun?” dedi[66] Korkudan donakalmış olan Casca, Yunanca “Kardeşlerim, yardım edin” diye bağırdı (“ἀδελφέ, βοήθει!“, “adelphe, boethei!”). Tam bu sırada aralarında Brutus’un da bulunduğu grubun geri kalanı da Sezar’ı bıçaklamaya koyuldular. Sezar kaçmaya çalıştı ancak gözleri kandan göremez olduğundan ayağı takıldı ve yere düştü; adamlar, Sezar portikonun alt merdivenlerinde savunmasız bir şekilde kalana kadar hançerlerini saplamaya devam ettiler. Eutropius‘a göre bu suikaste müdahil olan kişi sayısı altmıştan fazlaydı. Sezar 23 defa hançerlenmiştir.[67] Suetonius’a göre bir doktor, aldığı yaralardan sadece ikincisinin yani boynuna aldığı yaranın ölümcül bir yara olduğunu ispatlamıştı.[68]

Diktatörün son sözlerinin ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir ve bu konu tarih boyunca bilim adamları ve tarihçiler arasında bir tartışma konusu ola gelmiştir. Genellikle en bilinen versiyonu Latince bir deyiş olan Et tu, Brute? (“Sen de mi, Brutus?”) şeklindedir ve Shakespeare’in Julius Caesar adlı oyunundan alınmıştır. Aslında tam olarak makaronik bir satırın ilk parçası olarak: “Et tu, Brute? öyleyse yıkıl (öl) Sezar.” şeklindedir. Shakespeare’in versiyonunu Romalı tarihçi Suetonius‘un Sezar’ın son sözlerinin Yunanca bir deyim olan “καὶ σύ, τέκνον;[69] (“Kai su, teknon? olarak okunur”: Türkçesi “Sen de mi çocuğum?” şeklindedir) olduğunu iddia eden versiyonu takip eder.[70] Diğer taraftan Plutarch Sezar’ın hiçbir şey söylemediğini ve suikastçıların arasında Brutus’u gördüğünde togasını başının üstüne çektiğini aktarır.[71]

Plutarch, suikastten sonra Brutus’un bir şeyler söylemek için yoldaşı senatörlerin önüne geçmek istediğini ancak onların binadan kaçmayı tercih ettiklerini iddia eder.[72] Brutus ve beraberindekiler bağırarak Capitol Tepesine doğru yürüdüler ve sevgili şehirlerine şöyle seslendiler: “Roma Halkı, bir kez daha özgürüz!”. Olacakların farkına çoktan varan Roma yurttaşları kendilerini evlerine kilitlediğinden bu sevinç çığlıkları sessizlikle karşılandı.

Sezar’ın üzerinde 23 adet yara izi olan balmumundan bir heykeli foruma dikildi. Toplanan kalabalıktan birinin başlattığı yangın, forumun ve komşu binaların ciddi biçimde zarar görmesine yol açtı. Takip eden kaos sırasında Marcus AntoniusOctavian ve diğerleri beş seri iç savaşta karşı karşıya geldi ve tüm bunlar Roma İmparatorluğu’nun doğumuyla sonuçlandı.

Suikastın sonuçları

Jül Sezar’ın tanrılaştırılmasını tasvir eden bir 16. yüzyıl gravürü

Sezar’ın öldürülmesi, suikastçıların öngöremediği şekilde Roma Cumhuriyeti’nin sonunu hızlandırdı. Sezar’ın oldukça popüler birisi olduğu Roma’nın orta ve alt sınıfları, küçük bir kibirli entelektüel grubunun savunucularını ve hamilerini öldürmesinden dolayı oldukça öfkeliydi. Antonius, her ne kadar olaydan 1600 yıl sonra Shakespeare‘in kaleme aldığı gibi (“Dostlarım, Romalılar, yurttaşlarım, beni dinleyin …“) bir konuşma yapmamış da olsa, Sezar’ın ölümünün ardından ortaya çıkan bir kamuoyu tepkisi olarak avam tabakasına hitap eden dramatik bir methiye sunmuştur. Sezar’dan farklı bir eğilime sahip olan Antonius, üzgün Romalı ayaktakımını belki de Roma’nın kontrolünü tek başına ele geçirmek niyetiyle Optimates mensuplarının üzerine saldı. Ancak Sezar, tek mirasçısı olarak yeğeni Octavian‘ı işaret etmiş ve onu Roma’nın en zengin yurttaşlarından biri yapmanın yanında oldukça güçlü bir Sezar unvanını da ona miras bırakmıştı. Gaius Octavian, aynı zamanda Büyük Sezar’ın evlatlık oğlu olması nedeniyle Roma halkının çoğunluğunun da sadakatine sahipti. Sezar öldüğü sırada henüz 19 yaşında olan Octavian, Antonius’un Decimus Brutus ile iç savaşın ilk raundu için anlaşması üzerine pozisyonunu gözden geçirdi. Marcus Antonius daha sonra Sezar’ın sevgilisi Kleopatra ile evlendi.

Yunanistan’da bir ordu toplamaya başlayan Brutus ve Cassius ile savaşabilmek için Antonius’un, hem Sezar’ın savaş için ayırdığı yedek akçelerine hem de bu ikisine karşı girişeceği bir eylemin Sezar adına olduğuna dair iddiasının meşruluğunun desteklenmesine ihtiyacı vardı. Bunun için Octavian, Antonius ve Sezar’ın sadık süvari komutanı Lepidus arasında ikinci ve son Triumvirlik oluşturuldu. İkinci Üçlü Yönetim ilk iş olarak Sezar’a Divus Iulius unvanını verdi. Sezar’ın merhametinin onun ölümüne yol açtığı iddiasıyla Sulla devrinden beri kullanılmayan “yasaklamalar” devreye sokuldu. Bu yasaklar daha çok Brutus ve Cassius’a karşı girişilen iç savaşın finansmanını sağlamak için kullanıldı ve bu ikisi nihayet Antonius ve Octavius tarafından Philippi‘de yenildiler. İç savaşın üçüncü aşamasında, Octavian’ın karşısında artık Antonius ve Kleopatra vardı. İç savaş, Antonius ve Kleopatra’nın Actium Savaşı‘nda Octavian tarafından bozguna uğratılması ile sona erdi ve böylece Octavian, Caesar Augustus adıyla ilk Roma İmparatoru oldu. Sezar aslında Part Ülkesiniİskit ÜlkesiniKafkasya‘yı ele geçirmeyi ve Germania üzerinden Doğu Avrupa‘ya gitmeyi planlıyordu. Bu planlarına, uğradığı suikast engel olmuştur.[73]

Sağlığı

Plutarch kaynaklı bilgilere göre,[74] Sezar’ın zaman zaman epilepsi nöbetleri geçirdiği düşünülmüştür. Çağdaş yazarlar bu iddia karşısında “keskin bir biçimde bölünmüşlerdir” ve özellikle MÖ 80 yılındaki Sulla dönemi yasaklamaları sırasında sıtmadan rahatsız olduğu yolundaki iddialar daha çok taraftar bulmuştur.[75]

Gençliğinde Absans nöbeti geçirmiş olması da bir diğer olasılıktır. Aile tarihine bakıldığında ataları ve soyundan gelenler arasında da aynı hastalık gözlenir. Sezar’ın sara nöbetlerinden ilk bahseden kişi onun ölümünden sonra doğmuş bir biyografi yazarı olan Suetonius‘tur. Ancak epilepsi hastası olduğu tezi bazı tarihçiler tarafından reddedilmiş ve Sezar’ın zaman zaman sara ile aynı nöbet belirtilerini veren hipoglisemi‘den muzdarip olduğu iddia edilmiştir.[76][77][78]

Yazınla ilgili çalışmaları

C. Iulii Caesaris quae extant, 1678

Sezar, yaşadığı dönemde Roma’nın en ünlü hatiplerinden ve düzyazı yazarlarından biri olarak kabul edilirdi ve retoriği ve tarzı ünlü hatip Cicero tarafından övgüye değer bulunmuştu.[79] En ünlü eserleri arasında halası Julia‘nın cenaze konuşması ve Anticato adında, Cato‘un şöhretini karalamak ve Cicero’nun Cato abidesine cevap vermek için yazılmış, bir belge sayılabilir. Maalesef eserlerinin ve konuşmalarının çoğu günümüze ulaşmamıştır.

Hatıratları

Commentarii de Bello Gallico (Gallia Savaşı Üstüne Yorumlar), Jül Sezar tarafından yazılmış olan ve Galya’da geçirdiği dokuz yılı anlattığı eseri
  • Commentarii de Bello Gallico (Galya Savaşı Üstüne Yorumlar), prokonsül olarak görev yaptığı sırada giriştiği Galya ve Britanya seferleri hakkında, (Türkçe Çev:Hamit Dereli) (1955) Gallia Savaşı, İstanbul:Maarif Basımevi Dünya Edebiyatından Tercümeler
  • Commentarii de Bello Civili (İç Savaş Üstüne Yorumlar), Pompey’in Mısır’da ölmesine kadar İç savaş’ta meydana gelen olay hakkında.

Tarihsel olarak Sezar’a atfedilen ancak yazarı konusunda tartışmalar bulunan eserler:

Adı

Sezar’ın yaşadığı dönemde kullanılan Latin alfabesiyle (yani “J” ya da “U” harflerinin küçük harfleri olmaksızın) Sezar’ın adı tam olarak tercüme edildiğinde “GAIVS IVLIVS CAESAR” olarak yazılırdı. Eski Roma telefuzunda C harfi G yerine kullanıldığıdan ismin “CAIVS” formuna antik dönemde “GAIVS” kullanımından daha sık rastlanırdı ve sık sık “C. IVLIVS CAESAR” olarak kısaltılırdı.. (“Æ” olarak bilinen birleşik harf Latince yazıtlar da yer kazanmak için kullanılırdı ve “ae” harflerinden başka bir şey değildi.) Klasik Latincede “gaːius ˈjuːlius ˈkaisar” olarak telaffuz edilirdi.[80] Roma Cumhuriyeti‘nin son dönmelerinde Roma yazmalarının çoğu en eğitimli Romalıların dili olan Yunanca olarak yazılıyordu. Romalı genç ve zengin erkek çocuklar genellikler Yunan köleler tarafından eğitiliyordu ve zaman zaman tıpkı Sezar’ın baş suikastçısı Brutus gibi daha iyi eğitim almaları için Atinaya gönderiliyorlardı. Sezar dönemi Yunanistanında, Sezar’ın aile adı döneminin telaffuzunu yansıtacak biçimde Καίσαρ (Kaisar) olarak yazılıyordu. Böylece, Almanca Kayser telaffuzuna oldukça benzer bir telaffuza sahipti. Bu Almanca isim, tıpkı modern İngilizcedeki telaffuzunun ve Rusça Çar unvanın da türetildiği kelime olan Orta Çağ Dini Latincesindeki “tʃeːsar” isminden türetilmiştir.

Sezar adı aynı zamanda Norveç Mitolojisinde geçen efsanevi kral Kjárr‘a da isim babalığı yapmıştır.[81]

Ailesi

Ebeveynleri

Kız kardeşleri

Eşleri

  • İlk evliliği, Cornelia Cinnilla, MÖ 83 yılından doğum sırasında öldüğü MÖ 69 ya da 68 yılına kadar.
  • İkinci evliliği, Pompeia, MÖ 67 yılından boşandığı MÖ 61 yılına kadar.
  • Üçüncü evliliği, Calpurnia Pisonis, MÖ 59 yılından Sezar’ın öldüğü MÖ 44 yılına kadar.

Çocukları

Torunu

  • Julia ve Pompey‘in doğumdan birkaç gün sonra ölen isimsiz çocuğu.

Sevgilileri

Önemli akrabaları

  • Gaius Marius (Teyzesi Julia ile evliydi)
  • Marcus Antonius(Sezar’ın yeğeni Octavia ile kısa bir politik evlilik)
  • Lucius Julius Caesar
  • Julius Sabin

Politik rakipleri ve eşcinsel eylemleri ile ilgili söylentiler

Roma toplumuna göre cinsel ilişki sırasında cinsiyeti ne olursa olsun pasif rolde olmak, boyun eğme ya da bayağılık işareti olarak görülürdü. Gerçekten de, Suetonius Sezar’ın askerlerinin Galya Zaferi için düzenlenen zafer alayı sırasında “Sezar Galya’yı fethetmiş olabilir ama Nikomedes de Sezar’ı fethetmişti” diye şarkı söylediğini aktarır.[82] Cicero, BibulusGaius Memmius ve diğerlerine göre (çoğunluklar Sezar’ın düşmanları) Sezar, Bithynia kralı IV. Nicomedes ile bir ilişki yaşamıştı. Sezar’dan Bithynia kraliçesi olarak bahseden bu hikâye, bazı Romalı politikacılar tarafından onu aşağılamak ve küçük düşürmek için zaman zaman dile getirilmişti. Bu söylentinin yayılmasının nedenlerinden birinin de “kişilik katli” olması muhtemeldir. Cassius Dio‘ya göre Sezar bu suçlamaların doğru olmadığını yemin ederek reddetmiştir.[83] Romanın bu döneminde politik rakiplerini aşağılamak ve gözden düşürmek için bu tür iftiralar atmak sık rastlanılan bir durumdu. Rakipler tarafından kullanılan en gözde taktiklerden biri de politik rakibini, köklerini Yunan ve Doğu kültüründen alan ve Roma’nın muhafazakâr yaşam tarzıyla karşılaştırıldığında eşcinselliğe ve müsrif bir hayat tarzına daha hoşgörülü yaklaşan Helenistik yaşam biçine sahip olmakla suçlamaktı.

Catullus, Sezar ve mimarı Mamurra‘nın sevgili olduklarını iddia eden iki şiir yazmışsa da,[84] sonradan bu iddia için özür dilemiştir.[85]

Marcus AntoniusOctavian‘ın Sezar tarafından evlat edinilmesinin altında yatan nedenin, onun Sezar’a sunduğu cinsel hizmetlerle ilişkili olduğunu ima etmiştir. Suetonius, Antonius’un bu iddiasını politik bir iftira olarak tanımlamıştır. Genç Octavian, Sezar’ın ölümünden sonra Roma’nın ilk imparatoru olmuştur.[86]

Zaman dizini

Konsül

Onur payeleri

Jül Sezar ölümünden sonra tanrılaştırılmış ve kendisine Divus (“tanrı”) unvanı verilmiştir.

