Hz. Nuh (as), Allah Teâlâ'ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uÄŸrayan bir kavmi tevhid akidesine döndürmek için gönderilen peygamber. Cenâb-ı Hak kendisine Peygamberlik vazifesi verdiÄŸinde 40 yaşında bulunuyordu. (Hülasatü’l-Beyan Fi Tefsiril-Kur’an, X, 4176.)
"Ulul-Azm" peygamberlerin ilki olan Nûh (a.s)'ın, kavmini tevhide döndürmek için verdiÄŸi mücadele, Kur'an-ı Kerim'de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s)'ın kıssası, ÅŸu surelerde mufassal olarak ele alınmıştır: A'raf, Hûd, Müminûn, Åžuârâ, Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan, Nûh sureleri.
Nûh (a.s), Adem (a.s)'dan yaklaşık olarak bin sene sonra gönderilmiÅŸtir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah Teâlâ'ya ÅŸirk koÅŸmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (r.a)'dan ÅŸöyle rivayet edilmektedir:
"Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler."
(İbn Sa'd et-Tabakâtû'l-Kübrâ, Beyrut t.y., I, 42).
İbn Abbas (r.a)'ın hadisinde, İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nûh (a.s) gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha baÅŸka asırların da olması muhtemeldir.
Ayrıca, İbn Abbas (r.a)'ın bu hadisi, tarihçilerin ve Ehl-i kitab'ın zannettikleri gibi, Kabil ve oÄŸullarının ateÅŸe tapan bir topluluk olarak varlığının söz konusu olmadığını da ortaya koymaktadır. Yani, tevhidden ilk sapma, Adem (a.s)'den en az bin sene sonra olmuÅŸtur.
Allah Teâlâ'ya ÅŸirk koÅŸan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı. İdris (a.s)'dan sonra insanlar, onun ÅŸeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Åžeytan, onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kiÅŸileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlarını zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kiÅŸilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiÅŸ ve onlara ibadet edip, ÅŸirk koÅŸanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peÅŸinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduÄŸuna inanmaya, hayır ve ÅŸerrin sahibi olduklarını vehmetmeye baÅŸlamışlardı.
Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan baÅŸka ilâhlar edinerek, O'na ÅŸirk koÅŸmaya baÅŸlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah'a ÅŸirk koÅŸmayı ilk icad edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teâlâ'nın azabına müstahak olmuÅŸlardır. Hz. Peygamber (s.a.s) canlı bir ÅŸeye benzer bir sûret yapan kimse için ÅŸöyle buyurmaktadır:
"Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu baÅŸaramayacaktır", Kıyamet günü en ÅŸiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; "Yarattıklarınızı diriltin bakalım." denilecektir." (Buhârî, Libâs, 89, 97).
Nûh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur'an-ı Kerim'de zikredildiÄŸine göre bir adı vardı:
"...'Ved, Suva', YaÄŸûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin.' dediler."(Nûh, 71/23).
Allah Teâlâ, ilâhi rahmeti gereÄŸi, doÄŸru yolu bulup hidayete erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiÅŸ, böylece onlara, ÅŸirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını göstermiÅŸtir.
Peygamber, Allah Teâlâ'nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir. Allah Teâlâ, elîm Cehennem azabından sakındırmaları için peygamberlerini göndermiÅŸ; bunlardan, inkârcıların isyan ve iÅŸkencelerine karşı sabrederek, tebliÄŸlerine devam etmelerini istemiÅŸtir. Nuh (a.s) da, kavmine gönderildiÄŸi zaman, büyüklenmelerine, vurdumduymazlıklarına ve bütün aşırılıklarına raÄŸmen onlara ÅŸefkatle yaklaÅŸarak, kendilerini gelecek can yakıcı azaba karşı korumak istemiÅŸtir. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'ın, kavmine gönderiliÅŸi hakkında ÅŸöyle buyurmaktadır:
" 'Milletine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar.' diye Nuh'u milletine gönderdik." (Nûh, 71/1).