Hayatta iken aralarında Pater PatriaePontifex Maximus ve Diktatör unvanın da olduğu pek çok onur payesi almıştır. Senato tarafından kendisine verilen bu payelerin, ölümlü bir insana bu kadar onur payesi vermenin yersiz olduğunu düşünen çağdaşları tarafından kendisine düzenlenen suikastın başlıca nedeni olduğu zikredilir.

Henüz genç bir adamken Küçük Asya savaşlarında göstermiş olduğu kahramanlıklardan dolayı kendisine Corona Civica verilmişti.

Sezar’ın cognomen‘i zaman içerisinde bir unvan haline gelmiş ve bu unvan değişerek Almanca Kaiser ve Slavik dillerde Çar unvanın çıkış noktası olmuştur. Çar unvanı taşıyan son kişi Sezar’ın ölümünden iki bin yıl sonra bile onun adını taşıyan bir devlet başkanı olarak 1946 yılına kadar tahtta kalmış olan Bulgaristan kralı II. Simeon‘dur. Bu unvan, ünlü bir deyiş olan “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını da Tanrı’ya verin” örneğinde görülebileceği gibi Kitab-ı Mukaddeste de kendine yer bulmuştur.

Tasviri

Ayrıca bakınız

Birincil kaynaklar

Kendi yazmaları

Antik tarihçilerin yazmaları

İkincil kaynaklar

  • Luciano, Canfora (2006). Jül Sezar: Halkın DiktatörüEdinburgh University Press. (hardcover, ISBN 0-7486-1936-4.
  • Goldsworthy, Adrian (2006). Sezar: Bir devin hayatı. New Heaven: Yale University PressISBN 0-300-12048-6.
  • Jiménez, Ramon L. (2000). Sezar Roma’ya Karşı: Büyük Roma İç Savaşı. Westpoint: CT: Praeger Publishers. ISBN 0-275-96620-8.
  • Kleiner, Diana E. E. (2005). Kleopatra ve Roma. Cambridge, Massachusetts ve Londra: England: The Belknap Press of Harvard University Press. ISBN 0-674-01905-9.
  • Meier, Christian (1996). Sezar: Bir Biyografi. New York: Basic Books. ISBN 0-465-00894-1.
  • Thomas, Niel (2005). Roma ve Efsaneleri. New York: NY: Simon and Shuster.

Dış bağlantılar

Pargalı İbrahim Paşa
Pargalı İbrahim Paşa’yı gösteren bir gravür (1648)
Osmanlı Sadrazamı
Görev süresi
27 Haziran 1523 – 15 Mart 1536
Hükümdar I. Süleyman
Yerine geldiği Pîrî Mehmed Paşa
Yerine gelen Ayas Mehmed Paşa
Mısır Beylerbeyi
Görev süresi
1525-1525
Hükümdar I. Süleyman
Yerine geldiği Güzelce Kasım Paşa
Yerine gelen Güzelce Kasım Paşa
Kişisel bilgiler
Doğum y. 1495
PargaOsmanlı Yunanistanı
Ölüm 15 Mart 1536
İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu
Evlilik(ler) Bakınız
Çocuk(lar) Mehmed Şah[a]

Pargalı İbrahim PaşaMakbul İbrahim PaşaFrenk İbrahim PaşaDamat İbrahim Paşa ya da öldürüldükten sonraki ünvanıyla Maktul İbrahim Paşa (y. 1495, Parga – 15 Mart 1536, Kostantîniyye[b]), I. Süleyman saltanatı döneminde 27 Haziran 1523 – 15 Mart 1536 tarihleri arasında sadrazamlık yapan, önemli siyasal ve askerî olaylarda rol oynayan Osmanlı devlet adamı. Sahip olduğu yetkiler sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu dış siyasetinin beyni olarak kabul edilmektedir.

Kesin memleketi bilinmemekle birlikte, çeşitli kaynaklarda Rum, İtalyan ya da Hırvat asıllı olduğu söylenmektedir. Evliya Çelebi ise ailesinin Razgrad kökenli olduğunu ve bu nedenle orada görkemli İbrahim Paşa Cami’sini ve Kurşunlu Han‘ı inşa ettirdiğini iddia etmiştir. Babasının Parga‘da bir denizci veya balıkçı olduğu tahmin edilmektedir. Küçük yaşta devşirme yolu ile Manisa’ya getirilen İbrahim, burada Süleyman tarafından maiyetine alındı ve ölümüne kadar onun yanından ayrılmadı. Belgrad ve Rodos seferlerinde yer aldı. Süleyman’ın saltanatının başlamasıyla birlikte, hızla yükselerek önce has odabaşı oldu, daha sonra ise sadrazamlığa yükseldi. Bunların yanında Rumeli ile Anadolu Beylerbeyi ve Seraskerlik makamlarının da sahibi oldu.

Görkemli bir düğünle evlendikten kısa bir süre sonra, Hain Ahmed Paşa‘nın isyanı sonrası iç karışıklıklarla uğraşan Mısır’a düzeni sağlaması için gönderildi. Mısır’a kara yolu üzerinden giderken, birçok noktada halkın şikâyetlerini dinleyerek çözüme kavuşturdu. Mısır’da birçok yenilik yaptı. Macaristan’da gerçekleşen Mohaç Muharebesi‘nin kazanılmasında büyük rol oynadı. I. Viyana Kuşatması‘na katıldı, 1533 yılında Avusturya ile imzalanan ve Avusturya arşidükünü Osmanlı sadrazamına eşit sayan, İstanbul Antlaşması‘nın görüşmelerini yürüttü.

14-15 Mart gecesi iftar için saraya davet edilen İbrahim Paşa, padişahın emriyle gece saraydaki odasında dört dilsiz cellat tarafından boğularak idam edildi.

FarsçaRumcaSırpça ve İtalyanca dillerini bilen İbrahim Paşa, sanata oldukça meraklıydı. Müzik alanında çocukluğundan itibaren yoğun bir eğitim gördü. Bunun yanında 13 yıllık sadrazamlık görevi süresince birçok cami, medrese, hamam ve çeşme gibi eserler yaptırdı.

Kökeni ve devşirilmesi

Pargalı[2], Frenk[3], Makbul[3][4] ve Maktul[3][5][4] gibi ünvanlarla anılan İbrahim Paşa’nın hayatının ilk yıllarına dair ayrıntılı bir bilgi yoktur.[2] Pargalı İbrahim Paşa’nın kökeni ile ilgili farklı bilgiler mevcuttur. Eski Osmanlı kaynakları Efrenci (Frenk) olduğundan bahsetmektedir.[3] Sonradan yazılan kaynaklarda ise babasının Parga’yı yurt edinen Cenevizli ya da Cenovalı bir İtalyan balıkçı olduğu belirtilmektedir.[3] Bunların dışında Pargalı İbrahim Paşa’nın Rum veya Hırvat olduğu iddia edilmektedir.[6][3] Bazı kaynaklar İbrahim’in bir Slav lehçesi konuştuğunu, 1533’te Habsburglar ile yapılan barış görüşmeleri sırasında I. Ferdinand‘ın Hırvat elçisi Jerome ile ana dilinde sohbet ettiğinden bahsetmektedir.[7][c] Âlî tarihi ile Hadikatü’l-vüzera isimli eserlerde Frenk olduğu yazılıdır. Hadikatü’l-vüzera bunun yanında Rum asıllı olduğunu da söylemektedir.[6][3] Avrupa kaynakları ise Rum, İtalyan ve Arnavut olduğuyla ilgili farklı bilgiler vermektedir.[9]

İbrahim Paşa’nın doğum yeri olduğu düşünülen Parga, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde yer almaktadır.

Doğumunun kesin tarihi bilinmemekle birlikte, İbrahim’in kendisinin 1494’te Süleyman’la aynı hafta doğduğunu söylediğini belirten rivayetler mevcuttur.[3][d] Bunun dışında doğumuyla ilgili yapılan araştırmalarda genellikle 1493 tarihi verilmektedir.[11][12][13] Ayrıca Latîfî ve Yılmaz Öztuna 1495[14][15], Hester Donaldson Jenkins ise 1494 yılını zikretmektedir.[16] Rivayetlere göre günümüzde Yunanistan‘da kalan Parga yakınlarındaki bir köyde doğdu.[3] Ayrıca Venedik diplomatlarının raporlarında da, İbrahim’in sık sık Parga’da doğduğunu söylediği beyan edildi.[e] Ailesi hakkında çok az bilgi olmasına karşın, babasının bir denizci veya balıkçı olduğu düşünülmektedir.[5][18][19][10][16][20][3] II. Bayezid devrinde korsanlarca ya da askerî bir baskında esir edildiği tahmin edilmektedir.[10][16][21][22][23][2][3] Daha sonra Osmanlı’nın veliaht şehzadelerinin görev yaptığı Manisa‘ya (Saruhan Sancağı) götürülen İbrahim’in Manisa sarayına nasıl geldiğine dair farklı rivayetler vardır.

Bir rivayete göre II. Bayezid devrinde Bosna valisi İskender Paşa tarafından, bir akın esnasında ele geçirilen İbrahim, yetenekli olduğu düşünülerek Kefe Sancak Beyi Süleyman’a hediye edildi ve onunla birlikte saraya gitti.[6][24][18][2] Diğer bir rivayete göre ise, Manisa’da zengin ve dul bir kadına satıldı.[5][20][16][9][18][3] Bu kadın İbrahim’in, İslamiyet, yabancı dil, şiir ve özellikle keman çalma konusunda iyi bir müzik eğitimi almasını sağladı.[25][10][20] Daha sonra ise İbrahim Süleyman’ın hizmetine girdi.[6][19][18][26] Bu son rivayete göre Şehzade Süleyman bir gezinti esnasında ağaçların arasında İbrahim’in çaldığı kemanın sesini duydu ve onu yanına çağırttı. Giyimini ve yeteneğini beğendiği için onu maiyetine aldı.[3]

İbrahim Paşa, kökenini ve ailesini hiçbir zaman unutmadı.[27] 1527’de babası onu ziyaret etmek için Kostantîniyye’ye geldi ve daha sonra annesi ve iki erkek kardeşi sarayda kaldı.[27][28][29] Babası İslam’ı kabul ederek Yunus adını aldı[30][18][31] ve İbrahim ona bir sancak veya valilik verdi.[27][23][18] Bu sayede babası 2.000 altınlık bir yıllık gelir elde etti.[29] Devşirilmeden önce Hristiyan olan İbrahim, İslam’ı benimsedi. O dönemde bir Hristiyan’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda bu şekilde bir kariyer yapması olanaksızdı.[27][28]

Padişahla ilişkisi ve politik yaşamı

İlk yılları

Pargalı İbrahim Paşa (Süleymannâme)

I. Süleyman‘ın maiyetinden idamına kadar geçirdiği yıllar boyunca, Pargalı onun yakın arkadaşı ve danışmanı oldu.[9] Süleyman padişah olduktan sonra onunla birlikte İstanbul’a geldi ve Osmanlı Devleti’nde SadrazamlıkAnadolu ve Rumeli Beylerbeylikleri ve Seraskerlik (1528/29-1536) dâhil olmak üzere en üst düzeylerdeki görevlerde bulundu.[32]

Boğdan Prensi Dimitri Kantemiroğlu, İbrahim’in sekizinci odaya bağlı sıradan bir yeniçeri olduğunu iddia etti. Ancak Hammer onun bu görüşünün doğru olmadığını ve İbrahim’in askerî değil, sivil bir eğitim aldığını belirtti.[33] İbrahim, Kostantîniyye’ye geldikten sonra ilk olarak Enderûn Mektebi‘nde eğitim gördü.[33] Süleyman’ın şehzadelik yıllarında iç oğlan olarak görev yapan İbrahim,[33] Süleyman’ın padişah olması ile birlikte ilk olarak hademe-i hassa reisi ve doğancıbaşı makamlarına getirildi.[34][33] Daha sonra has odabaşılık ve iç şahincilerbaşı görevine atandı.[2][35][6][32][36] Bu makamlarda yaklaşık 2 yıl 8 ay görev yaptı.[3] Padişah, İbrahim’i daha büyük rütbelere getirmeden önce çeşitli muharebelere götürerek tecrübe kazanmasını sağladı.[26] 1521’de Belgrad’ın Fethi‘nde kapı ağası rütbesiyle görev aldı.[2] Bu seferin öncesinde masrafları Süleyman tarafından karşılanan At Meydanı‘ndaki İbrahim Paşa Sarayı‘nın inşası başladı.[2][35][37][f] Padişahın bir saray inşa ettirmesi, İbrahim’in nüfuz ve gücünün artmasını sağladı.[35][37] 1522’deki Rodos seferine katıldı. Bilim, cesaret ve düşünce alanlarında kendini geliştirmeyi başaran İbrahim, padişahla düşünce alışverişinde bulunup seferlere katıldı ve devlet yönetiminde de söz sahibi olmaya başladı.[38] Aynı zamanda da, kişisel servetini de artırdı.[39] Alçak gönüllü kişiliği sayesinde, diğer vezirler İbrahim’e karşı kin beslemeyerek, onu padişahın bir eğlence arkadaşı olarak gördüler.[38]

Sadrazamlığa yükselişi ve Hain Ahmed Paşa’nın isyanı

Günümüzde İstanbul‘daki Sultanahmet Meydanı‘nda yer alan İbrahim Paşa Sarayı, I. Süleyman tarafından İbrahim Paşa’ya hediye edildi.