İyice azıtmış ve korkunç bir helâkle cezalandırılmayı haketmiÅŸ bir topluluk olan Nûh kavmine, bu helâkten kurtulmak için rahmanî bir el uzatılmıştı. Allah'ın elçisi Nûh (a.s), ÅŸirki bırakıp, tevhid akidesine dönüÅŸü tebliÄŸle görevlendirildiÄŸinde, onlara yaptığı ilk tebliÄŸ, Kur'an-ı Kerim'de ÅŸöyle zikredilmektedir:
"...'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan baÅŸka ilâhınız yoktur; doÄŸrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum.' dedi." (A'raf, 7/59);
" 'Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan baÅŸkasına kulluk etmeyin! DoÄŸrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum.' dedi." (Hûd, 11/25, 26);
" 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan baÅŸka ilâh yoktur. Sakınmaz mısınız.'dedi."(Mü'minûn, 23/23);
"Ey Milletim! Åžüphesiz ben, size gönderilmiÅŸ apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. DoÄŸrusu Allah'ın belirttiÄŸi süre gelince geri bırakılmaz. KeÅŸke bilseniz!" (Nûh, 71/2-4).
Nûh (a.s)'ın bu tebliÄŸi karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nûh (a.s)'a türlü ÅŸekillerde saldırılarda bulunmuÅŸlar ve çeÅŸitli kötülüklerle itham etmiÅŸlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup, toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele' (ileri gelenler) Nûh (a.s)'ın da karşısına çıkmış, KureyÅŸin ileri gelenlerinin Hz. Muhammed (s.a.s)'e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu, sapıklıkla ve sefihlikle itham etmiÅŸlerdi. Nûh (a.s) onları, Allah'tan baÅŸkasına kulluk etmemeye çağırdığında; "Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduÄŸunu görüyoruz" dediler".
Nûh (a.s) merhametle onlara; "Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öÄŸüt veriyorum. Sizin bilmediÄŸinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uÄŸramanızı saÄŸlamak için aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi ÅŸaşıyorsunuz?" dedi." (A'raf, 7/61-63).
Åžirkin ve küfrün pisliÄŸiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde Allah Teâlâ'nın, bir elçi gönderdiÄŸi zaman, onu hangi topluma gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına ÅŸaÅŸmışlar, bundaki açık gerçekleri görmemiÅŸlerdir. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, Allah Teâlâ'nın elçisinin bir insan deÄŸil ancak bir melek olabileceÄŸini ileri sürmüÅŸtü:
"Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduÄŸunu görüyoruz." (Hûd, 11/27);
"Bu, sizin gibi bir insandan baÅŸka birÅŸey deÄŸildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiÅŸ olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir ÅŸey iÅŸitmedik." (Mü'minûn, 23/24).
"Mustaz'af (toplumun en düÅŸük kesimi) insanlardan bir topluluÄŸun etrafında toplanıp onu tasdik etmeye baÅŸlaması sebebiyle, tebliÄŸini tesirsiz bırakmak için çareler arayan Mele', bu geliÅŸme üzerine daha da sertleÅŸerek, onu yalancılık ve delilikle itham etmeye baÅŸlamışlardı. Onun için ÅŸöyle deniliyordu: Daha baÅŸlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduÄŸunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüÄŸünüz de yoktur. Biz sizin bir yalancı olduÄŸunuz kanaatindeyiz." (Hûd, 11/27);
"Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin." (Müminûn, 23/25);
"Bu putperestlerden önce Nûh milleti de yalanlayarak; delidir." demiÅŸlerdi, yolu kesilmiÅŸti." (Kamer, 54/9).
Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar, üstünlüÄŸün malda ve topluma hâkim bir konumda olmakta olduÄŸunu zannettikleri için, gerçekte, kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüÄŸe sahip olan Nûh (a.s)'a inanan mustaz'afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun için Nûh (a.s)'a müracaat etmiÅŸler ve bu insanları yanından uzaklaÅŸtırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini bildirmiÅŸlerdi. Ancak Nûh (a.s) onlara kesin bir uslûpla cevap vererek, gerçek anlamda üstünlüÄŸün, inananlarda olduÄŸunu ÅŸu ifade ile ortaya koymuÅŸtur:
"Ben inananları kovacak deÄŸilim. Ben sadece açıkça bir uyarıcıyım." (Åžuara, 26/ 14-15).
Nûh (a.s), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslâm'a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor, söylediklerini aralarında eÄŸlence konusu yapıyorlardı:
"Kavminin ileri gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh (as) ise onlara ÅŸöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiÄŸiniz gibi sizinle alay edeceÄŸiz." (Hûd, 11 /38).
Nûh (a.s), kavmini ÅŸirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah'a ibadet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediÄŸini ve beklemediÄŸini; amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük cezalardan korumak olduÄŸunu bildiriyordu:
"KardeÅŸleri Nûh, onlara Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? DoÄŸrusu ben size gönderilmiÅŸ güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir." "DoÄŸrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum." (eÅŸ-Åžuara, 26/106-110, 135).
Kavmi, inadında direnmiÅŸ ve kesin kararını vermiÅŸti. Ona; "İster öÄŸüt ver, ister öÄŸüt verenlerden olma, bizce birdir" dediler." (Åžuara, 26/136). Buna raÄŸmen O, çaÄŸrısında ısrar edince, müÅŸrikler tamamen sertleÅŸmiÅŸ ve onu tehdit ederek, artık bu söylediklerini tekrarlamayı terketmezse kendisini taÅŸlayacaklarını bildirmiÅŸlerdi: "Ey Nûh! EÄŸer bu iÅŸe son vermezsen, ÅŸüphesiz taÅŸlanacaklardan olacaksın." dediler." (Åžuara, 26/116).
Nûh (a.s), davetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve inananlara eziyetlerini daha da ÅŸiddetlendiriyorlardı. Nûh (a.s) onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve iÅŸkencelerine katlanıyor ve onları kurtarmak için bir an olsun boÅŸ durmuyordu. Asırlar süren bu yorucu tebliÄŸ faaliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında, kimsenin iman etmesini saÄŸlayamamıştı:
"Pek az kimse onunla beraber inanmıştı." (Hud, 11/40).
AzgınlaÅŸan kavmi, Allah Teâlâ'ya meydan okurcasına Nûh (a.s)'a ÅŸöyle çıkışıyordu:
"Ey Nûh! "Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. DoÄŸru sözlülerden isen tehdit ettiÄŸin azabı başımıza getir." dediler." (Hûd 11 /32).
Onlar, Nûh (a.s)'ın tebliÄŸine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne söylediÄŸini bir türlü idrak edemiyorlardı. Nûh (a.s), belki düÅŸünürler diye, azabın sahibinin kim olduÄŸunu ve onun kudretinin sınırsızlığını bir kez daha onlara tebliÄŸ ediyordu:
"Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öÄŸüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O'na döndürüleceksiniz." (Hud, 11/33-34).
Nûh (a.s), bu zalim topluluÄŸun iman etmeyeceÄŸini anlamıştı. Kavmi için hiç bir kurtuluÅŸ yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça artırdılar. Bunun üzerine Nûh (a.s), dokuz asırdan fazla bir müddet tahammül ettiÄŸi zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediÄŸini ve edemeyeceÄŸini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya havale etmekten baÅŸka çare bulamadı.
Allah Teâlâ, onun bu durumunu Kur'an-ı Kerim'de ÅŸöyle dile getirmektedir:
"Nûh; 'Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar.' dedi." (Åžuara, 26/117-118);
"Nûh; 'Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et.' dedi." (Mü'minûn, 23/26); "Oda; "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı" (Kamer, 54/10).
Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceÄŸini, bunun için bir gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar için bağışlama dilememesi gerektiÄŸini de bildirdi:
"Nûh'a; 'Senin milletinden inanmış olanlardan baÅŸkası inanmayacaktır. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana bildirdiÄŸimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana baÅŸvurma. Çünkü onlar suda boÄŸulacaklardır.' diye Allah tarafından vahyolundu." (Hûd, 11 /36-37).
Nûh (a.s), Cebrail (a.s)'ın gözetimi altında gemiyi yapmaya baÅŸladı. MüÅŸrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı:
"Gemiyi yaparken kavminin inkârcı ileri gelenleri yanına uÄŸradıkça onunla alay ederlerdi. O da; Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiÄŸiniz gibi bizde sizinle alay edeceÄŸiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceÄŸini ve kime sürekli azabın ineceÄŸini göreceksiniz." dedi." (Hûd, 11/36-39).
Taberî, Nûh (a.s)'ın, kavmini İslâm'a davet ediÅŸi, gemiyi yapmaya baÅŸlaması ve kavminin onunla alay ediÅŸi hakkında, ÂiÅŸe (r.anh)'dan rivayetle, Resulullah (s.a.s)'ın ÅŸöyle söylediÄŸini nakletmektedir:
"Nûh, kavminin arasında dokuz yüz elli sene kalmıştı. Bu zaman zarfında onları hakka davet etti. Son zamanlarına doÄŸru bir aÄŸaç dikti. AÄŸaç her taraftan çok büyüdü. Sonra onu kesip gemi yapmaya baÅŸladı. Onun yanından geçerlerken, ona ne yaptığını soruyorlar ve onunla dalga geçerek ÅŸöyle diyorlardı: "Onu yap; karada gemi yapıyorsun; bakalım nasıl yüzdüreceksin?" Nûh (a.s) da onlara; "yakında bileceksiniz"diyordu.” (Taberî, Tarihul-Rasul vel-Mulûk, Beyrut 1967, I, 180). Ve yine ona; "NebiliÄŸi bırakıp, MarangozluÄŸa mı baÅŸladın?" diyerek eÄŸleniyorlardı (a.g.e., I, 183).