İbrahim 27 Haziran 1523’te,[g] Osmanlı Devleti’nin kanun ve geleneklerinde görülmeyen bir şekilde, has odabaşılık görevinden Pîrî Mehmed Paşa‘nın yerine sadrazam olarak atandı.[42][21][6][2][43] Aynı zamanda Rumeli Beylerbeyi makamının da yeni sahibi oldu.[42][2][43] Bu makamda hiç tecrübesinin olmaması nedeniyle, divan kurallarını öğretmesi amacıyla Celâlzâde Mustafa Çelebi İbrahim Paşa’nın danışmanı olarak görevlendirildi.[6] Bu karar, önceki vezirlerin baskısından ve rekabetlerinden yılmış olan halk tarafından sevinçle karşılandı.[38] İbrahim, sadrazamlığa yükseldikten sonra, bu görevi Rumeli Beylerbeyliği ile birlikte yürüttü.[19] 17. yüzyılda Koçi BeyIV. Murad‘a sunduğu eleştirel tarzdaki Koçi Bey Risalesi‘nde, İbrahim’in kanun ve teamüllere aykırı bir şekilde sadrazam yapılmasını şu sözler ile tenkit etti: Harem-i hâss huddâmmdan silâhdârı olan İbrahim Paşa’yı def’aten Vezir-i a’zam idüp evvelki kaideyi gözetmedi. (…) iltifât-ı Pâdişâhîye mağrûr olmağla vukuufu olanlara dakhî suâl itmeğe tenezzül eylemeyüp gafletleri kemâlde olmağın âlemin intizâmı bozuldu.[43]

Pîrî Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı döneminde, ikinci vezir makamında bulunan Hain Ahmed Paşa, Has Odabaşı İbrahim’in sadrazam olmasından sonra büyük bir hayal kırıklığına uğradı.[44] Pîrî Mehmed Paşa’nın gözden düşmesinde etkisi olan Ahmed Paşa,[19][45][46] Celâlzâde Mustafa Çelebi tarafından; hemen hemen herkese isyan eden asi bir ruhu vardı. Yükselmeğe pek hırslı olan kalbi bir fesat ocağı idi sözleriyle tanımlanmıştır. [47] Ahmed Paşa ve onu destekleyenler tarafından, Pîrî Mehmed Paşa’nın rüşvet aldığı dedikodusu yayıldı. Padişah, Kazasker Fenarîzade Muhyiddin Çelebi‘yi bu iddiaların doğruluğunu araştırması için görevlendirdi. Pîrî Mehmed Paşa’ya kin güden Muhyiddin Çelebi, araştırmanın neticesini Pîrî Mehmed Paşa’nın aleyhine olacak şekilde padişaha bildirdi ve Pîrî Mehmed Paşa suçlu bulunarak sadrazamlıktan azledildi.[48] Sadrazam olan İbrahim’in emrine girmek istemeyen Ahmed Paşa, padişahtan Mısır Beylerbeyliği‘ni istemeye başladı.[49][45] Padişah da, Ahmet Paşa’nın akıbetini merak ettiği için onu Mısır Beylerbeyi olarak atayarak her istediğini verdi.[44][46]

Ancak Ahmed Paşa, Kahire Sarayı’na ulaşınca, saltanat ve bağımsızlık hevesine kapıldı.[50] Mısır hazinesindeki değerli paraları ve altınları kullanarak, Mısır askerlerinin ele başlarını iradesi altına aldı. Mısır’daki Osmanlı kanun ve düzenini, kendi istek ve arzularına göre değiştirdi.[50] Ahmed Paşa’nın bu yaptıklarını öğrenen Padişah ise, Ahmed Paşa’yı görevden azlederek idam edilmesini emretti. Ancak bu kararı öğrenen Ahmed Paşa ise isyan etti ve “el-Melikü’l-mansur Sultan Ahmed Han” ünvanıyla saltanatını ilan ederek, kendi adına hutbe okutup sikke bastırdı.[50][51][52] Ancak daha sonra yakalanarak idam edildi.[53][54]

Hatice Sultan’la evliliği meselesi

İbrahim Paşa’nın 1534 yılında Tebriz yakınlarındayken eşine yazdığı mektup.

İbrahim Paşa’nın eşinin kimliği devam eden tartışmaların konusudur.[55] Tarihçiler genellikle paşanın Süleyman’ın kız kardeşlerinden biriyle evli olduğunu öne sürme eğiliminde olsalar da, bunu kanıtlayacak hiçbir kayıt bulunamadı.[56][24][55] Yazılı kaynaklarda İbrahim Paşa’nın düğünü hakkında ayrıntılı bilgi olmasına karşın, evlendiği kişi ile ilgili hiçbir bilgi yer almamaktadır.[h] İbrahim Paşa, Mayıs 1524’te At Meydanı’nda iki hafta boyunca devam eden bir düğünde evlendi.[58] Düğüne, başta padişah olmak üzere ordunun ve hükûmetin ileri gelenleri davet edildi.[59][60][61]

HammerÇağatay Uluçay ve M. Tayyib Gökbilgin gibi bazı tarihçiler, padişahın İbrahim Paşa’nın düğününe katılımından ve ihtişamından etkilenerek, İbrahim Paşa’nın eşinin ancak Süleyman’ın kız kardeşlerinden biri olabileceğini sıklıkla varsaydılar.[58][62] Türk tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı‘nın Osmanlı İmparatorluğu isimli kitabında, İbrahim Paşa’nın Hatice Sultan ile evlenip saygınlığını artırdığını belirtmesiyle birlikte bu iddia yirminci yüzyılın ortalarında daha fazla taraftar kazandı.[58] Nitekim 1965 yılında Uzunçarşılı, daha önceki iddiasında yanıldığını ve İbrahim Paşa’nın eşinin Osmanlı prensesi olmadığını kabul eden bir makale yayınladı.[63] Bir yıl sonra, 1966’da Nigar Anafarta, Uzunçarşılı’nın bu argümanını destekleyen kanıtlar elde etti ve eşi tarafından paşaya yazılan “Muhsine” imzalı bir mektup yayınladı.[64] Topkapı Sarayı’nda İbrahim Paşa tarafından gönderilen toplam 11 adet mektup bulunmaktadır. İbrahim Paşa’nın eşi gönderdiği bir mektupta, Valide Sultan Ayşe Hafsa Sultan‘ın ölümü dolayısı ile izin almadan saraya baş sağlığı ziyaretine gittiğini belirterek,[62] İbrahim Paşa ise cevaben bunun uygun olduğunu, ancak hastalık ve ölüm dışındaki durumlar haricinde saraya gitmemesini tembihledi.[65] Uzunçarşılı ise İbrahim Paşa’nın verdiği bu tavsiyelere bakarak eşinin Hatice Sultan olamayacağını iddia etti[66][i] ve eşinin İstanbul’un Kumkapı semtinde İbrahim Paşa Zevcesi Muhsine Hatun Camii olarak da bilinen[j] küçük bir cami yaptıran ve daha sonra bir mahalleye de adı verilen, hanedan damadı olan İskender Çelebi’nin torunu Muhsine Hatun olduğunu ileri sürdü.[66][64] Yine de, aksine kanıtlara rağmen, İbrahim Paşa’nın Süleyman’ın kız kardeşi Hatice Sultan ile evli olduğu görüşü tarihçiler arasında yaygın olarak savunulmaya devam edildi.[64]

Pietro Zen’in 1523 tarihli raporu İbrahim’in kökeniyle ilgili bilgiler verirken, aynı zamanda paşanın eşinin İskender Çelebi’nin büyük kızı olduğunu belirtmektedir.[67] İbrahim Paşa’nın İskender Çelebi’nin kızıyla yaptığı iddia edilen evliliği, 16. yüzyılın sonlarına ait bir Osmanlı tarihi kitabı Ibtihacüt-tevarih‘te de yer almaktadır.[67] Jorga’da İbrahim’in İskender Çelebi’nin kızlarından biriyle evlendiği iddiasını savundu.[57] İkinci elden kaynaklar olan ÂlîPeçevîSolakzadeMir’at-ı KainatRavzat-ül ebrarEnderûn-ı Ata ile Hadikatü’l-vüzera‘da da damat olup olmadığı ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır.[68]

Pâdişâh bir kuluna ikrâm edicek böyle gerek
Lütuf ve ihsânını itmâm edicek böyle gerek
Her hususa şeref ve kadri kemâlinde iken
Rağbetin illere ‘ilâm edicek böyle gerek
Kimse ‘aybeylemedi lütfuna mahmûl oldu

Şâh olan himmeti ‘ilâm edicek böyle gerek

Padişahın İbrahim Paşa’yı Kızılcaada’ya
giderek ziyaret etmesi sonrasında kaleme alınan bir dize.[69]

Mısır’a gidişi ve Yeniçeri isyanı

İbrahim Paşa, düğününden dört ya da dört buçuk ay sonra padişah tarafından Ahmed Paşa’nın çıkardığı isyan sonrasında, karışık bir durumda olan ve toparlanamayan Mısır’a yeniden düzeni sağlaması için gönderildi.[21][70][71][72][54][73] İbrahim Paşa, Kostantîniyye’den maiyetiyle birlikte deniz yoluyla hareket etti.[k] Sonbahar mevsimi olması nedeniyle, Silivri civarında şiddetli rüzgâra yakalanan paşa ve maiyeti, zorlukla Kızılcaada’ya vardı.[71][76] Bu durumu öğrenen padişah ise kayıkla Kızılcaada’ya gitti. Burada İbrahim Paşa ile birlikte ava çıkıp, vakit geçirdi ve daha sonra tekrar geri döndü.[l][76] İbrahim Paşa ise, hava şartlarının düzelmesiyle birlikte Gelibolu‘ya hareket etti.[71] Burada bir divan kurarak padişahın emirlerini okudu. Daha sonra sırasıyla, Sakız ve Rodos Adası‘na uğradı. Ancak daha sonra birkaç deneme yaparak, deniz üzerinden Mısır’a ulaşmaya çalışmasına rağmen, keşişleme esen rüzgâr gemileri geriye doğru sürükledi. Yaklaşık 60 günü denizde geçiren İbrahim Paşa,[78] bunun üzerine deniz ulaşımının elverişsizliği sebebi ile kara yolunu kullanarak, Suriye üzerinden Kahire’ye hareket etti.[79][54][80]

Kara ulaşımıyla Haleb’e gidene kadar birçok noktada denetim yapan İbrahim Paşa, zulüm, rüşvet gibi çeşitli konularda halkın şikayetlerini çözüme kavuşturdu. Halkın içinde bulunduğu kötü durumdan dolayı Haleb kadısını idam ettirdi.[79] Daha sonra Mısır’a ulaştı ve üç ay süre ile burada kalarak birçok problemi çözüme kavuşturdu.[81] Uzun süredir karışıklıklarla uğraşan Mısır’da, Beni Havare ve Beni Bakar adındaki iki aşiretin reisi, hainlik yaptıkları gerekçesiyle idam edildi.[81][82] Mısır’daki diğer aşiret reislerini ise devlete sadakatle bağlı kalacaklarına dair yemin ettirildi.[81][83] Şehrin her yerine tellallar ile şikayeti olanlara çağrı yapılarak talepleri yerine getirildi.[81][83] Borçları nedeniyle hapis yatan yaklaşık 300 kişinin borçları, Mısır hazinesinden karşılanarak özgürlüklerine kavuşmaları sağlandı.[82][84] Mısır’da evsiz, hasta ve kimsesiz çocuklar kayıt altına alındı ve onlara gündelik ücret bağlandı.[84] Kahire’de zarar gören bina ve anıtlar onarılarak şehrin imarına başlandı.[83] Halktan alınan vergiler Kölemenler zamanındaki defterlerde yer alan eski oranlara göre düzenlendi.[83] Mısır hazinesinin muhafaza edilmesi amacıyla iki büyük kule inşa edildi.[80] İmparatorluk defterdarı veya hazinedarı olan İskender Çelebi, Mısır’ın yönetim maliyetini düşürdükten sonra Kostantîniyye’ye yıllık 80.000 duka altın ödenebileceğini hesapladı.[85] İbrahim Paşa, Mısır’ın idari yapısını ve teşkilatını yeniden düzenledi ve başarılı olan bu yapı diğer eyaletlerde de uygulandı.[86] Bunların dışında yeni bir kanunname hazırlayarak yürürlüğe koydu.[87] Ayrıca Portekizlilerin Kızıldeniz‘i tehdit eden Umman ve Hint Denizi‘ndeki faaliyetleri nedeniyle, Süveyş’te elli kadırgadan oluşan Süveyş Kaptanlığı‘nı kurdu ve Selman Reis‘i de kaptan olarak atadı.[83][88][89] İbrahim Paşa yaptığı birçok düzenleme ile Mısır’ı yeniden Osmanlı iradesi altına aldı.[90][72]

İbrahim Paşa’nın Mısır’da bulunduğu süre içerisinde, Süleyman 1525 yılının kış ayını geçirmek üzere Edirne’ye hareket etti.[91][78] Haftada iki gün Divân’a başkanlık ettikten sonra, vaktinin büyük bir kısmını avda geçirdi.[81] Kostantîniyye’deki Yeniçeriler ise bu hareketsiz geçen süreden dolayı memnuniyetsiz bir haldeydiler.[92][78] Rodos Seferi‘nden Kostantîniyye’ye dönülmesinin üzerinden 2 yıldan uzun bir zaman geçti.[93] Savaşsız geçen üçüncü seneye girilirken, Yeniçerilerin bir savaş olmadan ganimet elde etmeleri mümkün değildi.[83] Süleyman’ın Edirne’den Kostantîniyye’ye dönüşünde, saraya gitmek yerine Kâğıthane kasrında kalması, yeniçerilerin bu memnuniyetsizliklerinin açıkça bir isyana dönüşmesine sebep oldu.[94][95][77] Yeniçeriler “Veziriazamsız divan olmaz, olduğu takdirde asker zapt olunmaz” gerekçesiyle, sadrazamlığın İbrahim Paşa yerine başkasına verilmesini istediler.[96] 25 Mart 1525 tarihinde padişahın dönüşünden üç gün sonra, İbrahim Paşa ve Ayas Mehmed Paşa ile birlikte defterdarın köşklerine saldırdılar.[97][77][98][99] Gümrüğü ve Yahudi mahallesini yağmaladılar.[94][77] Süleyman isyanı bastırmak üzere tekrar saraya döndükten sonra, isyanı düzenleyenlerden bazıları asker adına hediye isteyince bunlardan üçünü kendi elleriyle idam etti.[94] Daha sonra ise yeniçerilere bin duka altın dağıtılarak isyan bastırıldı. Fakat yeniçeri ağası Mustafa[100]Reis-ül küttâb Haydar Çelebi, sipahi ağası, birçok subay ve isyanı teşvik edenler ile göz yumduğundan şüphelenilen birçok kişi idam edildi ve görevlerinden alındı.[94]

İsyanın ardından padişah tarafından acil bir şekilde Kostantîniyye’ye dönüş emrini alan İbrahim Paşa,[101] 14 Haziran 1525’te, Mısır’ın yönetimini Suriye Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa‘ya bırakarak oradan ayrıldı.[81][85][83] Dönüş yolunda Şam’a uğrayarak, Venediklilerin sahip olduğu imtiyazları yeniledi. Kayseri’deyken Dulkadir Türkmen beylerine, alınan timarlarını geri iade etti.[81] Kostantîniyye’ye dönüşünde, padişahın muhafız askerleri ve vezirler, onu dört günlük yoldan karşıladı.[102] Süleyman, İbrahim Paşa’ya iki yüz bin duka değerinde bir Arap atı hediye etti. İbrahim Paşa da padişaha, aldığı hediyeyle neredeyse aynı değere sahip bir serpuş hediye etti.[81][77] İbrahim Paşa’nın Mısır Seferi yaklaşık 11 ay 6 gün sürdü.[102]

Mohaç zaferi ve Anadolu isyanları

Habsburglularla yakınlaşan Macaristan’ı bir tehdit olarak gören ve anlaşma girişimlerinden bir sonuç alamayan Osmanlı İmparatorluğu, Macaristan üzerine bir sefer düzenleme kararı aldı. Mısır’daki icraatleri ile padişahın üzerinde nüfuzu artan İbrahim Paşa, bu seferin komutanlığına atandı.[103][104] Miladî 23 Nisan 1526 tarihinde yüz bin kişilik ordu ve üç yüz topla Kostantîniyye’den hareket edildi.[105][103] İbrahim Paşa, 3 Haziran’da Rumeli askerleriyle birlikte Sofya’da ordudan ayrıldı.[106] Daha sonra Morava kenarında ordu ile yeniden birleşip, Petervaradin istikametine doğru Rumeli askerlerini alarak, ordunun bir konak ilerisinden öncü olarak hareket etti.[107][106] Belgrad‘a ulaştıktan sonra, Sava ile Tuna Nehri‘nin birleştiği yerin güneyine, Macar topraklarını gören hakim bir tepeye padişahın otağını kurdurdu.[108] Ordunun nehirden karşıya geçebilmesi için, dayanıklı uzun zincirleri, nehrin karşılıklı her iki sahiline çaktırdığı büyük kazıklara bağlattı. Daha sonra gemileri de bu zincirlere bağlayarak, gemilerin üzerine kalın ve geniş tahtalar döşetti. Bu sayede geniş bir köprü yaptırdı.[108][109][110] Padişah daha sonra, İbrahim Paşa’ya askerleriyle birlikte Tuna kenarında yer alan Petervaradin Kalesi‘ni almasını emretti.[111][112][109]

İbrahim Paşa, kaleyi almak için bir takım hazırlıklar yaptı. Kaleye çıkmak için iskeleler kuruldu. 14 Temmuz’da kalenin çevresine birlikler yerleştirilmeye başlansa da, kuşatma ordunun gelmesiyle birlikte başladı.[113] 15 Temmuz’da yapılan toplu hücum ile kale dışındaki şehir şehir ele geçirildi.[107][113] Daha sonra kale kuşatmaya alındı. On üç gün boyunca kuşatılan kalenin duvarlarının altında kazılan iki lağımın patlatılması sonucunda geniş bir gedik açıldı. Bu gedikten içeri girildikten sonra, kaleyi savunan beş yüz muhafız öldürüldü, üç yüz tanesi de esir olarak ele geçirildi.[107][114][115] Bu kalenin alınmasından sonra, İlok (Újlak), İrig (Ireg), Gurguriçe (Gregurevac), Cudyek, Araca ve Dimitrofça ve bunun gibi birçok kalede ele geçirildi.[116] Daha sonra İbrahim Paşa padişahı karşıladı. Burada bir divan kuran Süleyman, kalenin ele geçirilmesinde katkısı olan beyleri ödüllendirdi.[117]

Mohaç Muharebesi’ni gösteren bir minyatür.

Osmanlı Ordusu 28 Temmuz’da Mohaç Ovası’na ulaştı.[118] 2-3 saat süren bir muharebeden sonra, Avrupa’nın çeşitli devletlerinden askerlerinde olduğu Macar ordusunu yenilgiye uğrattı.[119][104][120] Macaristan Kralı II. Lajos‘ta[m], bataklıkta boğularak öldü.[104][121][122][123] Celâlzâde Mustafa’nın yazdığına göre, Osmanlı ordusundaki asker zayiatı yalnızca 150 kadardı.[n][119][125] Muharebenin ertesi günü, padişahın otağının önüne konulan altın bir kürsü önünde bütün vezir ve ümerâ zaferi kutlamak için padişahın huzuruna çıktı.[o][126] Süleyman, burada Sadrazam İbrahim Paşa’nın başına kendi eliyle pırlantalarla süslenen bir sorguç[p] taktı ve iltifatlarda bulundu.[126][127] Süleyman seferin amacının Budin‘i almak olduğunu ilân etti.[117][120]

Mohaç Muharebesi’nin kazanılması, birçok otorite tarafından İbrahim Paşa’ya mâl edildi. Şeyhülislam Kemalpaşazâde ise muharebeye dair şiirsel tarzdaki hikâyesinde, gökyüzünün hiçbir zaman İbrahim Paşa’nın dövüşüne denk başka bir dövüş görmediğini ve bir daha da asla göremeyeceğini söyledi.[128] Süleyman’ın eyaletlere gönderdiği zafer mektuplarında, Sadrazam’ı övdüğü görülmektedir.[128] Süleyman, Varadin ve İllok’un alınmasından dolayı İbrahim Paşa’yı överken, Mohaç Muharebesiyle ilgili ise şu sözleri kullanarak İbrahim Paşa’nın başarısını vurguladı: “Cehennem askerlerinin eşlik ettiği lanetlenmiş Kral (II. Lajos), Rumeli Beylerbeyi olan Vezir-i Azam’ım İbrahim Paşa (Allah onu ebediyen muzaffer kılsın!) yönetimindeki Rumeli ordusu önünde düştü. Yiğit, içindeki cesareti o zaman gösterdi.[129]

Ordu, Mohaç zaferinden üç gün sonra, 3 Eylül 1526’da Budin’e hareket etti.[122] Osmanlı ordusu Budin’e vardığında, bir heyet kalenin anahtarlarını padişaha teslim etti. Böylece Osmanlı ordusu hiç savaşmadan kaleyi de ele geçirdi.[130][131][132] Padişah, halkın canına ve malına zarar verilmesini en ağır cezalarla birlikte yasakladı ve İbrahim Paşa ile birlikte iki gün boyunca şehri gezdi.[130] Buradaki Macar Krallığı hazinesi, iki büyük bronz şamdan, HerkülApollon ve Diana adındaki bronzdan[q] yapılan mitolojik heykeller, av sarayındaki bütün toplar ve Matyas Corvinus‘un kütüphanesindeki kitaplar gemilerle Kostantîniyye’ye nakledildi.[133][130] İki şamdan Ayasofya mihrabının iki tarafına, mitolojik heykeller ise İbrahim Paşa Sarayı‘nın önündeki mermer kaideler üzerine kondu.[133] 25 Eylül 1526 tarihinde padişah Budin’den geri dönüş emrini verdi.[130] Dönüş yolunda Szeged, Baç ve Beçne ele geçirildi.[134]

Macaristan seferi esnasında, Anadolu’da birçok isyan başladı. İlk olarak, padişah seferden dönerken İçel Türkmenleri’nin isyan ettikleri ve bu isyanın hızla yayıldığı haberi ulaştı.[135] Bu isyan girişimi bir süre sonra bastırıldı. Ancak ertesi yıl, Karaman’da Kalenderoğlu[r][137] Kalenderoğlu’na karşı RumeliAnadolu ve Diyarbekir beylerbeyleri bir biri ardına karşı koymaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar.[138] Sadrazam İbrahim Paşa, bu yenilgi haberini Dulkadir Eyaleti‘ndeyken aldı ve maiyetindeki üç bin yeniçeri ve iki bin sipahi askerle birlikte Elbistan‘a kadar ilerledi.[138][139][140] Türkmenlere yenilen diğer eyalet askerlerinin, bu yenilgiye dair yayacakları haberlerle kendi ordusunun moralini bozacağını düşünen İbrahim Paşa, yenilen kuvvetlerden takviye asker almadan ilerlemeye devam etti.[138][139][141] Kalenderoğlu’nun tarafını tutan aşiretler ile görüşen İbrahim Paşa, onlara alınan dirliklerinin geri iade edileceğini söyleyip ikna ederek kendi tarafına çekti.[139][138][141] Bu hamlesinden sonra isyan eden Kalenderoğlu sadece birkaç yüz kişiden ibaret kaldı.[138] Daha sonra İbrahim Paşa’nın gönderdiği küçük bir birlik bu isyancıları mağlup etti ve Kalenderoğlu yakalanarak idam edildi.[139][142] Bu sefer yaklaşık 3 ay 11 gün sürdü.[143] İbrahim Paşa isyanın bastırılmasının ardından 11 Ağustos 1527’de Kostantîniyye’ye döndü.[144][143] İsyancıların sancakları zafer göstergesi olarak Kostantîniyye’ye getirildi.[143] Padişah İbrahim Paşa’yı büyük bir iltifat göstererek kabul etti.[144] Bu başarısının ardından, o tarihe kadar senede 1.000.000 akçe olan hassı[s] 2.000.000 akçeye çıkartıldı.[139][141][143] Ayrıca değerli mücevherlerle süslenen kılıç, hançer ve buna benzer hediyeler verildi.[143]

Seraskerliğe tayini

Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesiyle birlikte, askeri işlerin kontrolünü sağlaması amacıyla, 1527 yılının Mart ayında Sadrazam İbrahim Paşa’ya bir divan toplantısında padişah tarafından serasker[t] rütbesi verildi.[145][146][147] Süleyman, divan toplantısında Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi‘ye şu sözler ile bu kararının bir berât[u] taslağı olarak hazırlanmasını emretti:

Allah’ın yardımıyla memleketimiz her tarafa doğru genişledi. Bu memleketin bütün işlerini kendi başıma görmem münasip ve mümkün değildir. Devletin mühim olan askerî işlerinin başarılmasını İbrahim’e bırakıyorum ve kendisine serasker unvanını veriyorum. Bütün kullarımızın ona uyması ve itaat etmesi için bir berat müsveddesi yaz da bana getir.[147][146][148]

Süleyman yazılan berat taslağını onaylayarak tuğrasını bastı. 28 Mart 1529 tarihinde, padişah Yeniçeri Ağası’nı huzuruna çağırttı. Bütün yeniçeriler, saray meydanındaki tören alanında hazır bulundu. Meydanda dokuz adet at yer alırken, bunlardan bir tanesinin dizginleri altından yapılıydı. Tüm atların üzengileri üzerinde değerli taşlar bulunuyordu.[149] Bunların dışında padişahların giyebileceği dört adet hil’at, değerli dokuz bohça kumaş ve değerli taşlarla süslenen bir bilik,[v] İbrahim Paşa’ya hediye olarak verildi.[149][150] Daha sonra bütün vezirler ve padişahın önde gelen hizmetçileri, paşanın sarayına giderek tebriklerini iletti. İbrahim Paşa’nın seraskerlik beratı, bütün halkın huzurunda okundu.[149] Bu beratta detaylı bir şekilde, padişahtan sonra en yetkili kişinin İbrahim Paşa olduğu, onun emir ve yasaklarına koşulsuz uyulmasının zorunlu olduğu ve İbrahim Paşa’nın sahip olduğu yetkiler detaylı bir şekilde açıklandı.[151] Paşanın yıllık 2.000.000 akçelik hassına 1.000.000 akçe daha zam yapıldı.[149][145] Bunların haricinde İbrahim Paşa’ya altı tuğ ve yedi sancak verildi.[149][150] Osmanlı İmparatorluğu’nda düzenlenecek sefer öncesi bir serdar tayin etme geleneği eski bir adetti ve Süleyman’ın İbrahim Paşa’yı seraskerlik makamına getirmesiyle bütün seferlerin baş kumandanlığı daimi olarak bir kişiye verildi.[152] İbrahim Paşa Mohaç Seferi’ne Sadrazam ve Rumeli Beylerbeyi olarak katıldı, sonrasında ise Rumeli Beylerbeyliği Güzelce Kasım Paşa‘ya verildi. Çoban Mustafa Paşa‘nın ölümüyle birlikte Kasım Paşa vezirliğe yükselirken, Rumeli Beylerbeyliği 27 Nisan 1529’da tekrar İbrahim Paşa’ya verildi. Böylece İbrahim Paşa hem sadrazam, hem serasker ve hem Rumeli Beylerbeyi makamlarının sahibi oldu, böylelikle aynı anda idari ve askerî bütün yetkileri elinde toplamayı başardı.[152]

II. Macaristan Seferi

Hünernâme‘de yer alan Budin Kuşatması’nın bir minyatürü.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Macaristan Kralı olarak belirlediği I. János‘u istemeyen Macar beyleri, kral olarak Ferdinand‘ı seçtiler. Ferdinand’ın tekrar Budin’e saldırmasıyla birlikte, János önce Erdel’e oradan da kayın pederi olan Lehistan Kralı’nın yanına çekildi.[153] Ferdinand ise Süleyman’a elçi yollayarak, vergi vermek şartı ile Macar Kralı olarak tanınmasını teklif etti. Gelen bu elçiler yaklaşık 9 ay esir tutuldu.[154] Daha sonra Ferdinand’ın yaptığı teklifin kabul edilmediğini, şehrin János’a iade edilmesini ve Osmanlı İmparatorluğunun sefer hazırlığında olduğunu bildirmeleri için tekrar bırakıldı.[154] János ise padişaha elçi yollayarak himaye talebinde bulundu. Süleyman elçiye, Macar Krallığı’nı János’a iade edip, onu himaye edeceğini bildirerek, 2 Mayıs 1529’da ordusuyla Budin’e sefere çıktı.[155][156]