Nûh (a.s)'ın yaptığı geminin ÅŸekli ve büyüklüÄŸü hakkında İbn Abbas (r.a)'dan ÅŸöyle bir rivâyet nakledilmektedir:
"Geminin uzunluÄŸu, Nûh'un babasının dedesinin {yani İdris (a.s)} zıra'ıyla üç yüz zıra'; eni elli zıra'; yüksekliÄŸi otuz zıra'; su seviyesinden yukarısı ise altı zıra' idi. Katlara ayrılmış olan geminin üç kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılar üst üste açılmıştı." (Taberî, a.g.e., I, 182).
Nûh (a.s), gemiyi inÅŸa ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı:
"Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik." (Kamer, 54/13).
Nûh (a.s) bu esnada, artık tamamen yüz çevirdiÄŸi kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya arzediyor ve onları bütün imkânlarını kullanarak ÅŸirkten nasıl vaz geçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin takındığı tutumu O'na ÅŸikayet edip, yeryüzünde onlardan kimseyi bırakmamasını istiyordu.
Nûh (a.s)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum ÅŸöyle anlatılır:
"Nûh dedi ki: "Rabbim! DoÄŸrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. DoÄŸrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doÄŸrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doÄŸrusu O, çok bağışlayandır. " Nûh, "Rabbim! DoÄŸrusu bunlar bana baÅŸ kaldırdılar ve malı, çocuÄŸu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere baÅŸvurdular" dedi. İnsanlara; "Sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', YaÄŸûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoÄŸunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece ÅŸaÅŸkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. DoÄŸrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan baÅŸkasını doÄŸurup yetiÅŸtirmezler." (Nûh, 71/5-11, 21-24, 26-27).
Allah Teâlâ, bu kavme helâkı umumi kıldığı gibi, Nûh (a.s) da bunun umumî olmasını istemiÅŸti. Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak ÅŸöyle demektedir: "Bir sonraki asır geldiÄŸinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; "Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaÅŸamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemiÅŸlerdi. Bu deliden baÅŸka biri deÄŸildir" diyorlardı" (Taberî, a.g.e., I, 182).
Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ'nın takdir etmiÅŸ olduÄŸu vakit yaklaÅŸmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'a Tufanın geliÅŸini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)'dan suların kaynamasını göstermiÅŸti.
Tandırdan su kaynamaya baÅŸlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti:
"Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamaÄŸa baÅŸlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiÅŸ olanın dışında kalan çoluk çocuÄŸunu ve inananları gemiye bindir." dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı." (Hûd, 11 /40).
Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kiÅŸi ile seksen kiÅŸi arasında deÄŸiÅŸen rivayetler vardır. (Taberî, a.g.e., I, 187-189).
Nûh (a.s) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oÄŸlu da gemiye binmiÅŸti. Ancak dördüncü oÄŸlu Kenan (Yam), ona iman etmediÄŸi için gemiye binmemiÅŸti.
"Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye baÅŸlayınca Nûh (a.s) oÄŸluna; "Ey oÄŸulcuÄŸum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma" diye seslendi. OÄŸlu; "DaÄŸa sığınırım, beni sudan kurtarır." deyince, Nûh; "Bugün Allah'ın buyruÄŸundan, O'nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. OÄŸlu da boÄŸulanlara karıştı." (Hûd, 11/42-43).
Nûh (a.s), muhtemelen, oÄŸlunun küfredenlerden olduÄŸunu bilmediÄŸi için, Allah Teâlâ'ya; "Rabbim! oÄŸlum benim ailemdendi. DoÄŸrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oÄŸlunun başına gelenlerin hikmetini öÄŸrenmek istemiÅŸti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir ÅŸey ifade etmediÄŸini, insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduÄŸunu; "Ey Nûh! O senin ailenden deÄŸildir. Çünkü o, çok kötü bir iÅŸ iÅŸlemiÅŸtir. Öyleyse bilmediÄŸin ÅŸeyi benden isteme." ayetiyle Nûh (a.s)'a bildirerek, ortaya koymuÅŸtur.
Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin saÄŸ kalmasının mümkün olmadığı bir ÅŸekilde bütün dünyayı sular altında bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boÅŸaltmış; Yer, her tarafından sular fışkırtmaya baÅŸlamıştı:
"Biz de bunun üzerine gök kapılarını boÅŸanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleÅŸti." (Kamer, 54/11-12).
Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidiÅŸatında hiçbir deÄŸiÅŸiklik yapmayan zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduÄŸunu anlamaları için, bu ÅŸekilde, tufan ile helak edilmiÅŸti.
Allah Teâlâ, inkârcı zalimler helâk olduktan sonra, Tufanı sona erdirmiÅŸ ve inananların bulunduÄŸu gemiyi selametle Cûdi dağı üzerine durdurtmuÅŸtu;
"Yere; "Suyunu çek!"göÄŸe; "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iÅŸ de bitti. Gemi Cûdiye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi." (Hûd, 11 /44).
Taberî'nin Resulullah (s.a.s)'e dayandırılan bir rivayetine göre Tufan, altı ay sürmüÅŸtür. Recebin ilk günlerinde baÅŸlayan Tufan, Muharremin onuncu gününde son bulmuÅŸ ve gemi Cûdi dağının üzerine oturmuÅŸtu. Nûh (a.s), ÅŸükür için, herkese oruç tutmasını emretmiÅŸti. (Taberî, a.g.e., I,190). Bu gün, AÅŸûre günü olarak o zamandan günümüze dek hatırasını sürdürmüÅŸtür. (bk. ÂÅŸûre mad.).
Gemi, su üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını dolaÅŸmıştı. Allah Teâlâ, Tufan esnasında Âdem (a.s) tarafından inÅŸa edilen Mekke'deki Beytullah'ı yeryüzünden kaldırmıştı. (Taberî, a.g.e., I, 185).
İnkar edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceÄŸini bildirmiÅŸti:
"Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle (gemiden) in." (Hûd, 11/48).
Nûh (a.s), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleÅŸim yeri inÅŸa etmiÅŸti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)'in yakınında bulunmaktadır (a.g.e., 189).
DiÄŸer bir rivayete göre de Nûh (a.s) gemide yüz elli gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekkeye yöneltmiÅŸ; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüÅŸ ve sonra da Cûdi'ye yönelterek orada durdurmuÅŸtu (M.Ali Sabûni, en-Nübüvve vel-Enbiya, DımaÅŸk 1985, 154). Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduÄŸu yerde bıraktığını zikretmektedir:
"And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öÄŸüt alan yok mudur." (Kamer, 54/ 15).
Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve oÄŸulları dışında kalanlar, yok olup gitmiÅŸler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes'ten türemiÅŸlerdir. Allah Teâlâ ÅŸöyle buyurmaktadır: "Ancak onun soyunu sürekli kıldık.” (Saffât, 37/77). Resulullah (s.a.s) bu ayeti okuduÄŸu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduÄŸunu söylemiÅŸtir. (Taberî, a.g.e., I, 192).
Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve HabeÅŸlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doÄŸu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler (İbnul-Esîr, el-Kâmü fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 78).
Nûh (a.s)'ın tufana kadar dokuz yüz elli beÅŸ yıl yaÅŸadığı kesindir:
"Åžüphesiz ki biz Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı." (Ankebut, 29/14). Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaÅŸadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a)'ın görüÅŸüne göre, Nûh (a.s) bin yedi yüz seksen sene yaÅŸamıştır ve öldüÄŸünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere defnedilmiÅŸtir. (Sabûnî, a.g.e., 154).
Nûh (a.s), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ onu, "çok ÅŸükreden kul (abden ÅŸekûra)" olarak isimlendirmiÅŸ ve kıyamete kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nûh'a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. DoÄŸrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı." (Sâffât, 37/81-82).
Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır:
"İbrahim de ÅŸüphesiz, onun yolunda olanlardandı." (Sâffât, 37/83)
Allah Teâlâ, Peygamberimiz (asv)'e, kendisine yapılan itiraz ve iÅŸkencelere karşı, Nûh (a.s) ve onun yolunda olan diÄŸer ulul-azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (s.a.s)'e bir örnek olarak gösterilmektedir:
"Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de sabret." (Ahkaf, 46/35).
Nûh (a.s), Peygamber (s.a.s)'e ve inanan tebliÄŸcilere bir numune olarak gösterildiÄŸi gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, Müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmuÅŸtadır.
(Ömer TELLİOÄžLU, Åžamil İslam Ansiklopedisi)
.
Kaynak : sorularlaislamiyet.com