Ordu 20 Mayıs’ta Edirne’ye ulaştı ve burada 10 gün süren sefer hazırlığının ardından 30 Mayıs’ta hareket etti.[154] Sadrazam ve Serasker İbrahim Paşa, aynı zamanda Rumeli Beylerbeyi ünvanına da sahip olduğu için, 20 Haziran’da Sofya’ya ulaşan ordudan ayrılarak, Rumeli askerleriyle birlikte öncü birlik olarak hareket etti ve Viyana yakınlarına kadar zaman zaman orduyla birleşmek suretiyle öncü birlik olarak ilerlemeye devam etti.[157]

Yaklaşık 2 senedir Ferdinand’ın elinde olan Budin şehrinin savunması için Alman ve Macar askerleri görevlendirildi.[158] Osmanlı ordusu şehri kuşattıktan sonra bu askerlere teslim olmaları uyarısını yaptı ancak olumlu yanıt alamayınca savaş harekâtına göre konuşlandı.[158] Burada esir olarak ele geçirilen bir Alman asker ise Osmanlı ordusunun düzenini ve gücünü düşman askerlere anlatıp maneviyatlarını zayıflatması amacıyla İbrahim Paşa tarafından “Var gördüğün anlat!” denilerek serbest bırakıldı.[159] 7 Eylül tarihinde Budin Kalesi’nin kapılarından birisi Osmanlı ordusu tarafından ele geçirildi.[159] 8 Eylül’de ise yarım gün süren bir direnişin ardından Budin geri alındı ve yıllık belirli bir vergi karşılığında tekrar János’a iade edildi.[155] Budin alındıktan sonra, ordu yol üzerindeki Estergon‘u kuşatarak, Ferdinand’ın bulunduğu Viyana’ya doğru ilerledi.[155] Osmanlı ordusunun bir konak önünde Rumeli askerleriyle hareket eden İbrahim Paşa 26 Eylül tarihinde Viyana’ya ulaştı ve kuşatma düzenini sağlamak için hazırlıklara başladı.[160] 27 Eylül’de Osmanlı ordusunun da gelmesiyle şehir kuşatıldı.[160] Osmanlı ordusunun asker sayısı çeşitli kaynaklara göre 100.000, 120.000, 150.000, 200.000 ve 250.000 olarak değişiklik gösterdi.[161] Viyana’ya ulaşana kadar ele geçirilen çeşitli kaleler ve belirlenen noktalar için ayrılan askerlerle birlikte ordu mevcudu azaldı.[162] I. Viyana Kuşatması olarak bilinen bu kuşatma ile birlikte Viyana’yı kuşatan Osmanlı ordusu, kuşatma için gereken büyük topların olmayışı nedeniyle lağım yöntemini kullandı ve kale duvarlarında gedik açmasına rağmen karşı tarafın taarruz etmesi nedeniyle başarı sağlayamadı.[162] Osmanlı ordusu 14 Ekim günü sabahtan ikindiye kadar açılan büyük bir gedik üzerine üç dalga halinde yaptığı bir hücumda da başarısız oldu ve kuşatmanın 17. gününde yapılan bir divan toplantısıyla kuşatmanın kaldırılmasına karar verildi.[162]

17 gün süren kuşatmanın başarısızlıkla sonuçlanması çeşitli kaynaklarda birkaç farklı nedene bağlandı. Bunlardan ilki Yeniçerilerin Budin’in ele geçirilmesinin ardından şehrin yağmalanmasına izin verilmemesi nedeniyle, savaşmaya istekli olmamaları ve geri dönmek istemeleridir.[162] Bunun yanında eylülden itibaren başlayan soğuklar ve yağışla birlikte erzak mevcudiyedinin azalması da bu nedenlerden bir tanesidir.[162] Bunun yanında V. Karl tarafından Osmanlı ordusuna karşı yollanan Alman askerlerinin yola çıkması mevcut zorlukları artıran askerî bir tehlike olarak görüldü.[163] Bunlara ek olarak İsmail Hami Danişmend gibi bazı tarihçiler, kuşatmanın 17. günde aniden kaldırılmasının İbrahim Paşa’nın Ferdinand ve V Karl ile iş birliği yapmasına bağladı.[163] Hammer ise Venedik, Avusturya ve Osmanlı arşivlerinde bu iddiayı doğrulayacak herhangi bir belgeye rastlanmadığını belirtti.[164] Hester Donaldson Jenkins de, İbrahim Paşa’nın Avusturya elçilerine padişaha sadakatle bağlı olduğunu söylemesinin ihanet iddialarını çürütmek için yeterli olduğunu kaydetti.[165] Bunun yanında Danişmend, bu seferin rûznâmelerini kaynak göstererek, İbrahim Paşa’nın kuşatma kaldırılmadan 2 gün önce, Rumeli Beylerbeyi sıfatıyla yalnızca Rumeli Beyleri’nin olduğu bir harp meclisi topladığını ve oradakilere mevsimin ilerlediğini ve erzak kıtlığını sebep göstererek geri dönülmesinin uygun olacağını söyledi.[163] Ayrıca İbrahim Paşa’nın patlatılan iki lağım sonucunda kalede açılan gediklere hücum yaptırmadığı belirtildi.[163]

Rivayete göre Osmanlı ordusunun kuşatmayı kaldırmasıyla birlikte şehirde çanlar çalmaya başladı. İbrahim Paşa ise şehrin kurtuluşunu kutlamak için çan çalındığını öğrendikten sonra bir mektup yazdı. Mektupta, Viyana şehrini almaya değil, arşidükü yenmeye geldiklerini belirterek, onu bulamadıkları için zaman kaybettiklerini ve hadlerini bilmezlerse yeniden bildirmeye güçlerinin olduğunu bildirdi.[166]

III. Macaristan veya Alman Seferi

Osmanlı ordusu Viyana kuşatmasından döndükten sonra, Ferdinand Osmanlı’ya ikinci kez elçi göndererek Macaristan Krallığı’nın vergi vermek şartıyla kendisine verilmesini talep etti.[167][168] Ancak bu talebi reddedildi. János ise Macaristan’da tam anlamıyla hakimiyet kuramadı.[169] Macar beylerinin de desteğini alan Ferdinand Osmanlılara ait Estergon, Vişegrad ve Vaç kalelerini ele geçirdikten sonra, Budin’i kuşattı. Bunu haber alan Osmanlı ise 25 Nisan 1532’de Macaristan’a sefer kararı aldı.[170] Osmanlı ordusunun Niş şehrine yaklaştığı sırada, Ferdinand ve V. Karl‘ın[w] elçileri geldi.[171][170] Elçiler tekrar Ferdinand’ın vergi vermek şartıyla kral olmasını teklif ettiler ancak olumlu cevap alamadılar.[170]

Ordunun Belgrad’a varmasının ardından I. François‘in elçileri kabul edildi.[172] Bu esnada İbrahim Paşa ise gemi tedarikinin yanı sıra ağır eşya ve silahların yola çıkarılması işlerini yürütmekteydi.[173] İbrahim Paşa, Drava üzerine bir köprü yaptırarak Macaristan’a doğru ilerleyen ordunun karşıya geçmesini sağladı.[174] Daha sonra Kamentvar, Rum Eğrivar, Müşter, Hindvik ve Szombathely kaleleri ele geçirildi. İbrahim Paşa padişah tarafından Güns[x] Kalesi’nin kuşatılmasıyla görevlendirildi.[177] Bunun üzerine İbrahim Paşa kaleyi kuşattı ve lağım kazdırdı. Kuşatmanın onuncu gününde yapılan lağım saldırısı başarılı olmadı.[178] Osmanlı’nın iki gün sonraki bir lağım saldırısı girişimi de, kale komutanının lağımları boşa çıkartmasıyla başarısız oldu.[178] Bunun üzerine İbrahim Paşa kalenin odunlar ile yakılmasına karar verdi. Bu sebeple bütün askerler kalenin etrafını odunlar ile doldurdu.[178] Fakat 28 Ağustos’ta Paşa’nın karargâhına elçi yollayan kale komutanı Nikola Jurišić, Güns Kalesi’ni Osmanlı’ya teslim etti.[179] Bunun üzerine ona bir sancak verileceği sözü verildi.[178] Böylece üç hafta süren Güns Kuşatması ile Güns Kalesi ele geçirildi.[180][181] Her seferden sonra İbrahim Paşa’ya hediyeler veren Süleyman,[182] Güns Kalesi’nin alınmasından sonra ise paşaya incilerle süslü, her tarafına altın paralar yerleştirilen atlaslar ve altın, gümüş sırmalarla işlenen kemerler hediye etti.[183] Bunun yanında altınlarla süslenen bir hamâil verdi.[y][183]

Osmanlı ordusunun asıl hedefi, Süleyman tarafından meydan muharebesine davet edilen V. Karl idi.[180][184][179][185] Osmanlı ordusu Almanya içlerine kadar ilerlemesine rağmen, Linz şehrinde saklanan V. Karl’ı bulamadı.[186] Güns Kalesi’nin ele geçirilmesinin ardından tekrar gelen V. Karl’ın elçilerine, Süleyman’ın V. Karl’ı meydan muharebesine davet ettiği hakaretvari bir dille yazılan bir mektup verildi.[184][180][179] 200.000’den fazla mevcuda sahip olan ordu, sefer mevsiminin geçmesinden dolayı geri dönmek zorunda kaldı.[180]

Dönüş yolunda çeşitli baskınlar ve vuruşmalar yaşandı.[187] Pujağa kalesinin yöneticisi ve ileri gelenleri, İbrahim Paşa’nın eteğini öperek kalenin anahtarlarını teslim etti.[188] Aynı şekilde civarda yer alan Nemçe ve Podgaradç kalelerinin komutanları da direnmeden kalenin anahtarlarını İbrahim Paşa’ya teslim etti. Durumu öğrenen padişah ise bu kaleleri zeamet olarak İbrahim Paşa’ya verdi.[187][188][76] Daha sonra ise Süleyman çıkılan seferin zaferle sonuçlandığını bildirmek için çeşitli kişilere ve ülkelere ulaklar gönderdi.[189]

Ferdinand Osmanlı ile bir barış antlaşması yapmak için, 12 atlı maiyetiyle birlikte elçi Jerome de Zara’yı yolladı.[190] Daha sonra 1533 yılında İstanbul Antlaşması imzalandı ve bu müzakereleri bizzat İbrahim Paşa yürüttü. Bu antlaşma ile Avusturya arşidükü Osmanlı sadrazamına eşit sayıldı.[191][87][192]

Irakeyn Seferi

Matrakçı Nasuh‘un doğu ve batı Tebriz’e ait ayrı çizimlerinin bir araya getirildiği Tebriz minyatürü.

Koyu Sünni bir hükümdar olan Süleyman, Rafizi olan Şii İranlılar ile mücadeleyi bir görev olarak kabul etmekteydi.[73] I. İsmail‘in 1524 yılında ölmesiyle Safevi Devleti‘nin başına büyük oğlu Tahmasb geçti.[193] Tahmasb’ı tebrik etmeyen Süleyman, ona yalnızca bir tehditname gönderdi.[73][194] O dönemde iki devlet arasında herhangi bir muharebe yoktu.[193] Ancak Osmanlılara tabi Bitlis hakimi Şeref Bey’in Safevilere ve Azerbaycan hakimi Ulama Paşa‘nın ise Safeviler’den Osmanlı’ya iltica etmeleri, Mohaç Muharebesi’nden önce de doğuya sefer düzenleme niyetinde olan Süleyman’ın Safevîlere karşı sefer kararı almasına neden oldu.[195][196][197] Bunun yanında Bağdat Hanı Zülfikar Han, Osmanlı’ya bağlılığını göstermek amacıyla Süleyman’a bir mektup yazarak Bağdat’ın anahtarlarını gizlice göndermek istedi.[198][199][200] Ancak Safeviler bu girişimi engelleyerek Bağdat’ı kuşattı ve Zülfikar Han’ı öldürerek şehri ele geçirdi.[198][197] Bu esnada Osmanlı ordusu Avrupa seferinde olduğu için İran tarafına herhangi bir sefer düzenlemedi.[200][197]

Bitlis sancağı Ulama Paşa’ya verildikten sonra, Bitlis’i almak için orayı kuşatsa da, Şeref Bey’in İran kuvvetleriyle gelmesi üzerine çekildi.[201] Bu olayın ardından, İbrahim Paşa Eylül 1533’te bu sefer için Serdar olarak atandı.[200][202] Ulama Paşa ise Şeref Bey ile yaptığı muharebeyi kazandı ve öncü birlik olarak hareket eden ve Konya’ya yaklaşan İbrahim Paşa’ya Şeref Bey’in kesik başını gönderdi.[203][197][204][194][202] İbrahim Paşa kışlamak üzere ordusuyla Haleb’e yerleştikten sonra yaklaşık üç buçuk ay boyunca askeri hazırlıklar ve siyasi girişimlerle uğraştı.[205] İlk olarak I. Selim‘in ölümünden sonra İran’a tabi olan Türk ve Kürt beylerini bir takım vaatler ve tehditlerle kontrolü altına aldı.[205][206] Böylece Adilceviz, Erçiş ve Ahlat kaleleri ele geçirildi.[206][202][205] Kış mevsiminin bitmesiyle Halep’ten Diyarbekir’e hareket eden İbrahim Paşa, burada ordusunu takviye edip hazırlıklarını tamamladıktan sonra Musul üzerinden Bağdat’a gitmek niyetindeydi.[205][207][206][202] Ancak bir takım sebeplerden dolayı İbrahim Paşa sefer güzergahını İran’ın başkenti Tebriz olarak belirledi.[208]

İbrahim Paşa ile Baş Defterdar İskender Çelebi arasında rekabet ve husumet mevcuttu.[208] Rivayete göre İskender Çelebi o dönemki devlet adamlarının en zengini ve ihtişamlısıydı. İbrahim Paşa’nın 400 kadar kölesi mevcutken, Baş Defterdar İskender Çelebi’nin 6.000’den fazla kölesinin olduğu iddia edildi. Ayrıca 1.200 atlıdan oluşan bir maiyyet alayına da sahip olduğu rivayetleri mevcuttur.[208][z] İkili arasındaki ilk uyuşmazlık Irakeyn Seferi’nin hazırlıkları esnasında, İbrahim Paşa’nın İskender Çelebi’nin maiyet alayından 110 kişi istemesi ve İskender Çelebi’nin ise 30 kişi vermesiyle başladı.[208][202] Ayrıca padişah çok güvendiği ve sevdiği İskender Çelebi’yi bu seferde Serasker Kethüdâlığı’na atadı ve rivayete göre İbrahim Paşa’yı İskender Çelebi’nin sözünü dinlemesi için uyardı.[208] Bunların yanında Şam Vilayeti’nin Defterdarı Nakkaş Ali de, İskender Çelebi’yi gözden düşürerek onun makamına yükselmek amacındaydı.[208][210][211][212] Hazine develerinin yola çıkarıldığı esnada, hazineden sorumlu askerlerin yağmalama girişiminde bulundukları iddia edildi ve İskender Çelebi’nin maiyetindeki 30 asker idam edildi.[208][213][214] Bu gelişmelerden sonra ise İskender Çelebi de İbrahim Paşa’yı zor duruma düşürmek için çalıştı. Bitlis Beylerbeyliği’ne atandıktan sonra çeşitli siyasi sebeplerden ötürü İbrahim Paşa tarafından başka bir göreve atanan Ulama Paşa’da İskender Çelebi’nin tarafını tuttu.[208] İskender Çelebi İranlılardan kaçıp gelen bir takım kişileri, İbrahim Paşa’ya göndererek Tebriz’e gitmeye ikna etmeleri için satın aldı.[211][214] İskender Çelebi sadrazamı Tebriz’e yönlendirerek, ordunun yaşayacağı zorluk ve askeri başarısızlıkla onun padişah üzerindeki nüfuzunu azaltmak amacındaydı.[211][214] İbrahim Paşa ise Tebriz’e gitmenin akıllıca olmayacağını ve Bağdat’ı almanın daha avantajlı olduğunu savunmasına rağmen, özellikle Ulama Paşa’nın çabalarıyla ikna edildi.[215][214][216] Tebriz istikametinde yer alan birçok kale Osmanlı ordusu tarafından ele geçirildi.[215]

İbrahim Paşa’yı öncü olarak yollayan Süleyman ise kış mevsimini Kostantîniyye’de geçirdikten sonra ilkbaharda sefer için hareket etmek niyetindeydi.[199] Ancak İbrahim Paşa’nın Defterdar İskender Çelebi ile arası açıldı ve ikilik baş gösterdi.[199] Ayrıca civardaki halk tarafından padişahın hâlen Kostantîniyye’de olduğu bilindiği için “İbrahim Paşa Şah ile nasıl savaşabilir. Şaha Şah gerektir” diye bir takım söylentiler çıktı.[199][217] Bu durum İbrahim Paşa’yı düşündürdü ve Kostantîniyye’ye peş peşe ulaklar yollayarak, ordunun başında padişahın bulunmamasından dolayı askerlerin hoşnut olmadığını haber verdi.[218] Durumu haber alan Süleyman ise Haziran 1534 tarihinde hareket etti.[199][219] İsmail Hami Danişmend ise padişahın bu söylentilerden çok daha önce yola çıktığını ve İbrahim Paşa’nın Azerbaycan’a girdikten sonra Horasan’dan büyük bir orduyla yola çıkan Tahmâsb’ın yaklaşmakta olduğu haberleri üzerine telaşlanarak padişaha haber verdiğini belirtti.[220]

Sadabâd ovası yakınındaki Sehend Dağı’na ordugahı kuran İbrahim Paşa[221][214], buraya gelen Tebriz şehrinin temsilcilerinin itaatlerini bildirmesiyle birlikte orduyla birlikte 13 Temmuz 1534 tarihinde şehre girdi.[222][223] Şehre girdikten sonra ilk olarak bir kadı ve çeşitli memurlar tayin etti.[222] Padişah ise Eylül 1534’te Ucan civarında İbrahim Paşa tarafından karşılandı.[219][224][225] Birkaç gün sonra ise padişah bir divan ile İbrahim Paşa’nın da aralarında bulunduğu birkaç kişiye teşrif hilâti giydirdi.[225] İbrahim Paşa seferin başladığı 1533 yılı baharından padişahın geldiği tarihe kadar geçen yaklaşık 1 yıllık sefer süresince, askeri ve siyasi idareyi elinde tutarak ve bütün kararları kendisi aldı.[226]

Süleyman’ın geldiği tarihte sefer mevsiminin geçmesine rağmen Bağdat’a hareket edildi. Ancak mevsimin ilerlemesi sebebiyle birçok yük hayvanı telef oldu ve toplar yağmurlar nedeniyle büyük zarar gördü.[225] Ordunun ulaştırma işinden sorumlu olan İskender Çelebi yaşanan zorlukların sorumlusu kabul edilerek görevinden alındı.[227][219][225][228] Safeviler tarafından Bağdat’a yönetici olarak bırakılan Tekeli Mehmed Han, yaklaşmakta olan Süleyman’a bir mektupla kendisinin ve ona tabi olanların padişaha itaat edeceklerini bildirdi.[227][229] Ancak Tekeli Mehmed Han, bu mektup ile Türkleri aldatarak İran’a gideceği yolları açık tutmak istedi ve Osmanlı ordusu Bağdat’a girmeden kaçtı.[227][224][230][231][216][229] İbrahim Paşa Osmanlı ordusunun önünden giderek savunmasız kalan şehri ele geçirdi ve yağmalamayı önlemek için şehrin kapılarını kapattı.[230][232][233][234] İbrahim Paşa ertesi gün padişaha şehrin anahtarlarını gönderdi.[234] Osmanlı açısından Bağdat şehrinin stratejik öneminin yanında, en büyük Sünni mezhebi olan Hanefîliğin kurucusu Ebu Hanife‘nin türbesinin burada olması sebebiyle de manevi bir öneme sahipti.[234] Padişah düzenlenen bir törenle şehre girdi ve burada çeşitli kumandanlara hilâtler giydirip ödüller verdi. İbrahim Paşa’ya ise yirmi bin altınla, değerli mücevherlerle süslenen bir kılıç armağan etti.[234] 13 Mart 1535 tarihinde İbrahim Paşa ile arasındaki anlaşmazlıktan dolayı İskender Çelebi idam edildi.[235][236][233][237] Daha sonra Osmanlı ordusu Tebriz’e doğru hareket etti. Sadabâd ovasında ordugah kuruldu ve İbrahim Paşa ile padişah Tebriz’i gezdi.[238]

Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en uzun ve büyük askerî harekâtı olan[239] Irakeyn seferi 2 yıldan fazla sürdü[226] ve bu sefer İbrahim Paşa’nın askeri kariyerindeki son seferi oldu.[224]

İktidarı

İbrahim Paşa’nın dönemindeki gücünü ortaya koyacak en önemli veri; Süleyman tarafından seraskerlik makamına getirildiğinde imparatorluğun o güne dek dört tuğla simgelenen gücünün yedi tuğa çıkarılması ve İbrahim Paşa’nın da altı tuğ taşımaya yetkili kılınmasıdır. Padişahtan tek eksiği hilâfet tuğuydu.[149][150]

1522 yılından itibaren en yüksek idari, diplomatik ve askeri yetkileri eline almayı başaran İbrahim Paşa,[240] daha sonra Süleyman’ın gerek gördüğü haller dışında olağan divan toplantılarına katılmayıp, yerini vekili olarak sadrazama bırakmasıyla birlikte, hanedan üyeleri dışındaki kişilere açık olan en yüksek makama da ulaştı.[241] Daha önce eşi görülmemiş bir şekilde, bir divan toplantısını kendi sarayında yaptı.[242] Ayrıca İbrahim Paşa, İstanbul Antlaşması‘yla birlikte Osmanlı sadrazamı olarak Avusturya arşidüküne denk konuma getirildi.[191][87] Venedikli balyosların, henüz has odabaşılık görevini yürütürken, İbrahim Paşa’ya Muhteşem Süleyman’a atıfla sık sık “Muhteşem İbrahim” dedikleri kayda geçti.[243] 1528 yılında, Macar elçi Laski İbrahim Paşa’ya: “Sultanı yöneten sensin” dedi, İbrahim Paşa ise “Ben efendimin kölesiyim” şeklinde cevap verdi.[23] İstediği hiçbir şey Süleyman tarafından geri çevrilmeyen İbrahim Paşa’nın sadrazam olduktan sonra elde ettiği güç, tarihçi Hammer tarafından “O tarihten sonra Süleyman ile mutlak gücü paylaşıyordu.” sözleriyle belirtildi.[241]

İbrahim, padişahın can dostuydu.[17] Onun en yakın danışmanı ve devletin en yüksek görevlisiydi.[97] Her isteği padişah tarafından yerine getirilmekteydi.[17] Süleyman ona danışmadan bir karar almazdı.[244] Venedik elçisi Daniello De Ludovisi’nin 1534 yılında senatoya sunduğu raporda, Süleyman’ın ülkenin yönetimini İbrahim Paşa’ya bıraktığını belirterek: “Sultan, bütün paşalar ve saray erkânını topladığında da İbrahim Paşa yanında olmadan kesinlikle bir karar almıyor. İbrahim ise sultan olmadan da, tek başına her konuda karar alma yetkisine sahip. Yukarıda söylediğim sebeplerden dolayı sultanın etrafında kendisine iyi nasihatlarda bulan kişilerin sayısı gittikçe azalıyor ve ordusu da güç kaybediyor. …ancak sultanın, aslında bütün bunların farkında olduğu, ama İbrahim’i çok sevdiği için bir şey yapmadığı düşünülürse, bu saygı duyulacak bir sevgi asla değildir. Hatta çok tehlikeli bir duygudur” ifadelerini kullandı.[245][246] De Ludovisi yine aynı raporda, İbrahim Paşa’nın “en önemli şahsiyetlerden biri olduğunu ve bütün ülkenin yönetimini elinde bulunduran kişi” olduğunu belirtti.[247] Ayrıca İbrahim Paşa’nın sadrazam olabilmek için birçok kurnazlık yaptığını, bu makamda kalabilmek içinde padişahın çevresindeki nitelikli insanları cezalandırdığını ya da idam ettirdiğini söyledi.[248] Venedikli diplomat raporunda İbrahim Paşa’nın padişaha tek başına yakın olmak amacında olduğunu belirterek ve şu olayı örnek gösterdi: “Sonradan sadrazam olan Rüstem, padişah ile olan samimiyeti ve görüşlerine önem verilmesi nedeniyle, o sıralar Halep’te olan İbrahim Paşa tarafından Anadolu’nun uzak bir yerinde görevlendirildi. Bu olay sonrasında, Rüstem’in padişaha bu göreve gitmek istemediğini söylemesi üzerine padişah ise: “İbrahim geldiğinde tekrar saraya dönmen için onunla konuşacağım” sözlerini kullandı.[249]

Tarihçi Hammer İbrahim Paşa’nın padişah ile dostluğunu şu sözlerle anlattı: “İbrahim Paşa’nın arkadaşlarına üstünlüğü, gençliği, mümtaz terbiyesi ve padişahın ondan esirgemediği dostluk her türlü rekabeti imkansız kılıyordu.[103] İbrahim Paşa’nın giydiği elbiseler padişahın elbiselerinden daha değerliydi.[242][250] İbrahim Paşa, çoğu zaman padişahın dairesinde kaldı ve yemeklerini genellikle onunla birlikte yedi.[251][244] Venedik elçisi Pietro Bragadino, sabahları birlikte olmadıklarında önemli konuları yazarak birbirlerine dilsiz ulaklar aracılığıyla gönderdiklerini söyledi.[251][244] Bir başka Venedik elçisi Pietro Zen ise, sık sık küçük bir teknede onları bir arada gördüğünü, haremde ve bahçelerde birlikte dolaştıklarını kaydetti.[251] Zen, Süleyman’ın İbrahim’i çok sevdiğini ve ikisinin çocukluktan itibaren hiç ayrılmadıklarını, Süleyman’ın padişah olduktan sonra da bu durumun devam ettiğini belirtti.[251] Hammer, Osmanlı tarihinde görev yapan vezirlerden hiç birisinin İbrahim Paşa’nın ulaştığı ikbale ulaşamadığını ancak hiçbirisinin de düşünün onunki kadar etki bırakmadığını belirtti.[252]

İbrahim Paşa 12 sene 8 ay sadrazamlık yaptı, bunun 6 sene 11 aylık süresini seraskerlik göreviyle birlikte yürüttü. Ayrıca bu iki görevin yanında Rumeli Beylerbeyliği’ni de idare etti.[253] İbrahim Paşa’nın, sadrazamlık görevi için 100.000 ve Rumeli Beylerbeyliği görevi içinse 50.000 altın olmak üzere toplamda 150.000 altın yıllık geliri vardı.[29][23]

Avrupa diplomasisi

Fransız Büyükelçisi Jean de La Forêt ve İbrahim Paşa arasında idamından birkaç gün önce müzakere edilen 1536 Antlaşmasının taslağı.

Padişah üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip olan İbrahim, sadrazam olduktan sonra ise Osmanlı İmparatorluğu’nun o dönemde bilinen dünyayı şekillendiren dış politikasının kontrolünü tamamen eline geçirdi.[241] Süleyman tahta çıktıktan sonra devlet işleri ile bizzat ilgilense de, 1526’dan itibaren bütün sorumluluğu Sadrazam İbrahim Paşa’ya bıraktı.[254] Osmanlı İmparatorluğu’na gelen elçiler İbrahim Paşa’nın huzuruna çıktıktan sonra, gerek görülmesi durumunda diğer vezirlerle görüşmekteydiler.[254] Elçiler düzenlenen törenin ardından padişahın elini öptükten sonra, İbrahim Paşa ile görüşerek meseleyi sonuca bağlıyorlardı.[254] İbrahim Paşa başkaları hakkında bilgi toplamayı seven birisiydi ve yabancı elçilikleri bilgi almak için bir fırsat olarak görüyordu.[255] Huzuruna kabul ettiği elçileri gösterişli elbiselerle ayağa kalkmadan karşılamaktaydı.[256] Elçilerin getirdikleri hediyeleri kabul etmekteydi.[257] Hediye almaktan hoşlanan İbrahim Paşa, birçok kez kendisine teklif edilen rüşvet tekliflerini ise reddetti.[258]

Erken diplomatik işlerinde tecrübesi bulunmayan İbrahim Paşa, bu konuda bir Türk’ten yardım almak yerine Venedik Dükü Andrea Gritti‘nin gayrimeşru çocuğu Alvise Gritti‘den yardım aldı.[247][254] Gritti daha önce devlet idaresi konusunda herhangi bir tecrübesi olmasa da, Hristiyanlar konusunda tecrübeliydi. Bu nedenle İbrahim Paşa’ya diplomatik konularda yardımcı oldu.[259][254]

Martin Luther 1517 yılında Avrupa’da Protestanlık mezhebinin temellerini attı. Ancak ortaya çıkan bu reform hareketleri, Katolik bir devlet olan Habsburg İmparatorluğu‘nun baskısıyla karşılaştı. Protestanlık hareketi, Avrupa’yı iki bölmesi nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu tarafından da desteklendi ve takip edildi.[260][261] İbrahim Paşa 1533 yılında Avusturya elçilerine şu sözleri söyledi: “Kayserin kendi ülkesinde bile gücü ve itibarı yok. Bir konsil bile toplamayı başardı mı? Ben, Hristiyan hükümdarları toplantı yapamaya pekala zorlarım. İstersem onu şimdi yaparım. (…) Bir tarafa Luther’i diğer tarafa papayı oturtarak, her ikisinin de bu konsili yapmasını sağlarım.[262][263]

Avusturya ile 1533 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması‘nın şartlarının belirlenmesi amacıyla, Avusturya elçileri ile haftalarca süren görüşmelerde bulundu.[264] Bu görüşmelerin tamamında Ferdinand’ın hükümdarlığını tanımadığı için ondan hiçbir ünvan kullanmadan bahsetti.[256] İbrahim Paşa Ferdinand’dan kardeşi ve Süleyman’ın oğlu olarak bahsetti ve onun Osmanlı sadrazamı ile denk konumda olduğunu vurgulayarak küçük düşürdü.[256] Venedik elçisi Daniello De Ludovisi 1534 yılındaki raporunda İbrahim Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik arasındaki barışın devam etmesi için çaba harcadığını belirtti.[247]

Yabancı elçiler İbrahim Paşa’nın nüfuzu dolayısı ile ilk olarak onunla görüştü. Venedik balyosları Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm işlerini İbrahim Paşa ile yürüttü.[257] Venedikli diplomat Marco Minio’nun raporunda: “İstediği her şey yapılıyor, Sultan kendisini çok seviyor. Sanki asıl sultan o gibi” sözlerini kullandı.[aa]

İbrahim Paşa’nın son uluslararası faaliyeti 1535’te Fransa’ya verilecek kapitülasyonlar ile ilgiliydi. İdam edilmeden önce bu konu üzerinde çalışan İbrahim Paşa, Fransa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ticari ilişkileri düzenlemek üzere Fransız elçisi Lafore ile müzakerelere başladı.[266] İki devlet arasında imzalanan bu ilk ittifak antlaşması, daha sonra iki ülke arasında yapılan her türlü antlaşmalar için esas kabul edildi.[266] Ancak İbrahim Paşa’nın ölümüyle birlikte Fransa’ya verilecek olan kapitülasyon antlaşması taslak halinde kaldı ve yürürlüğe girmedi.[267] Çağdaşları İbrahim Paşa’yı Osmanlı İmparatorluğu diplomasisinin beyni ve gücü olarak tanımladılar.[268] Sonraki dönem tarihçileri de bu fikri desteklediler. Jean Zeller ise İbrahim Paşa’nın rolüne gereğinden fazla önem verildiğini savundu.[268]

Hırsı

İbrahim Paşa, elde ettiği güç sayesinde daha da yükselme hırsına kapıldı ve padişaha ait olan ünvanları bile kullanmaktan çekinmedi.[252] Bu tavrını, elçilerle yaptığı konuşmalardaki sözleriyle açıkça ortaya koydu. İlk dönemlerde padişahın gücü ve zenginliği hakkında övünürken, daha sonrasında ise elçilere sıklıkla kendini övdü.[269] Avusturya’yla 1533 yılında yapılan barış görüşmeleri sırasında elçilere devletin kudretinden bahsettikten sonra kendi gücünü şöyle vurguladı:

Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam, yapılmış olarak kalır, zira bütün kudret benim elimdedir; memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği yahut ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-i vaki gibi kalır; çünkü her şey; harb, sulh, servet, kuvvet benim elimdedir.[270][6][271][272]

Yine aynı elçilere, Efendimiz padişah, kendileri ile benim aramda fark kalmamasını istediklerinden biri onda, biri de bende iki adet mühür bulunmasını buyurmuşlardır. Eğer kendileri için giysi ısmarlayacak olsalar, bir eşini de benim için yaptırırlar.[273][274] dedi. Aynı konuşmanın devamında: …Ben kesin güce sahibim ve istediğim her şeyi padişah da istiyor demektir. sözlerini kullandı.[275]

Elçilerle yaptığı konuşmanın devamında: Hayvanların en korkuncu aslana kuvvet ve alışkanlığın etkisiyle hükmedilir. Bir başkası ona yiyecek vermek için yaklaşamaz. Aslan hükümdar, bakıcıları da danışmanları ve vezirleridir. Bakıcının uysallaştırmak için tuttuğu sopa, hükümdarları güdecek olan gerçek ve adalettir. Ben de efendim olan yüce sultanı, gerçeğin ve adaletin sopasıyla yönetiyorum. dedi.[276][277]

Elçilerin anlattıklarına göre İbrahim Paşa daha sonra kendi gücünü şu sözlerle anlattı: Yaptığım her şey yerine getirilir. İstersem bir at uşağını paşa yaparım. Hoşuma giden herhangi bir kişiye, padişahımın araştırmasına bile gerek kalmadan ülkeler ve krallıklar verebilirim. Benim kabul etmediğim bir şeyi isterse, buyruğu yerine getirilmez. Tersine padişahın kabul etmeyip, benim istediğim şey hemen uygulanır. Barış ve savaş hep benim bileceğim şeylerdir. İmparatorluk hazinesi benim kontrolümdedir. Hünkâr benden daha şatafatlı giyinemez. Bütün harcamalarımı padişah karşıladığı için, servetim olduğu gibi durmaktadır. Krallıkları, ülkeleri, hazineleri bana bıraktığı için her istediğimi yapabilirim…[278][277] Bu sözlerle İbrahim Paşa’nın iktidar hırsının hangi boyutlara ulaştığı anlaşılmaktadır.

Düşüşü ve idamı

Pargalı İbrahim Paşa’nın tabutunun saraydan çıkarılışını gösteren minyatür.
Âhirü’l-emr o vezir-i makbûl
Ebedî makbûl iken oldu maktûl

Kim ki gaddâr ü sitemkâr olur
Lâ-cerem katle sezâvâr olur

Böyledir tâ ezelî resm-i felek

Her kişi ettiğini bulsa gerek

İbrahim Paşa’nın idamından sonra yazılan bir dize.[279]

Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadelik yıllarından beri yanında bulunan ve onun padişah olmasından sonra, hanedan mensupları dışındaki kişilerin imparatorlukta ulaşabileceği en yüksek makama yükselen İbrahim Paşa’nın ölümü hakkında kesin bir sebep bulunmamaktadır. Ancak onun saltanat hırsına kapılarak gücünü ve zenginliğini bu yolda harcadığı, çocukluğundan beri yetişmesinde katkısı olan Şehzade Mustafa‘yı desteklemesi sebebiyle, padişahın üzerinde oldukça büyük bir etkiye sahip Hürrem Sultan‘ın onu padişahın gözünden düşürmesi, Irakeyn Seferi‘nde kişilik olarak değiştiği ve sert bir tutum sergilediği, kimsenin sözünü dikkate almadığı ve maddi olarak savurganca harcamalar yaptığı gibi sebeplerin idamında etkisi olduğu düşünülmektedir.[280][281][282][283]

Celâlzâde’ye göre Paşa özellikle Irakeyn Seferi sırasında kötü huylu kişiler sayesinde ahlak ve tavır bakımından oldukça değişti.[284] Hiçbir sebep yokken bazı kişileri idam ettirdi ve cezalandırdı.[284][285] Bu seferdeki büyük ordu ile Şah Tahmasb’ı yok edebilecekken, dağınık yerdeki kaleleri ele geçirmekle uğraştı. Bu konudaki başarısızlığı ise kısmet ve takdire bağlayarak sorumluluk kabul etmedi.[284] Irakeyn Seferi esnasında Ulama Paşa’nın teşvikiyle[ab] Serasker ünvanına Sultan ünvanını ekledi.[286][287] Padişah adına yayınlanan ferman ve menşurların yanı sıra, ordugah içerisinde tellallar aracılığıyla duyurulan emirlerde de aynı ünvanı kullandı.[286][252] İbrahim Paşa bu ünvanı padişah sefere katıldıktan sonra da kullanmaya devam etti.[288]

Sefer esnasında kurulan divanlarda adet olduğu üzere istişare ile karar alınması gerekirken, İbrahim Paşa buna aldırış etmedi ve kendi başına kararlar aldı.[289] Ayrıca kendisine getirilen dini kitapları görünce öfkelenerek: “Pek çok kitap getirirsiniz, bende güzel kitapların sonu yoktur” diyerek reddetti.[290] Ayrıca Tebriz’de bir kale inşası için çok fazla masraf yaptı.[222] Irakeyn Seferi’nde kendisine taraftar toplamak adına birçok kişiye iyilikte bulundu ve devlet hazinesinden 80.000 altın harcadı.[285] Bu hususta Süleyman Ayas Mehmed Paşa‘ya: “İbrahim’in bunca bin altını rezillere ve şahıslara in’amı, kasd-ı saltanata cür’et ve ikdâmına kat’i delil olduğu bize yakinen hasıl olmuştur ve tahkiken sübût bulmuştur” sözleriyle paşanın saltanatına kastettiğini beyan etti.[291][292][285] Yine Irakeyn Seferi’nde Kızılcadağ yaylasına on bin kişilik bir kuvvet gönderdi ve bu kuvvetin hemen tamamının yok olmasına sebep oldu.[222] Ayrıca Defterdar İskender Çelebi‘nin idam edilmesine zemin hazırladı ve birçok kişinin öfkesini kazandı.[252] Solakzade‘nin aktardığına göre, İskender Çelebi’nin idam edildiği gece Süleyman bir rüya gördü. Rüyasında İskender Çelebi “Bre zalim biçareyi, bir müfsidin sözüne uyup astın. Hayli zamandan beri geçmiş hizmetlerimi niçin asıverdin” diyerek elindeki kayışla Süleyman’ı boğmak istedi.[293][294][295] Rüyadan çığlıklar ile uyanan Süleyman ise elini açarak “İlâhi İbrahim, sen bana nice ki, o günahsızı astırdın ise, Allah’tan dilerim ki, sen dahi yılına varmayıp, katle sezavar olasın” diye beddua ettiği rivayet edildi.[293][295] Ancak Danişmend’in aktardığına göre bu rüyanın doğru olmadığı, İskender Çelebi’nin idamından on beş gün sonra kayın biraderi Hüseyin Çelebi’nin idam edilmesi ile anlaşılmaktadır.[295] İskender Çelebi idam edilmeden hemen önce ise İbrahim Paşa’nın da İranlılardan aldığı altın karşılığında Süleyman’ı öldürmek için bir komplo hazırlığında olduğunu beyan etti.[ac]

Ayrıca Makbul İbrahim Paşa’nın Hürrem Sultan‘ın oğlu olmayan Şehzade Mustafa‘yı desteklemesinden dolayı ölümünde Hürrem Sultan’ın da etkisinin olduğu rivayet edildi.[297] Bu sebeple Hürrem Sultan sürekli olarak padişaha İbrahim Paşa’nın aleyhinde fikir aşıladı. Son olarak ise Irakeyn Seferi’nde kullandığı “Serasker Sultan” ünvanı nedeniyle Osmanlı tahtına göz diktiği fikrini padişaha kabul ettirdi.[297]

İbrahim Paşa’nın tartışılan faaliyetlerinden biri de Mohaç Muharebesi sonrasında Budin’den Kostantîniyye’ye getirerek, At Meydanı’ndaki sarayının önüne diktirdiği mitolojik heykellerdir.[298] Osmanlı devlet geleneğinde bir ülke ya da şehir ele geçirildiğinde, oradan elde edilen ganimetler payitahta getirilerek bir kısmı şehir meydanlarında teşhir edilmekteydi. Bu teşhir edilen ganimetler günlerce veya aylarca orada kalmaktaydı. Bu gelenek devletin elde ettiği başarıyı halka anlatmanın en etkili yollarından birisi olarak görüldü.[299] Üç güzeller olarak anılan HerkülApollon ve Dina‘nın At Meydanı’na dikilmesinin, İbrahim Paşa tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun üstünlüğünü çöküşte olan Hristiyan Avrupası’nın kültürleriyle ilişkilendirmek amacını taşıdığı belirtildi.[300] Ancak bu eylem, Müslümanlıkta “yukarıda gökyüzünde, aşağıda toprakta ve toprağın altındaki suda her hangi bir şeyin görüntüsünün” tasvirini yasaklayan kuralla ters düşüyordu.[301] Kendisinden bir putperest olarak bahsedilmeye başlandı[301] ve heykellerin dikilmesiyle birlikte dönemin şairlerinden Figânî, muhtemelen Firdevsî‘nin Mahmud Gaznevî[ad] için yazdığı şiiri uyarlayarak şu iki mısra ile İbrahim Paşa’yı put dikmekle suçladı:[298][302]

Dü İbrāhīm āmed be-deyr-i cihān,
Yeki büt-şiken ü yeki büt-nişān.

Cihan tapınağına iki İbrahim geldi,
Biri putları kırdı, diğeri putları dikti.

İbrahim Paşa bu duruma öfkelendi ve şairin cezalandırılmasını emretti.[298][303] Figânî 1532 yılının bahar ayında, önce kamçılandı, daha sonra şehir meydanında bir eşeğe bindirilerek teşhir edildi ve son olarak da asılarak idam edildi.[303] İbrahim Paşa’nın idam edilmesinin ardından, bu heykeller bir takım kişiler tarafından parçalandı.[304]

İbrahim Paşa, Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili çalışmalarını yürütürken, 14-15 Mart gecesi iftar için saraya davet edildi. İftardan sonra, geceyi geçirdiği saraydaki odasında dört dilsiz cellat tarafından boğuldu.[280][292] Ertesi sabah cesedi üzerinde yer alan izler, şiddetli bir mücadeleden sonra boğulduğunu gösteriyordu.[280][252][305] Cesedi siyah bir at ile kendi sarayına taşındı.[306] Defnedildiği yeri belirten hiçbir işaret yoktur.[280] Ancak bazı kaynaklarda[ae] cesedinin Galata’da bulunan Canfeda Tekkesi’ne defnedildiği[292] ve mezarının başına bir erguvan ağacının dikildiği bilgisi yer almaktadır.[279][307] Bunun yanında Sicil-i Osmani’de ise idam edildikten sonra Okmeydanı‘na gömüldüğü yazılıdır.[308] İbrahim Paşa Irakeyn Seferi’nden döndükten 67 gün sonra idam edildi.[309] Süleymanla yaşıt olduğu rivayetine göre öldüğü zaman yaklaşık 40-45 yaşındaydı.[310] Daha önce Makbul olarak anılırken, ölümünden sonra Maktul olarak anıldı.[97] Yerine Ayas Mehmed Paşa sadrazam oldu.[289][309]

Ölümünden sonra

Pargalı İbrahim Paşa’nın Canfeda Tekkesi Haziresi’nde olduğu düşünülen kabri, FındıklıBeyoğluİstanbul[311]

Osmanlı tarihçilerine göre Pargalı’nın ölümünden sonra imparatorluk hem askerî hem de diplomatik olarak gerilemeye başladı. Ölümü, Fransızlarla diplomatik ilişkilerin zayıflamasında etkili oldu, çünkü yapılan kapitülasyon anlaşmasının şartları infazından önce henüz yürürlüğe girmedi.[312]

TDV İslâm Ansiklopedisi‘nde Feridun Emecen İbrahim Paşa’nın ölümünden sonrası ile alakalı olarak şunları söylemektedir: “İbrâhim Paşa’nın çağdaşı olan şair ve tezkire sahibi Latîfî, onun hakkında iki ayrı risâle kaleme aldı. Evsâf-ı İbrâhim Paşa adlı kısa risâlede İbrâhim Paşa’nın cömertliğini, şair ve edipleri koruduğunu yazarak övücü ifadelere yer veren Latîfî ondan sonra gelenlerin şair, edip ve sanatçılara önem vermediklerini, hatta bunların hazineden almakta oldukları in’âm ve câizelerinin kesildiğini de söyler. Daha da ileri giderek halkın İbrâhim Paşa’nın kıymetini ancak ölümünden sonra anladığını yazar.”[313]

İbrahim Paşa öldükten sonra Süleyman bütün işlerini bir tek kişiye emanet etmedi.[314] Padişahın damadı ve sadrazamı olan Rüstem Paşa ise hiçbir zaman padişaha İbrahim Paşa kadar yakın olamadı, kendi başına hareket edemedi ve padişahın izni olmadan saraya girip çıkamadı.[314] İbrahim Paşa’nın ölümünden 17 yıl sonra Venedik Senatosu’na bir rapor sunan Bernardo Navegora şunları belirtti: “Bunların arasında zamanında İbrahim Paşa en gözdelerden biri oldu. Rüstem ise şimdi sultanın en büyük gözdesidir. Sultan tarafından kimse onun kadar sevilmedi. İbrahim Paşa’nın çok önemli, büyük, her istediğini yapabilen bir kişilik olduğu söyleniyor. İstediği zaman yaptıklarını sultana da anlatıyor. Sultan da onu her zaman yaptıklarından dolayı övüyormuş. İstediği zaman saraya sultanın yanına gidiyor. Kulu olmaktan çok arkadaşı gibi. Rüstem ise kolaylıkla saraya giremiyormuş.[315]

Anadolu ve Rumeli kazaskerleri Fenarîzade Muhyiddin Çelebi ve Kadri Efendi, 1537 yılındaki Korfu Kuşatması‘nın dönüş yolunda Süleyman’a İbrahim Paşa’nın idam edilmesinin sebebini sormaları üzerine görevlerinden alındı ve yerlerine İstanbul Kadısı Ebussuud Efendi ile Mısır Kadısı Çivizade Muhiddin Mehmed Efendi getirildi.[310]

Kişiliği

İbrahim Paşa’yı gösteren, Sebald Beham‘a ait 1530 tarihli bir çizim.

İbrahim Paşa, RumcaFarsçaTürkçe ve İtalyanca dillerini biliyordu.[35][103][251][9][316] Musikide maharetli olması ve okumayı çok sevmesi sebebiyle sohbetlerde aranan bir kişilikti.[103] Çocukluğundan itibaren müzik konusunda iyi bir eğitim alan İbrahim iyi bir kemancı idi.[22][19][9][af] Saraydaki İranlı bir müzisyenle besteler yapıyordu.[244] Sanata düşkün olan İbrahim Paşa aynı zamanda büyük bir edebiyat hamisiydi. Tarih, coğrafya, felsefe ve hukukla ilgileniyordu.[23] İbrahim Paşa, özellikle Roma’ya direnen Hannibal‘ın ve Makedonya İmparatorluğu‘nu yöneten Büyük İskender‘in hikâyelerini okumaktan hoşlanır ve üzerinde inceleme yapardı.[103][251] Kendisine roman okunmasından hoşlanıyordu.[244] Avrupa’yı çok yakından takip eden İbrahim Paşa, bilgisini padişaha hissettirmekten de geri kalmazdı.[35] Birçok araştırmacı ve tarihçi İbrahim Paşa’nın büyük bir diplomat olduğu kanaatindedirler.[317]

Küçüklüğünden itibaren saray terbiyesi alan İbrahim Paşa, Celâlzâde’nin tarifine göre: “Güzel huylu, terbiyeli, aydın düşünceli, yüksek azim sahibi, cömert, insaflı ve liyâkatli” idi.[42] Sicil-i Osmani’de ise: “Akıllı, cömert, cesur ise de kötü hareketlerinden dolayı nefsini tehlikeye attı” sözleriyle tanımlandı.[318]

Venedik elçisi Pietro Bragadino’nun 1526 tarihli raporunda, İbrahim Paşa’nın zayıf ve ufak tefek yüzlü olduğunu, sultanın en yakın danışmanı konumunda bulunduğunu belirterek şunları kaydetti: Dünyadaki diğer büyük beylerin neler yaptığı, onların toprakları, ülkeleri konusunda oldukça meraklı; değerli ilginç eşyalar satın alıyor, bilgili biri, kitapları okuyor, ülkesinin kurallarını çok iyi biliyor. Bu paşadan önceleri herkes çok nefret ediyormuş ama şimdi sultanın onu çok sevdiğini gördüklerinden herkes onunla arkadaş olmaya çalışıyor, sultanın annesi, karısı, diğer iki paşa da dâhil. Hiçbiri, hiçbir konuda kendisine karşı gelmiyor. Bu yüzden istediği her şeyi yapabiliyor. Sultanına çok sadık. Halkın önünde hediye almak hoşuna gidiyor, gizli hiçbir hediyeyi kabul etmiyor.[317]

Eserleri

13 sene sadrazamlık yapan İbrahim Paşa KonstantiniyyeMekkeSelanik, Hezergrad (Razgrad) ve Kavala‘da camiler yaptırdı, birçok yerde mescit, mektep, medrese zaviye, hamam ve çeşme gibi eserler inşa ettirdi ve bunlara vakıflar tahsis ettirdi.[319] Ayrıca Mısır’da kaldığı süre boyunca bakımsız kalan birçok binayı, cami ve okulları tamir ettirdi ve masraflarını kendi cebinden karşıladığı yeni binalar inşa ettirdi.[320]

İstanbul’un Kumkapı semtinde yer alan “İbrahim Paşa Zevcesi Muhsine Hatun Camii”, İbrahim Paşa tarafından eşinin isteği üzerine yaptırıldı.[31] Yine bu caminin yakınında bir tekke ile Galata’da Haliç kıyısında yer alan Eski Yağkapanı Mescidi de İbrahim Paşa’nın yaptırdığı diğer eserlerdir.[31]

Popüler kültürdeki yeri

  • Fransız yazar Louis Gardel Pargalı İbrahim Paşa’nın hayatını ele alan Fransızca L’Aurore des bien-aimés adlı romanı 1997’de yazdı; bu eser Fransa’da Prix France Télévisions adlı bir ödül kazandı. Bu roman Sevenlerin Şafağı ismiyle Türkçeye çevrilip basıldı.[321]
  • Türk yazar Cahit Ülkü Masal Olmayan Masallar adını verip hazırladığı üçleme romanın ilk kitabı Pargalı İbrahim Paşa: Kanuni’nin Düşü, Hürrem’in Kabusu olup ikinci kitap Rüstem Paşa, üçüncü kitap ise Suların Getirdiği Padişah 2. Selim olmaktadır.[322]
  • İbrahim Paşa, 2003 tarihli Hürrem Sultan dizisinde Serdar Deniz tarafından canlandırıldı. Tims Productions yapımı olan ve temel olarak Osmanlı İmparatorluğu padişahı I. Süleyman’ın hayatı üzerine kurgulanan Muhteşem Yüzyıl adlı Türk tarihî televizyon dizisinde Pargalı İbrahim Paşa, aktör Okan Yalabık tarafından canlandırıldı. 82. bölüm sonunda tarihte yer aldığı şekilde, idam edilerek öldürüldü.[323] Dizinin 104. bölümünde ise yalnızca seslendirme yaparak yer aldı.[323] 2022 yapımı Türk televizyon dizisi Barbaros Hayreddin: Sultanın Fermanı dizisinde Cansel Elçin tarafından canlandırılmıştır.
  • Civilization VI adlı video oyununun genişleme paketi Civilization VI: Gathering Storm‘da bir Osmanlı valisi olarak yer aldı.[324]
Şayân Kadınefendi
Doğum 4 Ocak 1853
AnapaRusya
Ölüm 15 Mart 1945 (92 yaşında)
OrtaköyİstanbulTürkiye
Eş(ler)i V. Murad
Çocuk(lar)ı Hatice Sultan
Hanedan Osmanlı Hanedanı (evlilikle)
Babası Batır Zan
Dini İslam

Şayân Kadınefendi (4 Ocak 1853 – 15 Mart 1945, doğum adı Safiye Zan), Osmanlı padişahı V. Murad‘in Üçüncü eşi.

İlk yılları

Şayan Kadın 4 Ocak 1853’te AnapaRusya‘da doğdu. Safiye Zan olarak doğdu, Natukhai soylu ailenin Zan üyesiydi. Babası Batır Bey Zan’dı.[1] Zarif mavi gözleri, pembe burnu vardı, onu kadınsı hoşluğa hayran bıraktı.[2]

Safiye, babasına imparatorluk haremine emanet olduğu küçük bir çocuk olarak İstanbul’a getirilmişti. Osmanlı mahkemesinin geleneklerine göre adı Şayan olarak değiştirildi.[1]

Evlilik

Şayan, 5 Şubat 1869’da veliaht şehzade olduğu Dolmabahçe Sarayı’nda Murad ile evlendi. Şayan on altı yaşındayken Murad yirmi dokuz yaşındaydı.[1]

Bir süre sonra Şayan ilk çocuğuna hamile kaldı. Pertevniyal Sultan çocuğu iptal etmek için saray ebesini gönderdi. Ebe çocuğu iptal etmek için geldiğinde Murad, Sultan Abdülaziz‘dan bu çocuğun villa dışında durdurulması için izin aldı. Hamile Şayan kürtaj için Dr. Emin Paşa’nın evine götürüldü, ancak Murad’ın isteği üzerine doktor onun için zararsız bir karışım hazırladı ve onu prensin villasına geri gönderirken, indüklemek için tedavi uyguladığı saraya bildirdi kürtaj. Hatice Sultan 5 Nisan 1870 tarihinde Murad’ın Kurbağalıdere’deki villasında doğdu ve gerçekten de Murad tahta çıkıncaya kadar villada gizlendi.[3][4]

Murad, amcası Sultan Abdülaziz’in ifadesinin ardından 30 Mayıs 1876’da tahta çıktı,[5] Şayan’a “Üçüncü Kadınefendi” unvanı verildi.[6] Murad üç ay boyunca hüküm sürdükten sonra 30 Ağustos 1876’da zihinsel dengesizlik nedeniyle Çırağan Sarayı‘nda hapsedildi. Şayan ve altı yaşındaki kızı onu hapsederek takip etti.[7]

Son yıllar ve ölüm

Murad’ın 1904’teki ölümünden sonra, her biri gittikten bir süre Çırağan Sarayı’nda kaldı.[2]

1924’te imparatorluk ailesinin sürgününden sonra kızı ailesiyle birlikte Beyrut’a taşındı, ancak Şayan ailenin yardımcı üyesi olarak İstanbul’da kalmaya karar verdi. 15 Mart 1945’te doksan iki yaşında öldüğü ve Murad’ın hayatta kalan son konseriydi.[8] Kızını yedi yıl daha geride bıraktı.[9]

Çocuklar

Şayan Kadın ve Murad’ın bir kızı vardı:

  • Hatice Sultan (Kurbağalıdere Köşkü, 5 Nisan 1870 – 13 Mart 1938, Beyrut, Lübnan ve Şam’a gömüldü), iki kez evlendi ve çocuklar yaşadı.

 

wikipedia.org

Ayrıca Kontrol Edin

15 Martta doğanlar

Doğumlar 1399 – Xuande, Çin’in Ming Hanedanı’nın beşinci imparatoru (ö. 1435) İmparator Xuande Çin İmparatoru Hüküm süresi 27 Haziran 1425-31 …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Seç ve dinle